26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
1 7 AĞflJSTOS 2000 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA I U l \ [email protected] 15 UYCARLIKLARIN İZİNDE OKTAY EKÎNCÎ Türkiye'yi sarsan depremin 1. yıldönümünü, 'Ulusal Ahşap Birliği' ile karşılıyoruz Geleneklen geleceğe ahşapÜLkedeki hemen tüm binalann, ister denetimli ister denetimsiz ama mutlaka "betonarme" yapılmasını dayatan egemen inşaat aıüayışına karşı depremleri hep "yıkılmadan atlatan" ahşap yapı kültürünü savunmak üzere artık bir Ulusal Ahşap Birliğimiz de var... Türkiye'yi sarsan 17 Ağustos 1999 depremi- nin 1. yıldönümündeyiz... Bu nedenle sayısız toplantı, yazı, haber ve programda "geçen bir yılda ne yapıldığı'' sorgu- lanıyor. özelliklekamuoyugündemi; "geçiciko- nuttar. kahcı konutlar, depremle ilgili yasalar, iha- leier, harcamalar~" vb. gıbı konulann ışgalı al- tuıda... Oysa bütün bunlar arasında çok önemli bir baş- ka gelişme daha var ki nedense öne çıkamıyor ve yeterli ilgiyi toplayamıyor. O da "Uhısal Ah- şap Birliği''nin (UAB) kuruluşu ve çahşmalara başlamış olması... Türkiye'de depremlerin böylesine kitlesel dü- zeyde "ölümcül" sonuçlar yaratmasındaki "te- mdnedenkrden" birinin de "depremedayanık- b tarihsel yapı külrûründen uzaklaşmak" oldu- ğunun bilincinde bulunan ve her şeyden önce bi- rer "aydın" olarak bu büyük aymazhktan bir an önce kurtulunması gerektiğini önemseyen bir avuç mimar, uzman ve ahşap dostu duyarlı in- san, önce 3 Haziran 20O0'de, sonra da 8 Tem- muz2000'debirarayagelerek "Ulusal Ahşap Bir- liği Demeği''nın kuruluş sürecini tamamladılar. UAB gırişiminin "gerekçesini" özetledikleri ilk bildirilerinde de 17 Ağustos 1999'dan bu ya- na bile hâlâ ısrarla sürdürülen 50 yıllık "beto- narmeyapı sevdasmm" Tûrkiye gibi bir "mimar- hk tarihi" ülkesinde ne denJi "çağdaş yobazhk" olduğunu şöyle vurguladılar: "Biz hâlâ ahşaba göre 30 misli ağır betonarme yapılann nasıl da- ha sağiam yapüacağını tarnşıyoruz. Yfizde 90'Ia- n aşan betonlaşma ile hiç de övünülmeyecek bir düriya şampiyonluğuna sahibiz. ABD'de konut- lann ortalama yüzde 9O'ı, Kaliforniya'da iseyüz- de 99'u ahşap» Vani bizim tam tersuniz." Oysa Köprülû Yahsı 17. yy sonlannda ınşa edil- diğinde ABD henüz tarihte yer almıyordu. 13. ve 14. yüzyılda inşa edilen; ahşap kolon ve ça- tılan olan Kastamonu'daki Mahnıutbey,Beyşe- hir'deki Eşrefoğlu ve Afyon'dakı Ulu Cami, her türlü ihmale rağmen, "600 ile 700 yıkhr" ayak- talar. Dünyanın en büyük ahşap yapısı olan Prin- kipo Palas (Rum Yetimhanesi) sekiz katlı bina yüksekliğı, 100 metreye 30 metre boyutlan ile tam 100 yıldır Büyükada'da... Işte bütün bunlan da anımsatan UAB girişim- cileri, şımdi yaşadığımız deprem yıkımlannın asıl "dramatik" yanını da tarihten verdiklen örnek- lenn ardından bakın nasıl özetlediler: Depreme karşı dayanıklı yapılaşma kan ııygıılanan mevzuat ahşap karkas yapdan bir ve ild katta sınırlarken, Türtdye'den dünyaya dersveren buçokkath ömekler tarihsel birikimleriyle sadece depremlere değiL tarih bituıcinden yoksun 'mevzuata'da tüm görkemleriyle meydan okuyorlar- • (Fotoğraf: ŞAKÎR ECZACIBAŞI) "Oysa, biz bu işi bifiyorduk-." Evet... Böylesı bir eşsız geleneği, birikimi ve kültürü ulusça acaba nasıl unuttuk?.. Yüzlerce ve binlerce yıllık uygarlık serüveninden süzü- lüp gelen depreme karşı "neyapacağını biür" bir mimarlık ve yapı kültürünü 50 yıl gibi kısa bir sürede nasıl dışlayabildik?.. "Baöh" ülkeler bi- zim mimarlık tarihimizden öğrendikleri ahşabı konutlann yüzde 90'ında kullanırken biz aynı Ba- tılı kaynaklı ve henüz 90 yaşındaki "betonarme- ye"neden böylesine "esir" düştük?.. Bu tür sorulann yanıtı, UAB'nin çahşmalan ilerledikçe daha derinlemesine ve kapsamlı araş- tırmalarla elbette kı verilecek... Ancak, bizim açıkca gördüğümüz bir gerçek var ki, Tûrkiye'de geleneksel yapı kültürü düş- manlığının temelınde "bukiiltürünrantvapılas- masına uygun ounamasT da yatıyor. Eğer betonarmenin şu hemen herkesi yoldan çıkaran "katilaveleriııe" sağladığı olanak değer- lendirilmeseydi, imarplanlannda sık sık "bina yük- sekliklerini artaran" ve depremi de felakete dö- nüştüren değışiklikler yapılabılir miydi?.. Benzer şekılde yıne betonarmenin "denetim- siz ve tekniğine aykın bile yapdsa ayakta dura- bilen ve hatta yıllarca kullanılabilen apartman- hurm" inşa edilmesine gösterdıği kolaylıklar, bunlann depreme teslim olması sonucunda on binlerce kişinin "ağır betonarme tahliyeler altm- da" kalmasına yol açmamamış mıdır?.. Aynı denetimsiz betonarmenin sağladığı "çok kath kaçak yapılaşma" ile donatılan yasadışı yerleşmelerin "kentteştikr'' (!) gerekçesiyle ön- ce "bekdh/e" sonra da "flçe" yapılmalan süre- ci yaşanmamış mıdır?.. Sorulan çoğalttığımızda daha açık ve net ola- rak görülebileceği gıbı, temelde imar ranünı ola- bildiğince çoğaltmak için betonarme, eşi bulun- maz olanaklanyla bu ranta dayalı imar poütika- sının "sevgüisi'' oldu ve böylece yüzlerce yıl depremlerle alay eden binalan yaratmış bir top- luma kendi mimarlık ve yapı kültürü de sistem- li bir şekilde "unutturuWu_" UAB, işte bu "ölümcül umıtkanhğın'7 da ar- tık sona ermesi için artık "koflan sıvaımş" du- rumda. Yine kuruluş bildirgesınde dıyor ki: *Şe- hirler ortalama 20 yılda rant ve fonksiyon fark- hlaşması nedeniyle kabukdeğiştiriyor. Biz, bugün- den alacağımız önlemlerk ahşaba hayaomızda daha çokyer vermeye başlarsak hem sağbkh ya- şam olanağma kavuşur hem de tüm deprem ris- kinden her gün biraz daha ve 20 yıl içinde tama- men kurtulunız_" Bilmem Baymdırlık Bakanhğı, Ulusal Dep- rem Konseyi ve "betonanned" inşaat mühen- dislen, UAB'nin bu tarihsel çağnsına nasıl ve ne zaman yanıt verecekler?.. Depremin 1. yılın- da asıl bu soruya yanıt bekliyoruz... (Not: UAB için iletişim: Tel: 0212 /244 15 10; Faks: 0212 / 292 38 67; e-mail: ahsap@ah- sap.com) Peprem sonrası yasalarda da yapı kültürümüz yok, yine betonarme var farih 'mevzuatla' dışlanıyor"Kültür varhğı niteliğindeki bina- larda (depremle oluşan) hasann ye- ni binalara oranla daha az olduğu ve can kaybma neden olacak derecede hasar oluşmadığı tespit edilmiştir.'* Bu saptama, Kültür Bakanhğı'run 03/07/2000 tarih ve 3147 sayılı ya- zısında yer ahyor. TÜBlTAK bünyesinde oluşturulan Ulusal Deprem Konseyi'nde "mima- ra" ve "mimarhk-yapı kûftûrüne" gereken agırlığın ve önemın venlme- mesine dikkat çeken MimarlarOda- sı eleştirisine gönderilen bu yamt ya- zısında, yine Kültür Bakanhğı şu de- ğerlendirmeyi de yapıyor: "Deprem sonrasmdâki (bu)tablo; (_) geleneksel yapı sistemlerinin çağ- daş teknolojik sistemlerle desteklenip güçlendirilmesinin gereklUiğini or- taya koymuştur~. n Devletın "ilgüi r 'birbakanlığında- ki bu "doğru" saptamalar, devletin bir başka ilgili ve hatta "sorumlu" bakanhğı olan Bayındıriık Bakanh- ğı'nda neden yapılamıyor?.. Daha- sı, neden dikkate alınmıyor?.. Bu sorulann yanıtı, aslında Türki- ye'nin 1950 sonrası "imar tarihin- de" yatıyor. Daha dogrusu, bu tari- hi yaratan "siyasal ve ekonomik" ter- cihlerde... Örneğin, daha Kat Mülkiyeti Ya- sasf ndabıle "döşemesi ahşap olan" dairelere bağımsız tapu verilemeye- ceği yazılı. Böylece, her katı ayn daire şeklinde işlevlendirilerek ko- runabilecek çok katlı ahşap binala- nn ve konaklann "özgûn malzemey- le" restorasyonlan engelleniyor, ye- rine "betonarme'' dayatılıyor... Benzer şekilde Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapüar Yönetmeüği'nde de ahşap ve yığma yapı için ancak tek ve iki kat sınırlaması var. Süley- maniye'deki, Galata'daki 5-6 katlı ahşap ve yığma tarihi yapılann bu yö- netmeliğe yıllardır "hayrede" bak- masına da kimse aldırmıyor... Şimdi deprem sonrası yeni düzen- lemelerde de bu tavır olduğu gibi de- vam ediyor. Hele, 595 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun Hükmündeki Ka- rarname'nin "depreme karşı dayanık- lıyapı* kavramını sadece betonarme- ye ve dolayısıyla betonarme mühen- dislerine bağlaması ise tarihJe bera- ber "mimarlığı" da dışlamanın son operasyonu... Dünyanın en büyük ahşap binalanndan 'Prinkipo Palas' (Bûyükada Rum Yetimhanesi) onca bakunsızhğıyla depremleri 'inatla' ayakta karşıhyor_. Zerrin Koç 'un ilk romanı 'IslakKentin însanlan \ kuşaklar boyu süren bir göç hikâyesini anlatıyor 'Ânlablanların yaşamda karşıhğı olmah9 Kültür Servisi - Zerrin Koç'un Can Yayınla- n'ndan çıkan ilk romanı 'Islak Kentin tnsanla- n' yıllar önce yazıbnış ve 'zamanuu' bekleyen bir kitap. Yazm serüvenine 80'li yıllarda şiirle başlayan Zerrin Koç, iki roman denemesiyle düzyazıya geçti, sonra öyküye başladı. 10 yıl öyküyü ve sı- mrlannı araştırdı. Sonunda, 1991 yılında ilk öy- kü kitabını çıkaran Zerrin Koç'un, 1994 ve 1998'de iki öykü kitabı daha yayımlandı. 'Islak Kentin Însanlan', 18. yüzyıl sonlann- da Buhara'dan başlayan ve Istanbul'da sonlanan bir göç çevresinde kışilerin, ailelerin kötü yaz- gılannı anlatıyor. Aşklar, evlüikler, zorunlu yol- larla savrulan insanlar, merak ettikleri gelecek- lenne ardı gelmez acılarla kavuşuyor. Kişilerden çok, yaşamlannın ön planda olduğu romanda, üpkı yazannın 'ben onunyalanasıyım' dediği rüz- gânn dinmek bilmeyen hızı hıssedılıyor tüm an- latılanlarda. Aynca romanda Türkiye'nın kısa si- yasi tarihi izlenebiliyor. -Kitapta yazgu gelecek, yol, bekleyiş, zaman gibi sürekli am çizilen izlekler var.' Göç' özellik- le öne çıkanlardan. Bu zorunlu göç, sizin yaşa- mmiTİa örtüşüyor mu? ZERRÎN KOÇ - tzleklerin büyüklüğü yaza- nn evrenselliğini gösterir. Seçtiğiniz izlekler ne kadar büyükse kahcüığınız da o kadar güçlüdür. Roman zaten göçle başhyor ve ardından diğer göçlerle devam ediyor. Bu yolculuk, gıdilen yer- lerin var olan kültürleriyle beraber, göçün getir- diği yöresel özellikleri bir araya getiriyor. As- lrcda tüm bunlar benim programlanmış olarak seçtiğim şeyler değil de, akışın içinde kendilı- ğiaden ortaya çıkan ve oluşan doğal sonuçlar ol- dailar. Samsun'da doğdum. 12, 13 yıl önce oradaki rLzyatıma kesin bir nokta koyarak göçebe yaşa- "tnsanlann yaşamında değer verdikleri şeylerin bir şekilde kaybolup gittiklerinde nasıl acı çektiklerini anlatmak istedim." (Fotoğraf: SENEM ÖZTÜRK) mıma başladım. Önce güneyde başlayan yolcu- luğum benı Ankara'ya, sonra Istanbul'a getir- di. Samsun'dan kitabı bitirdikten sonra ayrıldım. Bu anlamda tam bir paralellik olduğunu söyle- yebiliriz. - Uzun zaman dilimini içeren kitabın 'tarihsel roman' iddiasında olmadığı seziliyor ama bir yandan da Türkiye siyasi tarihinin ikiyüzlü ger- çekleri de aktanhyor. KOÇ- Tarihi roman yazacağım diye yola çık- madım, bütün bunlar bizzat yaşadığım olaylar- dı. Gözümün önünde zıyan oknuş birçok yaşam vardı. Politika, içinde yaşadığımız ve kendimi- zi soyutlayamayacağımız bir olgu, isteseniz de istemesenız de içindesiniz. Bu anlamda herhan- gi bir yeri ya da zamanı anlatırken ve de uzun- ca bir zaman dilimini sınır almışken siyasi ta- rihten kendınizi soyutlamanız mümkün değil. - Neden karakterler sürekli iyiBk-kötülük ek- seninde yer ahyor? KOÇ - Romanda ya da öyküde önemli olan, anlatılanlann yaşanmış ya da yaşanmamış olma- sı değil, 'yaşanabflir' olrnasıdır. Benim de birokur olarak, dikkat ettığim nokta budur. Anlatılanla- nn yaşamda bir karşıhğı olmalı. lyilik ve kötü- lük, aslında yan yana var olan gerçekler, sevgi ve nefret gibi. Yaşamda her zaman karşımızda akıp giden gerçeklerin karşılıklan belki de... - 1874'te başlayan roman neden 1986 yıhnda sonlanı>T>r? KOÇ - 86'da bitiyor roman ama aslında bit- miyor, çünkü yıllar önce yazdığım ikinci kitaba tekrar geri döneceğim. Çok daha az kahraman- lı, kişiler ve yalnızlıklannı anlatan bir kitap ola- cak ve günümüze kadar gelecek. - Kitapta herkesin bitmek bUmeyen bir 'ken- di özel çilesı' var. Bu kadar çok acının, çilenin, kederin ve bazen şiddetin sebebi nedir? KOÇ - Çocukluğum boyunca birçok insandan, dinlediğim masallar benı çok etkiledi. Bunlann hiçbin mutlu öyküler de değildi. Mutlu öykü- nün çok da anlatılacak bir yam yoktur diye dü- şünüyorum. -Kitapta 'ev'inyaşananlara koşut özel bir an- lamıvar» KOÇ - Evlerin benim için özel bir anlamı var ama aslında 'eşya' çok önemli. Kalpten bağlan- dığım eşyalar var. Nesnelerle bağlı yaşıyoruz hepimiz. Ben nesnelere bağırnh bir insanım, bel- ki kitapta nesneler üzerinde bu kadar durmamm sebebi de budur. tnsanlann yaşamında değer verdikleri şeylerin bir şekilde kaybolup gittik- lerinde nasıl acı çektiklerini anlatmak istedim. - Romanda yöresel ağızlar ve şrvelerin yam sı- ra çok çeşitii halk edebiyaü örnekleri veriyorsu- nuz. Bu özel bir arasnrma getirdi mi? KOÇ - Edebiyat bir söz sanatı olduğu için di- le özel bir önem vermek zorundasınız. Yöresel dil ve özellikleri ise benim ilgi alanım içine gi- riyor. Kitaptaki bütün o sözler, deyimler, yerin- de öğrenip bugünkü karşılıklan ile anlamlanru vermeye çalıştığım örneklerdir. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Sanatın İdeolojisi ve Günlük Politika... Geçen haftaki "Sanatçı ve Ideo/oji" başlıklı ya- zımla ilgili olarak, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sa- natlar Fakültesi öğretim üyelerinden, değerli ressam dostum Doç. Dr. Ferhat Özgür'den ve Sayın Fa- ruk Ulay'dan, konuyla ilgili kendi görüşlerini içeren, benim de kendi düşüncelerime farklı açılardan ba- kabilmemi sağlayan mektuplar aldım. Çok önemsediğim ve değer verdiğim bu tartış- manın okurlarca da tam olarak anlaşılabilmesi için önce Sayın Faruk Ulay'ın mektubunu alıntılıyorum: "Herbert Marcuse'un 'Sanatçı dünyayı değiştire- mez ama dünyayı değiştırebilecek güçte kişilerin dü- şüncelerini etkileyebilir' sözünü aklından çıkartma- yan bir sanatçı olarak yazıyorvm bu mektubu. Bir ideolojim olduğuna inanıyorum ve yazdıklanmın bu ideolojiyi yansıtmasına özen gösteriyorum. Ne ki politik bir sanatçı olmamaya çalışıyorum. Politi- kayı 'ideolojinin günlük yaşama uygulanmış biçimi' olarak tanımlayanlara hak vermekzorundayım. Sa- natçının ideolojiyi politikaya indirgeyerek kullan- masını, sanatına ve kendisine vurduğu bir ket ola- rak görûyorum. İdeolojinin sulandınlarak kullanıl- ması, 'tamamlanmamış bir taslak' olarak görûlen dünyanın tamamlanması için alınan tavn eksik kı- lıyor. Ideoloji, politikaya dönüştürülerek günün so- runlanyla baş edebılecek denli basite ındirgendik- çe, ideolojiyi besleyen kaynaklann başında gelen salt felsefe -özellikle de doğrudan bireye odaklan- mışfe/sefe-kullanılamaz oluyor. Politikanın toplum- dan yola çıkarak bireye varmayı amaçlaması, ben- ce kişiden yola çıkarak topluma varmayı amaçla- yan sanatçıyla sanatı arasına giriyor. Bu yûzden sanatçı, politikadan çok ıdeoloji ile iç içe yaşama- lı diyorum." Faruk Ulay, mektubunda "sanatçının ideolojiyi politikaya indirgeyerek kullanması", "ideolojinin politikaya dönüştürülerek günün sorunlanyla baş edebılecek denli basite indirgenmesi" ve bunlann sonucunda, "ideolojiyi besleyen kaynaklann ba- şında gelen felsefenin.. kullanılamaz oluşu" gibi, ide- oloji kavramının aydınlatılması açısından çok önem- li noktalar üzerinde duruyor. Sayın Ulay'ın ideolojiyi besleyen kaynaklann ba- şında özellikle felsefeyi sayması, kanımca hem ide- olojiyi günlük politikadan ayırma hem de ideoloji- nin günlük politika karşısındaki olması gereken ko- numunu saptama bakımından önem taşıdığı gibi, felsefe ile sar.at arasındaki yıne çok önemli buldu- ğum bir yakınlığa atrfta bulunuyor. Bilindigı üzere felsefe, kendi temelini oluşturan o ünlü "nedir" sorusuyla evrenı, dünyayı ve insani kavramlar düzleminde sürekli sorgularken, hiçbir bu- günden yanna, somut çözümü ve yine somırt ya- nıtı amaçlamaz. Hiçbir günlük gereksinimi karşı- lanma yollanna da doğrudan atrfta bulunmaz. Bir ömek vermek gerekirse eğer, felsefe size -felsefe öğretmeni olmak istemeniz şıkkı dışında!- iş bulma- nızda doğrudan yardımcı olmaz. Buna karşılık ya- şama ve bu arada kendi yaşamınıza felsefe soru- lan da yöneltmeye değgin bir birikıminiz/alışkanİH ğınız varsa eğer, o zaman size özgü koşullar doğ- rultusunda gelişen yaşamınızı, yıne kendinize öz- gü bir biçimde en iyi anlamlandırmanıza katkıda bu- lunacak uğraş alanının hangısı olabileceğine, felse- fenin yardımıyla yanıt bulabilirsıniz. Böyle bir durumda felsefe, kendi yaşamınıza salt günlük gereksinimlerie sınırlanmamış bir üstten bakma, geneli görme anlamını taşıyacak ve bu ge- neli görmenin yardımıyla size en uygun somut uğ- rası saptamanızda da yardımcı olacaktır. Işte sanat ile felsefenin birbirierine çok yaklaştık- lan nokta da burada ortaya çıkmaktadır. Sanatın ta- rihinde olanı bir çırpıda değiştirebilmiş bir sanat eseri bulabilmek, olanaksızdır. Dahası, tam tersine, herhangi bir "olan" üzerinde aşın odaklanmış, bü- tün anlatım gücünü o olan'ı değiştimne amacıyla sınırlamış sanat eserieri, evrenselliğe ve kalıcılığa ulaşamamayazgısıyla karşılaşmışlardır. Çünkü üze- rinde onca yoğunlaşılmış olanın, artık -şu ya da bu yönde- eski olan olmaktan çıkmasıyla biriikte, ken- dilerini onunla sınırlamış sanat eserieri de etkilerini tüketmişlerdir. Buna karşılık sanat, gerçek gücünü her zaman bir olandan yola çıkıp, kendini salt onun gereksi- nimleriyle sınıriamaksızın, onu -tıpkı felsefenin yap- tığı gibi- yaşamın bütûnsel akışı içerisinde anlam- landırabildıği noktalarda sergılemıştir. Tartışmamızı haftaya sürdüreceğiz. e-posta: [email protected] acem(a hotmail.com Anadohı'nun Ana Tannçalan • Kümlr Servisi - Yazar, yönetmen Handan öztürk, "Anadolu'nun Ana Tannçalan" adlı belgeselin çekimlerine başladı. Film, Çatalhöyük, Hattuşaş, Letoon, Afrodisyas, Antalya ve Efes'te çekilecek. Tarihin ilk on bin yılı içinde toplumlann inandığı kadın tannçalan anlatan belgesel fıhnde dramatik bölümleri, Umay Umay, Pelin Batu, Serap Sağlar, Gerçek Büyükağaoğlu, Müge Ergun, Gümüş Özdeş oynuyorlar. Fihnde Anadolu'nun bilinen en önemli tannçalan Artemis, Athena, Afrodit, Kibele, Meryem Ana kültleri araştınlıyor. Buena Vista Social Ciub ülkesine döndü • RAVANA (AA) - Küba'nın kültürünü tanıtma ve döviz gelirlerini arttırma kampanyasının araçlanndan biri olan Buena Vista Social Club Topluluğu, dış turnelerden sonra nihayet kendi ülkesinde konser veriyor. Türkiye de dahil pek çok ülkede konserler veren ve Grammy ödülünü kazanan albümüyle uluslararası müzik dünyasında yer edinen topluluk. Küba'daki ilk halk konserinde coşkuyla karşılandı. Dünyanın önde gelen konser salonlannda 100 dolara kadar varan bilet fıyatlanyla izlenebilen grup, Küba yerlileri için biletleri 50 sente kadar düşürüyor. BUGÜN • DARÜŞŞAFAKA AÇIKHAVA TtYATROSU'nda 'yaz etkinükkri' kapsamında saat21.00'deFerhanŞensoj'un 'FerhangiŞeyler' adlı oyunu izlenebilir. (286 26 76) • BAHÇEŞEHtR AMFİTEATR'da'>az şenliği' kapsamında saat 21.30'da Frank Darabout un yönettiği' Yeşfl Yol' adlı film görülebilir. (669 41 38)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear