23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 6 AĞUSTOS 1995 PAZAR 14 KULTUR Işık Doğudan Yükselir...ve türküleri artık köylüler, halk ozanlan değil, Batı'yı özümsemiş şehirliler yapıp söyler! Ağlama diye diye ağLatan müzik ZEKİ COŞKUN Önce Mustafa Sandal. "Hakkari'yi salladı". sonra Tarkan "Diyarbakır'ı fethetti''...Vederken 17Tem'muz 1995 pazartesi günü "Türkiye'nin en çok iz- lenen haberbüfteıü"" ATV anahaber ku- şağinda o büyük lansman gerçekleşti: Işık Doğudan Yükselir! Mirkelam. "bu yüzden her gece" bu- ralarda-ülkenin batısında- koşadursun. lstanbul caz geceleri yaşayadursun, stadyum ve saton konserlerinde Sting rûzgarlan. Rod Stewart fırtınası. Liza Minelli meltemı esedursun. yerli pop- çular Dogu'ya sefer eylesin... Türk popunun "droTsı Sezen Aksu, son albümüyle "evrenseT (\e de milh) bir gerçeğı dıle getiriyor: Işık Dogııdan Yükselir. Bu ne demek? Galibaşu: SakallıCelarinyüzyılön- cesinde Türk düşünsel-siyasal yaşamı için söylediği şimdilerde müzik alanm- da yaşanıyor. Cstat hal ve gidişata ba- kıp. "Batı'yagkk-ntrende Doğu'yadoğ- nı yol ahyonız" buyurmuştu. Âma bu kez tersine gıdiş. elde olmayan neden- lerle Doğu'ya çakılıp kalma söz konu- su değil, iradi bir seçim var. Sezen Ak- su-onun şahsında Türk popu- Batı 'ya gitmek için Doğu'yadönüyor. tş sadece Batfya açılmak değil. yüzünüzü Do- ğu'ya döndüğünüzde. sesinizi-rotanızı oraya göre ayarladığınızda birçok şeyi bir arada yapıyorsunuz. Örneğin, "Batı"nın sesi-nefesi pop'u. yerlileştiriyor. yerelleştiriyorsu- nuz. Tersi de geçerlı: Yerliyi batılılaş- tınyor; modernize ediyorsunuz. Bunlar önemli. Meselapazann genişlemesi gi- bi. Daha da önemlisı, Batı'dan Doğu'ya bakıyorsunuz. Bakmakla kalmıyor, Doğuyu "BatılT olarak zaptediyor, yağmahyorsunuz. Ki, çok daha önem- li. Bunlar iyi mi. kötü mü tartışma ko- nusu. Ama Sezen Aksu Productıon mü- zik alanında gerçekten önemli şeyler yapıyor. 1980'lerden beri yaşanan. 199Ö'lar pop patlamasıyla donığa ula- şan sürece bir anlamda damga basıyor. bir anlamda nokta-belki üst üste iki nokta-koyuyor: Pop'un ötesine geçiyor. Kehanet sayılmayacak bir saptama şimdiden yapılabilir: Nasıl eski "Sezen soundu"nun türevleri (başta talebeler Aşkuı Nur Yengi YJdız Tilbe, Sertab Erenervb) varsa. doğudan yükselen ışı- ğın da izleyicilen (üstelik talebeler de- ğil, belki taklitçiler) çıkacaktır. Kaldı ki, Sezen'in yöneldiği yakaladığı "do- ğudan yükselen ışık"motifi de yeni de- ğil. Örneğin Zülfü Livaneti nın 20 yıl öncesinden başlayan ve Batı'dan Do- ğu'ya uzanıştaki Doğu'yu Batı'ya su- nuştaki öncülüğü gözardı edilemez. Ama bu seferkı (Sezen'inki) konumla- ma-sunum biçimiyle de, konjonktürel karşılığıyla da farklı, özgül. Dolayısry- la etkilen, sonuçlan açısından süreci izlemek gerekecek. Işığın ve müziğin gücfl Şenlik ve şiddet bir arada yaşanıyor. Isparta'nm Senirkent ılçesınde yüzeya- kın insan temmuz ortasında sele gitti. Çamura bulanarak boğuldu. Kalanla- nn evi, eşyası gitti sele. Temmuz sıca- ğında ve 1995'te. O sıra "demokratik- leşme" babında anayasa değişikliği oy- nanıyordu mecliste. Ve memur sendika- lan, daha da evveli dinin nasıl tanımla- nacağı, nasıl yaşanacağı tartışmalany- la anayasa değişikliği kilitlendi. Üstü- ne sel afeti geldi. Herbiri şiddetin kendisi! Ve tam da bunlann üstüne (bunlann //eı.enuzpıyasaya çıkmamış bir müzik çalışmasının TV anahaber bülteninde yer alması, Türkiye'de ilk kez yaşanmaktadır. Sel görüntülerinin üstüne Sezen Aksu'nun sesi bindi. 1960'lann ortasında (demek 30 yıl önce) Doğulu bir aşığın kendi halinde saza döktüğü ezgiler bir başka ağızda, bir başka konjonktürde bambaşka anlamlar kazandı. 'aımi'nin "Ne ağlarsın benim zülfü siyahımı Bu da gelir bu da geçer ağlama" gibi tevekkül (ve tabii çaresizlik) telkin eden türküsü, bir anda "her zamankinden çok ihtiyaç duyduğumuz birlik ve bütünlük" ilahisi haline geldi. aktanldığı haber bülteninde) Işık Do- ğudan Yükselir'ın ilk lansmanı yapıl- dı...Henüz piyasaya çıkmamış bir mü- zik çalışmasının TV anahaber bültenin- de yer alması, Türkiye'de ilk kez ya- şanmaktadır. Sel görüntülerinin üstüne Sezen Ak- su'nun sesi bindi. 1960'lann ortasında (demek 30 yıl önce) Doğulu bir aşığın kendı halinde saza döktüğü ezgiler bir başka ağızda. bir başka konjonktürde bambaşka anlamlar kazandı. Daimi'nin ".Ve ağlarsın benim zülfi'ı siyahımı Bu da gelir bu da geçer ağlama " gibi tevekkül (ve tabii çaresizlik) telkin eden türkü- sü. bir anda "herzamankinden çok ihti- yaç duyduğunnc birlik ve bütünlük " ila- hisi haline geldi. Şiddetin ıçinden geçilip şenlik düze- nine varıldı. Kameraların \e onlann kaydettiğı görüntüleri yansıtan TV ek- ranlannm önünde adeta toplu ayin ya- şandı. Vecd içinde ağlaya ağlaya Ana- dolu'dan; doğudan yükselen o uKi ışı- ğın (nağmelerin) eşliğinde hayatın ve zamanenin hertürlüşiddetınden çıkılıp şenlenıldi. Kamera ve ekran önündeki- lerin elinde birerrakı kadehi vardı san- kı. İçtikçe ağlıyor, ağladıkça açılıyor... ferahlıyorduk: Bu da gelir bu da geçer ağlama. Başta Senirkentliler olmak üzere bü- tün -\e başka- afetzedeler o bılgelik. tevekkül dolu "ağlama" mesajını üst- lerine alındılar. (Yine Sezen Aksu'nun yıllar önceki hitlerinden Sen Ağlama'y\ şimdi anım- sayan var mı? O bir pop şarkıcısıydı. hafif arabesk. Kentlı "romantizmrne karşılık geldi. Hıtleşti. Güfte yönünden Daimi'nin türküsüne göre daha güçlü. zamana da- ha uyarlı olsa da "kitleser karşılığa sa- hip değildi. Popla türkünün farkı bura- da. Bırı gelip geçici. anlık. Ötekinin kökleri derin.karşılığı geniş. Yakalanan ışık galiba bu.) 25 dakıka süren ve beş parçayı içe- ren TV' haber/ reklam ayini aynı gece üç kez yayımlandı. Bir sonraki gün ül- kenin en yüksek tirajlı gazetesi manşe- ti çekti: Işte müziğin gücii...Millı birlik ve bütünlük doğudan yükselen ışıkla gözyaşlan içinde sağlandı. "Duygusal bir rniUetiz." Bunlar işin bir tarafı. Bir de öteki ta- rafına. yani müziğe. albüme bakalım. Gerçekten önemli bir şey yapıyor Se- zen Aksu. Vitrine çıkanlan Ne Ağlarsın albümde hemen onun öncesinde yer alan Yeniliğe Doğru (Mevlana) ve La ilahe fllalUıh (Yunus Emre) dışındaki bütün parçalann sözleri "sıfirdan üre- tim*\ Hepsinde Sezen Aksu imzası var. kiminde ona Yelda Karatas, ve Meral Okay eşlik edıyor. Ama yıne vitrin dışındaki bütün par- çalann besteleri "otantik" yapıdan mülhem yorum ve icra. Bu, türkü- ila- hi, zeybek, horon. kınk hava vb. gele- neksel formlann yeni bir sesle (salt so- listın sesi değil, hem onun. hem de eş- lik eden sazlann düzeni. formasyonuy- la) yeniden ınşası. İcra değil. inşa söz konusu. Batı'nın Doğu'yu yağmalama- sıyla işaret etmek istediğim bu. Işte burada durup milletin duygusal- lığını bir kez daha anımsayalım. O nok- tada da iki çağrışım: Püavve Türkü Batı'nın Doğu'yu yağmalaması 1960'larda ışgücü; insan ıthaliyle yeni bir aşamaya geçmişti. O sırada Anado- lu insanı da Avrupa içlerine sefer eyle- di. Sokakta. markette, metroda. fabri- kada vb iki dünyanın insanlan yanya- na geldi. Bıri yerli, öteki yabancıydı, yabandı. Yerli, yabana göre üstteydi, her koşulda. Işte bu alt-üst halinin öy- külerinden birini Almanya sefercilerin- den Bekir Yüdız anlatır: Fabrikada. öğ- le yemeğinde pilav vardır. Yazar. "Pilavı ekmekle yiyen değil bunlar. Pilavı etle yiyenler™" dıye düşü- nür. Oradan kendine (ulusuna) övünç payı çıkanr. Alman arkadaşına döner. "Si/, dfinvanın en gü/el makinalannı vapıvorsunuz. ama benim annem de gü- zel pilao yapar" der. Alman bozulur. "Benim annem de gûzel pila> vapar" der. Bunun üzerine olanlar şöyle: "Mat- kapla vürüvorum üstüne anstzın. Ken- dimde değilim. Kaçiyor. Etime geçse, ka- fasına bir delik açacağım. Ulan it. ulan alçak, ulan puşt. di>e bağınyorum. Bir pilav be. Alt tarafı pilav...Pilav ulan, kö- pek. Onu da senin anan yapar ha! Yok mu ulan it, bizim yapabileceğimiz hiç bir şey şuyenüzünde?" (Bkz: Insanpo- sası. Pilav ve Cinayet) Pilav doğunun temel gıdası, batının garnitürü, yan yemeği. Türkü. ilahı. oyun havası, saz (bağla- ma), doğunun "pilav "ı. Batının yan ye- meği. garnitürü. Batı şımdi onu da alıp "en güzeirni yapıyor. Buraya dikkat. Bıraksmlar köylüyü- toprağı da biz anlatalım John Eterger, Batı'nın içinden Ba- tı'ya. her düzeyde- karşı bir düşünür yazar. Kendisi Ingıliz, Fransa'da bir köyde yaşıyor. Yapıtlannda da yaşam- daki seçimi gibi şehrin, merkezin dışı v ardır. "Otantik insan"* ve hayat. sanki topraktadır. köydedır. BirZamanlarEu- mpa\z Domuz Topmk. bu tematiği içe- rir. Söz konusu yapıtlar üstüne konuş- tuğumuz kendisi de öykücü bir dostu- mun tepkısı ilginçti. Berger'i hem çok önemsediğıni, hem de ondan rahatsız- hk duyduğunu söylüyordu. "Toprağı, köylüyü anlatmayı da bize bıraksınlar" diyordu. Köy-toprak batının karşısında doğu- nun anayurdu. Tıpkı türkü gibi. * • • Doğudan yükselen ışığın keşfinde bunlar da v ar. Ne olursa olsun, belki de Türkiye müzik kültürünün. müzikal do- kusunun değışiminde önemli bir işlevi olacak Sezen Aksu'nun çalışmasının. Ama önemli bir dönüşümün de haber- cisi bu: türküleri artık köylüler "halk" (ve ozanlan) değil, şehirdekiler ve onun Batı'yı özümsemiş olanlan yapacak. söyleyecek. Dedik ya duygusal milletiz. Ağlama diye diye ağlatır. ağladıkça açılır. hafif- leriz. "Hafıf müzik" işte böyle "ağu-" müzik olur! Pilavı ve Berger'i anım- samam bundan. 49.A VIGNON FESTİVALÎ'NDEN NOTLAR: Sahnede Fassbinder ve PassolinFnin dünyası EMRE KOYUNCUOĞLU Bu yıl kutlanan sinema sanatımn 100. yılı Avignon'da da kendisini gösteriyor- du. Fassbinder"in ve Passolini nın bazı filmlerinin senaryolan oyunlaştınlmış- tı. Daha önce izlediğim Fassbinder'in "Onüç Ayh Bir Yüdın filmınin oyunlaş- tınlmış halini Fransız yönetmen Jean Louis Martinelli yönetiminde sahnede izleme fırsatı buldum. Aslında filmini ve Fassbinder'e ait sinematografik gö- zün o filmle çok uygun düştüğünü dü- şündükçe oyuna biraz şüpheyle gittiği- mi itiraf etmeliyim. Fassbinder'in kapı aralarından, kö- şelere sıkışmış. hep açılann içinden sunduğu filminin sahneye izdüşümü- nün olup olamayacağını merak ediyor- dum. Daha Saint Joseph Lisesi'nin iç avlusuna, yani oyunun gerçekleşeceği mekâna girdiğimde seyirci yerlennin yerleştirilme biçimini görünce sormak- tan vazgeçtim. Bir üçgen yapılmıştı. Üçgenin iki ke- nan izleyicilerden. bir kenan ise beş katlı birbinanın cephesinden oluşuyor- du. Binanın cephesine tamirat için ge- nelde yapılan 5 katlı bir konstrüksiyon yapılmış ve katlara geçişı sağlayabile- cek dar. yangm merdıvenlerine benzer merdivenler monte edilmıştı. Her şeyin üstüne de bir metal tül ge- rilmişti. Bu tül. gerektığinde beş kat bo- yunda bir ekran. gerektığınde de (ışığı hangi açıdan verdiğine bağlı) görün- mez oluyordu. Yani benim oyuna gel- meden önce takıldığım açı meselesi baştan çözülmüş. Zaten nereye oturursan otur. nereden bakarsan bak. açıyla görmek zorunda kalıyordun. Oyunun ya da filmın kah- ramanı Elvvin ya da Elvira'nın iç dün- yası ya da yatağı bu üçgenin içindeki tek ana dekordu. Yatağın yanında iki topuklu ayakkabı. bir kolye. bir ayna ve bir pikap duruyordu. Oyun: başlamadan üçgenin birkena- n hortumla bir güzel yıkanıyor ve ışık kullanımıyla birhkte gecenin karanlığı içinde, ıslak yollarda. iş tutmaya çalı- şan Elvira'nın aslında Ervvin olduğunu anlayan müşterileri tarafından dövül- mesiyle başlıyordu. Fassbinder bu filminde Ervvin' ın ça- lıştığı mezbahada uzun uzun sahneler çeker. Tek tek hayvanlann nasıl kesil- diğinı. yüzüldüğünü izlersiniz. Oyunda fılmden kullanılan görüntü bu bölümün görüntüleriydi. Beş katlı bir binanın cephesindeki perdede izliyorsunuz yalnızca... Ervvin ve Elvira'yı oynayanCharlesBeriing'in oyunculuğundaki duruluk gerçekten iz- lenmeye değerdi. Hiç abartıh bir kadın değildi. Erkek gibi bir kadın. kadın gi- bi bir erkekti. Binanın kullanımında gerçekten ya- ratıcılık akıyordu. Farklı katlardaki ya- şamlann arasından farklı yaşamlann akıp geçmesı. birbırlerinin farkına var- salar da varmamalan. ya da hiçbir şeyi değiştirememeleri, Elvira'nın geçmişi- ni ararken binanın katlannda aralanan pencereler ve her pencereden çıkan bıl- ginin onu daha da karanlığa itmesi, Er- vvin'ken kansı olan ve o zamanlar yak- laşabildiği kızının tekerlekli bir plat- formda olup sürekli kayarak yok olma- lan ve mastürbasyon sahnesi, hepsi ar- kaya arkaya sakin sakin gelen ve yüzü- müze çarpan duvarlar gibiydi. Tüm bu sade oyunculuk ve sade de- korun ardında dahiyane bir ışık ve gö- rüntü tekniği bilgisini fark edıyorsu- assbinder'in ve Passolini'nin bazı filmlerinin senaryolan oyunlaştınlmıştı. Fassbinder"in "Onüç AyhBirYıldı" (yanda) filminin oyunlaştmlmış halini Fransız yönetmen Jean Louis Martinelli yönetiminde sahnede izleme fırsatı buldum. Passolini'nin "Bir Askerin Öyküsü" filminin senaryosunu üç Italyan yönetmen sahneye koymuş. Barberio Corsetti, Mario Martone ve Gigi Dall'Aglio. Bu oyunun özelliklerinden biri. senaryonun üçe bölünüp, her bölümünün ayrı bir yönetmen tarafından yönetilmesiydi. nuz. Oyun çok etkileyiciydi. Passolininin "Bir Askerin Öyküsü" filminin senaryosunu üç Italyan yönet- men sahneye koymuş. Bir tanesi bu yıl Uluslararası İstanbul Tıyatro Festiva- li'ne gelen "Doktor Faustus veSeyianın Paltosu" oyununu StephaneBruansch- weig'la birhkte sahneye koyan. Barbe- rio Corsetti. Dığerleri de 6. Uluslarara- sı Istanbul Tiyatro Festivali'ne gelen Teatro L'niti'nin yönetmenlerinden. Mario Martone ve yıne ttalya'nın ön- de gelen yönetmenlerinden Gigi DalTAglio. Bu oyunun özelliklerinden bıri. senaryonun üçe bölünüp. her bö- lümünün ayn bir yönetmen tarafından yönetilmesiydi. İlk bakışta sakıncalı gibi gözükecek bu durum yönetmenlerce kendi yarar- lanna dönüştürülmüş. Askerin üç fark- lı dönemindeki konumunu üç ayn ti- yatro dilıyle anlatmışlar ve birbırlerin- den kopuk olmaması için akıllı detay- larla bezemişler. Hem oyunu zengm- leştirmiş. hem de üç farklı tiyatro dilı- nin birbin içinde kaynaşması gibi zor bir işle "oynamamn'" keyfıni vaşamış- lar. Oyundan önce yaptıklan basm top- lantısında da bu keyifleri oldukça belir- gindi. Birlikte çalışma fikrinin ltalya'da git- tikçe azalan tiyatro kalitesini biraz yük- seltmek amaçlı olduğunu söylerken bi- le yaptıklan işten aldıklan profesyonel tat anlaşılıyordu. Oyunda ilk fark edilır özellik bildik ttalyan havasının sahneye yansımış ol- masıydı. Gürültülü. sevişiyor ya da, kavga mı ediliyor belırlenemeyen iliş- kıler, güzel yemekler, bitmek bilmeyen eğlenceler ve hepsinin temelinde Ital- yan maçoluğu. Hele hele basın toplantısında yönet- menlerin aksanlı ve koşarak konuştuk- ları ltalyancalannı kan ter içinde çevir- meye çalışan çevirmene dönüp, senin çevmne güvenmiyoruz. başkasını iste- riz deyip genç kızı ağlamaklı duruma getirdikleri anda bile ortak sahneye koyduklan oyundaki atmosfer devam ediyordu. Oyunun önemli özelliklerinden biri, Passolini'nin aynı adlı filminde de as- keri oynamış olan ve dığer birçok fil- minde de rol alan NinettoDavoli'nin ay- nı rolü tiyatro sahnelerinde de başany- la yorumlamasıydı. Yine ünlü sinema oyunculanndan Renato Carpentieri'nin tiyatroya so- yunmuş olması ve başanyla şeytan rolünün üstesinden gelmesi oyunu keyifle ızlenir kılıyordu. KOŞEBENT ENtS BATUR Morun Gerekçesi Karabasan Yoruldum, çok yaşlandım artık: Geçen ay 83 ya- şıma bastım, gövdem beni daha ne kadar taşır kes- tiremiyorum; zihnim. yıllardır direniyor olup-bitenle- rin yıpratıcı yanına, o da dinlenmek istiyor galiba. 40 yaşlanndayken, uzun yaşamak, yapmak iste- diklerime, yazmak istediklerime olabildiğince geniş ufuklar, olanaklar kazanmak arzusu egemendi içim- de, anımsıyorum. Zorakı göçmen olacağım, kendi ülkeme dönme şansım olmaksızın bir şehirden ötekine göç ederek yaşamak zorunda kalacağım pek aklımdan geçmez- di. Şimdi dönüp bakıyorum da aymazlığımı, çevrem- dekilerinin aymazlığını kavramakta güçlük çekiyo- rum: Nasıl olmuştu da, olabileceklerin boyutlannı sezememiş, güçlü bir girdabın ortasına doğru top- luca sürüklendiğimizi fark edememiştik? Geçen yüzyılın son çeyreği başladığında, oysa, barut fıçısı şekillenmeye yüz tutmuştu zaten. Bize nasıl birgeleceğin hazıriandığını görmemek için kör olmak gerekirdi. Türkiye fokurfokur kaynıyordu, du- rulur sanıyorduk. Dogu'da, Güneydogu'da komşu ülkelerin yüksek gerilim telleri döşediğini biliyorduk, vazgeçilır umuyorduk. Balkanlar'da, kuzeyde sar- sıntılar bırbirini izliyordu, atlatılır varsayıyorduk. Umutlanmız bir bir duvara dayandığında biz de yüzyılın sonuna dayanmıştık. Kalanlanmız usul usul ya da çarçabuk kavruldular, bazılanndan haber bi- le alamadık. Sanki telefonlann hepsi açık unutuldu, gönderilen mektuplar yolda kayboldu. Biz gidenler, gitmek zorunda kalanlar, beyhude çırpınışlar içinde yıldan yıla, sınırdan sınıra sürgün olduk. Zayıf düşüp hastalananlar, intihar edenler, kahrolup susanlar için kalın defterlerde kayboluş kayrtlan tuttuk. Direnen, didinip uğraşanlar, hızla so- yu tükenen bir kavim halinde bugüne ulaştılar. Ben- den daha genç olanlara bakıyorum da: Gözlerinde- ki ışık sonmeye yüz tutuyor gibi geliyor bana. 40 yıldır sürdürdüğümüz savaşım bize bir ışık kay- nağı bıraktı mı? Yayımladığımız göçmen gazeteleri, oluşturduğumuz topluluklar, yaşatmaya çalıştığımız kültürel hazinelerimiz, ürettiklerimiz bir işe yaradı mı, yarayacak mı? Yarasa bile ben göremeyeceğim bunları. besbel- li. Ülkemde Latin harfleri terk edildiği için yazdıkla- nmı ısteseler de okuyamayacak yeni kuşak temsil- cileri. Ben, kalanlardan kalanlara ulaşamayacağım, kalanlardan bir şey kaldıysa. kalmasına izin verildiy- se tabii. Şimdi, bu yaşta ve bu durumda hayıflanmak gü- lünç oluyor, biliyorum. Bütün olup-bitenlerin önüne geçmek için, bundan 40 yıl önce, 199O'lı yıllarda daha uyanık, bilinçli, dirayetli, hareketli, örgütlü ol- mamız gerekirmiş. Zemin, gözümüzün önünde ka- yıp giderken daha sorumlu, kararlı, yapıcı olmak varmış. Treni göz göre göre kaçırmış olmamız ba- ğışlanır gibi değil. Bütün her şeyi biz hazırladık as- lında. Gelişmelere göz yumulmasına göz yumduk. Vaktirvde harekete geçıp harekete geçiremedik. Bu- luşmamız, yan yana gelmemiz zorunluluk haline gir- diğinde bile aynldık, aynştık, zayıfladık. Basiretimizin bağlandığı, 'bir şey o/maz'kolaycı- lığına sığındığımız, 'birileri durumu düzeltir nasıl ol- sa' mantığına yenildiğimiz günleri acıyla, ağrıyla anımsıyoryaşh belleğim. Kaybedilenlergeri geleme- yecek artık. Karanlık, koyu karanlık kimbilir daha ne kadar sürecek, ışık bir daha egemen olamayacak belki de. Yerkürenin zifiri karanlığında yaşamak zo- runda bırakılanlar, tarih boyunca. aydınlık yakada ya- şayanlara imrenerek yaşayıp ölmemişler midir? Daskyleion kanları için sponsor aranıyor • BANDIRMA(AA)- Balıkesirin Bandırma ilçesine bağlı Ergillı Köyü yakınlannda süren 'Daskyleion' kazılan için sponsor firma aranıyor. Kazı ekibinin başkanı Prof. Dr. Tomris Balkır, Kültür Bakanlığı'nca kazı çalışmalan için aynlan ödeneğin çok yetersiz kalması nedenı>le bu yılki çahşmalann arzulanan düzeyde gerçekleştirilemeyeceğini soyledi. Balkır: "Büyük kuruluşlan. holdingleri ve sermaye sahiplennı Daskyleion kazılanna sponsorluk yaparak ekonomik destek vermeye davet ediyoruz" dedi. • Martin Sheen tutuklandı • WASHINGTON (AA) - Amerikalı ünlü aktör Martin Sheen. Pentagon önünde, ABD'nin savunma politikalannı. Hiroşima ve Nagasaki" ye atom bombası atmasını protesto eden grubun eylemleri sırasında polis yetkilileri tarafından tutuklandı. Pentagon yetkilileri, Sheen ve 6 göstericinin geçılmemesi gereken noktayı geçtikleri konusunda uyanlmalanna rağmen yürüyüşlerini sürdürdüklerini ve sonuçta da tutuklandıklarını belirttiler. Yetkililer, bu durumlarda tutuklanmalannın olağan bir işlem olduğunu ve tutuklananlann daha sonra salındığını söylediler. Kültür Bakanlığı'ndan hoşgöni katalogları • ANKARA (ANK\) - Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, 1995 Dünya Hoşgörü Yılı çalışmalan kapsamında Yunus Emre, Mevlana. Hacı Bektaş Veli ve Pir Sultan Abdal'ın şiir. deyiş ve öğütlerinden oluşan hoşgörü kataloglan yayımladı. Atatürk'ün dünyaya hoşgörü mesajı ile Türk tarihinde hoşgörü örneklerinin de yer aldığı çalışmanın sunuş yazısında, Kültür Bakanı lsmail Cem, Anadolu'nun binlerce yıldır hoşgörüyü kendisine yaşam felsefesi olarak seçmiş bır coğrafya ve kültür ortamı olduğunu vurguladı. Piyanist Gülsin Onay, Alman basmında • Kültür Senisi - Almanya'nın ileri gelen gazetelerinden Frankfurt Allgemeine. Devlet r Sanatçısı. piyanist Gülsin Onay'ın Haydn, Beethoven, Schuman. Mendelsohn, Chopin ve Medtner'in çeşitlemelerinden oluşan CD' sınden övgüyle bahsetti. Gazetenin 17.7.1995 tarihli sayısında yer alan yazıda CD hakkında " Virtüöz piyanistin yumuşak tuşesi ile ınci taneleri gibi tamamlanan müzik paleti" yorumuna yer verildi. Geçen yıl İspanya'nın 44. Granada Festivali'nde Adnan Saygun'un eserlerini seslendiren ünlü piyanistimiz için ldeal gazetesi ise şu sözlen kullanıyor : "Gülsin Onay mükemmel tekniği. hassas ifade gücü ve büyük sentez kapasitesi ile dinleyicileri büyüledi."
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear