22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 13 EYLÜL 2000 ÇARŞAMBA 14 KULTUR kultur(g>cumhuriyet.com.tr JüriBaşkanı Milos Forman, bütün ödüllerin ortak kararla verilmediğini belirtti 'Ulkemin kadınlan kazandı'Kfiltür Servisi - 57. Venedik Film Festivali sonuçlandı ve lranlı yönetmen Jafer Pana- hi'nin yönettiği 'Daire' filmi 4 Ahm Aslan'ı kucakladı. Her- kesin, "tnsaniyet, sansürüyen- di" olarak ele aldığı bu sonuç, 2000 yılı Altın Aslan'ın kadın- lann, faşizm karşıtlannın, de- tnokrasinin, laıklığın yanında yer aldığı yorumlan ile karşı- landı. Ama. her ne kadar sonuç politik olarak doğru birkarar gi- bi görünse de arka planda pek çok tartışma ve anlaşmazlığı banndırdığının izlerini de taşı- yor. Jüri başkanı MOosForman1 ın ödülü verirken sahnede söyle- diği sözler de bunun bir göster- gesi: "Bu karan vermek ve or- tak bir noktada birleşmek ko- lay olmadı. Diğer bütün ödül- ler, tartışmalar, anlaşmazhklar sonucunda ahndı. Ben bütün arkadaşlanmdan bu tartışma- lan iyi sinema üzerine yoğun- laşürmalanru istedim. Sinema- da pek çok şaşaalı ama boş film var. Bir de, bizim ödüllendirdi- ğimiz gibi, cesur, konuşulmak- tan korkulan konulara eğflen fiimkr var." Yine de herkes, büyük bir duygusallıkla izlediği, tran'da- ki kadınlann zor koşullannı an- latan 'Daire' filminin yönet- menı Panahf yı ödülü alırken ayakta alkışladı. Bunu üzerine Panahı, "Benim aldığım bu ödülle, ulkemin bütün kadınla- n kazandı. Bu ödülün onlara umut kavnağı olmasına çalışı- yorum. Ben insanlann hayat aş- kıyla dolu olduğu, dünyanın en eski kültürierini içinde banndı- ran tran'dan gelhorum. Bana ilhanı veren de insanlann yaşa- dığı koşullara karşın gösterdik- leri bu neşe ve canlıük oldu. Bu ödülü ülkemdeki bütün ryi in- sanlara adryorum" dıyerek içın- de geleceğe dair umutlar bes- lediğini belirtti. 'Dünyaya mesaj verildT Buna karşılık, aldığı büyük ödüle karşın filmin tran'da gös- terilmesıne ızın verılmedi. Pek çokgazetede, "kadınlanonur- suzlaşbran ve küçük düşüren bir film" olarak nıtelenen 'Daire', 'Islam'da uyubnası gereken ku- rallar ve kanuıüar üzerinde şüp- he vararmaja çahşmakla' ıt- ham edıldi. Festiv.alde ikinci en iyı fîlme verilen 'Jüri Büyük Ödülü'nü alan 'Before Night FaBs'un yö- netmeni Jufian Schnabel ıse ga- rip elbıseleri, neşelı ve coşku do- lu tavırlanyla salonu bir anda ıran'da gösterilmesine izin yok 'Bu ödü'l halkıma umut verecek' enerji ile doldurdu: "Ben bir ressamım, yapügım filmle en önemli ödüDerden birini kazan- dım ve bir hayalim gerçek oldu" diye konuştu. Eşcinsel olduğu için Küba'da yaşayamayan ve Amerika'ya kaçan yazar Re- inakk)Arenas' ın hikâyesini an- latnğı fdmini çekerken Küba ru- hunu kaybetmemenin kendisi için en önemü kriterlerden bi- ri oldugunu söyledi: "Halktaş- kmhk, hayalkne dolu, muthı ve neşeü filmleri seviyor. Venedik ise dünyadald bazı gerfdderi aa bir biçimde gözönüneseren filmleri ödüJlendirerek dünya- ya bir mesaj vermiş oldu." Aynı fılmde, Arenas'ı canlan- dıran Javier Bardem en iyi er- kek oyuncu ödülünü alırken, Clara Law'ın yönettiği 'The Goddess of 1967' filminde kör bir kadını canladıran Rose Bryne ise en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı. Yanşmada dört filmle temsil edilen İtalyan sinemasından sa- dece bir film en iyi senaryo ödülü sahıbi oldu. MarcoTul- bo Giordana'nın yönettiği ve afar Panahi, Altın Aslan'ı bir umut kaynağı olarak nitelendirdi. Julian Schnabel, 'Jüri Büyük Ödülü' ile hayalini gerçekleştirdi. mafyaya karşı çıkan birgencin hikâyesinin anlattığı "I Cento PassT zaten Italyanlar tarafın- dan da çok beğenilmişti. "Bizi birleştiren, paradan çok filmin anlatüklannı düşünmek, aptal- hğa,konformizrneveküresefleş- meyekarşıyapöğnmzkavga" di- yen Giordana, büyük ödülün bir tran fılmine verilmesini şa- şırtıcı bulmadığını da belirtti. Çok az bir bütçeyle sanatsal ta- rafı güçlü filmler çekmeyi ba- şardıklannı söyleyen Giordana şöyle ekliyor: "Bfcn de onlann izlediği yoDarı denemeye çahşt- yorum. Sadece temel ve basit konuları anlatan, insanlann içindeki duygulara yer veren filmler çekmeyi istiyorum. 'I Cento Passi" ile buna yaklaşo- ğuna inanryorum." 'Sansür çok komik' Her ne kadar jüri ortak bir karara varamadığını söylese de 'Liam'ın 14 yaşındaki genç oyuncusu Megan Bnrns'e, ba- şanh çıkış yapan oyunculuğu için verilen MarceDo Mastro- ianni Özel Ödülü'nde de jüri ortak bir karara vardı. Rod Ste- iger ödülü verirken herkesi, İtalyan sınemasının bu unutul- maz oyuncusu Marceflo Mast- roianni için ayağa kalkmaya çağırdı. Barbet Schoeder Kolombi- ya'daki uyuşturucu ve çeteler üzerine olan fılmi 'Lavirgende los sicarios' ile aldığı 'İtalyan Senatosu adına verilen Altın Madalya' sayesinde Ameri- ka'daki sansürii geçip sinema- lara girebileceğini umuyor: "Amerikan sinemalannda sü- regelen şiddet fılmlerinden son- ra, Kolombiya'daki gerçekleri anlatmak için metafor olarak Ifiıllanrfığım şiddet oğeleri yü- zünden fılmimim sansürienme- si çok komik bir olay. 'Before Nigfat Falls'unda Küba'da gös- terilebflmesini isterdim. Çün- kü bu da Küba'ya karşı değil, tum totaliterrejimlerekarşı bir film. Aynca Buddhadeb Das- gupta'nm 'Uttara' fibni uzak ülkelerden zorluklan ve ada- letsizlikleri anlaüyor. Hepimiz aynı iş için uğraşıyoruz: Demok- rasi, adalet ve insaniyet" KültürServisi-Jafar Pa- nahi"nın 'Daire' filminin Yenedik'te 'Altın Aslan Ödülü'nü alması, filmin dünya çapında kazanaca- ğı başanyı bir açıdan ga- ranti altına almış oldu. Her ne kadarfilmin tran'da gös- terimine izin venlmemiş olsa da Panahi, bu ödülün tran halkma umut verece- ğine inanıyor. - Filmlerinizde hayata kaduüann bakış açısmdan yaklaşryorsunuz_ JAFAR PANAHt - Bu önceden düşündüğüm bir şey değildi. Her öykünün kendine ait bir for- mu var. Ben insana genel olarak bakıyo- rum, kadın-erkek di- ye ayırmıyorum. Be- nim ülkemdeki ka- dınlann durumlan- nın zor oldugunu dü- şünüyorum. Belki Avrupa'da 50 yıl ön- ce de böyleydi. As- lında hepimiz, açısı- nı genişleterek, öz- gürleşmeye çalıştı- ğımız bir daire için- de yaşıyoruz. Benim filmlerimdeki kötü- ler bile kendi ıstek- leri ile böyle olmu- yor. Yaptıklan iş, bu- lunduklan konum onları böyle olmaya itiyor. Ben bazı de- ğerleri koruyorum, ama bunlara sahip ol- sallığı ve belki de samimi- yeti ile sıyrılıp başanya ulaşıyor. -Bu sayede de en büyük ödülü aldııuz_. PANAHt-Bu ödül saye- sinde filmin ülkemde en kısa zamanda göstenme gireceğini umuyorum. Bu- nu yapabihnek için çok aa çektim ve bu başannın ta- dını, yeni aalarla bezenme- den çıkarmak istiyorum. - Bu ödül size aynca ryi birgişe haslat da getirecek, Yeni film projelerinizi da- ha kola\ gerçekleştirebüe- ceksiniz belki de_. mayanlan da suçlamıyo- rum. -BeJki bir açıdan dadin- seüîk içeriyor galiba? PANAHİ - Belki, ama kimsenin kontrol altına ala- madığı, kendime ait bir dinsellik. Antik gelenekle- rin, kültürlerin ve sanatm bir arada bulundugu bir ül- kede yaşıyorum. Bunun yansunalannı da daha yo- ğun bir dille, sinemayla su- nuyorum. Görüyorum ki bu yoğunluk sayesinde, bu kadar çok ünlü ismin yer aldığı bir festivalde, kü- çük bir tran fımîi, duygu- 'Djyre'nİD bajana, İnsaniyet, san- sürû yendi' biçiminde yorumtandL PANAHİ - Benim için problem, para ile ilgili de- ğil. Benim yaptıgım fihn- ler zaten dar bütçeli, ucuz yapımlar. Önemli olan, be- nim içime sinen bir fikrin yavaş yavaş gelişerek bü- yümesi. Şimdi de kafam- da pek çok düşünce var. Ama bunlan gerçekleştir- mek için acele etmiyorum. Çünkü projenin gerçekten iyi olduğuna inandığım za- man o işe girerim. Ama her zaman insanlar üzeri- ne filmler çekeceğim. Ken- di toplumum ve kültürüm üzerine. Elizabeth Raygard, 'Gönlümdeki Köşk Olmasa' adlı filmini Uşak ve Afyon'da çekiyor ^Sıııırların hiçbir aıılaııu yok' MELTEM KERRAR AFYON-Danımarkalı yönetmen EB- zabeth Raygard ın Gönlümdcki Köşk Ofanasa' adlı filminin çekimleri tamam- lanmak üzere. Danimarka, Türkiye, Iz- landa ortak yapımı olan filmin çekim- len Uşak'tan sonra Afyon'un Akko- yunlu köyünde sürüyor. Yönetmen Ray- gard, beş yıl süren araştırmalar ve üç yıl önce başlayan ön hazırlıklar sonun- da kafasındaİcı hıkâye için en uygun ımekânlan seçtiğini belirtiyor. ! Türkiye'de özellikle 60'h ve 70'li yıl- larda yoğunluk kazanan Avrupa'ya ış- . çı göçüne farklı bir pencereden baka- îrak acı, nefret, açhk ekseninde anlatma- yı amaçlayan filmde, Anadolu folklo- ru ve şiin de önemli bir motrfolarak iş- lenıyor. Bu amaçla filmde ÂşıkVfeysel ve türküleri önemli bir motif olarak yer ı alıyor. Kendisi de bir âşık olan Kul Ha- san, filmde Veysel'i canlandınyor. Kul Hasan'ın sazının yanında, filmin diğer müzikleri başrol oyunculan arasında olan Mazlum Çimen'e ait. Projenin yapımeüığını Danimarka'dan LarsvionTner'in fılmlerinindeyapım- cısı olan Zentropa Film ve Türkiye'den ÖmerKavur'a ait Alfa Film üstleniyor. Çekimlerden sonra teknik aynnnlar için Danimarka'ya gidecek olanfilminTür- kiye bölümünün maliyeti ise 350 mil- yar lira. Büyük çoğunluğu tiyatroculardan oluşan filmde Menderes Samancılar, Mazlum Çimen, Şebnem Kocatürk, Tomris Incer, Hikmet Karagöz, Serra Yılmaz,SelçukUluergüven, Levent Yıl- maz ve çocuk oyuncular Bora Akkaş ile Büşra Bora oynuyorlar. Daha önce Ziya Öztan'run 'Cumhu- riyet'filminede ev sahipliği yapan Ak- koyunlu halkı da filmin yöresel oyun- culannı oluşturuyor. Sesü olarak çekilenfilm,23 Eylül'de tamamlanacak. Yapuncı şirket, gele- cek yü AntalyaAltın Portakal Fihn Fes- tivali 'ne kahlmayı planladığı filmin ga- lasını da Uşak ve Afyon'da yapmak is- tiyor. Herkesin ortak düşüncesi, filmin öz- gün bir senaryoya sahip olması ve yö- netmeninmükemmeliyetçiliği. Filmde yer alan oyuncular, yabancı bir yönet- menle çalışmanın, özünde büyük bir farklıhk getirmediğini, kişisel nıtelik- lerin fihrıe etkisi oldugunu ifade edi- yorlar. ELİZABETH RAYGARD- Sınırla- nn ve ülkelerin hiçbir anlamı yok. Ma- teryalist bir dünyada yaşarken özellik- le düşman resimleriyle ilgıleniyoruz. Ba ülkeler arasında anlamsız duvarlar oluş- masına yol açıyor. Çektiğun filmde şi- irin ve ruhun sesi başrolü oynuyor. Oyuncuların çabası ve güveniyle bunu başaracağıma inaruyorum. MENDERESSAMANCILAR-Dün- yanın her yerinde yönetmen-oyuncu ilişkisi aynı. Önemli olan, aynı dılı bu- labilmek, onu konuşabilmek. Bızim için önemli olan, onun ne ıstediğinı an- layıp onu verebümek. Yönetmenımiz her ne kadar bir masalı anlatıyoruz de- se de anlatılan, bizim insanımızın ger- çeğı. Kendi ülkesinde bile uyum zor- luğu çeken insanlar yurtdışına gidip Türkıye'yı temsil etnler. Bugünün dün- yasında onlar hâlâ aynı dilde bizi tem- • "Materyalist bir dünyada yaşarken düşman resimleriyle ilgüeniyoruz. Bu, ülkeler arasında anlamsız duvarlar oluşmasına yol açıyor. Filmde şiirin ve ruhun sesi başrolde." sil edıyorlar. Göç, çok büyük acılar ge- tırdi bu ülkeye. Filmde o dönemdekı aç- hk anlatılıyor. Bunu bınlen anlatacak- tır. Danimarkalı, Alman, Türk olması önemli değil; önemli olan, anlatılan şe- yın evrensel ohnası. Hiçbir insan ülke- sini terk edip başka bir ülkeye işçi ola- rak gitmez. Bu sorunun yanıtını, filmin temelini araştınyor. Önemli olan, ger- çek bir şeyi anlatmak. SERRA YDUVIAZ - Biz yıllar bo- yunca Avrupa'ya göçmen yolladık, bu insanlar belırlı hayallerle gıttiler, ama farklı bir sonla karşılaştılar. Bu yüzden öykü bize çok yakın bir öykü. Fihnin en özgün yanı, bütün bu göç hikâyesi- nin çocuk gözünden anlatıhnası. Yönet- menin Türk ya da yabancı ohnası ise çok önemli değil, o kişinin oyuncular- la iletışimi çok önemli. Elizabeth ipek gibi bir kadın. Çok yumuşak, ama çok da mükemmeliyetçi. SELÇUKULUERGÜVEN-Filmin en güzel yanı, Avrupa'ya giden Türk iş- çilerini sadece bir sefalet edebiyaüyla ya da yurtdışında çalışmak zorunda kalmış ohnakla değil, çok daha insani bir boyutta ele ahnası. Saz âşığının Da- nimarka'ya gidişi üzerinden Anadolu saz kültürünün de olaya bağlanması, Avrupa insanına, yalnızca bir işçi gö- züyle baktıklan insanlann bir kültürü, yaşamı oldugunu göstermesi açısmdan çok önemli. Tüm olanlan farkh bir kül- türle karşılaşan bir çocuğun gözüyle anlatmak da senaryoya ayn bır özgün- lük kazandınyor. Yabancı bir yönet- menle çalışmanın benim ıçın çok far- kı yok. Oyuncuların tıyatrodan seçikne- si, sesli çekilen bir film için çok doğ- ru bir tercıh aynca. BÜKMET KARAGÖZ - Film üzeri- ne beş yıldır çalışılmış. Bu anlamda, üç- beş aylık bir masa başı çalışması sonu- cu ortaya çıkmış bir film değil. Fakat buna rağmen bence bazı eksik kalan ve oturmayan yerler var. Türkıye'de çe- kilen ve tamamı Türk oyunculardan oluşan bir filmde özellikle filmin geç- tıği yörelere özel bır dil kullanılmahy- dı. Bu gibi aynntılar giderek konunun özünden uzaklaşmayı getinyor. Senar- yo çok özgün ve çok farklı aslında. Ço- cuğunu burada bırakıp Danimarka'ya para kazanmaya giden bir adamın "Onun için gidryorunı'' derken zaman içinde kendi hayatının da yıtip gittiği- ni göstermesi senaryonun çok üıce bir tarafı. Yabancı bır yönetmenle çalış- manın teknik olarak getinlen var. Biz- den daha çok soru yöneltiyor, daha çok ne yapmamız gerektiğini soruyor. DEFTVE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ BirHayat İnsanlar yaşar, geçip giderler şu dünyadan. Çoğu için hayat, yalnızca geçirilecek birzaman- dır. Yakın çevreleri dışında önemli bir iz kalmaz ge- ride bu insanlardan. Bir de hayatlannı, yeryüzünde geçirdikleri o sü- reyi, insanlığa, yerkürenin daha güzel, daha yaşa- nası olmasına harcayanlar vardır. Kimi insanlık için yollar, evler yapar, kimi labo- ratuvariarda çalışır, kimi insanlık düşüncesini ge- liştirir. Şair Nâzım Hikmet'in hayatı da böylesi hayat- lardandır. Aile kökenleriyle, gördüğü eğıtimle, kurulu dü- zenin en tepelerinde yer alabilecek bir kişilikken, inandığı doğrulann peşinde, yeryüzüne, insanlığa yeni ufuklar açabilmenin çabasına adamıştır ha- yatını. Memet Fuat'ın yazdığı Nâzım Hikmet adlı ya- şamöyküsü bu hayatı anlatıyor, bilinen bilinmeyen aynntılara dek inerek. Nâzım Hikmet'in hayatı bir yandan son derece bireysel bir hayattır. "Çılgmlar gibi" âşık, sevdikleri için deli, gözü başka bir şey görmeyen bir karasevdalı olmuştur hep. Kansının çalışmasına izin vermeyecek denli "maço "laşabilen de, şiirini kadınlan etkilemek için kullanılacak bir araç olarak görebilen de yine odur. Çocuklan, annesi, kardeşi, arkadaşlan da onun yakın çevresinde, geniş gönüllü sevgisini paylaş- mışlardır. Geçimini sağlayabilmek için sürekli bir kalem emekçisidir. Gazetecilik, dergicilik, sinema- cılık, oyun yazarlığı, çeviımenlik, dokumacılık... Hepsi geniş aile ve ariodaş çevresi düşünülerek girişilen işler. Ve hep süren parasızlık. 1950'de ha- pisten çıktığında yeryüzünün en ünlü şairierinden biri olarak kendisine Dünya Banş Konseyi'nin ba- nş ödülü verildiğinde, ev tutabilecek bir geliri bile olmadığından kansıyla biriikte annesinin kent dı- şındaki evinde oturuyordu. Bu bireysel hayat, aynı zamanda yeryüzünde olupbiten her şeyle de son derece ilgili. Yalnızca ilgili de değil, hapiste bile olsa yeryüzünde yaşa- nan bütün gelişmelerin içinde. Şiirlerine üstten bir bakışla bile, Endonezya'dan Hindistan'a, Italya'dan Rusya'ya, Fransa'dan Çin'e, Küba'dan Tangani- ka'ya dek yeryüzündeki her şeyle yakından ilgilen- diği görülür. Bu ilgi, Nâzım'ın dünyayı tanımaya başladığı yıl- larda dünyanın uluslararası bir devrim arifesinde bir hareketlilik içinde olmasından doğmuştur. Şa- ir ilk gençlik yıllannı, Almanya'da SpartakisrJerin kent Sovyetler'ı kurduğu, Rusya'da sosyalist devrimin gerçekleştiği, Türkiye'de Ulusal Kurtuluş Sava- şı'nın verildiği bir dönemde geçirmiş, özellikle de Rusya'da okuduğu beş yıl boyunca yeryüzünde sanat ve düşüncenin en özgürteştiği ortamlarda ken- dini geliştirme olanağı bulmuştur. Yıllar içinde sosyalist uygulama türlü nedenler- le kirlenirken, Nâzım, ilk günlerin heyecan ve bi- linç düzeyinden hiç aynlmayarak kafasındaki veyü- reğindeki yüce ülküyü yaşatmayı sürdürdü. 1951 'de yurtdışına çıkıp da yeryüzünün her kö- şesinde yüzyılın kahramanlanndan biri olarak ta- nındığını gördüğünde de bu dünya yurttaşlığını hiç yadırgamadı ve bu konumuna uygun biryaşam ve yazınsal üretim sürecine girdi. Dünyanın önde gelen aydınlanyla biriikte Dün- ya Banş Konseyi yöneticileri arasına girdiğinde bir görev yapar gibi "Japon Balıkçısı", "KızÇocuğu", "Bulutlar Adam öldürmesin"'\, Kübadevrimi üze- rine yazılmış en güzel şiirleri yazdı. Stalin'in yöneticileri karşısında da aynı insandı, Bulgaristan'daki Türklerin haklannı savunurken de, Türk mahkemeleri karşısında da aynı insandı, Fıdel'in elini sıkan\en de... Şimdi durup düşünelim: Bu denli değişken bir dünyada, bu denli değişik koşullarda hep doğru bildiğini savunabilmiş, eğilmemiş, bükülmemiş kaç insan tanıyorsunuz? Nâzım'ın insan olarak en büyük özelliği burada karşımıza çıkıyor. Bugünün dünyasının pek de önemsemediği bu özellik, bence onun yeni kuşak- lara bıraktığı, en az yapıtlan denli önemli bir yanı. Memet Fuat'ın yedi yüz sayfalık kitabını okudu- ğumda bu benzersiz kişiliğin, son derece dalgalı bir hayatta nasıl ayakta kalabildiğini bir kez daha hayranlıkla izledim. Nâzım Hikmet'in şiirierini sevenlerin, o şiirlerin nasıl bir hayattan çıktığını gördüklerinde, bu sev- gilerinin daha da artacağını düşünüyoaım. K U L T U R ÇİZlK K A M Î L M A S A R A C I
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear