23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
24 TEMMUZ 1997 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 11 UYGARLIKLARIN İZİNDE OKTAY EKİNCİ 1984'te SÎT ilan edilen Prens Adalan, 13 yıldır Koruma Planı'na kavuşamadı Adalar'da 'plansız proje' kargaşasıIstanbul'un doğal ve kül- türel kimliğini öncelikle "dmginliğr ve zarafeti ile ta- maralayan "Prens Adalan", son zamanlarda birdenbire geniş bir "ilgi odağır> haline geldi. Ne var ki bu ilgi artık "yer- leşme" ya da "dinlence için riyaretetme" yönündeki ge- leneksel özlemlerle sınırlı değil. Adalar için "bir şey- ler yapma" ve buna bağlı "yeni projelerönerme" dal- gası var. Gün geçmiyor ki ba- sında bu tür "parlak kurta- na fikirierin" haberlerine rastlanmasın. Yine gün geç- miyor ki duyarlı İstanbullu- lar bizleri arayıp, "Bu düşün- ce Adalar için doğru mu?" diye fikrimizi sormasın... Yıllardır Adalar'ınaslın- da Istanbul'a ait güzellikle- rini bundan böyle artık Istan- bul'a karşı korumak için ça- ba gösteren Ada Dostlan Demeği bu "yeni dalga" karşısında kuşkulannı şöv- le dile getiriyor: "Acaba Is- tanbuTdan umudu kesenler, şimdi elde kalan bu son gü- zellik üzerinde mi kendilerv ni göstermek istiyorlar?_" Kimi duyarlı Adalılar da benzer kaygılannı "daha açık" söylüyorlar: "Acaba rantçevreleri, şimdi dekur- tancı ve kommacı bir imaj- la mı Adalar'a el atmak ni- yetindeler?.." Dogrusu, yine son zaman- lardaki ardı ardına günde- me getirilen konular, bu gi- bi endişeleri haklı çıkara- cak bir "yoğunhık" ve "çe- şıtülik" gösteriyor. Bunlar arasındaelbette ki "tümüyle iyi niyetii" olan ve hiç değilse Adalar'ın tstan- bul'a benzer bir saldırıya uğramaması için "önlemler almak" niyetinden kaynak- lanan önerilerde var. Ne var ki önem ya da tarih sırası gözetmeksizin şöyle bir alt aita yazıp baktığımızda. du- rumun "ciddiyeti" hemen kendisini gösteriyor. Son dönemlerde. duyariı ve "ilgili" çevrelerin "Ada- lar gündemini" bakın neler oluşruruyor: Sedefe imar: BÜVÜ- kada'nın güzel komşusu ve kardeşi olan SedefadasTnda yıllardır koruma altında bu- lunan imarsız kesim de ya- pılaşmaya açılmak isteni- yor. Bu yönde Belediye Meclisi'nin aldığı "tavsiye karan" neyse ki Koruma Kurulu'nu henüz etkilemi- yor. Büyükada'va cami: Belediye yük ıskelesi yanın- da, denizin doldurularak el- de edilmesi tasarlanan bir yere "büyûk bir cami" ya- pılması teklifı Haziran 1997 ayından bu yana tartışılıyor. Bu amaçla kurulan bir "der- nek"de var ve Büyükşehir Belediyesi'nden destek gö- rüyor... "En büyiik marina' Bir Ingilız fırması tarafindan önerilen ve projesi de bele- diyeye "armağan" edilen "Büyükada MarinasT. söy- lenene göre "Akdeniz'in en büyük yat limanı" olacak. Su iskelesinin olduğu yerde Adalardaki tarihi yerleşme dokusu plansız uygulamalann tehdidi albnda-. (Fotoğraf: OKTAY EKİNCİ) Eski bir ahşap ev; fayton. ağaçlar ve "Minibüs".. Adalar, bu sonuncu "yabancıdan" artık kurtulmak istiyor. (Fotoğraf: ERZADE ERTEM) • stanbul'un gözbebeği olan 'Prens Adalan' kültür ve doğa zenginliğini artık yine Istanbul'a karşı korumaya çalışırken, son zamanlarda da 'proje zengini' olmaya başladı. Ne var ki bunlar onaylı bir Koruma Planı'na dayanmadığından hem yasal değiller, hem de StT alanındaki plansız yapılaşmayı daha da özendiriyorlar... 'EnMrektyoldan' otomobiLIstanbul'un Adalargündeminde öne çıkan tartışmalardan biri de "akülü araç" konusu. Belediye ve kaymakamlık. öteden beri "mo- torlu araç yasağı" bulunan Ada- lar'da "zorunlu resmi hizmetkr içüı" tanınan ayrıcalığın da bundan böyle "akülii araçlaria" kullanıl- masını istiyor. Duyarlı ada sakin- leri ve Istanbul'u sevenler ise bu düşüncenin "tehlikeli bir geneUeş- meje" dönüşebilecegi endişesi için- de, akülü bile olsa araç kullanımı- na kökten karşı çıkıvorlar... Nitekim, benzer bir "endişe", 3 yıl önce Prof. Doğan Kuban baş- kanlığındaki Koruma Kurulu'nu da sarmış ve Büyükada'da bir "oto- mobil teşhir yeri" talebi üzerine 7.7.1994 tarihinde 6874 sayılı şu karan almıştı: "-herhangi bir şekildeotomobil ulaşunının Adalar'a da sokulması yönündeki tümgirişimlerin kuru- Rimuzca tehlikeS bir getişme olarak gözlendiğine, (_) kesinlikle motor- lu araçtan anndınlnuş olarak ko- runması gereken böylesi güzellik- te bir SİTin endirekt yoüarla bile olsa yine otomobillc bozulamaya- cağuun ilgililcre biidirilmcsine ka- rarverildL." Istanbul 3 Numaralı Koruma Kurulu'nun altını çizdıği "endi- rekt yoflar", Ada Dostlan Derne- ği üyelerinden ressam Tiraje Dik- tstanbui trafik kâbusundan bunahrken, Adalar sessiz ve dingjn yaşanu- nı hiç kuşkusuzotomobilyasağma borclu.. (Fotoğraf: OKTAY EKİNCİ) men'in gözlemlerine göre şöyle la bir araya gelen "Ada DostiarT devam etti: "Teşhiryerine izin ala- mayınca, dev bir Ford reklamı pa- nosunu Hevbeliada'nıntamönüne koyduiar. Tepkiler karşısında onu da kakürdıktan sonra Adalar'ı ta- nrtan turistik bir kitabın arka ka- pağını yine otomobil reklanuna ayırdılar. Şimdi de 400 akülü oto- mobfl siparişinden söz edüh'or. Bun- lann hepsi mi ambulans ya da it- faiye aracı olacak?-" Geçen cuma gûnü (18.7.1997) Büyükada'daki "Aya Yorgi" tepe- sinde düzenlenen akşam yemeğin- de, CHP ilçe örgütünün çağnsıy- da en çok bu soru üzerinde durdu- lar. Gerçi toplantıya katılan ve Ada- lar için bir "şans" olarak çok se- vilen Kaymakam Mustafa Farsa- koğhı yine duyarlı bir konuşma ya- parak; "Ben görevdeyken kimse Adalar'a otomobil sokamaz" de- mişti. Ama ne yazık ki toplantıya katılanlann ortak kaygısı, Farsa- koğlu'nun bir gün bu görevden ay- nlacagı, ama "otomobil lobisinin gj- rişimk'rinisürdüreceği 7 * gerçeğin- den kaynaklanıyordu... Akülü otomobil de içinde ol- mak üzere. son zamanlarda Ada- lar için üretilen tüm proje ve fikir- ler, bir bakıma "Avrupa gibi ol- mak" düşüncesine de dayandınlı- yor. Örneğin iskeledeki gazeteci- de satılan yerel gazete Yeni Ada- lar'ın Temmuz (1997) sayısında Belediye Başkanı Can Esen ve Çe- likGülersoy'un ortak programı şu sloganla tanıtılıyor: "Büyükada, Kapri'dcn güzel olacak»" Aslında Büyükada, Kapri'den zaten daha güzel. Zarif mimarisi, eşsiz doğası ve "otomobilsiz" >a- şamıyla, belki de eşi benzeri olma- yan bir güzel... Nitekim, 1992'de ilan edilen ve Türkiye'nın de -elbette- imzası bu- lunan Avrupa Kentsd Şarü'nda da' bu gibı bir güzelliğin korunabilme- sinin "sım" şöyle vurgulanıyor: "Yavaş ama kesin bir biçimde, otomobil kenti öldürmektedir. 2000Mİ > ıllarda arük> a kenti ya da otomobili seçeceğiz: çünkü ikisi bir arada olamayacak.-" (Madde 4/1) lşte bugünlerde Ada Dostlan, bu kentsel "şarün" bilincinde ola- rak "kenti", yani Adalar'ı seçiyor- lar. Avrupa'ya söylemde öykünüp uygulamada sözde "moderniz- me"(!) kapılıp gıdenler ıse Ada yollanna otomobil sokmanın "en- direktyoDannda" dolaşarak, kim- bilir, belkı de "hatah sollama" ya- pıyorlardır... planlanan marina için "pro- tokol" yapıldığı da belirtilı- yor... Prinkipo palas: Isa Tepesi'ndeki eski "Rum Ye- timhanesi'" olan ve adını Bü- yükada'nın Rumcadaki de- yişinden alan bu 100 yıllık otel binası da, tıpkı Agnidis Konağı gibi betonarmeye dönüştürülmek istendi. Oy- sa bu yapı, "Dünyanın en büyük eski ahşap binalan" arasındaydı... Beton 1 konaklar: Adalar'ın kültür zenginliği- ni oluşturan eski ahşap bi- nalar, "betona çevrilerek" yok ediliyor. Sözde 'restoras- yon' adı altında gerçekleşti- rilen bu uygulamalarda son olarak ünlü Italyan asıllı mi- mar D'Aronco'nun bir 'Art Nouveau' yapıtı olan Agni- dis Konağı da tarihten silin- di. Bunlann yerine inşa edi- len "betonarmetakttti'erde" ise yapı genellikle "büyüye- rek" yükseliyor... Yörükali plajl: İstan bul'un son kalan plajlann- dan biriyken B^ükşehir Be- lediyesı burayı kendi özel "kampı" yapmak için karar aldı ve harekete geçti. Ney- se ki idare mahkemesinin aldığı yürütmeyi durdurma karan ile şimdilik bu tehli- ke atlatılmış oldu... üniversfte Adası': Güzel SanatlarFakültesi'ni Büyükada'da kuran "Yedite- pe Üniversitesi", bu girişı- miyle Adalar'ı bir "üniver- site merkezi" yapmayı da düşünüyor. lrtibat Bürosu Anadolu Kulübü'nde çalış- maya başlayan fakülte için "bina inşaatına" nasıl ve hangi plana göre izin veril- diği ise hâlâ açıklanmış de- 'Viranbağ' söylen- tileri: Adalar'da yaşayan şair ve yazarlanmıza ilham kaynağı olan "ekşi üzüm- lü" ünlü Viranbağ da son günlerdeki imarbeklentile- rinin adı en çok geçen yö- releriarasında... Özel çevre koruma: Geçen Eylül (1996) ayında açıklanan "yeni özel çevre koruma bölgeieri ada>1an" listesinde. Istanbul'un Ter- kos Gölü ve çevresiyle bir- likte Heybeliadave Büyüka- da'nın da adı yer aldı. Eğer bu "niyet" ciddileşir ve hü- kümet karanna dönüşürse bu iki adanın tüm "imaryet- Idleri" Cevre Bakanlığı'na geçecek... ...ve Cülersoy'un programı: Bütün bu "proje ve fıkir karmaşası" içinde en popüler ve renkli olanlan ise hiç kuşkusuz Çe- lik Gülersoy'un gündeme getirdiği "Büyükada Prog- ramı". Gülersoy'un öncelikle Büyükada için öngördüğü "yeni işlev", İstanbul'daki tarih ve kültürturizmiyle de entegre olacak bir "kongre turizmi" merkezi. Program- da buna yönelik olarak "sa- nat merkederi", "kongresa- ravı", "kütüphaneler" vb. gibi tesislerin yanı sıra "cep sineması", "konser babçe- si", "faytonlara çekidüzen verilmesi", "kır kah\«teri" gibi hedefler de var... Proje çok 'plan' yok... Evet. Böylesine zengin bir imarve proje dalgası kar- şısında, deyim yerindeyse "neye uğradığını şaşırmış bir durumda" olan biteni izlemeye başlayan Adalar. 1984 yılından bu yana aynı zamanda tstanbul'un önem- lı bir "StF* alanı olarak be- lirlenmiş. 2863 (3386) sayı- lı KültürveTabiat Varhkla- nnı Koruma Kanunu'nun 17. maddesinde şu "hüküm" var: "Bir alanın Koruma Ku- rulu'nca SİTolarakilanı, bu aiandaki imar planı uygu- lamasını durdurur-." Madde şöyle devam edi- yor: "»Koruma Amaçlı İmar Planı >apdıncaya kadar, Ko- ruma Kurulu tarafindan bir a> içinde geçiş dönemi yapı şartian behrienir." Bu "geçiş" döneminin hangi aşamaya dek olduğu ise yine aynı maddede şöy- le belirleniyor: "İlgili vaİilikler ve beledi- \«ier, anılan koruma amaç- lı imar planını en geç bir yıl içinde Koruma Kurulu'na değeıiendirmek üzere ver- mek zorundadırlar»" 1983 tarıhli bu yasanın üzerinden 14yü, Adalar için 1984'tealmanSlTkarann- dan bu yana ise tam 13 >il geçti. Yasaya göre Adalar StT'inin en az "12 yıkür" Koruma Amaçlı tmar Pla- nı'na sahip obnası gerekiyor- du. Son zamanlarda yoğun- laşan her türlü yapılaşma ya da yeni imardüzenlemesiy- le ilgili öneri ve projelerin de aslında işte bu "Koruma Planı kapsamında" değer- lendirilmesi zorunluydu... Adalar, işte bu "plansız- hğın" yarattığı "bulanıkor- tam" yüzünden yıllardırko- ruma ilkelerine ve mimarlık kültürüne aykm bir imar sü- recinin de tahribatı altında. Koruma Kurulu'nun 1993'e kadar uygulanan "geçiş dö- nemi" koşulları, aslında bir planla belirlenmesi gereken yeni imar haklannı da vere- rek "kentsel ve doğal SİT dokusunu parçalayan" uy- gunsuz ömeklerin gerçek- leşmesine neden oldu. 1993 'te üyeleri değişen Ku- rul, bu sürece nokta koyarak "Plan olmadan yeni imar hakkıdayok"dedi. Nevarki Kurul'unbu ke- sin tutumunarağmen,Ada- lar'daki "imarcıveinşaatçı" çevreler -plansız>-apılaşma- nın ranünr öylesıne benım- semişlerdi ki Koruma Planı yine sonuçlandınlmadı. Böylece, tam bir kaos ve karmaşa ortamında bugün- lere dek gelindi... Şimdi, Adalar için yeni proje üreten ya da önerilen projeleri destekleyen veya eleştiren tüm duyarlı kişi ve kurumların, öncelikle şu "plansıztığa" son vermele- ri ve Koruma Planı gerçek- leşmeden her türlü imar ve yapılaşma düşüncelerini "er- telemeleri" gerekıyor. Vaktıyle "kaİKiçüidnlik- lere" neden olan geçici imar koşullanna yeniden bel bağ- lamak, öngörülen program- lar ne kadar iyi niyetli ve "güzel" olursa olsun sonun- da Adalar'ın "plansıztahri- babna" hizmet edecek. Bu- nun sorumlusu ise yasal gö- revliler kadar, "bu gerçeği bilenler" de olacaklar... Ünlü sanatçılann yapıtlan, eldivenlerde, masa örtülerinde, tişörtlerde, takvimlerde.., i HaydiMondrian eldivenlerinelf Kültür Servisi - Piet Mondrian. çağımızın en etkin sanatçılanndan binydi. Geometrik soyut- lamanın usta sanatçısı, yalnızca başka sanatçı- lan etkilemekle kalmadı; mimarlara, grafık ta- sanmcılara ve fınn eldiveni imalatçılanna esin kaynağı oldu. Fınn eldivenlerine şaşırmayın; Mondrian, günümüzde ticari anlamda en çok sömürülen sanatçılann başında geliyor. Lond- ra'da Tate Galeri'de önümüzdeki hafta içinde açılacak geniş kapsamlı Mondrian sergisi dola- yısıyla, fınn eldivenlerinin yanı sıra bisiklet el- divenlerine ve daha kim bilir kaç tür ticari eş- yaya 'Mondrian tarzı' uygulanacak. Müze ve ga- lerilerin para kazanmak için son yıllarda el at- tığı 'hediye endüstrisi'nin bir sonucu bu: Mond- rian'ın resimleri galeride, 'Mondrian hediyelik- leri' ise müze mağazasında... Belki de kaçınılmaz bir süreç bu... Büyük ye- tenekler, ister istemez öteki sanatçılan etkili- yorlar, bu etki zaman içinde daha farklı alanla- ra yayılıyor. ticari tasanmcılann desenlennde. grafıklerinde ya da filmlerinde kendini göste- riyor. Ünlü ressam Constable'ın peyzajlannı fular- larda, masa örtülerinde hatta bulaşık bezlerin- de görmeye alıştık. Türkiye'de de satılan Mo- net adres defterleri, Van Gogh tişörtleri, Mag- ritte ajandalan bir yana, ünlü sanatçılann re- simlerinin kartpdstallan tüm dünyada milyon- larca alıcı buluyor. Bazı yapıtlar, zaman içinde - sözgelimi Ho- kusainın Büyük Dalga'sı. Leonardo Da Vîn- ci'nin Mona Lisa'sı gibi - halka mal oluyor. Re- simlerini çocukJan gibi gören ve yaşamının son döneminde kendi yapıtlannı müzayedelerden satın alan Turner'ın yapıtlan, ölümünden son- ra halkın malı olmuştu. Şimdi bu resimler, ge- leneksel bisküvi tenekelerinde ve çikolata kava- nozlannda sergileniyor ve geniş kitlelere ulaşı- yor!.. Müze sûpermarkete dönüşünce- Bu ticari istismar. elbette ki 'Idtsch' bir olgu; ama. sanatçılann şöhretini kötü yönde etkiledi- ği pek söylenemez. Masa örtülerine, tişörtlere desen olmuş resimlerin aslı, özgünlüğünü ve büyüsünü koruyor. Ne kadar çoğaltılırlarsa ço- ğaltılsınlar, kendi değerlerinden bir şey yitirmi- yorlar. Öyleyse büyük sanatçılann, değerli ya- pıtlannın bu ticari istismara bağışıklığı olduğu söylenebilir belki. Oysa aynı şey, müzeler, ga- leriler ve hatta sanatseverler için geçerli değil. Sözgelimi Londra'daki ünlü Victoria&Albert Müzesı, sergileme mekânınm oldukça geniş bir alanını bir müze mağazasma dönüştürmüş. Bu müze mağazasının bugün adeta bir 'sûpermar- kete dönüştüğü' söyleniyor ve sanat dünyasın- da sık sık alay konusu oluyor. Öte yandan, müzelerin zaman içindekı deği- şimine baktığımızda, bugün artık müze mağa- zalan, kitapcılan, lokantalan ve kahve- leriyle daha geniş kitleleri çektiği. ade- ta birerbuluşma mekânı olduklan ve bir zamanlann elitist tavnndan vazgeçtik- leri gönîlüyor. Tabii tüm bunlar. özel- likle devletten sınırlı yardım alan mü- zeler için önemli bir maddi gelir de oluşturuyor. Ayrıca bu mağazalar- dan bazılan, gerçekten çok kalite- li 'sanat hediyeliklerT sunuyorlar. New York'taki Modern Sanatlar Müzesi yada Paris'teki Louvre, bu alanda başı çekiyor. Buralar- da satılan hediyeliklerin çoğu, sanatçılann danışmanlığında üretiliyor. Ama biz yeniden Mond- rian'ın fınn eldivenlerine dönelim... The Guardian gazetesındeki yazısında Jonathan Glancey, "Ben- ce bu eldivenler aslında kitsch değil" dıyor. "Evi- ni aşın derece temiz tu- tan, geometrik bir düzen için- deyaşayan Mondrian'aespriM bir bakış.» Mondrian'ın fırındaki yahniyi bizler gibi pis, eski bir bulaşık bezivle tutarak çıkardığını ha\al edebi- liyor musunu/? Mümkün değü!" ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Saray Düğünleri ve Demokrasilerin 'Birinci Adam'lam... Demokrasinin beşiği olan antikçağ Atina demok- rasisinde, site halkının oylanyla belli dönemler için işbaşına getirilen yöneticilerden en önemli beklen- ti, halkın birinci adamı olduklannı asla unutmama- lan, iktidar sarhoşluğuyla giderek kendilerini halk- tan başka kişiler olarak görmeye kalkışmamalany- dı. Bu anlayış antikçağ Yunan demokrasisinin öyle temel bir ilkesine dönüşmüştür ki, Atina'yı -her de- fasında yeniden seçilerek- otuz yıl gibi uzun bir sü- re boyunca yöneten ünlü devlet adamı Perikles, ik- tidannın son yıllannda: "0, hep halkın birinci ada- mıydı" sözünü en büyük ödül saymıştır. Antikçağ Yu- nan demokrasisinin bu temel ilkesi, demokrasinin tarihi boyunca geçerliliğini hep korumuş, demokra- silerin başansı ya da başansızhğı hep halkın seçtik- lerinin sonuna kadar halktan olmayı sürdürebilip sürdürememelerine bağlı kalmıştır. Biraz üzerinde düşünüldüğünde, bu ilkenin hal- kın kendi seçtiği vekiller aracılığıyla yönetilmesi olan demokrasi açısından taşıdığı temel önem, kendili- ğinden anlaşılır. Seçilenler, ancak kendilerini seçenlerie bir ya- şam anlayışını paylaşabildikleri ölçüde, asıl büyük kitle olan seçenler ya da seçmenler kitlesinin sorun- lannı ve bunlann çözümlerinı kavrayabilirler, kısaca- sı, gerçek anlamda onlardan olabilirler ve her ba- kımdan onlann temsilcisi kimliğini koruyabilirler. Seçilenler, ancak görevleri gereği hep kamuoyu- nun odak noktası olduklannın, bu nedenle de ister istemez birer örnek adam kimliğini taşıdıklannın bi- lincine varabilirlerse, kendilerine halk tarafindan ve- rilen vekâletin bütün gereklenni yerine getirebilirler ve her türlü toplumsal yozlaşma olasılığına karşı en sağlam güvence olabilirler. Buna karşılık yine seçilenler, 'seçilmiş olma ko- numu'nu "halktan biri olarak halka hizmet etme" fır- satını kazanmaktan öte şeyler için, ömeğin seçilmiş- liklerinden türettikleri soyut bir farklılık için çıkış nok- tası yapar ve sonuçta bizler ve onlar aynmını güt- meye koyulurlarsa, hangi açıdan olursa olsun, sür- dürdükleri yaşamın ve bu yaşama egemen bakış açı- lannın halkınkilerle olan iiintileri giderek gevşerse, or- taya böyle bir aynlığın faturasını hep demokrasi an- layışının ödemesi gibi çok zararlı bir sonuç çıkar. Bir demokrasi uygulaması için düşünülebileceken büyük tehlikelerden biri, seçilenlerin kendilerini yu- kandaki anlamda halktan ayn tutmalannın bir gele- neğe dönüşmesiyle seçmenlerin de zaman içerisin- de bu geleneği benımsemeleri ve sandık başlanna gidilendönemlerindışında, "devletkatlannda"olup bitenlerin karşısında belli bir umursamazlığı sergi- lemeleridir. Bir başka önemli sakınca ise, devlet kat- lannda "devletliler" tarafindan sergilenen yakışıksız davranışlann bile zaman içerisinde halkın gözünde yakışıksız olmaktan çıkıp, bir "olması gereken "e ya da "gıpta edilen'e dönüşmesidir. Türkiye'deki demokrasi uygulaması boyunca, "devlet adamlığı" ile "halkın birinci adamı" sıfatla- nnı kişiliklerinde gerçek anlamda birleştirebilmiş bir- kaç kişinin dışında iktıdara gelenlerin, dahası mil- letvekili olanlann davranışlan, genelde hep bir sa- ray geleneğini sürdürmek olmuştur. Bu geleneğin öngördüğü inanca göre halk, kapı- kulu konumundadır; halkın ne zaman ne ölçüde ne- leri yaşamasını, istemesini ya da istememesini sap- tamak yetkısi ise hep "yukanya" aittir. Halka düşen birincil görev, haddini bilmek'tiû Demokrasi adıyla sürdurülegelen saray geleneği- nin en gösterişli biçimleri alması, "ben, zenginlerise- verim", diyerek tutumunu açık ve seçik ortaya ko- yan Turgut Özal ile birlikte başlamıştır. Son yıllar- da özellikle Istanbul'da düzenlenen saray düğünle- rinden ya da Ankara'nın lüks otellerinin havuzbaşı düğünlerinden devlet adamlannın eksik olmamala- n, bu uygulamanın yeni bir aşamasıdır. Kimi illerin- de insanların ekmek kapıştıklan bir ülkede, Lale Devri'nin kaplumbağa sırtlanna mumlann dikildiği Sa- dabad âlemlerini andıran havai fişekli, beyaz güver- cinli saray düğünleri yapmak ve bu düğünleri, yine böyle bir ülkede, kimi gazetelerin ön sayfalannda renk- li resimlerle halkın gözüne sokmak, ancak kendine "burjuvazi" diyen, ama henüz türediliğin en ilkel aşamalanndan bile kurtulamamış bir kesime yakn şabilecek bir gaflet olabilir. Ama o düğünlerden her kademeden "devletlile- rin" artık hiç eksik olmamalan, çok, ama çok düşün- dürücüdüri Ingiltere'nın yeni Başbakanı Tony Blair'in: "Birbaş- bakan olarak değeri 150 dolan aşan bir armağanı kabul edemem" gerekçesiyle çok değerli bir saati geri çevirmesi, basınımızda yalnızca bir "aynntı" olarak yer aldı. Zengin düğünlerine katılmanın, Batılı devlet adam- lannın özel uçaklarla yetişilecek "görevleri" arasın- da bulunmadığı da bilinen bir gerçektir. Devletlilerimiz, halkın sırtına en ağır zamlan bin- dirdiklerinin ertesi günü bile saray düğünlerine ko- şuşturmak, üstelik zamların neden gerekli olduğu- nu saray dekorlan içerisinde açıklamak gibi davra- nışlan bir yana bırakıp, böyle aynntılan önemsedik- leri gün, hiç kuşkusuz bizim de gerçek anlamda bir demokrasi kültürümüz olacaktır! Musee de l'Homme'da yangın • Kültür Servisi - Fransa'nın en önemli müzelerinden olan Musee de rHomme'da önceki akşam saat 21.00 sulannda bir yangın çıktı. Aralannda Fransız mimarisinin seçkin ömeklerinin de bulunduğu birçok tarihi eser, bütün çabalara karşın kurtanlamadı. Nedeni henüz belirlenemeyen yangın, iki patlama ile başladı. 21 itfaye ekibinin müdahele ettiği yangında iki kişi yaralandı. Yangın, müzenin alt katında Fransız Sinematek'i ve sinema müzesinin yer alması nedeniyle Fransız kültür zenginliğini pek çok açıdan zarara uğrattı. Yangın söndürme çalışmalan sırasında. 20'li ve 30'lu yıllardan kalma pek çok bobin ve ünlü yönermenlerin sinema müzesine bağışladıklan orijinal fılmlerden oluşan 2800 parçanın çoğu, sular altında kaldı. Yaklaşık 4 saat süren yangın söndürme çalışmalannı izleyen Fransız Kültür Bakanı Catherine Trautmann oldukça değerli eserleri kaybettikleri için çok üzgün olduklannı bildirdi. BUGÜN • RUMELİ HİSAR1 KONSERLERİ kapsamında Rumeli Hisan'nda saat 21.00'de Nilüfer dinlenebilir. • BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTES! StNEMA KULÜBÜ Murat Dikmen Salonu'nda saat 19.00'da 'Deniz Bekliyordu' isimli film gösteriliyor. • BEYOĞLU EMEKStNEMASJ'nda 12.00/ 15.00/18.30'2l.l5saatlerinde "Kızıl Oidipus' izlenebilir. • İFSAK'ta saat 19.30'da Banu Akgün ve Habibe Ünal'ın hazırladığı 'Bizim Gözümüzle' başlıklı saydam gösteri yeralıyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear