28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
1 EKİM 2006 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Çorap Ahmet Arpad: ‘‘Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in ayağındaki çorabı görünce aklıma bir soru geldi: Milli Eğitim Bakanlığı sonunda ayağa mı düştü?’’ Ya ğ m u r E k i m Türkiye’yi parçalayan harita masaya inmiş... ‘‘PKK koordinatörünün masasına mı!’’ İLAHİYATÇI sosyolog ve aynı zamanda din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni Mustafa Cemil Kılıç, liselerde okutulan din kültürü ve ahlak bilgisi ders kitaplarını incelemiş. Ortaya geniş kapsamlı bir rapor çıkmış. Rapordan birkaç alıntı: ‘‘9. sınıf kitabı. Sayfa 9: ‘İnsan inanan ve ibadet eden bir varlıktır: Bir inanca sahip olmak, onu savunmak ve bu inanca uygun davranmak yalnızca insanda bulunan bir özelliktir’ deniyor. Hiçbir inanca mensup olmayan insanlar zımnen aşağılanmaktadır. Üstün varlık olabilmek için mutlaka bir inanca sahip olmak gerektiği ileri sürülmektedir. Sayfa 13: ‘İnsan, kimi zaman iç dünyasında yankılanan fıtratın sesine kulak vermiş, kimi zaman da değişik akımların etkisinde kalarak yanlış inanma biçimlerine sürüklenmiştir’ PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Erdoğan ABD’ye niçin gidiyor? Final sonucunu öğrenmek için! Mersin Mersin’in Gülnar ilçesine bağlı Büyükeceli beldesinde, hani şu Akkuyu nükleer santralı için peylenen yerde, AKP’li belediyenin talana açtığı devletin ormanından Orman İşletmesi’nin haberi yok mu yoksa yerel yönetimle genel yönetim ortak mı? deniyor. Burada bazı inançların yanlış olduğu ifade edilerek din ve inanç özgürlüğü çiğnenmektedir. Sayfa 16: ‘Ruhsal bunalım, ahlaki çöküntü, toplumu bir arada tutan temel değerlerdeki yozlaşma, sosyal ve kültürel dokudaki zedelenme, milli ve manevi duygulara yabancılaşma gibi olumsuzluklar, vahye dayalı olmayan inanç türlerinin sosyal hayatımızdaki birer tezahürüdür’ deniyor. Açıkça vahye dayalı olmayan dinler ve inançlar tahkir edilmektedir. Budizm, Hinduizm, Şamanizm gibi din ve inançlar vahye dayalı olmadıkları için zararlı görülmektedir. 10. sınıf kitabı. Sayfa 2331: Allah İnancı Din kültürü başlıklı ünitenin Temel İnanç Esasları alt başlığı altında Sünni İslamın inanç ilkeleri ve terminolojisi esas alınmıştır. Sözgelimi Şii ve Alevi İslam anlayışlarının temel inanç ilkelerinden olan Velayet/İmamet İnancı yadsınmış; Alevilerin ahiret inancıyla ilgili özgün yorumları görmezden gelinmiştir. 11. sınıf kitabı. Sayfa 9091: Din Hizmetleri başlıklı ünitede Hutbelerin Türkçe Okunması konusuna yer verilmiş ancak aynı dönemde Atatürk tarafından uygulamaya konulan Türkçe Namaz ve Türkçe Ezan çalışmalarına değinilmemiş, Atatürk’ün tarihsel kimliği çarpıtılmıştır. Sayfa 63: Alevi ve Şii inancı tepkisel bir inanç olarak nitelenerek öğrencilerin gözünde itibar yitirmeleri için sosyal ve psikolojik bir zemin yaratılmaya çalışılmıştır.’’ Yakışmayan Şeyler Son günlerde tüylerimi diken diken eden bir afişle karşılaşıyorum caddelerde. Hepimizin bildiği, keklerini, çikolatalarını keyifle yediğimiz ETİ’nin yeni bir ürünü tanıtılıyor bu afişlerde. Yeni ürünün adı ‘‘Wanted’’; bir gofret bu. Ad, Kuzey Amerika’nın ‘‘vahşi batı’’sından esinlenilerek konulmuş, hani o western filmlerinde sık gördüğümüz ‘‘aranıyor’’ sözcüğünün İngilizcesi. Afişin tasarımcısı, her kim ise, gofreti demir parmaklıklar ardına yerleştirmiş, ama aranan güçlü ya, kol kuvvetiyle açmış demirleri. Afişe, buraya kadar anlayış göstermek kolay olmasa da olası; sonuçta sinema izleyicisi çocuklar için tanıdık görüntüler. ‘‘Çocuklar’’ diyorum, çünkü yeni ürünün tüketici hedef grubu 16 yaş altı çocuklar. Konu da işte burada ‘‘yakışıksız’’ duruma geliyor zaten. Afişte, yeni ürünün tarifine ilişkin sloganlar var: ‘‘Parça tesirli mısır patlakları’’, ‘‘uzun menzilli karamel’’ ve ‘‘kamufle edici sütlü çikolata’’. Gofreti oluşturan lezzet katkıları silah/savaş terminolojisinden seçilmiş sözcüklerle anlatılıyor. Böyle bakıldığında mısır patlağı = mayın, karamel = tüfek, çikolata = kamuflaj malzemesi. Bu, çocuk psikolojisi açısından korkunç bir benzetme, çağrıştırma ve kötü olanı hazlı kılma. Bu afişi her gördüğümde gözümün önüne Güneydoğu’da parça tesirli mayınlara basarak kolunu bacağını yitiren, parçalanıp ölen, kamufle edilmiş mevzilere saklanmış uzun menzilli tüfeklerden atılan kurşunlarla canlarını yitiren çocuklarımız, gençlerimiz geliyor. Barışa böylesine özlem duyduğumuz bugünlerde mayını, tüfeği tanıtım öğesi olarak kullanmak ETİ gibi, adını ‘‘uygarlık’’ sözcüğü ile yan yana kullanan köklü ve saygın bir kuruluşa hiç mi hiç yakışmıyor. ??? ‘‘Sabancı’’ adı yalnızca ülkemizin en güçlü sanayi, ticari ve mali kuruluşlarından birini değil, aynı zamanda önemli bir müzeyi, bir üniversiteyi, çok sayıda okulu, çok sayıda kültür ve sanat etkinliğini de çağrıştırıyor. Aksanat da İstanbul’un kültür yaşamının vazgeçilmezlerinden olan bir Sabancı kuruluşu. Kurulduğu 1993 yılından bu yana düzenlediği plastik sanatlar sergileriyle, konferanslarla, dinletilerle, gösterilerle, tiyatrosuyla İstanbul’un kent kültürüne katkıda bulunuyor. Birkaç gün önce Literatür Yayıncılık’ın sahibi, arkadaşım Kenan Kocatürk’le karşısında Aksanat binasının bulunduğu, İstiklal Caddesi ile Bekar Sokak’ın buluştuğu köşedeki kafede oturuyoruz. Aksanat binası geçici olarak perdelenmiş, içeride hummalı bir çalışma var. Yine bir Sabancı kuruluşu olan ‘‘Teknosa’’ kısa bir süre sonra burada faaliyete geçecek, elektronik araç, gereç ve aygıt satacak. Hiç kuşkusuz gelir getirici bir iş, bu nedenle de Aksanat’ın bu zamana kadar plastik sanat sergileri için kullandığı giriş katı araç, gereç ve aygıtlar albenili bir yere sahip olsunlar diye Teknosa’ya verilmiş. Yer bölüşümünde tercih parayı götürenden değil, getirenden yana yapılmış. Kenan’la gözümüz koca binanın Bekar Sokak’a açılan kapısında. Kapı, kimi apartman dairelerinde, giriş kapısının hemen yanında bulunan servis kapısı büyüklüğünde. İnsanlar girip çıkıyorlar, aralarında sanat dünyasından aşina olduğumuz yüzler de var. Kenan’ın yayınevi karşı sokakta, dolayısıyla çevreyi iyi tanıyor. Ona, ‘‘Bu ne kapısı?’’ diye soruyorum. ‘‘Sanat kapısı!’’ diye yanıtlıyor, gülerek. Aksanat’ın çalışanları da, oradaki etkinliklere katılan sanatçılar da, bu etkinliklere gelen sanatseverler de artık bu kapıyı kullanacaklarmış. İçeride bir de İstanbul’un en iyi tiyatrolarından biri var; o kapıdan ise bırakın irice bir dekoru, galeride sergilenecek büyükçe bir tablonun bile sokulması olanaksız. Üst kat pencerelerinden ip sarkıtıp alacaklar herhalde. Uzun sözün kısası, Aksanat çalışanlarına, sanatçılara, sanatseverlere layık görülen o kapı, yıllardır kültüre ve sanata destek olmuş Sabancı gibi bir ada hiç yakışmıyor. (eposta: dkavukcuoglu@superonline.com) SESSİZ SEDASIZ (!) Belediye, Beyoğlu’nda ‘cümbüş’ yapıyor! İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi’nin romancı Kemal Tahir’i haklı çıkardığını söylüyor Prof. Dr. Rona Aybay: ‘‘Kemal Tahir şöyle derdi: Arkadaş! Yıllarca oturduğun evin kapı numarasını bile ‘biliyorum’ demeyeceksin. Belki yanlış biliyorsun, değişmiş olabilir diye, her gün yeniden bakacaksın! Belediye, kimsenin haberi olmadan bir karar alıp uygulamış; geçen gün baktık Beyoğlu sokaklarında bütün binaların kapı numaraları el çabukluğuyla sökülüp, yerine eski numarayla ilgisi Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Hakkâri Akif Kökçe: ‘‘Hakkâri Belediyesi ‘mıntıka temizliği’ yapan asker için suç duyurusunda bulunmuş. Bu gidişle, PKK’nin döşediği mayınları temizliyor diye dava da açabilirler!’’ olmayan plakalar çakılıyor. Ferdi Tayfur’un dublajıyla yıllar önce seyrettiğimiz Arşak Palabıyıkyan filmi vardı. Büyük bir otele müdür olan Arşak, verdiği ilk emirle bütün odaların kapı numaralarının değiştirilmesini ister. Görevliler ‘Aman efendim nasıl olur, herkes şaşırıp birbirinin odasına girmeye kalkar’ diye itiraz edince Arşak, ‘Cümbüşü düşün evladım’ derdi. Şimdi de biz adreslerde, başlıklı kâğıtlarda, su, elektrik, telefon faturalarında ve daha kim bilir nelerde hep beraber ne ‘cümbüşler’ yaşayacağız, bakalım.’’ Vatandaşın haline acıyan ramazan da bu yıl 29 gün çekiyor! ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Ramazan Güngör ‘Heykel’leşti Halk müziğimize meraklı olanlar, ‘‘Ramazan Güngör’’ adını bilirler. Türkülerimizle ‘‘yürek bağları’’ olanlar ise sevgili Topal Ramazan’larını iki yıldan bu yana ‘‘hüzün’’le anıyorlar... Çünkü ‘‘üç telli bağlama’’nın bu son büyük ustası, Fethiye’deki Eski Cami’nin avlusuna sığınmış tek odalı evinde 6 Mayıs 2004 günü yalnız, hasta ve yoksulluk içinde yaşamını noktalarken, geride kuşaklar boyu seslendirilecek özgün ve yöresel ezgileriyle birlikte, sazın kökenindeki ‘‘kopuz’’ geleneğinin ‘‘son birikimleri’’ni bırakmıştı... Yıllarca bu birikimlerinden yararlanarak sanatlarındaki Anadolu kimliğini zenginleştiren nice ünlü ve ünsüz türkücülerimiz ise işte o ‘‘yalnız’’lığın sorumluluğuyla, belki de başlarını eğip, sessizce ağlamışlardı... Fethiye Belediyesi’nin, böylesine bir vefasızlığı onarmak adına da Topal Ramazan’ın heykelini diktiğini Prof. Oktay Belli’ye söylediğimde Anadolu uygarlıklarının emektar arkeoloğu ‘‘Tam bir Doğu geleneği’’ dedi ve yakındı: ‘‘Kültür tarihimiz, sağlığında kıymeti asla bilinmeyen nice sanatçımızın, düşünürümüzün, ancak öldükten sonra görkemli anıtlarla, mezar taşlarıyla, hatta destanlarla anıldığına dair örneklerle dolu... Biz böyleyiz...’’ Nitekim, bu umarsızlığımızı, İlker Yiğit’in belli ki derin bir saygı içinde yaptığı heykel için 22 Eylül 2006 günü düzenlenen açılış töreninde de görmeyeyim mi? Nice türkücümüzü ‘‘halkın sevgilisi’’ yapan sevda yüklü seslerin ve deyişlerin kaynağı bir büyük sanatçının anısını yaşatacak heykel alkışlanırken bile hiçbirisi yoktu... Sadece Nuri Sesigüzel’in çelengi yüreklere su serpen tek ‘‘insanlık çiçeği’’ gibiydi... Törende, ömrünün son yılarında ‘‘evlat’’ sayarak sarıldığı öğrencisi Ahmet Erarslan’ı dinledik. ‘‘Oğlum’’ demiş elini avuçlarının içine alarak;‘‘Devlet beni huzur evine götürmek istiyor; bırakacak mısın?’’... 20 yılını orduda geçiren Erarslan’ın yanıtı da ‘‘askerce’’ olmuş: ‘‘Ben tuttuğum eli bırakmamayı öğrenerek yetiştim...’’ Bu içtenlikli ‘‘güvence’’yle kendi fakirhanesinde yaşamını tamamlayan Ramazan Güngör için Saatçi de şunları söyledi: ‘‘Erişilmezliğine rağmen öyle alçakgönüllü ve insan yürekliydi ki sonsuza kadar herkesin önünde diz çökmesi için bu anıtla ölümsüzleştirmek istedik...’’ ‘Şelpe’nin öğretmeni Ramazan Güngör, işte böylesi sözleri hiç beklemezken, kendine has ‘‘elle çalma’’ ve ‘‘armoni ustalığı’’ndan yararlanılması ise yaşamının en büyük özlemiydi... Nitekim, sanatçı Erdal Erzincan, bakın diyordu ki: ‘‘Bağlamada elle çalmayı geliştirmek için öncelikle Ramazan Güngör’ün tekniğini inceledim...’’ (Cumhuriyet09 Ekim 2005) Günümüzde birçok bağlama sanatçısı tarafından kullanılan ‘‘şelpe’’ ve ‘‘parmak vurma’’da onun öğretmenliği efsaneleşmiş. Halk müziği uzmanı Savaş Ekici şöyle yazıyor; ‘‘Sanatının zaman içindeki aşamalarını bile ‘Boğaz Devri’, ‘Hırtlak Boğazı Zamanı’ veya ‘Zeybeklerin Devri’ vb. gibi adlarla ifade etmekte ve çaldığı ezgiler kendi takvimini de oluşturmaktadır...’’ Yavuz Top ve Arif Sağ’ın öğrencilerinden İsmail İlknur da 1999’da yine Cumhuriyet gazetesinde şunları açıklamış; ‘‘Türk halk müziğinde çokseslilik yapılmalı mı, yapılmamalı mı? En iyi örneklerden biri Ramazan Güngör’ün ezgileridir; kendisine özgü şekliyle türkülerimizdeki çoksesliliğe temel teşkil ederler...” ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com ‘Teke yöresi’nin anıtı İşte bu yönleriyle de 81 yaşındayken ‘‘çağdaş’’lığın doruğuna tırmanarak yaşama veda eden Topal Ramazan, Fethiye’nin bir dağ köyü olan Kadıköy’de 1924’te doğmuş. Okul olmadığından okuyamamış ve marangozluğa meraklanmış. Müziğe ise 12 yaşındayken annesinin aldığı curayla başlamış ve bir daha bırakmamış... Gençliğinde çalıştığı inşaatta çatıdan düşünce sakat kalan Güngör, Teke yöresinden ‘‘zeybekler’’, ‘‘gurbet ve boğaz havaları’’, ‘‘zortlatmalar’’ ve ‘‘uzun havalar’’ıyla ünlenip bilgeleşirken, pek çok derlemeciye kaynak kişi oldu, eserleri TRT repertuvarına girdi... Şimdi ise sevenlerini Fethiye’nin kültür alanında ‘‘heykelleşmiş’’ duruşuyla bekliyor... Teke yöresinin ‘‘tarihsel anıtı’’ olarak... ekinci?cumhuriyet.com.tr TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 1 Ekim www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Aranılan 1 bir kişinin bulunabilmesi 2 için, tanıkla 3 rın verdiği bilgilere göre 4 çizilen yüz 5 resmi. 2/ Ürik 6 asidin tuzu ya 7 da esteri... Afrika’da bir 8 ülke. 3/ Eski 9 bir Fransız 1 2 3 4 5 6 7 8 9 halk dansı... Bir ili1 P A L A N K A Ö miz. 4/ Suda yaşayan 2 U O R N A M A Ç tek hücreli bir canlı... Tavlada ‘‘üç’’ sayısı. 3 S İ M E Y E R B A T I R I K 5/ Suyu alınmış her 4 T L A tür yiyecek maddesi 5 İ Ş A R E T F A N nin artığı... Yüzyıl. 6 Ş O G U N S O S MAMA 6/ İlaç, deva... Doğu 7 Anadolu’ya özgü bir 8 N E E L A A T halk oyunu. 7/ Hü 9 Ü T E K T A K A kümdar başlığı... İnsanda el ve ayağın üst bölümü. 8/ Sevap.. Ormanlara zararlı bir böcek. 9/ Şarbon hastalığına verilen bir başka ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Çoksesli müzikte bir beste türü... Minarelerde külah ile şerefe arasındaki bölüm. 2/ ‘‘O yer’’ anlamında kullanılan sözcük... Kesilen ağacın yerde kalan kütük dibi. 3/ Denizli’nin bir ilçesi... Meyve kurusu. 4/ Bir tür ipekli kumaş... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 5/ Boru sesi... Satrançta bir taş. 6/ Bütün kutsal Hint metinlerinin başında ve sonunda yinelenen mistik hece.. Çok iğneli uzun balık oltası. 7/ Hayvanı avcılığa alıştırma işi... Meyve, sebze, tarhana gibi şeyleri kurutmaya yarayan, genişçe ve üstü açık balkon. 8/ Görünüşe göre olacağı sanılan... Yarar, kâr. 9/ Boyaların inceltilmesinde kullanılan sıvı... Tatlı bir çörek. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear