22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
30 TEMMUZ 2003 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA J V U l_j M. U JA kultur(a cumhuriyet.com.tr 15 ALLECRO EVtN tLYASOĞLU En büyük Bach uzmanı öldüBach uzmanı, tuşlu çalgılar üsta- dı, usta yorumcu ve müzik filozofu Rosalyn Tureck (d. 1914) 17 Tem- muz'dâ New York'un Bronx semtin- deki e"unde öldü. Günümüzde "öz- güne bağlı yorum" ilkesinden ödün vermeyen belkı de son temsilciydi. Tureck'le iki yıl önce tspanya'nın Marbella kentinde uzun bir söyleşi yapma olanağı bulmuştum. Seksen yedi yaşına karşın pınl pınl zekâsı- na, ödün vermeyen ilkelenne ve bil- gi birikimine hayran kalmıştım. So- yadındaki Türk sözcüğü ve bütün müzik ansikJopedilerinin onu "Türk asıllı piyanist ve orkestra şefi" ola- rak tanıtmalan boşuna değildı. Ata- lan altı yüz yıl önce Türkiye'den Rus- ya'ya göç etmiş, onun anne babası da ABD'ye yerleşmişti. Asıl soyadlan "Turck" iken, ablası araya bir " e " harfi yerleştirmiş! Chicago'da dün- yaya gelen Tureck, 1920'li yıllarda îstanburadagelmiş. 1960'taCBS'in Bach fılmi için Efes'te Meryem Ana'nın bulunduğu terasta piyano çalmış. Aslında biz onu hep piyanist ola- rak tanıdık. Oysa klavsen, moog, the- remin gibi çalgılann ustası; elektro- nik piyano ve synthesizer'de ilk kon- ser veren kişi olmuş. Aynı zamanda orkestra şefi, bilge bir müzik filozo- fu, nice müzik derneğinin ve vakfı- nın kurucusu, konferansçı, pedagog ve kendini J.S. Bach'a adamış bir "mürit" olarak tanımlıyordu. Bach yorumculuğunun yanı sıra gençliğinde Liszt, Chopin, Weber. Albeniz, Çaykovski, Ravel, Raeh- maninof gibi bestecilerin de "baş döndüren" piyanistı olarak tanın- mıştı. Ama sonunda yalnız Bach'ın gerçeğinde karar kıldığını söylüyor- du. Yirminci yüzyûı başından sonu- na dek yaşadığından neredeyse bu çağa imzasını atmış bütün besteci ve yorumcularla tanışmıştı. Pek çoğu- nun perde arkasındaki yaşamına ait nice anılan vardı. Büyük hocaların öğretlslni afctarmak Bir müzik yapıtını "klasik" ola- rak niteleyebilmek için onun her çağda kendi ömeğinin üstün temsil- cisi olması gerekir. Tureck'e göre çağlar öncesinin klasikleşmiş bir yapıtını olduğu gibi yannlara taşı- B yabilmemiz ıçın yorumcunun bes- teciyi çok iyi tanıması. yapıtın özü- nü zedelemeden dinleyiciye aktar- ması gerekiyordu. Rosalyn Tureck çok değerli peda- goglarla çalışmıştı. Onlann değeri daha önceki kuşaklann öğretisini bir zincir gibi taşımalanydı. Men- delssohn okulunun özelliklerini sürdüren Anton Rubinstein ın öğ- rencisi Sophia Brilliant-Liven, dokuzla on üç yaş arasında hocası olmuştu On üç yaşındayken yüz- lerce piyanistın katıldığı bir yanş- mada birincilik aldığında kapının dışından dinleyen hocası. sanki Ru- binstein çalıyor sandım, demiş. Rubinstein öğretisini yannlara taşımak adına bu söz ona yaşam boyu güç kaynağı olmuş. Böylesi bir geleneğin sonraki kuşaklara kalması için her zaman besteciye bağlı, yapıtın özgün şeklinden ödün vermeyen bir yorum gözet- mişti. Olgunluk dönemınde geriye dö- nüp bakınca onu yetiştiren hocala- n daha iyı değerlendirmiş. tarihin ustalanndan aktardıklarını el değ- meden yannlara ulaştırmayı ken- dısine görev edinmıştı. Bugün Tu- reck'in hemen her büyük plak şır- ach 'ın çağımızdaki en önemli "müridi" olarak tanınan piyanist Rosalyn Tureck, geçen hafta seksen dokuz yaşında öldü. Bach yorumculuğunun yanı sıra gençliğinde Liszt, Chopin, Weber, Albeniz, Çaykovski, Ravel, Rachmaninofgibi bestecilerin de "baş döndüren " piyanisti olarak tanınmıştı. Ama sonunda yalnız Bach 'ın gerçeğinde karar kıldığını söylüyordu. ketı tarafından piyasaya sürülmüş yoğunçalarlarını dinlediğimizde bestecınin özgün sesine tanık olu- yoruz. Son zamanda klasik yapıtlann, özellikle Bach'ın özünden uzak yorumlandığından yakınıp duru- yordu. Gösteriş uğruna tempoları hız- landıranlara, kendine göre süsleme- ler uyduranlara hiç dayanamıyor- du: "Bach, bütün çağların beste- cisi, her ortama uyarlayabiliyor- sunuz, hâlâ 'Bach olma" özelliği- ni koruyor, ancak popülarite uğ- runa öylesine oynanıyor ki gide- rek yapıtlann çıkış noktasını bi- le unutacağız" şeklinde kaygılanı- yordu. Yorumcu yapıtın yaratıcısı ile dinleyicisi arasında ancak bir köprü görevinde olmalıydı. Doğal ki kendi kişiliğinin de deyiş farkı olan bir köprü. Ama asla yaratıcı- sının özgünlüğünü bozmaya, kişi- sel yorum getirmeye hakkı olma- malıydı. Yorumcu büyük sabır ve tutkuya. aynı zamanda geniş bir kültür birikimine sahip olmalıydı. Şimdi Tureck'in kayıtlan özgün Bach yorumlannı anımsatmak için en önemli başvuru kaynağı olarak yerlerini koruyacaklar. Onun kur- duğu Bach Vakfı da öğretilerini sür- dürecek. Tureck ve çağdaş müzik Aynca çagdaş müziğe de büyük ilgi göstermiş, içinde yaşadığı za- man diliminde bestelenen yapıtlann ilk seslendirisini yapmış, bestecile- riyle işbirliği içinde olmuştu. Rus mucit Leon Theremin'ın elektronik çalgısıyla Carnegie Hall'da ilk kez konser verdiğinde henüz on yedi ya- şındaymış. William Schumann ın piyano konçertosu, David Di- amond'ın piyano sonatı, YValling- ford Riegger'ın konçertosu, Aaron Coplandın piyano sonatı hep ilk kez Tureck'in parmaklannda yaşa- ma geçmiş yapıtlardı. Yine ilk kez teyp ve elektronik müzik için hazırlanmış bir programı 1952'de sahnede sunan Tureck ol- muş. New York'taki "Çağdaş Mü- zik DerneğT'ni kunıp uzun yıllar yönetmışti. Çağdaş müziği konser programlannda sandviç gibi klasik yapıtlann arasına koymaya şiddetle karşı çıkıyordu. Başlı başına çağdaş müzik konserleri düzenlenmeliydi. tnsanlar kendi günlerinde yaşayan bestecilerin neler yarattıklannı du- yup dinlemeliydiler. Eski çağlann arasına sıkıştınlmış yeni müzik ora- da hep iğreti kalacaktı. evini@ boun.edu.tr ÖZÜR: Evin îlyasoğlu 'nun ge- çen haftaki vazısında Berio yerine yanlışlıkla Kagel 'infotoğrafı basıl- mış, özür dileriz. Şarkı ve söz yazarı Gökalp Baykal son albümü 'Her Zaman Bir Şarkı'daki müziğini anlatıyor Portede dolar işaretine yer yokç O imdi her şeyin başı para, fanıtım için hemen hemen hiçbir çaba göstermemeleri, yapılan işlerin insanlara ulaşamamasına neden oluyor. Bunların yanında olumlu olarak bir arkadaşhk ortamından söz edilebilir. Müziğin içeriği üzerinde popülist oynamalara kalkışmıyorlar, yaratıcılığa değer veriyorlar. MURAT BEŞER "Öteki müzisyenler" camiasının tanıdık siması Gökalp Baykal. Şarkıcı ve söz ya- zan geleneğinin neferi Baykal ile. dördün- cü albümü "Her Zaman Bir Şarkı"yı çı- karmış olmasının mutlulugunu konuştuk. - Yeni albümünün kısa bir hikâyesini alabilir miviz? GÖKALP BAYKAL- Albümün temeli 17 Ağustos depreminin olduğu gün atıldı. Elimde bir dizi şarkı vardı, Safa Yalbaz ile ilk düzenlemelere başladık. Şarkılan vokal. gitar ve piyano bazında ele alıyorduk. Bir buçuk aylık bir sürenin sonunda ilk eskiz- ler ortaya çıkmıştı. Ardından diğer bileşenler katıldı. Amaç şarkilann iyi tuılaması, öykülerin anlaşıl- masıydı. Sonra da bilgisayannbaşına geçip, şarkilann bire bir maketini hazırladık; biraz MIDI, biraz audio kayıt; ses kartının 2 do- larlık mikrofonunu ve bilgisayann hopar- lörlerini kullanıyorduk. Daha önce iki al- bümde beraber çaldığım davulcu Serkan Ayman geldi. Oya Erkaya ile bazı şarkıla- ra katıldı, derken Mine Erkaya stüdyosu- nu kurdu. 2002 ilkbahannda kayda giriştik; ardından canlı kayıtlara başladık. Ekim gi- bi mikse başladık ve 10-15 gün içinde al- bümün master'ı elimizdeydi. Büyük şlrketlere değll. müziğe bakışlarına karşıyım - Sen medyatik olmaya alerjili birisin. Basında boy göstermiyorsun, ama alter- natif müzik camiasında epey biliniyor- sun... Arkanda kaç albüm ve demo var? BAYKAL- "Her Zaman Bir ŞarkT'dan önceki yasal albümlerşöyle: Ağustos 1996, Günaydın Hüzün, Yabancılar ve Akustik Amlar. Demolar da az değil tabii: Kedile- rin Günü, Evimde, Mr G Meets Dylan Thomas, Mr G Meets Charles De Gaul- le, Büyük Gerçek ve birkaç konser kaydı. En çok da yayımlama fırsatım olmayan di- ğer konser albümü Elektro Anılar'dır. Medyatik meselesine gelince, acaba orta- da görünmeyen ben miyim yoksa medya mı? Yani yapılan işleri dinleyiciye ulaştır- ma konusunda hangi tarafın kaçak güreştı- ği belirsiz. Bir gün insanlann haber alma hakkına saygı gösterileceğıni umuyorum; gördüğün gibi pek umutsuz değilim. - Albümlerin ya senin olanaklarınla ya da alternarif şirketlerin etiketiyle çıkıyor. Bu tercih mi, mecburiyet mi? Onlar pro- düksiyonlara gereken önemi gösterebili- yorlar mı? BAYKAL -Bunda ilk başlarda bir mec- buriyetten söz edilebilir; ama zaman içinde benim tercihim halıne geldi. Yıllar içinde konuşup görüştüğüm büyük şirketlerle pek sevimli ilişkiler yaşadığımı söyleyemem. Sonuçta önemli olan, müziğin içeriğidir. Alternatif şirketlerin en büyük eksiği, kuş- kusuz, prodüksiyonlara gereken ilgiyi ve önemi kanalıze edememeleri. Bu büyük oranda bazı riskleri göze ala- mamalanndan kaynaklanıyor. Şimdi her şe- yin başı para. tanıtım için hemen hemen hiçbir çaba göstermemeleri. yapılan işlerin insanlara ulaşamamasına neden oluyor. Bunlann yanında olumlu olarak bir arka- daşhk ortamından söz edilebilir. Müziğin içeriği üzerinde popülist oynamalara kal- kışmıyorlar, yaratıcılığa değer veriyorlar. - Ya bir gün büyük bir şirket gel derse? BAYKAL- O günun koşullarında masa- ya otururuz elbette. Büyük şırketlere değil, memlekette yapılan müziğe bakışlanna ve davranışlanna karşıyım. Nota portesinde dolar işaretinin yeri olmadığını anlamalan gerekir. Bunca yıl dünyaya açılacak en kü- çük bir pencere dahi inşa edememiş bir sek- törden söz ediyoruz. Çoğu, daha memle- kette yapılan müziği geniş kitlelere ulaştı- rabilmiş değiller, bunu başarabilen çok az şirket var. Bob Dylan kltabım tamamlanmı; durumda - Son albüm "Her Zaman Bir Şarkı", bir hayli gelişkin bir Türkçe sözlü rock'n roll albümü; albümlerin hangi istikamet- te ilerliyor? Nereden geliyor, nereye gidi- yor? BAYKAL- Ilerleme öncelikle müzikal yapıda kendisini gösteriyor. ilk albümde üç kişiydik. Şimdi 13 kişiyiz. Daha deneyim- li müzisyenlerle çalışıyorum. îsmail Safa Yalbaz gibi usta bir piyanist ve aranjör ile şarkılan zenginleştiriyoruz; kayıtlanmızı yapan Mine Erkaya işinin ustası ve bizi mo- tive ediyor. Çok rahat ortamlarda üretiyo- ruz. Gerginlik yaratacak müzisyenlerden uzak durmaya çalışıyorum. Diğer yandan şarkı sözlerinde soyut temalardan daha so- mut temalara doğru yaklaşıyorum. Dil. be- nim için hep öncelikli. Türkçenin doğru ve kulağa hoş gelecek şekilde kullanımına es- kisinden daha fazla önem veriyorum. So- nuçta bunlar yeni öyküler; yirmili yaşlarda yaşamdan süzdüklerinizle karklı yaşlarda süzdükleriniz çok farklı. Malzeme aynı gi- bi görünse de süzgeç ve imbik sürekJi de- ğışır. - Gelecekteki planlar nedir? BAYKAL- Gelecekte yeni albümler, kon- serler olacak. tstanbul dışında konserler dü- şünüyorum. Altıncı albümün şarkılan hazır. Bu arada Safa'mn solo albümünü yapmak istiyoruz. Tabii yeni bilgisayar ve müzik ki- taplan olacak. Şu anda yeni Bob Dylan ki- tabını tamamlamış durumdayım. Kafamda bir yığın proje var, oysa yıllar çabuk geçi- yor. Insan geriye dönüp baktığında, ardın- da gurur duyacağı bir şeyler görmek istiyor. Önemli olan, ardında bıraküklanndan, in- sanın yaşadığı sürece gurur duyması. GUZELİN ARDINDA BERTAN ONARAN R. Tomris Yaşamıma anlam ve güzellik katan bütün öbür insanlar gibi, Tomris'i de Memet Fuat'ın ekin yuvasında, De Yayınevi'nde tanıdım. Ben o yuvaya 1964'te katılmıştım, o bir yıl son- ra gelmiş. Işıl ışıl, cıvıl cıvıl bir varlıktı; geldiğinde, sanınm bütün erkeklerin gönlü şenlenirdi. Ama doğanın temel yasası uyannca, dişilerza- ten beğendiklerini kendileri seçer biliyorsunuz; kişilikli, kıvrakzekâlı birdişi olarak Tomris de öy- le yaptı hep. Seçtiklerinden, yanına yaklaşmalanna izin ver- diklerinden Ülkü Tamer'le, Cemal Süreya ile, son olarak da Turgut Uyar'la birliktelikleri sıra- sında sık sık görüşürdük; çok tatlı anlan paylaş- tık. Sonra rastlantı ve gereklilik ikilisi başka biryaz- gı çizdi; Turgut'la yoldaşlıklannın son dönemin- de yaşanan kazalardan dolayı, sevincin yerini acılar aldı; talihsizliğin yol açtığı mutsuzluk, elde olmadan karşılıklı kezzaplaşmaylasonuçlandı. O zaman, sevip kucakladığımız bu iki duyartı insa- nı istemeden oluşumuna katkıda bulundukları bu cehennemde görmeye dayanamadık, istemeye istemeye uzaklaştık. Turgut'un gidişinden sonra daTomrisçiğimi an- cak uzaktan, yazılarından izler olduk; bir de za- man zaman yolda görüyordum. Nilgün'le aksatmadan okumaya çalıştığımız Gündökümü'nün 15 Mart 1975 tarihlisinde ba- kın ne diyordu: "Her girişte,vücudumuzun birparçası maden- de kalır", dedi radyoda konuşan maden işçisi. Edebiyatta bedenden verilen fireler bu kadar el- le tutulur olmasa da kesinlikle var. Taze duygu- lar, taze sözler aktarmak isteyen yazar, bu yüz- den büyük sızılar çekiyor. Doğum sancısı gibi bir şey 'nasıl iletmeli' sorunu... Kişiyi dolmuşa atlar- ken, dolaşırken, hatta uyurken bile tetikte tutan bu bilenme günlerinde bezginliğimizi, sabnmızı, her şeye karşın yitirmediğimiz umudumuzu na- sıl anlatmak. Çevremizi kuşatan çirkef içinde te- miz kalma savaşımızı. Bir yol kavşağı çeşmesin- den göğse akıtarak içilen su gibi doğal, doyuru- cu anlatmak. Kolay anlaşılır olma özrüyle kolaya kaçmadan, kaytarmadan, yazdıklarını çoğaltma- dan. Bir yazar, işinin başına otururken, kalemi ilkeli- ne alıyormuş gibi bir acemiliğe kapılmıyorsa ne- den yazmak istesin? Bir daha hiç yazamayaca- ğı korkusunu her keresinde duymuyorsa, yazma coşkusunu hiç tatmamış demektir. Kendi adını basılı görmeyi, yaşadığının kanıtı sayıyordur yal- nızca. Bu konuda sorulacak en önemli sorulardan bi- ri şu galiba: "Bunu yazmam neyi değiştirdi?" Ya- ni okur bunu okuduktan sonra bir kıpırtı duydu mu içinde, birtitreşim, bir serinlik, biraçılım? Ikinci soru da şu: "Ya ben bunu yazmadan ede- bilirmiydim?" Gerçekten? Birinci cildin Sonsöz'ündeyse şunları dile ge- tirmiş: "Günce yazarken", diyor Anais Nin, "bize acı gelen birtakım gerçeklehe yüzleşmekten kaçın- manın getireceği sakıncalar hep söz konusu- dur{...) Yine de bence en önemli sorun, yazdıkla- ' nmıza omuzumuzun üstünden kaçamak bir ba- kış atan birinin, gizli benliğimizi yargılayan birinin uyandırdığı korkudur." Bu görüşe katılmıyorum. Bence yazar, hangi gerçekleri okurlarla paylaşmak istediğini, hangi acı gerçeklerin yalnız kendisini ilgilendirdiğini saptayabilen kişidir. (Hele okuru psikanalisti ola- rak görmüyorsa.) Dolayısıyla yazar, gizli benliği- ni en iyi yargılayan -en azından yargıladığını sa- nan- kişidir. "Birgünde evrenlerdüşünürüz", diye sürdürü- yor Anais Nin. "önemli olan şimdi'dir, şimdiye bakışınız, şimdi nerede olduğunuz, bugün neler hissettiğiniz, en baskın duygunuz. Ben bu nokta- dan yola çıkanm, o yüzden düşüncelerimde her şeyi bulamazsınız." (şte buna katılıyorum. Sözün kısası, bu içten yazann öykülerini, gün- lüklerini, çevirilerini kucaklayabilirsiniz. sbonaran; ı hotmail/yahoo. com. Kapikatüpiste ödül • ESKtŞEHÎR (AA) - Eskişehir Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç. Çin Halk Cumhuriyeti'nde düzenlenen '1. Uluslararası Lengmu Karikatür Yanşması'nda Gümüş Ödülü alan sanatçı Hikmet Cerrah'a plaket verdi. Ataç, makamında düzenlenen törende, belediye çalışmalannın dışında kentteki kültürel ve sanatsal etkinliklere olanaklan ölçüsünde destek vermeye çalıştıklannı belirterek bu kapsamda başanlı sanatçıian da teşvik ettiklerini söyledi. Çin'de 15 gün önce düzenlenen ve 82 ülkeden 237 karikatüristin katıldığı uluslararası yanşmada Gümüş Ödüle değer görülen Cerrah'ın Eskişehir'in gurur kaynağı olduğunu anlatan Ataç, sanatçının çalışmalannın kentte sergilenmesi için her türlü desteği vermeye hazır olduklannı kaydetti. BUGÜN • ASPENDOS'ta '10. Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali' kapsamında 21.30'da La Traviata operası. (0 242 243 88 271 • BEYOĞLU SINEMASI'nda 'Alim Şerif Onaran' anısına 11.30, 14.00, 16.30, 19.00 ve 21.30'da Frida filminin gösterimi. (0 212 251 32 40) • HARBİYE AÇIKHAVA TtYATROSU'nda 21.00'de VasUis Saleas ve Laço Tayfa konseri. (0 216 454 15 55) • IFSAK'ta 19.30'da Ağaç Projesi Toplantısı konulu dialar eşliğinde söyleşi. (0 212 292 42 01) • AYA tRİNİ'de Jerzy Grotowsld ve Thomas Richards Çalışma Merkezinin 'Kesişen Yolların tzinde' projesi kapsamında 21 00 de Kalan Son Nefes adlı oyun. (0 212 252 16 73)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear