Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 15HAZİRAN1999SAU
14 KULTUR
SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL
Tiyatroya geçit vermemekŞu tiyatro denen sanatm ülkemizde
"deveku$u" örneği bir serüven yaşadığı
yadsuıabilirmi? Birtürlü "deve" mi "kuş"
mu olduğuna karar verilemeyen 'tiyat-
ro" olgusu bağlamında her kafadan bir
ses çıkmaktadır.
Pek az kişi tiyatroya gider; gitmeyen-
lerin çoğunluğu ıçin tiyatro, onlann "ya-
şam biçimkri" içinde yer almayan. ope-
ra ve bale gibi fazlasıyla "efit", "ukala"
bir sanattır. Tiyatroya gitmeyen çoğunluk
içinde yer alan ve "seçkmd" olarak tanım-
lanan azınlık ise Türkiye'de yapılan tiyat-
ronun "sanatsal düzey"inin yeterince "efit"
olmadıgından dem vunnayı alışkanlık
edinmiştir.
Tiyatroya gıden azınlığın bir bölümün-
de ise bu sanatı "eğlencefik" olarak gör-
meeğilimi\ardır. 1980'liyıllardabirmil-
letvekilinin, Devlet Tiyatrolan repertuva-
nnı, "Millet zaten bunalmış. tç kapabcı
oyuıılaryerine neşeli bir şeyler oynayın da
birazsıkıntı atsınlar" bıçımınde eleştırdı-
ği hatırlardadır. Gerçekten de sırf seyirci-
yi eğlendırmek ıçın kotanlmış, bol tele-
v izyon ">ildız*'lı sıradan yapıtlann başa-
n şansı -geçici olarak- oldukça yüksektır.
Hele televizyon dizi ya da izlencelerinde-
ki "komiklikler". popüler sanatçılan "y»-
kından görmek" ıçın gelmiş seyirci kar-
şısında sık sık >inelenıyorsa.
Bu tür yapımlar.tiyatroizleme alışkan-
lığı çoğunlukla olmayan "siyasiler"in de
favorisidır. Oyunlann içerdığı "edep dı-
şt"lığı da. dahası, laflann arasına "uysada
uymasa da" sıkıştınlmış bir iki zararsız
politık taşlamayı da "cokdemokrat", "çok
hoşgörülü" bir yaklaşımla sineye çeker-
ler. Anlaması ve izlemesi zor olmayan bu
türeğlencelikler. "tryatro"yu sıradanlaş-
tırdığı, cıddiye alınamayacak bir gösteri-
ye indirgediğı ıçin. içerdıği açık saçıklı-
ğın da, küfürlerin de, politık eleştinnın
de "korkulası" yanı yoktur.
'Evcilkşme' tiyatro düşmarudır
Oyunlann sahnelendiği Anadolu il ya
da ilçelerinin sorumluluğunu taşıyan dev-
let, belediye ve emniyet mensuplannı il-
gilendiren ise "ciddi" olarak yapılan, dü-
şünsel ıçeriği olan tiyatrodur. Bu oyunlar
her şeyden önce siyasal açıdan "sakınca-
lı" olabilecek ya da yetkililerin temsil et-
tiğiideolojiyeavkındüşecekniteliklerta-
şımamalı. örf ve âdetlere ters düşmeme-
li, "siyaseten ve ahlaken" kafalarda soru-
laruyandırmamalı, "haUagaleyaııagetir-
memefi" ve genç-yaşlı, konu-komşu, amir-
memur tüm izleyicilere hoşça vakit geçir-
tip. olumlu bir hayat dersi veren, "akdh
uslu" bir öykü anlatmalıdır.
Oysa, tiyatroyu "yaşam biçimlerinin
bir parçası" yapmış, süreklı olarak tiyat-
roya giden "aanhk" bilir ki, tiyatro hıç-
bir toplumsal, politık ya da ahlaki kalıp
g^^
içinde dondurulamayacak, kimseden emir
almayan, içeriği ve biçimiyle kimscye ya-
ranmak zorunda olmayan çılgın bir sa-
nattır. En büyük düşmanı "evcflles,me"dir.
Tiyatronun tek hedefi seyircidir; seyir-
ciyle sahne arasındaki duyarlı dengeyi ku-
rabilmektir. Bu denge kurulamayınca se-
yirci zaten ya olumsuz tepki gösterir ya
da oyun seyirci bulamaz. Bu durumda ka-
lanbirtoplulukdasahnedesergiledigi sa-
nat ve dünya görüşünü yeniden gözden ge-
çirmek zorunda kalır. Tiyatroda "vaponm
sürekli olarak enflasyon altinda bunalan,
zorunlu olarak gitgide artan bilet ücretle-
ri yüzünden, seyirciye sinemadan daha
ucuz tiyatrohizmeti götüren Devlet Tiyat-
rolan ile yanşamayan, üstelik kurulduğu
büyük kentlerde bir salona bile sahip ol-
mayan özel topluluklann Anadolu turne-
si yapması aynı zamanda ekonomik bir zo-
runluluktur.
Dolayısıyla, bûyük kent seyircisi için ha-
zırlanmış bir oyun, turne döneminde Ana-
dolu'ya da götürülmektedir. Böylece, eko-
ideoJojiye ters düşebiür" kaygısıyla en-
gellemelerin artık tarihe kanşması gerek-
tiğini yıllardır savunuyoruz. Son birkaç yıl
içinde, Anadolu'da tiyatro yapan başka
özel topluluklar yanında, AST; Ankara
Birlik Tiyatrosu, özellikle de Ankara Ekin
Tiyatrosu'nu bürokratik/yasalarla ilişkisi
olmayan engellere takarak tiyatroculann
maddi ve manevi yönden hırpalamakta
sakınca görmeyen kimi mülki amir/emni-
yet müdürü/belediye başkanlannın artık
tiyatro olaylan üstüne kişisel düşünceler
• 'Tüküreyim böyle sanatın içine' biçemindeki söylemin değişkenlerinin ilden ile, ilçeden
ilçeye salgın bir hastalık gibi yaygınlaşması olasıdır ve engellenmelidir. Tarsus'ta son üç hafta
içinde yaşanan olaylann bu tehlike bağlamında önemli bir gösterge oluşturduğuna inanıyorum.
19 Mayıs akşamı Tiyatro Stüdyosu'na bir sanat olayına yapılabilecek, ancak 70 yıl önce Afife
Jale'ye yapılanlarla kıyaslanabilecek, en büyük "hakaret" gerçekleştirilmiş; yetkili kişiler, tiyatro
sanatını ayaklar altına almayı neredeyse başaracaklan bir noktaya ulaşmışlardır.
göcü" seyircidedir.
Öte yandan ülkemizdeki tiyatro sana-
tı, tüm topluma hizmet ulaştıracak biçim-
de örgütlenmiş değildİT. Devlet Tiyatro-
lan'nın son otuz yıl içinde yoğunlaşan, ni-
celik açısından gelişme çabası, aşın dal-
lanıp budaklanmadan dolayı yeni sorun-
lara yol açarken, tiyatronun yalnızca dev-
let eliyle yaygınlaştınlamayacağı gerçe-
ği de ortaya çıkmıştır. Özel topluluklar
gündemdedir ve gündemde kalmak zo-
rundadır.
Bu gerçek bilindiğinden, devletten her
tiyatro dönemi için proje destegi almak için
başvuran özel topluluklara "Anadolu tur-
nesi" yapma koşulu getirilmiştir. Dahası,
nomik koşüllann zorlayıcılığı rastlantıy-
la olumlu bir sonuca ulaşmış, tiyatro adı-
na yararlı ve eşitlikçi bir ortam olusturmuş-
tur. Büyük kent seyircisi için hedeflen-
miş bir özel tiyatro yapımını yıl içinde
küçük kentlerdeki seyirci de izleyebil-
mektedir. Tiyatro, çeşitli yapısal/yasal/kül-
türel/ekonomik düzenlemelerle tüm top-
luma mal olana dek bu kahıriı serüven
yaşanacak...
Hal böyleyken, özel topluluklara "ağ-
anınpayınıverme" işini ûstlenenlerin git-
gide çeşitlenerek çoğaldığı görülüyor.
Turneye gelen özel tiyatrolan zora koş-
ma, sanatçılan aşağılık kişiler sayma ey-
lemlerinin, bir tiyatro yapımını "resmi
ürettikleri de, dahası. bu düşünceler doğ-
rulrusunda, oyun sırasında harekete geç-
tiklen de görülmektedir. "Tüküreyim böy-
le sanabn içine" biçemindeki söylemin
değişkenlerinin ilden ile, ilçeden ilçeye
salgın bir hastalık gibi yaygınlaşması ola-
sıdır ve engellenmelidir.
Tarsus'ta son üç hafta içinde yaşanan
olaylann butehlike bağlamında önemli bir
gösterge oluşturduğuna inanıyorum.
Tiyatro Stüdyosu gerek lstanbul'da ge-
rekse Anadolu'da sayguüığnu kanıtlamış,
yenilikçi, yürekli ve sanatsal nıteliği ön dü-
zeyde gözetmesiyle ün salmış, bu neden-
le de son yıllarda ödül üstüne ödül kazan-
mış bir topluluktur. tstanbul'da salonu bu-
Ernst Ludwig Kirchner'in yapıtlan Münih ve Bonn'da sergileniyor
Çizgflerin ve renlderin arkasındaki sesler
• Brücke grubunım kurucu
üyelerinden Kirchner, Afhka
heykellerinin etkisinde kalarak
formlannı sadeleştirmeyi,
özellikle insan vücudunun
biçimini bozarak etkileyici bir
'söylem dili'oluşturmayı
başarmıştı. Bu iki kapsamh
sergi, Kirchner'in temelinde
büyük bir aşkla boyama, yaratma
tutkusunun yer aldığı yapıtlannı
retrospektif açılarla sunuyor.
NECMİSÖNMEZ
MÜNtH - Dışavurumcu Alman
sanatının önde gelen temsılcilerinden
biri olan Ernst Ludwig Kirchner 1880-
1938 Münih ve Bonn'da açılan iki geniş
çaplı sergiyle sanat ortamının
gündemine geldi. 1905 yılında
Dresden'de kurulan "Brücke" gnıbunun
kurucu üyelerinden biri olan Kirchner,
Afh'ka heykellerinin etkisi altında
kalarak formlannı sadeleştirmeyi,
özellikle de insan vücudunun biçimini
bozarak etkileyici bir "söylem dffi"
oluşturmayı başarmıştı. Kunstmuseum
Bonn ve Münih'teki Hypo-
Kurrurstiftung'da açılan iki kapsamlı
sergı, Kirchner'in temelinde büyük bir
aşkla boyama, yaratma tutkusunun yer
aldığı çalışmalannı retrospektif açılarla
sanatseverlere sunuyor. Bonn'daki sergi.
sanatçının "renk" kavramını nasıl
yorumladığını özellikle kâğıt işlerinde
sorgularken Münih'teki sunum, ağırlıklı
olarak yaglıboya ve özgün baskılar
üzerinde yoğunlaşıyor.
Yaşamı, sanatı, "aşk" etrafında
temellendirilmiş olan kavramlar olarak
yorumlayan Kirchner yaptığı resimler
karşısında, sorgulayan, güvensizliği
elden bırakmayan bir tavır sergi leyerek
pek az dışaNTarumcu Avrupalı sanatçıda
görülen "form dinamizmine" varmıştır.
Doğada ve insan vücudu üzerinde
yaptığı gözlemlerinde gereksiz gördüğü
herdetayı ayıklayarak sonuçta çizginin
renklerle "koşulsuz" birlikteliğine varan
sanatçının hem Bonn'da hem de
Münih'teki çalışmalan içinde 1909-
1910 yıllan arasındaki işleri kendilerine
özgü renk ve form yorumlanyla
ayncalıkh bir yere oturuyor.
Dresden'den Berlin'e taşındıktan sonra,
yüzyıl başında Avrupa'nın en canlı
Ernst Ludvvig Kirchnen- 'Yıkanan Kızlar' (1911)
sanat merkezlerinden biri olan bu kentte
sanatsal dilini değiştırerek erken
sayılabilecek olan bir olgunluğa vanyor
Kirchner. Genellikle Berlin
caddelerinde gezinen aylak insanlan
konu alan resimlerinde, özellikle renkli
kalemlerle yaptığı desenlerde metropol
yaşamını, sokaklann yaratıcı
gürültüsünü bir tür metafor olarak
resimlerinin arka planına geçirmeyi
başaran sanatçının perspektif-anatomi
kurallannı altüst ederek vardığı
"anlaüm dffl" son derece etkileyici bir
"kurgn evreniyle
T
' baş başa bırakıyor
izleyeni.
I. Dünya Savaşı'nın çıkmasının
ardından askere alınan Kirchner'in ruh
ve vücut sağlığı. bir yanda değişen
yaşam koşullan öte yanda resimlerinin,
beklediği ilgiyi görememesi yüzünden
bozulur. 1917'de Isviçre'nin Davos
kentine yerleşerek tedavi görmeye
başlar. Alp Dağlan'nın manzaralan, köy
yaşamına ait konulann sanatçının
resimlerine girdiği bu yıllarda (örneğin
"Wieseo Köprflsü", 1920) onun yoğun
olarak gravür ve tahta baskı yapmaya
yöneldiği görülür. Kent yaşamından
sonra Davos'un sakin atmosferi onun,
sağlığına tekrar kavuşmasını sağlar. Bu
döneminde daha çok portre ve çıplak
konulan üzerinde yoğunlaşan
sanatçmın, insan vücudunun biçimini
bozarken keskin çizgileri, volümleri
açılmış renklerle birlikte yorumlayarak
bir tür senteze varmaya çahştığı
gözlemleniyor Bonn'daki sergide
görülen renkli kalemle yaptığı desenler
(örneğin "Oturan Kadm". 1910) onun
aynı zamanda Okyanusya ve Hint
sanatından da etkilendiğini ortaya
çıkanyor. Etki kaynağı ne olursa olsun
sanatçı karalama ile çiziktirme arasmda
bir yerde konumlandrnlabilecek olan
desenlerinde çizgilerin ve
renklerinin arkasındaki sesleri ortaya
çıkaran bir yaklaşıma sahip.
Acı çeken bir ruhun, üretmekten,
çizmekten başka çaresi olmadığını
düşündüren bu özellik Kirchner'in
"hırçın stilinin" gövdesini oluşturuyor
aynı zamanda.
1930'lann başında Almanya'da
güçlenmeye başlayan Naziler kültür
yaşamına da büyük bir darbe
indirmişlerdi. Viyana Akademisi'nin
giriş sınavında başanlı olamayan Adolf
Hider, modern sanatı Alman
müzelerinden temizleme harekâtını
başlatmıştı. Picasso, Matisse, Van Gogh
başta olmak üzere müzelerdeki tüm
modern sanat yapıtlan
koleksiyonlardan çıkanlarak "Dejenere
Sanat" / Entartete Kunst başlığı altında
sergılenir. Ernst Ludv*ig Kirchner'e ait
32 resim de bu arada müze
kolleksiyonlanndan çıkanlrr.
Bunun sanatçı üzerinde
bıraktığı etki, resim stilini
değiştirmesine neden olacak
denli güçlü olmuştur. Picasso'nun etkisi
altına girerek formlannı yumuşattığı
görülür. Dağ manzaralanm. atölyesini
konu alan resimlerinde Kirchner'in
konulannı daha soyut bir teknikle ele
almasına rağmen 1933'ten itibaren onun
"hırcm stfihtden" uzaklaştığı
gözlemlenir. İçine düştüğü ruhsal
bunalunlara paralel olarak politik
olaylar, Nazilerin her geçen gün daha da
güçlenmesi onun dünyaya daha
karamsar bakmasına neden olur.
1938'de intihar etmekten başka bir çıkış
yolu olmadığına inanan Ernst Ludvvig
Kirchner defalarca desenini çizdiği
Davos Mezarhğı'na gömülür. Bonn ve
Münih sergileri 20. yy. sanatının en
etkin ressamlanndan biri olan
Kirchner'i trajik olmayan bir tarzda
izleyicilere sunduklan için etkileyici bir
bütünlüğe sahiptiler.
lunmayan toplulugun bu yılki oyunu. ün-
lü Amerikalı yazar David Mamet'in, Pı-
nar Kür çevirisiyle sunulan ve tiyatro oyu-
nu sahnelemedeki ritizhğiyle tanınan ge-
nel sanat yönetmeni Ahmet Le>r
endoğ-
ta'nunyorumuyla sahneye aktanlan "B^-
la Şu Işi** başlıklı oyunudur. Seçtikleri
oyunlann "Türidyepröıniyeri" olmaözel-
liğini gözeten toplulugun bu çalışmasın-
da tiyatro okulu mezunu üç genç sanatçı
yer almaktadır. (Dolayısıyla yetkili kişi-
ler bu sanatçılan tanımamaktadn-lar.)
îzk\icinin özgür iradesi
Tarsus 75. Yıl Kültür Merkezi salonun-
da yalnızca 19 Mayıs akşamı sunulacak
ve Güney Anadolu turnesini başka kent-
lerde sürdürecek olan "BagbŞulşj", Ame-
rikan "maço" dilinin yoğun biçimde kul-
lamldığı ve bu dil kullanımı yoluyla, ka-
pitalizmin "fere yanşı"nda, sürekli olarak
çıkar ilişkilerini kollama eylemınin yoz-
luğunu sahneye getiren bir oyundur.
Tarsus Kültür Merkezi'nde salon dolu-
dur. Baştan sona söze dayalı olan ve dü-
şünsel yoğunlaşma gerektiren oyunun 10.
dakikasında salondan içeri kaymakam,
belediye başkanı ve Tataristan'dan gelen
konuklanyla, hepsinin eşleri girer. On sı-
raya oturtulurlar. Belli ki yabancı konuk-
lan ağırlamanın bir parçasıdır tiyatro ola-
yı. Oyuna neden geç gelındiği ve on da-
kikası geçmiş bir oyuna nasıl girilebildi-
ği anlaşılmaz.
Ilçe yetkilisi, izleyiciler oyunun başuıı
bilmedikleri için sahnedeki tartışmayı iz-
leyememekte, metin gereği yer yer küfür
ve belden aşağı imlemeler ıçeren Ameri-
kan "maço" dilini duymakta, yanlannda
bulunan eşlerine ve yabancı konuklanna
mahcup olmaktadırlar. Sahnedeki oyun-
culann (söz gelimi "YıkhzKeDter" düze-
yinde) tanınmış olmayışının verdiği "yû-
reklenme" sonucunda, bu "rezalefe da-
ha fazla dayanmayarak sesli tepki verme-
ye başlarlar. Oyun sürmekte, bir salon do-
lusu insan oyunu izlemektedir. Ardından
salonu güriiltülü biçimde terk eden yetki-
liler ve konuklan, oyunun kesilmesi ve
seyircinin salondan çıkanlması için hare-
kete geçerler. Arka sıralardaki 70 dolayın-
daki seyirci zorla dışan çıkanlırken oyun
sürer. De\Teye, kaymakamı giriştiği iş-
lemden vazgeçirmeye çalışan güvenlik
görevlileri de girmiştir. Oyunda "sakın-
calı" unsurlar aramakla görevlendirilen-
ler, aradıklannı bulamamaktadırlar. Zor-
la dışan çıkanlan seyirciler de fırsat bu-
labildiklennde salona geri dönerler. Tüm
bu gürültü paürtı içinde, üç sanatçının yüz
yüze, soluk soluğa oynamalannı gerekti-
ren oyun sürer ve noktalandığı anda seyir-
cinin coşkulu alkışlanyla ödüllendirilir.
Aslında bir sanat olayına yapılabilecek,
ancak 70 yıl önce Afife Jale'ye yapılan-
larla kıyaslanabilecek. en bü-
yük "hakaret" gerçekleşti-
rilmiş; yetkili kişiler, tiyatro
sanatını ayaklar altına alma-
yı neredeyse başaracaklan
birnoktaya ulaşmışlardır. An-
cak, artık tiyatronun Osman-
lı zaptiyeleri taranndan kova-
landığı bir toplumsal ortam-
da değiliz. Seyirci, sahnede-
ki sanat olayına baştan sona
sahip çıkarak belki kişisel
korkusunu da yenerek, artık
başka bir Türkiye'de yaşadı-
ğımızı, tiyatronun seyircisi-
nin, "mülki'Vsiyasal baskı
karşısında bile özgür irade-
sini kullanabildiğini göster-
miştir. Yaşanan toplurnsal ve
sanatsal rezalete neden olan-
lar ise ne Tiyatro Stüdyo-
su'nu ne de Ahmet Leven-
doğlu'nu tanımaktadırlar...
"Vatan haini" Nazım
Bu olayın hemen ardın-
dan, 24 Mayıs'ta aynı salon-
da Tiyatro 01'un ilk kez 3
Haziran 1998'deMoskova'da
Türkçe olarak sahnelenen
"Hoşgekün Nâzun" başlıklı
yapımı sunulur. Oyunun, gör-
düğü yoğun ilgi üstüne 8 Ha-
ziran'da bir kez daha sahne-
lenmesi söz konusudur. On
gün önce Tiyatro Stüdyosu
bağlamında yaşatılan reza-
letin sorumluları arasında
olan, Tarsus'un kıdemli,
MHP'li belediye başkanı
BurhanettmKocamaz'a pro-
tokol ziyareti yapan topluluk
yetkilileri, görüşmeleri sua-
sında başkanın ağzından çı-
kan şu cümleyle sarsılırlar:
"\atan haini Apo'dan farkh
görmediğim vatan haini Nâ-
zım Hikmet için hiçbir şey
y^pmam."
Durum vahımdir. Karma-
kanşık bir ekonomik. poli-
tik, toplumsal ve kültürel or-
tamda yol almaya çalışan ti-
yatromuzun karşısına diki-
len tehlike büyüktür. Yönet-
sel erk ile erki taşıyan kişi-
nin bireysel ideolojik/ahla-
ki/sanatsal görüşlerinin yün-
yumak olduğu bir Türkiye'de
tiyatroya "geçit vermemek"
için, tiyatroyu "zorla evcfl-
ieştirroek" için yapılması ola-
sı hareketlerin önü zaman ge-
çirmeden aluımalıdır.
Tiyatro "devekuşu'' değil-
dir; dahası, ne develeştirile-
bilir ne de kuşlaştınlabilir.
YAZI ODASI
SELİM İLERİ
Efsaneden Issızlığa
O kitaplan şimdi artık yerinde yeller esen, Kadı-
köyü'nün Kadife Sokağı'ndaki eski evde görmüş-
tüm. Üç cilttiler. "Istanbul Üniversitesi Ingiliz Ede-
biyatı Profesörû" HalkJe Edib-Adcvar ın kaleme
aldığı Ingiliz Edebiyatı Tarihi...
Kırklı yıllann hemen başında yayımlanmış bu ki-
taplar elbette hemen ilgimi çekmişti. Ne var ki on-
lara kavuşmam için yıllar geçecekti.
Kadıköy'ü evinin yakışıklı oğlu Halide Edib'in
asistanıyla evtenmiş ve bu evlilik uzun sümıemiş;
asistan hanım evden ayrılırken kitaplannı bırakmış,
sonradan kitaplar alınıralınmaz, Halide Edib-Adı-
var'lar da gözümün önünde yitip gidecekti.
Bununla birlikte asistan hanımın anlattığı Hali-
de Edib portresi silinmedi. Asistan hanım profe-
sörüne hayranmış. Hatta Halide Edib Hanım, Ka-
dife Sokak'taki eve bir kez gelmiş. Büyüklerimiz
gitmişler. O zamanlar, yani kırkı aşkın yıl önce, ro-
mancılann film yıldızları çapında ünleri vardı ve bi-
zim evde günlerce Handan yazarı konuşulmuştu.
Ingiliz Filolojisi adı herhalde o zaman belleğime
çakıldı.
Ben yine üç cittlik esere döneyim. Halide Edib,
Ingiliz edebiyatını belki biraz dağınık, fakat döne-
mi için çok kapsamlı anlatır.
Ikinci cilt Elisabeth çağına ve Shakespeare e ay-
nlmıştır. Halide Edib'in çizdiği Elisabeth, sonra-
dan filmini izlediğimiz Elisabeth'e hem çok ben-
zer, hem de bir katılıkla dile getirılir. Handan'ı, Kalb
Ağnsı'ru yaşamının bir dönemecinde bırakmış ro-
mancı, Elisabeth'e büsbütün aamasız yaklaşır,
onu siyasal ikiyüzlülükle suçlar.
Mary Tudor'un gözaltında tuttuğu Elisabeth
odasına haçlar asar, koyu bir Katolik gibi davra-
nır, "Protestanlaıia münasebeti olmadığını göster-
mek için elinden geleni" yapar...
Bu eser, hiç şüphesiz, kırklann Türkiyesi için üs-
tün bir çalışmadır. Ingiliz Filolojisi'nin de zaten ni-
ce zamanlar sürüp gidecek efsanesi söz konusu-
dur.
Üniversiteye girdiğim dönemde, tek sözcük, In-
gilizce bilmememe karşın, Ingiliz Filolojisi'ndeak-
lım kalmıştı.
Nasıl kalmasın! Düşünce hayatımızda, edebi-
yatımızda gerçek birer değer sayılan kişiler, ftlolo-
jide öğretim üyesiydiler. Başta Mîna Urgan. Ola-
ğanüstü akıcı, iki satır okumaktan hoşlanan her-
kes için yazılmış eserleriyle Mîna Urgan. Onun iki
cittlik Shakespeare'leri baş ucumdaydı.
Ingiliz edebiyatıyla yetmmeyip, edebiyatımıza, Türk
romanına eğilmeyi gereksinen Berna Moran. Ber-
na Moran'ın Matmazel Noraliya'nın Koltuğu üze-
rine incelemesi Yeni Dergi'de yayımlanmıştı; etki-
lenerek okumuştum.
Sanat-edebiyat değerlerini akıllara durgunluk
verici bir ülküyle savunmuş Akşit Göktürk. Dü-
şünce dünyamızın en büyük kayıplarından Akşit
Göktürk. Türkçeyi seven Akşit Göktürk...
Çeviri şiirin tadını, çabasından duyumsayabildi-
ğimiz Cevat Çapan... Ingiliz edebiyatı konusun-
da olsun, Türk edebiyatı konusunda olsun, müt-
hiş donanımını yakından saptayabildiğim Murat
Belge... Ve şimdi adlannı hatırlayamadığım baş-
ka değerli hocalar: Ingiliz Filolojisi bir efsaneydi.
Geçenlerde çok genç bir kızlatanıştım. Istanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Ingiliz Dili ve Ede-
biyatı Anabilim Dah'ndaokuyormuş. Ikinci sınıfta.
Yüksek puan kazanarak bu bölüme girebilmiş.
Edebiyata tutkusu sözlerinden belliydi.
Ama anlattıklan, yakındıklan iç burkucuydu: Yak-
laşık iki yüz, iki yüz elli kişilik sınıflarda öğretimi sa-
dece iki doçent, bir okutman gerçekleştiriyomnuş.
Üç de araştırma görevlisi; derslere giremiyortar. Al-
tı kişilik bir kadro, yüzlerce öğrenci. Genç kız ho-
calanndan büyük saygıyla söz açtı. Onlann ülkü-
sel tutumları olmasa, bu efsane bölümün çökme
ihtimali bile varmış.
Bunlara sebep? Genç kız, kadro yokluğu diyor-
du. Ingiliz Dili ve Edebiyatı ülkemiz için büsbütün
mü önemsizdir? Tezgâhtar Ingilizcesiyle, taklitçi,
züppe, hasta, mağaza adlan Ingilizcesiyle mi ye-
tineceğiz? Ingiliz Filolojisi gibi bir efsaneyi, böyle-
si hüzün verici ıssızlığa dönüştürdüğümüze bakı-
lırsa...
Yolun başında, ülküterle donanmtş öğrencinin göz-
lemini, yetkililerin dikkatini çeker umuduyla kale-
me getirmeye çalıştım.
Takvimde İz Bırakan:
"İnsan, yaşamakta olduğu hayatın ortalık yerin-
de, kendini, hiç yaşamadığı bir hayata onu yaşa-
mışçasına, yaşarcasına adayabilir." Ahmet Cemal,
Şeref Bey Artık Burada Yaşamıyor, Can Yayınla-
n, 1999.
Ankara'da açıkhava sinema
gunlerı
• Kültür Servisi -
Hotel Bilkent-
Ankara'da 'Açıkhava
Sinema Günleri' 17
Haziran Perşembe
akşamı Carlos
Saura'nın yönettiği Tango ile başlıyor. Yaz boyunca
sürecek Sinema Günleri çerçevesinde gösterilecek
fılmler arasında Hayat Güzeldir, Truman Show,
Armegeddon, Âşık Shakespeare, Patch Adams ve
Meet Joe Black yer alıyor. Giriş ücreti 2 milyon 500
bin olarak belirlendi.
Akbank yaz etkinUkleri başlıyor
• Kültür Servisi - Akbank 1999 16. Yaz Ffesim
Etkinlikleri, Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi'nde
gerçekleştiriliyor. 28 Haziran-2 Temmuz arasında
kayıtlann yapılacağı etkinlikte 6-16 yaş arasındaki
öğrencilere, 5 Temmuz-24 Ağustos döneminde
pazartesi ve salı günleri eğitim verilecek. Akbank
tarafından ücretsiz olarak gerçekleştirilecek
çalışmalar sonrasında seçilen resimler sergılenecek
ve öğrencilere katılım belgesi sunulacak. Katıhm
için 227 46 11 ve 261 21 31 numarah telefonlara
başvunılabilir.
Aygaz Tıyatrosu'ndan 'Boyacr
I Kültür Servisi - Genel sanat yönetmenligini
Şemsi Inkaya'nın üstlendiği Aygaz Tiyatrosu.
Tuncer Cücenoğlu'nun yazdığı 'Boyacı' adlı oyunu
sahneliyor. Tuncer Cücenoğlu'nun yazdığı ve
Sönmez Atasoy'un yönettiği oyunda Şemsi lnkaya,
Murat Akkoyunlu, Cem Cücenoğlu, Özlem Tekin,
Osman Çağlar, Didem Karahan. Burcu Ergenekon,
Bülent Düzgünoğlu, Tunç Özdil, Suna Dizdar ve
Vural Buldu oynuyor. Boyacı, 17 ilde sahnelenecek.