22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
30 MAYIS 2003 CUM1A CUMHURİYET SAYFA JV U YJ J. LJ J \ kultur(5 cumhuriyet.com.tr 15 Japon sinemasının çağdaş ustası TakeşiKitano'nun aşk filmi bir başyapıt evdim seni birkere... i. SUMGU ÇAPAN Istanbul festivalinim 199O'lı yıllarda sine- maseverlere tanıttığı yönetmenlerden Japon Takeşi Kitano. herhalde Hong- Konglu genç usta Wong Kar-WaiT nin, son yıllarda aşk üs- tüne seyrettığimiz er« mükemmel film diye- bileceğımız Aşk Zatnanı'nı görüp etkilene- rek çekmış, bugün gösterime giren Bebek- ler'i. Aşka ilişkön, zaman ötesi, evrensel bo- yuttaki üç trajik hikâyeden bütünlenen Dolls. festivalden sonra piy-asayı (gerçek anlamda) şenlendiren filmlerir» en iyilerinden biri ka- nımızca. Japon estamplannı andıran görüntü- leri, ışıl ışıl renkJeri, ımüzik ve kostümleri, saf ve şiirsel atmosferiyle meraklısını anında içi- ne çekiveren, zarif, incelikli, esprili bir film. Görkemll bir görsel zenginllk Bir ressam gözünün ve yüksek estetik dü- zeyde bir sinematografinin ürünü, görkem- li bir görsel zenginliğin esen bu sıradışı Be- bekler, klasik Japon tiyatrosunun, Kabuki gibi başlıca kollanndan olan gelenek- sel Bunraku kukla oyunu gösterisı- ne dayanan, renkli bir ginş sekan- sıyla açılıyor. Kukla oynatıcısı ta- rafından hareket ettirilen be- beklerce, biranlatıcının açık- lamalan eşliğınde oynanan, prolog niyetine geleneksel bir Bunraku gösterisiyle başlayan film, kuklalar- dan insan karakterlere geçerek üç dokunak- lı aşk hikâyesini an- latıyorpeşpeşe. bölüm, çalıştığ işyerinde, patro nun kızıyla ev- len(diril)menın eşiğindeki bir gençle (Hidetoşi Nişijima),bugeliş- me yüzünden intihara kalkışan eski sevgili- sinin (Miho Kanno) hikâyesi. Bırakılmanın acısıyla giriştiği intihardan kurtulmuş, ama kafayı üşüterek küçücük ço- cuktan farksız bir hale gelmiş eski sevgiliy- le, hissettiği suçluluk duygusundan kurtula- mayıp ona dönerek kol kanat geren, yaptığı- na bin pişman genç, nerde sabah, orda akşam tarzı bir hayat sürecekleri, sonu belirsiz, uzun bir Leyla - Mecnun yürüyüşüne çıkıyorlar bir- likte. Aklına estiğince alıp başını giden, ço- cuksu sevgilisini yitirmemek için onu kırmı- zı bir urganla kendine bağhyor genç. tkinci hikâye, vaktiyle, pişirdiği yemek- leri, sefertası içinde, buluştuklan parka getiren, sevdiği, ama işi gereği terk etti- ği kızı (Çieko Matsubara) yıllar sonra yaşlıca bir kadın olarak bulan, hayatının sonbahanndaki bir yakuzanın (Tatsuya Mihaşi) hikâyesi. Acımasız rakiplerini tek tek eleyerek zirveye çıkmış, gaddar, güçlü ya- kuza, bir ömür geç kaldığı gençlik aşkına dö- nüyor, ama heyhat, zaman üstlerinden silin- dir gibi geçmiştir. Dört kol çengl bir yaratıcıdan... Filmin son bölümüyse, çok ünlüyken bir kazada güzel yüzü örselenip tek gözünü yitirince ıssız, tenha bir deniz kenannda, kendini dünyadan tecrit ederek inzivaya çekilen bir pop yıldızıyla (Kyo- ko Fukada) ısrarla izi- ni sürerek kapısına dayanan, sadık bir hayranının (Tsu- tomu Takegişe) hikâyesi. Çağdaş Japon kültürünün en popüler isimlerinden, 1947 Tokyo doğumlu Takeşi Kitano, hem ressam, hem şair-yazar, hem televizyoncu, hem oyun- cu-müzisyen, hem de sinemacı olan, dört kol çengi, çok ünlü bir medya ikonu. Mühendislik eğitimini yarıda bırakıp 25 yaşında, TV'de çok rutulan bir stand up'çı komedyen olarak 1970'lerin başında gösteri dünyasına giren 'Beat' Kitano, parlak kari- yerine yönetmenliği de ekledi 1989'da ilk fil- mi Vahşi Polis'le. 199O'lı yıllardaki az ama öz sayıdaki filminde şiddete olan ilgisi açığa çı- kan Kitano'nun, 1994'te zilzurna sarhoşken geçirdiği ve mucizevi şekilde kurtulduğu, in- tihanmsı bir motosiklet kazasından sonra ha- yata bakışı değişti, vizyonu zenginleşti. 1997 Venedik Festivali'nde Altın Aslan'ı alan Havai Fişekler'iyle tüm dünyada tanı- nan, her filmi merakla beklenen, saygın bir yönetmene dönüşen Kitano'nun aşka özgü bencilliği ve bütün o değişken ruh hallerini, olanca dokunaklılığıyla, usul usul akan, ma- salsı görüntülerle, şiir gibi ve bilgece resim- lediği son filmi Bebekler, görünrü-müzik uyumundan doğal mekân kullanımına ve özenli kosrümlerine kadar alçakgönüllü bir başyapıt etkisini uyandırdı bizde. Festivalde kaçıranlara salık verilir. DOİİS / Yönetmen, senaryo: Takeşi Kitano / Kamera: Katsumi Yanagişima / Müzik: Jo Hisaişi / Kostüm: Yohji Yamamoto / Oyuncular: Hidetoşi Nişijima, Miho Kanno, Tatsuya Mihaşi, Çieko Matsubara, Kyoko Fukada, Tsutomu Takeşige / Japonya 2002 (Bir Film) Spike Lee'nin son filmi 'Yirmi Beşinci Saat' öncelikle oyuncu kadrosuyla ilgi çekiyor Hükümlünün son özgürgünü İCİİZLEYİCİ GÖZÜYLE ERDAL ATABEK Birbiriaden farklı okumalara açık 'Matrix'te Keanu Reeves yine sürekli hareket halinde. Matrix ve felsefe'Matriks'; sözlük anlamında 'dölyatağı, rahim, bir cisme dayanak olan, onu bi- çimlendiren kabp' anlamında bir sözcük. Matrix, biçimlendiren bir çerçeve, nesneyi yönlendiren, onun sınırlarını çizen bir ha- rita. însan da böyle bir 'matrix' ile belirle- nen bir yaşamı mı sürdürüyor? Tüpün içi- ne konup da böyle bir programla yaşamla- n düzenlenmiş insanlar durumlannı fark edemezlerse kendilerini mutlu duyumsarlar mı? Durumlannm bir 'illüzyon-yanılsa- ma' olduğunu anlayan insanlar ne yapar? Matrix filmi, teknolojik oyunlarla süs- lenmiş aksiyon sahnelerinin ardmdan böy- le sorular da soruyor mu, yoksa insanlar bu sorulan kendileri mi yarahyor? Matrix fil- mi böyle birbirinden farklı okumalara açık bir yapım mı? Pink Floyd grubu da önemli müzik par- çası 'The WaII-Duvar'ı topluma sunarken benzer sorulan soruyordu. Aile, okul, top- lum insan için 'duvarlar'dı. İnsanlar bura- larda birbirine benzer biçimlere sokuluyor, özgürlükleri, özgünlükleri silinerek 'tek tip'e indirgeniyorlardı. Herman Hesse de 'Boncuk Oyunu'nda benzer bir temayı iş- leyecekti. insan, kendini kendine yabancılaştıran 'başkalarının düzenleyip yönetriği' bir oyunu oynamak zorunda mı brrakılıyor? Eğer böyle ise bu oyunu oynamak sorum- luluğunu yaşıyor mu? Yoksa bu oyunu bo- zup 'kendi oyununu' oynama hakkını mı kullanmalı? Bu da bir yandan toplumun kendine yüklediği sorumluluklardan kaçma anlamma gelmiyor mu? 'Matrix Relo- aded" ile bu sorulann tartışılması sürecek • gibi görünüyor. Belki de teknolojik oyun- lann içinde filmlerin içerdiği tartışma öğe- si bu tür filmler için yeni bir açılım sayıla- \ bilir. Aslında bu tartışmanın sürmesi fil- \ min kendisinden daha önemli sayılmalıdır. I Bencillik-gönüllü kölelik însanın kendine yüklenen sosyal sorum- , luluklarla kendi seçimleri arasında ne den- i li 'özgür', ne ölçüde 'yükümlü' olduğu so- rusu insanlık tarihi kadar eski bir soru. Bu- rada dengeyi kuran, 'kendisine ait' olanla 'kendisinden beklenene ait' olan arasın- daki dengeyi belirleyen sınır, bireysel yet- j kinlikle toplumsal sorumluluğu birleştiren ! bifinçtir. Bu bilincin olmaması durumunda 'bireysel yetkinlik' bencillikle. 'toplum- sal sorumluluk' ise gönüllü kölelikle so- nuçlanır. Matrix filmi bu denli düşündürü- cü olabilirse önemli bir iş yapıyor demek- tir. Hapse girmesine 24 saat kalmış, New Yorklu, on yıllık birtorbacı Monty (Edvvard Norton). Montgomery Clift tutkunu annesi Monty adını koymuş ona vaktiyle. Ama o ilk gençlik yıllannda, lisede- ki zengin çocuklanna uyuştu- rucu satmayı yeğleyerek ko- lay parayı seçmiş. Varlıkh bir yaşam sürüp şişman Kostya ile Rus mafyasından Nikolay Amca'ya çalışırken evini ba- san narkotik polisin divanda- ki 'mal'ı eliyle koymuş gibi bulmasıyla 7 yıla hüküm giy- miş. 7 yıl yatacak biri için son bir özgürlük günü ne ki? Zaman son sürat akıp ge- çerken bir yandan Porto Riko asıllı sevgilisi (Rosario Davv- son) tarafından ispiyonlandı- ğı kuşkusuyla içi içini kemi- riyor, öte yandan Brooklynli, îrlanda asıllı, iki çocukluk ar- kadaşıyla (utangaç, bakir lise öğretmeni Jake -Philip Sey- mour Hoffman ve uyanık Wall Street borsacısı Frank- Barry Pepper) ve bar sahibi, eski itfaiyeci babasıyla (Bri- an Cox) bir araya gelip dert- leşeceği son bir veda partisi- nin telaşında. Kâbus gibi tes- lim olma anı yaklaştıkça, lav püskürtmeye başlayan bir vol- kanın fokurtulu ruh haline ge- çiyor. Bir gece kulübündeki acıklı veda partisinde herkes günah çıkanp geçmişin mu- hasebesini yapıyor... Kanlı-canlı karakterler Hayatını mahvetmiş, New Yorklu, zayıf, beyaz çocuğun, bedel ödemek üzere hapse yollanışmı si- nemaya aktaransa nicedir sesini soluğunu unuttu- ğumuz, 1990"larda Kara Sinema'nın lokomotifi olmuş Spike Lee. Siyah siyasal milliyetçiliği Hollyvvood sıstemiyle bağdaştınp kaynaştırma- yı becererek Do the Right Thing, Jungle Fe- ver, Malcolm X gibi kes- kin \e kışkırtıcı filmle- Edward Norton, kuşağının en parlak aktörlerinden. riyle parlayan, yetenekli Spi- ke Lee'nin 11 Eylül sonrası- nın hüzünlü New York'unu fon alarak bu kez hiç açılma- dığı sulara yelken bastığı, New Yorklu bir gazetecinin romanından uyarlanan, canlı kanlı karakter ve yoğun at- mosfer ağırlıklı 25. Saat'i, uzun rutulmuş finaline karşın öncelikle ovuncu 25th Hour / Yönetmen: Spike Lee / Senaryo: David Benioff, kendi romanından / Kamera: Rodrigo Prieto / Müzik: Terence Blanchard / Oyuncular: Edvvard Norton, Philip Seymour Hoffman, Barry Pepper, Rosario Davvson, Anna Paquin, Brian Cox/ABD2003(UIP) kadrosuyla ve canlı sokak çe- kimleriyle ilgi çekiyor. Kuşağınm en parlak oyun- culanndan Ed Norton'un ay- naya bakıp göçmen Pakistan- lı şoförden Çinli manava, Bush-Cheyney ikilisinden gangster ve teröristlere kadar herkese, her şeye lanet yağ- dırdığı sekans gibi karizma- sını konuşturduğu, etkili sahnelerin yanı sıra içerde sert adam görünmek uğru- na, arkadaşı Frank'e ken- dini dövdürttüğü bölüm gibi pek olmamış sahneler de içeren filmde Hoff- man, Pepper ve Cox da başanlı kompozisyonlar çiziyorlar. Müzik ve görüntüleriy- le de göz dolduran bu ka- otik iç sorgulama filmi sonuçta ilgiyle izleniyor, ama kimi sinemasever de belirgin bir olmamışhk duygusuyla aynhyor sa- londan. KEDİ GOZU VECDİ SAYAR Avrupa Çoğalıpken Kültür-sanat dünyamız yaza coşkulu bir giriş yapı- yor. Istanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın, günümüzün en büyükyaratıcılanndan Pina Bausch'lagerçekleş- tırdiği 'Istanbul' adlı dans projesı, Istanbul Beledıye- si'nin Istanbul'un fethinin 500. yıldönümünü kutlama programı, Istanbul Belediyesi ŞehirTıyatrolan'nın 'Ye- niden Köprü' başlığı altında eski Galata Köprüsü üzerinde sergiledıği tiyatro oyunları, Goethe Enstitü- sü'nün düzenledıği Tünel Festivali', üniversitelerin yıl sonu şenliklerı, 'Rumelihisari Tiyatro Buluşma- sı', Trabzon'da Devlet Tiyarosu'nun 'Karadeniz Ti- yatro Festivali', 'Afyon Caz Festivali', 'Diyarbakır Kültür ve Sanat Festivali' ve daha ırili ufaklı pek çok etkinlikle... önümüzdeki hafta, Istanbul'da üç şenlik birden başlıyor: İKSV'nin düzenledıği 'istanbul Müzik Fes- tivali', TURSAK'ın düzerılediği 'Çevre Filmleri Fes- tivali' ve Istanbul Bilgi Üniversitesi'nın düzenlediği 'Uluslararası Sinema Okullan Buluşması" Bütün bunlan sayıp dökmemin nedeni, sanat yaşamımızın zenginliğini, çeşitliliğini vurgulamak... Bugün Istan- bul'un kültürel etkinlikler açısından Avrupa'nın en önemli kentlennden biri olduğunu iddia etmek abar- tılı bir övünme olmaz. Anadolu'da da gözle görülür bir uyanış, bircanlanma var. Bu son derece önemli, çün- kü hiçbir Avrupa ülkesınde kültür yaşamı bir iki bü- yük kentle sınırlı değil. Her kentin kendine özgü sa- nat şenlıkleri, tiyatrolan, konservatuvarlan var. Türki- ye'de sanatın Anadolu ile buluşması, Avrupa'ya bir adım daha yaklaştınyor bizi. Son günlerde art arda gelen iki uluslararası başa- rı, sanatımızın Avrupa'da önemli bir yere sahıp oldu- ğunun yeni bir kanıtı. Buna, politik gerekçeler uydur- maya çalışanlar, sanata verdıklen değeri göstermiş ol- dular. Cannes'ın ikıncı büyük ödülünü kazanan Nuri Bilge Ceylan'la, Eurovısıon'da bırincilik kazanan Ser- tab Erener hiç kuşkusuz Türkiye'ye önemli bir tanı- tım desteğı sağladılar. Bu başarılara resmi makamla- rımızın verdıği tepkı ise hiç şaşırtıcı olmadı. Eurovisi- on kahramanımız Mıllet Meclısi Başkanı'ndan Cum- hurbaşkanı'na devletin tüm katlannda kabul görür- ken, Cannes Festivali başansına ne devletimiz, ne de medyamız fazlaca itıbar etmedi. Sinema örgütleri, bir basın toplantısı düzenleyerek bu ilgisizliği protesto ederken, Nuri Bilge Ceylan, Abdullah Gül dışında kimsenin kendisıni arayıp kutlamadığını söyledi. Ne- den acaba? Yoksa, sinema tehlikeli bir alandır, ne olur ne olmaz diye mi düşünülüyor? Oysa, küftür ve turtzm alanlannın tek bakanlık ça- tısı altında toplandığı bırdönemde bu başarılara dört elle sarılınması, ülke tanıtımında kültürel tanıtıma ön- celik venlmesı akıllıca bir davranış olmaz mıydı? ödüllerin art arda geldiği hafta başında Selanik'tey- dim. Cannes'da gerçekleşen Avrupa Kültür Bakan- ları Buluşması'ndan sonra, Yunan Kültür Bakanı Evangelos Venizelos un gırişımı ile gerçekleşen 'Av- rupa Birliği'ndeki genişlemenin ardından Avrupa Sineması ve Audıiovisuel Sektörünün Geleceği' başlıklı uluslararası konferansta 35 Avrupa ülkesı tem- sil edılıyordu. Avrupa Bırlıği, kimliğinı ararken birinci önceliği kültüre, sanata veriyordu. Konferansta en çok tartışılan konular, Avrupalı kimliği ile, Avrupa'nın kültür politikasının temel ilkelerinden biri olan kültü- rel çoğulculuğun nasıl bağdaştınlacağı ve sinema ala- nına verilen desteklerin nasıl arttınlabileceği oldu. Av- rupa Birliği'ne Orta ve Doğu Avrupa ülkelennin de katılımı ile daha da zenginleşecek olan kültürel yaşa- mı düzenlemek, yaratıcılann önünü açmak için çok sayıda proje hazırlanıyor. Amerika'nın kültürel hege- monyasına karşı dunmanın ancak etkili bir tanıtımla mümkün olduğuna ınanan Avrupa ülkeleri, tanıtıma milyonlarca dolar ayırıyor. Biz ise, ayağımıza kadar gelen fırsatlardan bile ya- rarianamıyoruz. Türkiye'de kültürel tanıtımla ilgili kaç devlet bırimı var, bilıyor musunuz? Saymaya başla- yalım: 'Başbakanlık Tanıtma Fonu', 'Dışişleri Ba- kanlığı Tanıtma Genel Müdüriüğü', 'Dışişleri Ba- kanlığı Kültür Işleri Genel Müdürtüğü', Turizm Ba- kanlığı Tanıtma Genel Müdüriüğü', 'Kültür Bakan- lığı Dış llişkiler Genel Müdüriüğü', 'Basın Yayın Genel Müdüriüğü'... Bu lıste böylece uzayıp gider... Pekı, bu kurumlar arasında bir eşgüdüm, bir ras- yonel planlama varmıdır? Sanatçılanmız, ülkelerini en başanlı düzeyde temsıl ederken sıyasetçilere, bürok- ratlara düşen bir görev yok mudur? Devletimızin sa- nat alanına bakışı, magazin basınının bakışından fark- lı olamaz mı? Ne dersıniz, bu sorulara yanıtı olan bir sorumlu var mıdır bu ülkede, yoksa bu yazgı değiş- mez mi?.. vecdisayar a yahoo.com BUGLN • ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ'nde 20.00'de İstanbul Projesi' adlı 'dans tiyatrosu'. (0 212 251 56 00) • NARDİS te 21.30'da Janusz Szprot & Sibel Köse Quartet konseri. (0 212 244 63 27) • BABYLON'da 23.00'te Erik Truffaz quartet konseri. (0 212 292 73 68) • DEĞİRMEN SANATEVt'nde 21.00'de Nevzat Karakış dinletisi. (0 212 245 70 06) • ATATÜRK KİTAPLIĞI'nda 18.00'de '33 Devir Dinleti: 'The Future Sound of London'. (0 212 249 09 45) • YAPIKREDİ SERMET ÇÎFTER SALONU'nda 18. 3O'da 'Cogito Atölyesi: 'Adorno ve Mûzik'. Konuşmacı: Ünsal Oskay. fÖ 212 252 47 00) • YAPI KREDl SERMET ÇİFTER KÜTÜPHANESt'nde 18.30'da 'Bilimlerarası Perspektife Arşivler ve Bilgi Teknolojileri' konulu söyleşi. Konuşmacı: Bekir Kemal Ataman. (0 212 252 47 00) • ISTANBUL ÜNTVERSİTESI ÇAPA TIP FAKÜLTESİ 14 MART ANFİSİ'nde 09.00'da İstanbul Üniversitesi'nin 550. Yılı ve Avrupa Üniversiteleri' kapsamında sempozyum. Katılımcılar: Prof. Dr. Thomas Kenner, Prof. Dr.Alois Kernbauer, Doç. Dr. Manfred Skopec. (0 212 2233 78 43) AFYOMUUUUİS» CAZ FEffTftMÜ'NK BUGÜN • AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESt AHMET KARAHtSARt KAMPUSU'nda 20.00'de İstanbul Bilgi Üniversitesi Gençlik Jazz Orkestrası konseri. • AFYON KOCATEPE ÜNtVERSÎTESt AHMET NECDET SEZER KAMPUSU'nda 21.00'de Şenova Ülker Jazz Orkestrası konseri. (0 272 216 45 99)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear