22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
20ARALIK1998PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Pes Tam 10 ay önce yazmıştık. Evrakta sahtecilik yaparak TRT'yi dolandırmaktan yargılanan gazeteci Mehmet Ali Birand'ın davasının zaman aşımına uğrayabileceğini duyurmuştuk. Aynen öyle oldu. Uğur Mumcu'nun ortaya çıkardığı, Emin Çölaşan'ın sık sık yazdığı dolandırıcılık davası, kamuoyunun gözü önünde zaman aşımına uğradı ve dosya kapandı. Pes doğrusu! Beşiktaş Beşiktaş ilçe Emniyet Müdürü Mustafa Günaydın, oturmadığı adresi ikametgah gösterip silah ruhsatı aldığı JddJa edilen Erkan Arıkan'ın da ruhsat başvurusunun geri çevrildiğini bildirdi. Konunun aslını astarını Istanbul Emniyet Müdürlüğü'nün incelemesi sonunda öğreneceğiz, ama ortada bir gerçek var: Mustafa Günaydın'ın açıkladığı belgelere göre, Beşiktaş Yıldız Mahallesi'nde oturmayan insanlar muhtarlıktan kolaylıkla sahte ikametgah senedi alabifiyor! Elektronik posta: som#posta.cumhuriyetcom.tr Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97 - Türkçe sözlük, CD Rom'a girmiş... "SiDiRom!" aşyazarlığını Kamil Hüsnüyusufkuşugil- ler'in yaptığı gülmece tıp dergisi "Tıpmece'nin bu ayki sayısında başyazar Hüsnüyusufku- şugiller, "eski hocalanmızı anma toplantıla- rında nasıl konuşabileceğinize dair her zaman her koşulda geçerii konuşma örneği"ni öğretiyor: "Söze, orada bulunanlann hepsini tekertekerana- rak başlamaktayararbulunmaktadır. Sözgelimi 'Sa- yın Bakan, Sayın Müsteşar, Sayın Ahmet, Sayın Mehmet' diyerekten bütün muhterem zevat sırala- nır. Hatta gelmekliği lazım gelen ama gelemediğini beyan eden muhterem zevat da en azından sanal olarak zikredilir. Çünkü ne olur ne olmazdır. Söz ko- nusu kişilerin hangi işte hangi nedenle taş koyabi- leceği bir bilinmez muamma olduğundan bu konu- da azami hassasiyeti göstermeklığiniz lazım gelir. Muhterem olmayan zevat ise topluca 've sayın ka- tılımcılar' olarak eklenerek geçiştirilir." "Daha sonra rahmetlinin yaptığı her güzel işin, Anmacaher başarılı işin aslında size danışılarak yapıldığını, biraz eleştirilecek işleri varsa onu size danışmadan yaptığı işler olduğunu ima eden tümceler sıralanır. Sözgelimi, ben asistan iken rahmetli profesör ve bölüm başkanıydı. Her zaman beni odasına çağırır, 'Oğlum Ahmet, şu konuda bir türlü karar veremiyo- rum, sen ne dersin' diye sorduğunu vurgulamanız gerekir. Siz de demişsinizdir ki, Bak hoca, böyle böyle... Böyleyken böyle yaparsan yanlış olur. Bu- nun üzerine hocanın kalkarak ellerinize sarıldığını an- latırsınız. Aslında hoca sizi odasına çağırmış, 'Ge- çen gün toplantıda yaptığın o saçmalıklar ne evla- dım, hiç mi okumuyorsun' demiştir olsundur. Ne ol- muşsa olmuştur. Artık o rahmetlidir. Siz ise rahmet- liyi anma töreninde konuşma fırsatını hasbelkader SESSİZ SEDASIZ ('X ftn 1 ff1 / t J NVRİKURTCEBE lX ele geçirmişsinizdir." "Ondan sonra araya rahmetlinin siz doğmadan ön- ce yaptığı ışler dahil her adımını sizin verdiğiniz ta- limatlar dahilinde atmış olduğunu özellikle vurgula- yan tümceler sıkıştırırsınız. Rahmetli sağlığında ne- ye karşı ise, şimdi o şeyleri rahmetliyi anmak üzere uygulamaya soktuğunuzu özellikle belirtmekliğiniz uygun olacaktır. Onu mezannda rahat uyutmamak için ne lazım gelirse söylemelisiniz.' "Zamanında onun kurduğu hizmet kuruluşlanna ancak tesadüfen ve yağmurdan ıslanmamak için girdiğiniz halde, oralarda nasıl cansiperane çalıştı- ğınızı anlatmalısınız. Konuşmanızı bağlamaya sıra gel- diğinde, rahmetlinin ölürken, dünyadaki bütün işle- ri size emanet ettiğini söylemelisiniz." "Eğer, ödenekli bir kuruluşun akçalannı savurma imkânınız varsa, konuşmanızı basılı metin haline ge- tirmelisiniz. Çünkü gelecekte bunu okuyanlar söy- lediklerinizi gerçekmiş gibi algılayacaktır." •• m Sakarya'mn üniversitesi ve türbam Şeriatçı yuvası, faşist yatağı olarak tanınan Adapazarı'ndaki Sakarya Üniversitesi'nden ilginç bilgiler gelmeye başladı. Gençliğınde, Süleyman Demirel'ın Adalet Partisi'ne Sakarya Gençlik Kolu Başkanı olarak hizmet veren Rektör Prof. Dr. ismail Çallı ortalığa çekidüzen vermeye çalışıyormuş. Eşi türbanlı rektör, yardımcılarını değiştiriyormuş; yakın çevresinde çağdaş insanları görevlendirmeye başlamış. Ancak, resmi kayıtlara geçen işlemlerle çağdaş olunmuyor! Uygulama önemli... Çünkü kapıya yazı asılsa da türbanlılar üniversite kapısından geçip sınıf kapısından ıçeri girmeye devam ediyor! Bazı öğretim üyeleri cuma günleri derslere geç giriyor, çünkü önce namaz geliyor. Hele şimdi ramazan, artık iftar saati işlemeye başlıyor! Şeriatçı ve faşist öğrencilerin etkinlikleri sürüyor; üç hilalli ya da kurtlu semboller ortalıkta dolaşıyor. Öğretim üyeleri, öğretim görevlileri Islami kurallara uygun sakallarını sıvazlıyor, sarkık bıyıklannı buruyor. Çağdaşlık için önce samimi olmak gerekiyor! Evde hanım türbanlıyken, üniversitedeki "çaba"lar takıyyeyi çağrıştınyor! Artık, üst düzey kamu görevlilerinin eşlerinin kılık kıyafetinden de sorumlu olduğu biliniyor. Hem Sayın Rektör... Bakın, >değerli büyüğünüz Süleyman Demirel'in eşinin başı açık. Eşiniz, Nazmiye Hanım'ı niye örnek almıyor! ÇED KÖŞESİ OKTAY EKINCI Uygarlık tarihi kan ağlıyor... ABD ve tngiltere'nin Irak'a karşı başlattıklan "Çöl Tilkisi" operasyonunda, insanlık tanhı- nin en eskı \e köklü "uygarlık değerleri" bır kez daha ağır bom- bardıman altında "tahrip" edi- liyor. '•' Harekâtınadındakı"çöl"vur- gulamasına rağmen. Amerikan B-52 ve Ingıliz Tornado savaş uçaklannın saatler süren gece akınlarında bomba attıklan top- raklann asıl adı "M ezopotam- ya"... Insanoğlunun ilk kez "yazı- yı" kullandığı ve binlerce yıl ön- ceden bugünkü savaş uçaklann- daki bilgisayar donanımlarına kadar varan bilimsel yürüyüşün tarihteki "ilk adunlarını" artı- ğı bu topraklarda, aynı bomba- lann yağmur gibi yağdırıldığı kent ise "Bağdat"... ABD ve bu ülkeyi yönetenler, Bağdat'taki herhangi bir 250 ya- şındakı yapıdan bile daha eski- ye gidemeyen birikimsiz geç- mişleriyle, ne "12 bin yıllık" Mezopotamya tarihinin anlamı- nı ve değerini kavrayabilirler. ne de yine Bağdat'ın, sonuna geldi- ğimiz şu "2. binyıi" henüz baş- larken bile "bin yıllık" bir kent olduğunun uygarlık açısından ne denli önem taşıdığını yürekle- rinde hissedebilirler... Çünkü onlar. zaten şu 250 yıl- lık geçmişlerinde bile önce Kı- zılderililere ait topraklan kana olsunlar, nereden bilecekler, na- sıl görecekler kı tarihin, kültürün, insanlığın uygarlık birikimlerinın, Mezopotamya'nın ve Bağdat'ın bizler için ve gelecek kuşaklar için taşıdığı evrensel degenni?.. Peki, ya şu lngiltere'ye ne de- var, kültûrü de var, uygarlık bi- lıncı de... O kadar ki geçmiş kültür kim- liklerine olan bağlılıklan nede- niyle "muhafazakârlığı" bile soyIu bir karakter olarak görüyor ve bununla övünüyor... Ama aynı lngiltere, "muhafa- za kültürü" bile olmayan, insan- lık tarihinin yeniyetme ve şıma- nk zengini ABD'nin yanına dü- şüp, binlerce yıllık geçmişin iz- lerini, birikimlerini ve belgeleri- ni banndıran topraklara ve kent- lere, yüzyılın en utanılacak sal- dınsını paylaşıyor... Anlaşılan lngiltere de kendi sömürgeci ta- rihinin. hani o kendıne bağladı- ğı ülkelerdeki yerli dokumacıla- nn bileklerini kesecek kadar gö- zü döndüğü yıllara ait "üstün- lük depresyonlarını" yeniden yaşıyor... Bomba yağmuru altındaki top- raklarda \e kentlerde "Osman- lı dönemine" ait bızim "kültür mirasımız'" da \ar. Bağdat'ta ve dığer tarihi yer- leşmelerde, başta Mimar Si- nan'ın yapıtlan olmak üzere çok sayıda eser. bir kez daha ABD ve Bill Clinton ve Tony Blair... 12 bin yıllık Mezopotanna uygarhk- larına karşı tarihin en acımasız saldınsında ortak sorumlular. ve ateşe boğarak işgal etmekle. sonra bu acımasız işgalin yağma hedefleri içinde kuzey - güney di- ye ikiye bölünüp birbirlenne gir- mekle, aynı süreçte Afrika'dan si- lah zoruyla getırdikleri zencile- ri köle yapıp tarihin en vahşi in- san sömüriisünü ekonomilerine ve sosyal yaşamlarına kaynak yapmakla ve 20. yüzyıl boyun- cadaküresel sömürgeciliğinjan- darmalığını üstlenip Uzak As- ya'dan Latin Amerika'ya kadar hemen herkıtada kendilerinden çok daha uygar, köklü tarihleri olan ve kültür birikimleri de yı- ne ABD'yi kat kat gerilerde bı- rakan halklara ve uluslara çullan- makla, şimdi Çöl Tilkisi"nde de dışa vurduklan "kimliklerini" •edmmedilermi?.. Istedıkleri ka- «iarbilim ve teknolojide ilerlemiş İngilız uçaklannın ateşi altında. Dicle ve Fırat'ın arasmda uza- nan "çöl ortasındaki uygarlık vahası", insanlığın yüz karası bir "tilki ittifakının" sıyasal ve ekonomik amaçlan uğnına ce- hennem azabı içinde... Merak ediyorum. Bosna- Hersek'teki Sırp şovenistlerinin yok ettikleri kültür mirasına kar- şı haklı ve yerinde tepkılerle is- yan edenler. şimdi neden böy- İesine suskunlar? Kültür Ba- kanlığımız. Irak'taki ortak ta- nh değerlerimizi tehdit eden bu saldın karşısmda UNESCO'yu. ICOMOS'u, ABD ve lngiltere Kültür bakanlıklarını neden uyarmıyor?.. Çöl Tilkisi. uygarlığı bomba- lıyor. "Uygarlar"(!)iseCNN'den seyrediyor... HAYVANLAR ISMAİL CÜLGEÇ OSP P/UÎTİSİNİN LIDEBÎ KENOİNt 6ÜVERON SANMİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇAK -•/ ,. o . ı / -J T behicaki/ı turk.net H A R B İ SEMİH POROY MIRMIRLAR UĞUR DURAK TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN 20Araltk a AYD£D£v GOLMECE GAZETB& 1922'D£ 8U6ÛN, İSTANSUL'OA, *n>eDE'A0U8İK. SÜiMEC£(f»İ- ZAH) 6A2ÇTESİ yArtMLAHMAYA g/İŞLACM. YAZAH HEPK. HAÜT (tAf&y) '/A/, /fSAi. S/&4S/HM #iyiML/l7776t G/OETE, HA&*- İJC/ GİİM ÇHÜKA/m. "F£C£-İAT7'TOPUIU16UNUN /O&- LE&MDEN BtKJ OiAAJ KBFfK HOLrr, BU GA2ETBPE ''ikrt* ( 6UNU A&tO- MÜCAÛ£L£Y£ . GAZETE, 8ÜYÜK ^«çeeosvSONKA "Üî'' OLARAK YUSrCH&MA SÜ1SSÜM £DİL£C£IZTİR. £A2£- i yü MAZJF,CEM, PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Kurmay' Tevfik Jöleli kirpisaçlan, üç günlük sakalı, üzerinde ren- gi atmış atlet fanilası ve ayaklanndaki kocaman bot- lanyla Liverpoollu pop şarkıcılannı andıran delikan- lı, odamı gösterirken, "Tevfik Bey'den uzak durun!" deyince, doğal olarak "TevfikBey de kim?" diye sor- muştum. Birçok dostumdan övgüsünü duyduğum bu tatil köyüne ilk kez geliyordum. Güneşlenecek, denize girecek, yanımda getırdiğim kitaplan kanştı- racak, belki bir şeyler karalayacak, en önemlisi, Is- tanbul'un günlük gürültüsünden uzaklaşıp, bir haf- ta kafamı dinleyecektim. Beni burada ne "Tevfik Bey" ne de bir başkası ilgilendiriyordu... Ama bir kere sor- muş bulunmuştum. Artık dinlememek yakışık almaz- dı... En azından dinler gibi yapmalıydım. Delikanlı, üzerinde küçük ekranlı ucuz bir televizyon duran ay- nalı tuvalet masasının yanındaki "mini bar"\n kapı- sını açıp kapattıktan sonra, "Ona Kurmay Tevfik der- ler" diye söze başlayınca, yatağımın ayak ucuna ili- şip, "dinleme pozisyonu"na geçmiştim. Otel çalı- şanlan genelde böyle davranırlardı. Gozüne kestir- dikleri yeni müşterilerle ahbaplık kurabilmek için "il- ginç" öyküler uydururlardı. Eğer oltaya takılmışsa- nız, ellerinden bir daha kurtulamazdınız. Sizi kıyıda, denizde, yemekte bulurlar, ayaküstü yeni" şeyler an- latıp, ilginizi canlı tutmaya çalışırlardı. Ahbaplık ne ka- dar koyulaşırsa, alacakları bahşiş de o kadar bol olurdu. Yanm kulak dinlediğim bu öyküden aklımda ka- lan, yalnızca, Tevfik Bey'ın, çocuğun bir türlü edlan- dıramadığı "tuhaf" şapkası, çenesine kadar inen gür beyaz "favorileri" olmuştu. Konuya her ne kadar il- gisiz kalmaya çalıştıysam da, adamı merak etmeye başlamıştım. Ona "Kurmay" denmesinin mutlaka bir nedeni olmalıydı! Durup dururken kimse kimseye böyle "çarpıcı" srfatlar vermezdi. _ Odamda bir süre dinlendikten sonra, elimde Işıl Özgentürk'ün "Geniş MaviBirGök'ü, kıyıya inip, ken- dime bır şezlong aranırken onu görmüştüm. Favo- rileri, kirpi saçlı oğlanın tarifine tıpatıp uyuyordu. Üzerinde omuzlan apoletli, çift cepli, koyu krem gömleği, ayağında aynı renkten "Bermuda" şortu olmasa, başındaki "kolonyal" şapkasıyla onu, eski Hindistan'da, -Amenkan filmlerınden tanıdığımız- bir Ingiliz sömürge valisine benzetebilirdim. Ama bu ha- liyle Hindistan'daki bir İngilız valisınden çok, Kenya Safari Parkı'nda arazı otobüsüyle Avrupalı turistleri gezdiren deneyimli bir gezi rehberini andınyordu. Tevfik Bey, neye benzerse benzesin, "karizmatik" bir adam olmalıydı. Bu, daha uzaktan belli oluyordu. Ya- nında yürüyen, üç erkek ve iki kadından hiçbiri ye- re bakmıyor, ayakkabılanyla suya girdiklerinin, kuma serili renkli plaj havlulanna bastıklannın, arkalanndan neler söylendiğınin farkında olmaksızın, büyülenmiş gibi gözlerini Tevfik Bey'in ağzına dikmişler, anlattık- lannı dinliyorlardı. Adam, gerçek bir "mimik've "jes- tik" ustasıydı. Sürekli değişen yüz ifadesi, son dere- ce ölçülü el kol hareketleri anlattıklannı daha "din- lenir", daha "etkili" kıhyorüu. Uzandığım şezlongdan, Tevfik Bey'in anlattıkları- nı artık rahatlıkla duyabiliyordum. Bir yandan, otele iner ınmez aldığım, "Ondan uzak durun!" önerisini anımsıyor, öte yandan gittikçe artan merakımı yene- miyordum. Bir ara Tevfik Bey durunca, yanındakıler de durdu. O, denize doğru dönünce, yanındakiler de döndüler. Sağ kolunu yavaş yavaş kaldırdı... Kolu ye- re paralel duruma gelince, işaret parmağını öne doğ- ru fırlatıp, birden "Görüyormusunuz" diyesordu. Bu soru üzerine üç erkek, iki kadın gözleriyle, karşıla- rında uzayıp giden, çok ama çok gerilerde denizle gökyüzünün çizgileştiğı engin maviliği taramaya baş- ladılar. Yerimde hafifçe doğrulmuş, onları izliyordum. Tevfik Bey, sorusunu yineleyince, her biri bir şey an- latmaya başladı. Şaşırmıştım. Çünkü benim de gör- düğümden farklı şeyler görmüş olmalan mümkün de- ğildi. Ama gördüklerini sanıyorlar, kendılerini yalan- dan da olsa, bir şeyler söylemeye zorunlu hissedi- yoriardı. Koşullanmışlardı. Adama, "Kurmay" den- mesi boşuna değildi... Ayrılırken Istanbul Üniversitesi'nde "iletişim" öğ- rencisi olduğunu öğrendiğım sevımli delikanlının uya- rısına uyup, uzak durduğum, ama izlemekten de vazgeçemediğım "Kurmay" Tevfik'i her gün başka başka insanlarla görüyordum. Herdefasında "yalın" bir nokta buluyor, yanındakileri aynı "Görüyor mu- sunuz" sorusuyla "tuzağa" düşürüyordu. Kendine özgü "retoriği" ile çevresinde oluşturduğu küçük grupları önce kendisine koşullandınyor, sonra onla- n tek ve basit bir soruyla bırbirlerine düşürüyordu. Bu, bir devlet bankasından emekli eski maliye mü- fettişi için her gün yinelemekten bıkmadığı "ironik" bir oyundu. işin tuhafı çevresindekilerden hiçbiri ay- mıyor, düşürüldüğü tuzağın fariona vanmıyordu. Son Bütent Ecevit-Deniz Baykal görüşmesine iliş- kin televizyon haberlerini izlerken nedense "Kur- may" Tevfik'i düşündüm. Kendimi bildim bileli, salt görüntüleriyle de olsa, içli dışlı yaşamak zorunda kaldığım bu iki "karizmatik" insanla Tevfik Bey ara- sında adını koyamadığım bir benzerlik vardı. Yalnız- ca "karizma" mı? Sanmıyorum. "Çevre bağlan" da benzeriikler gösteriyordu. Ne var ki, "Kurmay" Tev- fik'in çevresindeki insanlar, onun her gün yinelediği oyununun sürekli değişen "figüranlan" idi. Ama ya onlannki?.. Faks:0216-418 8410 BULMACA SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8SOLDAN SAĞA: 1/ Insan nüfusu- nu yapı, gelış- me ve dağılım açısından ınce- leyen bılım. 2/ 3 Içe doğmayla alda gelen yara- tıcı duygu ya da düşünce... Ge- lir. 3/ Donuk renkli... Arabis- tan kıyılarına özgü bır çeşıt 8 tekne. 4/ Ilaç... g "—diplennde açmış çiğdemlere benzer ı Bütün köy çocuklannı getırin buraya' Son bır ders vereceğım onlara'" (Ceyhun Atuf Kansu). 3 5/"Dermeçatma, abuk 4 sabuk" örneklerinde ol- duğugıbı, anlatınıı güç- lendirmek için sesçe benzer sözcüklerin üst üste kullanılması. 6/Yü- g maz Güney'in bır fıl- g mı... Çinkonun simge- si. 7/ 1600-1750 yıllan arasmdaki klasik sanatı ızleyen resım ve mimarlık bıçemi... Men. kalender ve babacan kimse. 8/ Özdemir Asaf'ın soyadı... Bır şeyin ıçındeki öz. 9/ Tuzlu hamurdan yapılan ınce ve uzun çubuk. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Alevı-Bektaşi ozanJan- nın tankatlarıyla ilgili şıirlerine venlen ad... Eski dilde kapı. 2/ Isımler... " — Güler": Fotograf sanatçımız. 3/ Tarih öncesine dayanan efsane... Kurutulmuş süt ürünü. 4/ Bir sayı... Japonlar'ın ulusal giysısi. 5/ "—- Tezo- nar": Heykelcimiz. 6/ Uyma, boyun eğme... Notada du- rak ışareti. 7/ Mezıyet... "—- Gardner": ABD'li sinema oyuncusu. 8/ Gözkapağına sürülen boya... Bır cins kü- çük taneli muşmula. 9/ Verme, ödeme... Itırlı bır bitki.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear