25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 2 NİSAN 1997 ÇARŞAMBA 14 KULTUR Eşref Üren doğumunun 100. yılında Ankara ve îstanbul'da iki sergiyle anılıyor Türk resıııiııiıı ana direlderinden birisi'ydi MURATURAL îstanbul'da doğan Eşref Üren, çocuk- luktan ılkgençlığe bır trajediyle aralanan kapıdan girmışti. IL Abdülhamhın "baş hafiyesi" FehimPaşa'mnoğluydu.Nışan- taşı'nda bir konakta, dadılar, mürebbiye- ler arasında dünyaya gözlenni açmıştı. Sa- ray çevresmde büyüyecekti. Altı yaşınday- dı, babası padışah tarafindan "ferik" ilan edilirken ona da "hiinkâr çavuşu" sanıy- la "üniforma" giydirip fotoğraf çekilmiş- lerdı. Fehim Paşa baskı ve zorbalıkla ıyi- ce pervasızlaşıp II. Abdülhamit'in kutsal müttefiki Almanlara da bulaşınca padişah onu Bursa'ya sürmek zorunda kalacaktı. Eşref Oren taşrayı ilk kez bu sürgünle ta- nıyacaktı. 1906temmuzunda II. Meşruti- yet ilan edıldiğinde Bursa Yenişehir'de ga- leyana gelen halk, babasını gözlerinin önünde lınç ettı. Olüm, savaş ve resim Babasmın trajık ölümü mutlaka onun kişilığinın olus,masında önemlı bır etki yapmıştı. Bu olay nedenıyle ve padişahın eski "hünkâr çavuşu" sıfatıyla hürriyete düşman olmamayı başaracaktı. Hürriyet- ten, hayattan ve insanlardan nefret etme- yecektı. Herzaman taşıyacağı yaşama se- vıncinı de belki bu trajediye borçluydu. tlk gençliği Balkan ve ardmdan 1. Dün- ya Savaşı koşullannda, maddi bakımdan oldukça zor geçtı. Istanbul ve Bursa ara- sında git-gellerle, Afitab-ı Maarif Rüşdı- yesi, Frere okulu. Galatasaray gibi değı- şik okullarda eğıtimıni sürdürmeye çalış- tı. Sonunda Bursa Zıraat Mektebi'ne gir- dı. Ancak bitıp tükenmeyen savaşta so- nunda sıra ona da geldi. 18 yaşındaydı. Öğrenciydi. Ama "mülazım-ı evvel" ola- rak askere alındı. Uzun bır eğitimden son- raÇanakkale'ye göndenldı. Mondros Mü- tarekesi'yle askerliği sona erdı. Artık sa- kin, dengeli ve alçakgönüllü bir çizgide ol- gunluk dünyasına yönelecekti. Gençlik rüzgârlannı çok çabuk savuşturacak ve kendisini oldukça erken keşfedecekti. Sa- vaş ona bir şey daha ögretmışti; ziraatçi olamayacağını... Bursa"da azade dolaşırken sonradan ho- cası da olacak İbrahim ÇaUı'yı resım ya- parken görmüş ve o anda ressam olmaya, hatta peyzaj resmi yapmaya karar vermiş- ti. Bundan sonra bütün hayatı resmin etra- fında örûlecekti. Bütün gelecek hayallerini silerek o za- manlar hiçbir geleceği olmayan Sanayı-i Nefıse'de okudu. Yaşı büyük olduğu için resmi öğrenci olamadı, ama 6 yıllık eğıti- mi tamamlayarak ressam oldu. Bununla yetinmedi, o dönemde bütün ressamlann edri Rahmi Eyüboğlu'nun 'Türk resminin ana direklerinden birisi'olarak değerlendirdiği ressam Eşref Uren (1897- 1984), doğumunun 100. yılında Îstanbul'da Milli Reasürans ve Ankara'da Iş Bankası sanat galerilerinde, 1-24 nisan tarihleri arasında düzenlenen iki sergiyle anılıyor. yaptığı gibi "hakiki" resmi öğrenmek üze- re Pans'ın yolunu tuttu. Lhote'un ögren- cisi oldu. Onu taklit etmedi, ondan hakikı resmi, yani resmın teonsıni ve kurallannı öğrendi. lstanbul ve Paris'ten sonra Tür- kiye'ye döndüğü zaman onu bekleyen, güçlükle, sınava girerek hak edebildiği bır "orta tedrisat resim muaJlimliğTydi. 1930'lu yıllann, Cumhuriyetin kurulu- şunun devrimci heyecanı içmde buna ıti- raz etmedi. Ve Anadolu'ya geçtı. Pans'ten sonra Erzurum... Karşılaştığı "kaügerçek- lik" elbette biraz hayal kınklığı yaratmış- tı, ama ressam olamayıp resım öğretmenı olmasını resme ıhanet gibi görüyor ve da- ha çok buna içleniyordu. Ancak kısa sü- rede böyle olmadığını anlayacak, hem res- sam hem de iyı bir resim öğretmenı ola- caktı. Bütün yaşamı boyunca Cumhuri- yete ve Anadolu'ya -sonra başkent Anka- ra'ya- bağlandı. Taşrada ve Ankara'da 38 yı! sakin, gös- tenşsiz bir öğretmen hayatı yaşadı. Öğret- menlikten aynlınca da Ankara'da aynı düzgün. alçakgönüllü hayat tarzını sürdür- dü. Israrla kendi resminin peşinde koştu ve gördüğü, duyduğu gibi resim yaptı. Uzun yaşamı nedeniyle, oldukça uzun bir süre Türk resmınin "duayeni" olabıl- mişti. Eşref Üren'in bu "giri" her zaman ilgi çekmiştir. Hayat gibi resme karşı da her zaman dü- rüst, açık ve ıçten olmuştu. Bedri Rah- mi'nin ifadesiyle resimlerinde en ufak bir çalım, bir fiyaka. bir firça oyunu yoktu. Hayatının hiçbir döneminde "dünyayıha- raca kesen akımlara, çok >akından izkdi- gi haide" kapılıp gıtmemişti. Gerçek res- min figüratif resim olduğuna inanmış ve alçakgönüllü bir "açık hava ressamı" ol- muştu. Ve bunu 87 yaşındayken bile uy- gulamış, her fırsatta dışanda sehpasını kurmuş, boya kutusunu açmış, tuvalinin başına geçmiştı. Resmin gerçek ilham kaynağının doğa olduğunu düşünüyordu. Eşref Üren kuşağı, Türk resminde izle- nımcilıği sürdüren Çallı kuşaği tarafindan yetiştirildi. Öğrenciler Paris'te Lhote'dan modern resmi tanıdıktan sonra lstanbul'a döndüklennde hocalanna tutum aldılar. Önce yadırgandı. ama kısa bir süre sonra Türk resmine modern resim anlayışlan, AvTupa'da eskimiş ve öncülüğünü 38 yıl geride bırakmış olsa da kübizm ve konst- rüktivizm gibi akımlarla gırdi. Eşref Üren bir anlamda kuşağına "iha- net" etmiş. O "Lhote tedrisne" rağmen kendi resmini sürdürecekti. Bu resim tar- zı. Türkıye'de Batılı anlamda ılk resmin ortaya çıkışıyla "primiliF'birbiçımde "fo- to gerçekçT bir üslup içinde başlayan, "as- ker ressamlaria" Batılı yağlıboya resmine ve teknılderine yaklaşan. tbrahim Çallı ku- şağının "izknimciliği* 1 ıle olgunlaşan "manzara ressamhğrydı. Bu bakımdan, bir anlamda, kendi kuşağımn reddettiğı hocalanmn ve onlann ızlenimciliğinin sürdürücüsü gibiydi. Ama esas olarak mo- dern bir ressamdı. Onun resimleri ve sa- nat anlayışı aynı zamanda eski kuşak izle- nimciliğin de köklü bir reddine dayanıyor- du. Çünkü belli bir akıma mal edilemeye- cek şekilde kendi resmini yapıyordu. Eş- ref Üren, kendi döneminde Avrupa'nın et- kısı ve esınine rağmen kendi yolunu izle- yen ılk birkaç örnek arasındadır. Üren'e gelinceye kadar (1930'lar) Batı tarzında Türk resmi, arkasında yaklaşık bir 100 yılı geride bırakmıştı. Bu süre için- de Batılı anlamda yağlıboya resmi yapa- bilecek bir temele kavuşmuştu. Eşref Üren, henüz sübjektif yönün, yani ressa- mın gözlem, izlenim ve duyarlığmı ken- dine özgü anlayış ve teknıklerle aktarma- sının çok ön plana çıkmadığı bir dönem- den sonra Türk resmini sübjektif bir açılı- ma doğru sürukleyen, soyut resim yapmak değil, ama yorumlama ve soyutlama aşa- masına doğru yönelten, ona kışilik kazan- dıran ilk öncülerden birisidir. 19Kasıml9frL. Ankara Radyosu Eşref Üren'le yapılan bir söyleşıyi yayımhyordu. Yıne yaşam- dan ve doğadan söz ediyordu. Sonra "87 yaşındayım. ama içim 8 yaşuıda bir çocuk gibi" diyordu. Oysao sırada rahatsızdı. Ankara Tıp Fa- kültesı Hastanesi'nde yatıyordu. Radyoda- ki yayından birkaç saat sonra durumu ağır- laştı. Doktorlann çabalan sürerken, o, ya- vaş bir sesle, "Uyumak istiyonım" dedi ve sonsuz uykusuna daldı. "Ben de Cenap Şahabettin ^bi ölüm- den değil elemden korkanm'. Bir iz bıra- kamamaktan korkaruiL Bu kubbede hoş birsadabırakamamaktan".demışti "Biz- de unutulmak olağandır", demışti. Sağlı- ğında "devlet ödülkri" verilmişti. Ama " Yanıldın Hoca, işte görüyorsun seni unut- madık" diyebılır miyiz? Ankara'da Kurtulus, Parkı'nı çok sev- mişti. Orada onu yaşatan bir şey var mı? Ölümünden sonra Ankara'da Ataç Sokak 54'3'teki giriş katındaki mütevazı evi- nLatölyesinı olduğu gibi koruyarak müze yapmak için dostlannın yaptığı çağnların, girişimlerin sonucu ne oldu?.. Yüzlerce resim yaptı. Çoğunu eşine dostuna armağan etti. Bunlann bır kısmı, belki de. resmin para ehnediği zamanlar- da kayboldu. Sağlığında arkadaşlannı bır bir yitirdıkçe, onlann unutulmaması için çırpınmıştı. Devlete onlann resimlerini toplaması, koleksıyonerlere müzelere ba- ğış yapmalan için sürekli çağnlar yapmış- tı. Ama arkadaşlannı sadece "fînken" de- ğil. yok olan, dağılan eserlenyle birlikte gerçekten kaybetmişti. Belki de bu yüzden "Bizde olağandır bu", demişti. Onun kaden farklı oldu mu? 'Amerika Amerika' yıllar sonra Türkiye'de h6.UlBSM ÎŞTAIIBÜL FİUH FESTİVAll Kültûr Servisi - Elia Kazan'ın 1963 yapımı filmi "Amerika Amerika'* Türkiye'de ilk kez gösteriliyor. Kazan'ın aynı adlı kitabından beyazperdeye uyarladığı Fılm. 19. yûzyılın sonunda Anadolu'da Rum ve Ermeni azınlıklar üzerindeki baskıya tanık olan bir Rum gencinin, önce lstanbul'a, oradan binbir zorlukla hayallerini kurduğu Amerika'ya göçünü konu alıyor. Yönetmenin kendi atalannın öykülerinden izler taşıyan filmi, genç Rum gencinin bu hayalini gerçekleştirme yolunda çektiği sıkıntılan son derece gerçekçi ve etkileyici biçimde aktanyor. "Kişisel ahlaki değeriere ve kültür mirasına sinemanın ettiği en olağanüstü tanıklıklardan biri"* olarak nitelendirilen *"Amerika Amerika". Elia Kazan'ın tüm yapıtlan içinde en çok sevdiği fılmlerinden biridir. Gerek dramatik yapısı, gerekse oyunculuğu açısından Kazan'ın öteki filmlerinden oldukça farklı olan "Amerika Amerika r> nın En lyi Siyah-Beyaz Sanat Yönetimi dalında bir de Oscar'ı bulunuyor. "Amerika Amerika" Fılmindeki oyuncular, son derece görkemli perfonnanslanyla dikkat çekmişlerdir. Hayalinin peşinde, inanılmaz badireler atlatan genç Rum delikanlıyı canlandıran Stathis GiaUelis. beyazperdede canlandırdığı bu ilk rolüyle sinemaya parlak bir geçiş yapmıştı. Kahramanın gizlıce nişanlandığı. sade ve iddiasız genç kız rolünde LJnda Marsh ve onun sefa peşinde, rahatına düşkün babası rolündeki Paul Mann ve özellilde kötü adam rolündeki Lou Antonio da bu filmde unutulmaz kompozisyonlar çizmişlerdi. Elia Kazan'ın Türkiye'de "Türk düşmanhğı yapüğı" gerekçesiyle gösterilmeyen fılmini, kendi değerlendirmenizi yapabilmeniz için kaçırmayın deriz... 80'tiyüların en önemli sinema oktyı • Kieslowski tarafindan uzatılıp 'Öldürme Üzerine Bir Film' adıyla uzun metrajh hale getirilen "Öldürme" Slawomir Idziak'ın görüntüleriyle Dekalog'lann bizce en iyisi haline dönüşmüş. CUMHUR CANBAZOĞLU Rejim karşıtlannı savıınmasıyla ünlenmiş Polonyalı avukat Knrysztof Piesiewicz'in deneyimlerinden doğan on öyldinün oluşturduğu "Dekalog"lann beş ve altıncı bölümleri var bugünün programında. Rahatlıkla 6OT1 yıllann en önemli sinema olayı diye değerlendirebılecek Kieskmski'nın "Dekak)g"lannda, bir saati aşmayan ve iki üç kişinin etrafinda şekillenen basit anlatım, yenen ve yenilenin olmaması, dengenin iyi sağlanması, müzik ve montajda hep aynı isimlerle devam edilmesine karşın her bölümün değişik görüntü yönetmenine çektirilmesi altı çizilmesi gereken özellikler. Dekalog 5, Varşova sokaklannda amaçsızca gezinen Jacek'in görüntüleriyle başlıyor. Bır süre sonra taksiye binen Jacek, kafasına esince kalkıp taJcsiciyi öldürüyor. Polis cinayeti çözüyor ve yargı savunma avukatının çabasına karşın, gence göze göz dişe diş bir ceza veriyor. Katolik dininin on emrinden yola çıkan Dekalog 'un bu bölümündeki emir "ÖMiinne.'" Daha sonra Kieslovvski tarafından uzatılıp 'ÖkJürme Üzerine Bir Film' adıyla uzun metrajh hale getirilen bu yapıt, Slawomir Idziak'ın görüntüleriyle Dekalog'lann bizce en iyisi haline dönüşmüş. Dekalog6 ise yalnız çocuk Tomek'in öyküsü. Her gece dürbünle komşusu Magda'yı gözleyen ve onu arzulayan Tomek, sonunda kadını elde ediyor, ama yatakta başansız olunca intihara kalkışıyor. 'Aşk Üzerine Bir Füm' adıyla uzatılan bu bölümü, o>oınculann çok iyi performansı sürüklüyor. Bizce 5. ve 6. öyküler Dekalog'lann can alıcı bölümü. İlk dört tanesini izlemeyenler bu ikismden başlayabilırler. Bir 'kaybederf öyküsü MURATÖZER Festivale katılan Türk filmlerinin makûs kaderidir az izleyiciye oynamak... Bazılan daha önce gösterime girdiği için belli sayıda izleyici sayısma ulasTnışlardır, ama birçoğu henüz gösterime girememiştir, belki de hiç giremeyecektir. Bu filmlerin yapımcılannın festivale katılmalannm temel amacı, yapıtlannı yabancı konuklara, festival yöneticilerine tanıtma sevdasıdır. Onlar da bilirler, festival izleyicisinin eğiliminin yabancı filmlerden yana olduğunu, sınırlı sayıda izleyiciye ulaşacaklannı. Bir de ulusal yanşmanın sonuçlan açısından önemi vardır yerli film gösterimlerinin. Özellikle daha gösterime girmemiş yapıtlann, tanıtımlannda kullanacaklan bir malzemedir burada kazanacaklan ödüller... "Tabutta Röveşata" da festivalin "Ulusal Yanşma" bölümünde gösterilecek filmlerden biri. Derviş Zaim'in ilk yönetmenlik denemesi olan yapım. "küçûk" bir film olmamn bütün avantajlannı alabildiğine iyi kullanmayı bilen bir yapıya sahip.Soğuk kış günlerinde geçer film... Isınmak için otomobil hırsızhğı yapan, çaldığı otomobileri daha sonra yerine bırakan bir hırsızla tanışınz. Adı hırsızhkla anıldığı için her çalman otomobilde polis kapısına dayanır. Kaptsına dedik ama, dayanılacak bir kapısı bile yoktur bu hırsızın, evsiz barksız biridir o. Balıkçı arkadaşlan yardım eder zaman zaman. bir süre de kahvehanede konaklar. Hatta orada çalışmaya bile başlar. Her gün kahvehaneye gelen eroinman kızsa onun için tek "güzel" şeydir... Kusursuz bir performans Derviş Zaim, sınırlı olanaklarla çektiği bu ilk filminde bir "kaybeden"in öyküsünü anlatıyor. Ahmet Uğurlu'nun kusursuz bir performans sergilediği bu rol, özellikle Avrupa fılmlerinde ya da bağırnsız Amerikan yapımlannda zaman zaman karşımıza çıkan kimi tipleri anımsatıyor. Bir insanın koşullar ne olursa olsun yaşamla bağını bir şekilde sürdürebilmesi gerektiği Ü2^rinde kafa yoran yönetmen, fılmin kimi anlannda umutsuzluğun sarmalına kendini kaptırsa da özellikle "önü açık" finalde umuda bir kapı aralamayı başanyor. Geçen aylarda sinemalarda gösterilen "Tabutta Rö\«şata", Türk sinemasının da koşullan zorlayarak bir şeyler yapabileceğini kamtlıyor adeta... (74 dakika) B U C Ü N EMEK: Ne Kadar Uzak O Kadar Yakın (12.00- 18.30), Amerika Amerika! (15.00-21.30) FİTAŞ-1: Dekalog 5-6 (12.00-18.30),O (15.00- 21.30) FtTAŞ-3:Ali( 12.00), Ölü (15.00-21.30), Tabutta Röveşata (18.30) FÎTAŞ-5: Kısaltma (12.00-18.30), Erotik Öyküler 11(1) (15.00- 21.30) REKS: Yol Arkadaşı (12.00), Baştan Çıkancının Güncesi (15.00), KaprisliYaz (18.30), Samanyolu (21.30) Tühııtta Röveşata" Y A R I N EMEK: Gece tnerken (12.00-18.30), Daima Mozart (15.00-21-30) FİTAŞ-1: Dekalog 7-8 (12.00-18.30), Bir Suçlunun Yaşamı (15.00-21.30) FÎTAŞ-3: 3 Arkadaş (12.00), Zıkkımın Önü (15.00), Işıklar Sönmesin (18.30), Bütün Kapılar Kapahydı (21.30) FÎTAŞ-5: Benim Küçûk TathKöyüm(12.00- 18.30), Erotik öyküler II (2) (15.00-21.30) REKS: Şişman( 12.00), Yolculuk( 15.00), Öksedeki Tarla Kuşlan (18.30), Seni Sevmeyeceğim (21.30) DEFNE GOLGESİ TURGAY FtŞEKÇİ Bir Kent Nasıl Biiyür? Türkân Şoray'ın çağrılı olması nedeniyle bu yılki Creteil (Kretey) Kadın Filmleri Festivali bası- nımızda geniş yer buldu. Creteil, Paris'in son on-on beş yılda oluşturu- lan yeni kenar semtlerinden biri. Istanbulumuzun Aycıları ya da Sultanbeylisi gibi. Marne Irmağı ile Seine arasındaki bu toprak- larda eskiden yalnızca kent dışında yaşamak is- teyenlerin ırmak kıyılarına yaptırdıkları güzel ev- lerle küçük mahalleler bulunurmuş. 1970'lerde artan nüfus baskılarıyla bu yöre, toplu konutlara açılmış. Çoğunluğunu "stüdyo" denilen küçük dairelerin oluşturduğu yüksek ya- pılar ortaya çıkmış. Doğal ki beraberinde altyapı- sı da hazırlanmış. Önceleri Alfortville'deki Veteri- ner Okulu'na dek gelen metro hattı, Creteil'e dek uzatılmış. Metronun son durağında içinde Carre- four mağazasının da bulunduğu. bir kente yete- cek denli büyük bir alışveriş merkezi kurulmuş. Yeni yolların, parkların yapımı ise günümüzde de "çevreyi rahatsız etmeden" sürdürtilüyor. Uygarlık, ileri bir kültür düzeyine ulaşılamadan gerçekleşemiyor ne yazık! Bunu yeryüzünde en iyi anlayabilmiş ülke belki de Fransa. Üstelik ge- len geçen iktidarlara göre değişmiyor bu anlayış. Kültür ve eğitimle ilgili bütçeleri ve kadroları, yük- sek düzeyde bir kültür toplumu yaratma amacı- nayönelik. Bu nedenle Fransa'da lise bitirmiş bir gençle Flaubert'in romanı üstüne de tartışabilir- siniz, Lacan'ın felsefesi üstüne de. Eğitimin sü- resi de niteliği de yeterlidir insanı insan yapma- ya İşte koskoca kültür kenti Paris'e bir kenar ma- halle kurulurken bile işin küttür boyutu en başta düşünülüyor. Her yıl düzenlenen Kadın Filmleri Festivali'y'e de bu yeni kurulan semte bir kişilik kazandırılması amaçlanmış. Özel konusuyla da geçen yıllar içinde dünya sinema çevrelerindeta- nınan bir festival olup çıkmış. Bir kente kişilik veren öğelerden biri de üniver- site elbette. Burada yeni bir yerleşim kurulurken Paris'in XII. üniversitesi olan Val de Marne Üni- versitesi de burada kurulmuş. Belediye yönetimi, Creteil'e ressamlan çeke- bilmek için onlara ücretsiz atölyeler vermış, yeter ki geltp burada çalışsınlar, kültür hayatına bir can- lılık getirsinler diye. Bu ressamlardan binyle rast- lantı sonucu tanışmıştım. Adı Alex Turbant'dı. Ülkemizdeki sanatçılarta karşılaştırdığımda inanıl- maz bir alçakgönüllülük içinde bulmuştum ken- disini. Daha çok gravür baskılar üstüne çalışıyor- du. Ağzından, yaptığı işi öven tek bir sözcük duy- madım. Ne kazandığı, kazanacağı paralardan ne de sahip olduğu, olacağı taşınmazlardan söz et- ti. Paris'in eski mahallelerinden biri olan Bellevil- le'deyalınlığıyla beni büyüleyen bir apartman da- iresinde oturuyordu. Anneannesinden öğrendiği yemeklerle ağırlamıştı bizi. Her gün Creteil'deki atölyesine bisikletle gelip gidiyordu. Güzel haya- tı bana hiç parlak görünmemişti; bu hayatı değiş- tirmeyi düşündüğüne dair bir izlenim de bırakma- dı bende. Eğitim ve kültürün yani sıra toplumların ayna- ları olan kuruluşlardan yargıya da Creteil'de ayrı bir önem verilmiş. Adliye sarayı, ilginç dış mima- ri yapısının yanında, yargının açıklığını simgeler- cesine cam bölmelerden oluşan salonlarıyla ora- ya yolu düşen herkeste adalet ve güven duygu- su uyandıracak biçimde düzenlenmiş. Burada bir gün bir Alman gezgin yolumu kes- ti. Elinde 1960'larda basılmış bir gezi kılavuzu vardı. Kitaba göre bulunduğumuz yerde bir kam- ping olması gerekiyordu. Kendisine burasının ar- tık bir kent merkezi olduğunu söyledim. Bütün bunlar doğal ki güçlü bir kamu yöneti- minin varlığı sonucu. Ülkesini seven, onun çıka- rının ve geleceğinin nerede olduğunu bilen, gün- lük kolaylıkların uzağında bir kamu yönetiminin. Ulusal Kütüphanesi'neyeni biryapı gerektiğin- de, Paris'in merkezinde, Seine Nehri kıyısındaki geniş bir arazi parçasına, eğlence ya da iş mer- kezi olduğunda kazandıracağı paranın sınırı yok- ken bu tür tasarılara yüz vermeyıp yeryüzünün en gösterişli kütüphanesini yapmak için -açılmış ki- tap biçiminde, iç yüzleri birbirine bakan, yirmi iki- şer katlı dört yüksek yapı- bizim tanıma talihimizin olmadığı yöneticilere sahip olmak gerek. Eurimages yönetim kurulu toplantısı nisanda Îstanbul'da Avrupa sinema zirvesi Türkiye'de ANKARA (ANKA) - Türkiye, Avrupa sineması zirvesine ev sahipliği ya- pacak. Avrupa ülkelerinin sınemacılanna ve sinema salonlanna maddi destek veren Eurimages (Avrupa Sinema Birliği Fonu) yö- netim kurulu toplantısı 14- 16 nisan tarihleri arasında Îstanbul'da yapılacak. Merkezi Strasbourg'da bulunan ve Amerikan si- nemasınm dünya sineması üzerinde kurduğu egemen- liğin kınlabilmesi amacıy- la Avrupa ülkelerinin fılm projeleri ve sinema salon- lanna maddi destek sağla- yan Eurimages'ın yönetim kurulu toplantısı The Mar- mara'da yapılacak. Türk sinemasına destek açısın- dan büyük önem taşıdığı belirtilen toplantı, Kültür Bakanlığı'nın ev sahipli- ğinde gerçekleşecek. 12 nisandan itibaren Türkiye'ye gelecek olan Avrupa sineması temsilci- leri, Topkapı Sarayı, Aya- sofya ve Sultanahmet Ca- mii başta olmak üzere ts- tanbul'un tarihi ve kültü- rel yerlerini ziyaret ede- cek. Konuk sinemacılar, Eu- rimages'ın maddi destek verdiği ve izleyici rekoru kıran. Yavuz Turgul'un 'Eşkrya' adlı filmini de iz- leyecekler. Eurimages, 1990 yılın- dan bugüne kadar ortak yapım olarak 25 Türk fil- mine, 4 belgesel filme. 31 fılm dağıtımına ve 6 sine- ma salonuna 37 milyon Fransız Frangı destek sağ- ladı. Eurimages son iki yılda altı Türk filmine maddi destek verdi. 1995 yılında yönetmenliğini ve yapım- cılığını Tunç Başaran'ın yaptığı 'Sen de Gitme' fil- mine 1.4 milyon Fransız Frangı, Ersin Pertan'ın Kuşatma Aründa Ask' fıl- miyle Mustafa Alüoklar'm 'tstanbul Kanadanmm Al- tında' adlı filmlerine 1.2 milyon Fransız Frangı des- tek sağlandı. Eurimages geçen yıl 'Ağır Roman'a 1.4 milyon. Ömer Ka- vur'un 'Akrebin Yolculu- ğu'na 1.1 milyon, Atıf Yrt- maz'ın 'İstanbul'u An> f o- rum' filmine 1 milyon ve son olarak Türk-Alman- Hollanda ortak yapımı olan, Yeşim Lstaoğlu'nun 'Güneşe Vblculuk' adlı fil- mine 1.1 milyon Fransız Frangı destek \erdi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear