23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
17 TEMMUZ 1995 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 BaşkalchrL, arayış ve eözümKültür Servisi- Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri buyılki sahiplerini buldu. Şiir dalında •Özgür Özmen, öykü dalında ise Sema Kaygusuz ve Nurdan Beşergil ödüllerini Varlık Yayınlan 'nda düzerüenen sade bir törenle aldılar. Ödül törenine, Sennur Sezer, Kemal Özer, Hulfd Aktunç, Hilmi Yavuz, Enver Ercan 'dan oluşan şiir jürisinden sadece Kemal Özer ve Enver Ercan katıldı. Leyla Erbil, TankDursun K, Adnan Özyalçıner, Orhan Duru, Sulhi Dölek'ten oluşan öyküjürisi ise törene katılmadı. Ödül töreninden önce hsa bir konuşma yapan şair Kemal Özer, Varlık dergisinin edebiyatımıza genç yeteneklerin kazandınlmasında ayrı biryeri olduğuna değindi. Gençlerin yanşmaya olan ilgisinden son derece memnun kaldıklannı belirten Özer, "Yeniyeteneklere geleceğe yönelik biryol açmak onları edebiyat dünyası ve yayıncılaria buluşturmak en önemli amacımız " dedi. Özgür Özmen, Sema Kaygusuz ve Nurdan Beşergil, aldıkları bu ödülün; yazma serüvenlerine destekleyici ve 'kamçılayıcı' bir dürtü kazandırdığı görüşünü paylaşıyoriar. 4 Şiirsel bir başkaldından yanayım' Bu yıl şiir ödülünü kazanan Özgür Özmen, 1965 Denizli doğumlu ve Eskişehir Anadolu Üniversrtesi Meslek Yûksekokulu'nda öğretim görevlisi. - Şüre nasıl yöneldiniz? ÖZMEN- Değiıjtinlmesi gereken şeylenn olduğunun ayırdına vardığimda toplumsal güzelliğin yaratılmasının bir başkaldın olduğunu da sezdim. "Başkalannın yazdığı her şiir, şair kişinin adresine yeni gönderilmiş bir mektup gibidir. Her biriyle tazelenecek şair kisL" Benim de şnre yönelişımde pek çok etkenin yanı sıra iyi bir şiir okuyucusu olmamın da faydası oldu. - Gittikçe mekanikleşen bir dünyada şiir nerede duruyor, nasıl varolabiliyor? ÖZMEN- Tek anlamlıhğın egemen olduğu bu dönemde, şiirsel bir başkaldından yanayım. Şiürsel evrene ve toplumsal güzelliğe ulaşmanuı yolu, kişilerin alabildiğine özelleştiği bir dûnyaya şiirsel sorular sormaktan geçer.'*Şair*ıS v ' etkinlik. söz sırası kendilerine gelmeyenlere söz hakkı verir" diyor Joubert. Günümüzde söz hakkı kullanmayı bekleyenlerin şiinn duruşunu belirleyeceklerini düşünüyorum. - Günümüz Tûrk şiirini ve genç şairlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? ÖZMEN- Günümüzde şiirsel tavırlan bırbırinden çok farklı olan şairler kendi serüvenlerini sürdürmekteler. Belirgin şiirsel çizgilerde ve gerçekliğe ilişkin tavırlarda görülen farklılık dışında pek çok diğer ayırt edici özellik söz konusu, Şiirinde genç olmakla genç şair olmak her halde farklı şeyler. Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri'ni bu yıl şiir dalında Ozgür Ozmen (sotda), öykü dalında ise Sema Kaygusuz (sağda)ve Nurdan Beşergil (ortada) aldı. (Fotoğraf: DEVRlM BARAN) 'Öykü yazarak kendimi anlıyorum'1972 Samsun doğumlu olan Sema Kaygusuz, Gazi Universitesi lletişim Bilimleri Fakültesi Halkla tlişkiler ve Tanıtım Bölüm mezunu. - Yaşam öykünüzden anlaşıkhğı üzere, tiyatro, sinema. reklamcılık dallannda yoğun olarak çalışıyorsunuz. Öykünün bu uğraşılar arasındaki yeri nedir? KAYGUSUZ- Öykünün bu uğraşıların ve bundan sonra uğraşacağım konular arasında herhangi bir yeri yok. Hepsi de öykünün solungaçlan, ciğerleri, kuyruklan... Yaptıgım her işte bir öykü kovalıyorum. Benım için öykünün yeri bel ağnsı, boyun tutulması, kainbur oturuşlardan kurtulduktan sonraki rehaveı, belki de acının hazzı. - "Öykü yazarak kendimi anlıyorum" diyorsunuz. Öy künün varolma uğraşınızdaki yeri nedir? KAYGUSUZ- Öykü yazarken kendimle karşılaşıyorum çünkü. Kişilerin aldığı bütün rolleri öykünün zeminine yerleştiriyorum. Bir de bakıyorum ki ben. Gözlemin mercek altına yatınlarak didik didik edilmiş parçalanna tutkuyla sanlıyorum. Çünkü kendime sahip çıkmam gerek. Bu aydınlanma anını arayarak tutunuyorum kendime. Her öykü ay tutulması gibi etkiliyor beni. Yaratımımın evrenselliğe ulaşma olasılığı ya da özlemi beni biraz daha var ediyor. - Genç bir öykûcü olarak geleceğe dönûk hedefleriniz ? KAYGUSUZ- Öykü yazmaya devam...Etleri, kemikleri olan, dövüşen, çığlık atan, hüzünlenen öyküler...Dediğmı gibi, var olma koşulum bu. Öykü denenmiş olanı yeniden denemektir. Ürkmemektir! sorunlann çözümü'1971 Istanbul doğumlu Nurdan Beşergil, Dokuz Eylül Hukuk Fakültesi mezunu. - Öy kü serüveniniz nasıl başjadı? BEŞERGİL- Dokuz Eylül Universitesi Hukuk Fakültesi'nde okurken hukukla henüz iç içe olmadığımı hissettım. Bir sene boyunca yaptıgım avukatlık stajı sırasında sürekli okudum. Elime ne geçtiyse, hiçbir aynm yapmadan. Ve yazmaya başladım. Henüz işin çok başında oldugumu biliyorum. Ancak bu da okumak, hep okumakla aşılabilecek bir durum. Bu anlamda kazandığım bu ödül beni çok seyindirdi, kamçıladı. - Öykünün yaşamuuzda kapladığı yeri anlaor nusuuz? BEŞERGİL-Öykü tüm sorunlann berrak, net bir çözümü olduğunu gösteriyor bize. Yazarak günlük hayatın problemleri ile daha rahat başa çıktığımı görüyorum. Öykü, yaşam karşısında biricık hareket noktası. - "Ya Şimdi Konuş" adlı öykünüzde yfiksek teknoloji ve iletişım çağı insanını karamsar bir sonun beklediğini anlafıyorsunuz. Düşlediğiniz gelecek gerçekten böyle mi ? BEŞERGtL- Böyle olmaması için çaba gösteriyoruz. tletişimsizliği aşmak gerek. Konuşurken de dinlerken de ciddiye almıyoruz çevremizdekileri. Yanımızdakini fark etmek, kapıcıya günaydın demek bu kadar zor olmamalı. 49. Avignon Festivali Buyıl Papalar Avlusu'nda gösteri yok Kültür Servisi - 49. Avignon Festivali, bu yıl 7-30 temmuz tarih- leri arasında Avignon'da yapılıyor. Kırkdokuz yıllık festival tarihinde ilk kez bu yıl. tarihi Papalar Avlu- su'nda hiç tiyatro gösterisi yok. Festival bu yıl genç kuşağın daha çok ilgisini çekmek ve kuşaklarara- sı tiyatro zs\ kleri arasındaki denge- yi kurabilmek için deneysel çalış- malara da yer veriyor. Festival di- rektörü Bersard Faivre D'Arcier, bu yıl Pina Bausch ve Ariane Mno- uchldne'ninçalışmalannın, festiva- le daha çok genç insan çekeceğini düşünüyor. 16 gösterinin yanısıra, kentin dört bir yanında çeşitli sürprizlerin dü- zenleneceği festivalde en önemli konuk, dahı önce de "Kontakt- hor,"Vfrhtr" ve "Nelken" adlı gösterilerle festivale katılmış olan Alman koreograf Pina Bausch. "Cafe Mülkr" (1975) ve "Le Sac- re Du Printanps" (Ilkbahar Ayini- 1981, adlı e?erlerle festivale katılan Bausch, 70~.i yıllarda ünlü olması- nı sağlayan DU çalışmalannda hem ya^ar, hem de oyuncu olarak yer alıyor. Festivalde aynca Thierry Ro- isin'in sağırve dilsiz oyunculardan olusan Ulu&ararası Görsel Tiyatro- SIL, Sofokles ın trajedisi Antigone'yi saluıeleyecek. Antigone'yi Emma- nıaette Laboritoynayacak. Festivalin ' o * şey bektnen gruplanndan biri de Arion Maouchkine'nin Le Ttae- atare du Sofeü (Güneş Tiyatrosu). Fesstivale MoBere'in kara mizahı Taıtuffe ıle iatılan topluluk, göste- riyi bir teıliyö olan Chateaub- lanc'da 27fcmmuzakadar sunuyor. Tum riyatrcseverlerin, sinema film- le»inden tiystroya yaptığı uyarlama- lasindan tandığı Jean Louise Mar- tindli. bu yı ünlü Alman yönetmen, Fassbinder n " L'annee des treize luunes" (13 .ylı yıl) adlı filmini sah- neye uyarlror, Festivalde bir de ti- yatro fotogiflan sergisi var. Festival crektörü D'Arcier buyıl üralü Papalî Avlusu'nda gösteri ol- mwamasını "inansman eksikliğine bsğlıyor. Sonsıızda Büge KarasuİFFETASLAN 1 temmuz cumartesi günü Bilge'yi zi- yarete gittiğimde yakın arkadaşlannın birkaçı birden oradaydı. Çok sessiz ol- maya çalışıyorlardı. Telaşlandım; Bil- ge'nin geceyi iyi geçirmediğini, ancak biraz önce uykuya dalabildiğini söyledi- ler. Hep birlikte yan odada oturduk. Has- talandığından bu yana o gün ilk kez evin- den Bilge'yi görmeden aynldım. Ama birkaç adım uzaklaşır uzaklaşmaz içimi derin bir özlem duygusu kapladı ve ayak- lanm adeta geri geri gitmeye başladı. Bilge ile nice zamandıreskisi gibi uzun uzun söyleşemiyorduk. Ama yine de ken- disi ile iletişim kurulabiliyordu. Çünkü etrafında konuşulanlarla hep ilgileniyor, bazen bir iki cümle ile söze kanşıyor, ba- zen kendisine söylenene tepkisini konu- lan çok değişikboyutlardan yaklaşan bir- kaç sözcükle belirtiyordu. Böylece ken- disi ile, eski Bilge'yi aratmak bir yana, hatta aşan iletişim sağlanabiliyordu. Bir defas ında, "Ne büyük haksızlık bu " demiştim: u Tam ünü yakaladığuı; başan meyvelerini tarmaya başladığın sırada böyle hasta olmak, ne büyük haksızük." İlk kez 1985 'te yayımlanan "Gece" ro- manı Pegasus Ödülü'ne layık görülerek Ingilizceye çe\irtilip yayımlanması ka- ran alınmış ve Amerikan yayuıevlerinin gelenekleştirdiği uygulama doğrultusun- da yazan ile birlikte tanıtılması için de- ğişik Amerikan kentlerini kapsayan bir geziye çağnlmıştı. Programın yoğunluğu dolayısıyla ken- dini sık sık çok yorgun hissetmesi dışm- da her bakımdan çok iyi geçtiğini söyle- diği ve kimi Avrupa kentlerine de uğra- yarak tamamladığı bu gezi dönüşünde doktora gittiğinde. Nisan 1994 başında başlayıp haziran ortasında biten bu gezi- nin çok hareketli geçmiş olması dışında da yorgunluğuna yol açan bazı sebeple- rin bulunduğunu öğrenmişti. Benim isyanıma "Haksızlık, insanla- ruı türettjği bir kavramdır: Doğada hak- sızlık diye bir şey yoktur" cevabını verdi. Ne panik, ne kendine acıma. Büyük bir vakar ile gerçeği kabul ederek her duru- mu görülebilecek her açıdan değerlendir- me yeteneğini hastalığı konusunda bile sergileyebiliyordu. Bilge işte buydu. Bu özelliği dolayısı ile de Bilge ile söyleş- mek hep çok doyurucu olmuştur. Bil- ge'nin ne yazılannda ne sohbetinde bas- makalıp ya da tekdüze bir şey vardır. O, yaşamın her yönü ile ilgilenen ve her ola- yın, her gelişmenin, her düşüncenin özü- nü araştınp sergileyebilen, en sıradan ko- nulara bile olağandışı boyutlardan yakla- şarak irdeleyebilen bir kimsedir. Dolayı- sıyla da bir hazinedir. Ama ulaşılması ko- lay bir hazine deği 1; kitaplanmn zor okun- dugu söylenir, bütün alçakgönüllülüğüne rağmen herkes ile her zaman söyleşmeye de hazır değildir. Ama söyleminin zevki- ne varabilmiş olanlar için o her zaman özlenmiş bir dost, kitaplan aranan, yeni yapıtlan beklenen bir yazar olmuştur. Bilge Karasu'nun okur çevresi ne ka- dar geniştir? Tam bilemem ama, şunlar bir fıkir edinmeye yarayabilir: Metis Ya- yınlan arasında yer alan kitaplanndaki tanıtma yazılannda ilk çeviri kitabı "Öten Adam^ın 1962'de, ilk kendi yapıtı "Tro- >a'da Ölüm Vardı"nın ise 1963 'te yayım- İandığı bildiriliyor. Ekte tam listesini bu- lacağuıız yayınlann hepsi de yeniden ve kimi birden fazla kere basılmış. Şunlar ise değişik ödüllere layık görülmüş: 1963'te "Olen Adam" Türk Dil Kurumu çeviri ödülüne, 1972'de "Uzun Sürmüş Bir Gü- Karasu metinleri, günümûzûn en doğnı, en zengin,en gûzd Türkçesifle yazılmıştır. Krtek sözcüğüiçin bOebunun yerineşu kuDamlsaydı daha iyi olurdu denemez, Öyieki, yaşayangüzel Türkçenin oluşmasına da Bilgenin katkısı büyük olmuştur. nün Akşamı" Sait Faik Hikâye Armağa- nı'na; 1991'de "Gece" Pegasus Ödülü'ne; 1994'te de "Ne Kitapstz Ne KedBİz n Se- dat Simavı Vakfı Edebiyat Ödülü'ne. Kimlerden oluşmaktadır Bilgi Kara- su'nun okur çevresi? Bunu tahmin etmek daha da güç, fakat bunlann şu iki kimlik- ten hiç değilse birine sahip olduğunu söy- lemek mümkün: Öğrencileri ve mutlaka okumak için kitap satın alanlar veya sa- tın aldıklan kitabı mutlaka okuyanlar. Bundan eminim, çünkü Bilge Karasu'- nun bir kitabını ele geçirip de bitireme- miş olanlar, bir daha, hiç değilse aradan uzun bir süre geçmeden, kendilerini ye- nilemeden, onun kitaplan ile ilgilenemez- ler. Belki, öz kimliği, özellikle psikoloji ve felsefe kaynaklanndan beslenerek yoğ- rulmuş olduğu için Bilge Karasu'nun te- mel konusu insandır; genel anlamda in- san. Ve çoğu zaman sade yaşam koşulla- n içindeki sade insanlardan söz eder. Ama aradığı, ortaya çıkarmak, sergilemek is- tediği, o insanlardaki cevherdir. Bunun için de öylesine değişik boyutlardan ko- nusuna yaklaşır ve aynntıya öylesine iner ki algılama gücü zayıf olanlar kendisini sonuna kadar izlemekte zorlanabilir. Bil- ge, doğada gözüne ilişen bir taşın içinde- ki gizli yontuyu görebilir. Ören yerlerinin yıkıntılan onun tarihte kalmış bir uygar- lığı hayalinde tüm aynntılan ile yaşatma- sına vesile olabilir. Bir el teması, bir se- rüveni, bir koyu gölge ya da bir kaba ayak sesi bir karabasan yaratması için yeterli- dir. Ama, gözlemlerinde hep yüzeyin al- tındaki ile ilgilendiği gibi, söylemlerinde de yüzeysel hiçbir şey yoktur. Aynca, tüm yapıtlannı öylesine hassas bir kuyumcu gibi işler ki ne beğeni düzeyi gelişmemiş kimseler sanatının güzelliğini kolayca gö- rebilir, ne de algılama yeteneği onunkine yaklaşmayanlar söyleminden yeterlr tat alabilir. Öysa Karasu metinleri, günümü- zün en doğru, en zengin, en güzel Türk- çesi ile yazılrruştır. Bir tek sözcüğü için bile bunun yerine şu kullanılsaydı daha iyi olurdu denemez. Öyle ki, yasayan gü- zel Türkçenin oluşmasına da Bilge'nin katkısı büyük olmuştur. Aynca, Bilge'nin metinlerinde anlatılan bir resim kadar renkli, anlatım bir beste kadar akıcıdır. Ne var ki bütün bunlann tadma varabil- mek için yukanda belirtilen smn-lamala- nn aşılmış olması gerekir. 1974'ten bu yana Hacettepe Universi- tesi'nde öğretim görevliliği sırasında Bil- ge Karasu'nun öğrencisi olmak şansını elde edenler işte bu sınırlan aşabilme ola- nağını bulmuş gençlerdir. Çünkü hoca Karasu, derste bir konuyu anlatmakla ye- tinmez; her öğrencinin o konuyu kendi- ne mal edebildiğini görmek ister. Bu ilgi ile içlerindeki kendilerine özgü cevheri kendilerinden bile önce saptayıp geliştir- meleri için destek verdiği çok öğrencisi olmuştur. Bunlar sadece sınıfina kayıtlı gençlerden de ibaret değildir. Aralannda onunla herhangi bir rastlantı sonucu ile- tişim kurabildiği için dünyası daha renk- lenmiş ve kendini daha olgunlaşmış, da- ha yetkinleşmiş hisseden birçok genç ve yaşlı, kadın ve erkek vardır. Dostlanna gelince, bana göre bunlann tek ortak yanlan kendisi ile iletişim kur- mak imbiğinden geçmiş olmaktır. Ama bu da, en azından, hepsinin olağandışı bir yanlan, bir özellikleri var anlamına geli- yor. Şimdi hasta yatağının etrafını saran- lar da bunlar. Az kimseye nasip olur böy- lesı seçkin dostlara sahip olmak ve bunu görerek yaşamak. SÜRECEK BUAŞAMADA ŞÜKRAN KURDAKUL Mehmet Ali Aybar'ı Anlamak "Bilmeliyiz ki, Amerikan yardımı söylendiği gibi bir altın halka değildir. O, bedelini ergeç kanımızla öde- yeceğimiz bir esaret zinciridir." Zincirli Hürriyet'ın ilk sayısında (Nisan 1947) böyle yazıyordu Aybar. Yazının başlığı: "HerŞeyden Evvel ve HerŞeyin Üstünde Istiklal.." Tarihi bir kez de satırbaşında vermek istiyorum: BİN DOKUZ YÜZ KIRK YEDİ. Demokrasinin ilk koşulu sayılan çok partili düze- nin ülkemizdeki ikinci yılı. Ama Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi ile Türkiye Sosyalist Parti- si'nin yöneticileri parmaklıklar arkasında. Işçi sendi- kalan kapatılmış. Istanbul'da sıkıyönetim süregeldi- ği için Aybar, Zincirli Hürriyet'i Izmir'de çıkarıyor. Yakup Kadri'nin Ankara romanında tipleştirmeye çalıştığı "1923 sonrası işadamlan"nın (milletvekili Murat Bey, emekli Albay Hakkı Bey) bir bölüğü san- dık oyunlarıyla CHP'nin üst yönetiminde egemenlik- lerini sürdürüyorlar. Az buçuk sermaye biriktiren "Ye- ni Sınıf" uluslararası para odaklarıyla bacanak oldu- ğunun bilincinde. Ne yapıp yapıp büyümek istiyor. Ülkenin bağımsızlığına gölge düşürecek ikili ant- laşmalan mı dert edecek. "Nereye gidiyoruz? Cumhuriyetin 25. yıldönümünde ikinci bir Sevr Antlaşması'nı mı imzaiayacağız?" Ulusal Kurtuluş Savaşımızın temel ilkelerine yan çi- zen zamanın devletlilerini kırk sekiz yıl önce bu sa- tırlaria uyaran Aybar'a verilen ödül, Zincirli Hürriyet'i basan basımevinin "târümâr" edilmesidir. Kimi olaylan yeniden yaşarken, anıların duyarlığın- dan kurtaramıyor insan kendini. 1947'de bağımsızlık bilinçlerine tutunma gücü gös- teren aydınlann simgelerinden biri oldu Aybar. Ulusal Kurtuluş Savaşı küttürünün simgelerinden biri. Elli yıl bu özelliğini titizlikle korurken ne tabulardan yıldı, ne ezbercilerden. Ne kalabalıktan korktu, ne yalnız bırakılmaktan. Haklılık savaşında darboğazlara düşürüldük- çe/düştükçe tökezlediği de oldu elbet, ama sanınm kendisi adına çelme takmadı kimselere. Toplumsal savaşımı bilimsel doğrulardan kopma- dan yürütme çabası... Inatla sürdürdüğü bu temel ilke, demokrasi, sos- yalizm, bağımsızlık gibi yaşamsal konularda alışıl- mamış söylemleri gündeme getirmek zorunda bırak- tı Aybar'ı. Gerçeği kendinizden bile gizleme alışkanlığına ka- pılmayanlardan mısınız?.. Nâzım Hikmet de olsanız, komünistliği adında kalmış bir partinin iktidannda bile, oyununuz kaldın- labilir sahneden. Adınıza dosyalar açabilirler. Nâzım gibi, düşün adamı kimliğinden kaynaklanı- yordu Aybar'ın direnç adamı kimliği. Yaşamı boyunca sınrf savaşımı gerçeğinden kop- mayarak Türkiye'ye özgü umar yolları araması, bu kimlikten gelir. Bıraktığı yapıtlarla bugün de yarın da gerçeği ken- dilerinden bile gizleme alışkanlığına kapılmayanlara, yeni tartışma olanaklan kazandıracağına inanıyorum. Tiyatro yazarlannın Yücel Erten'e cevabı Kütrür Servisi - Cumhu- riyefin 15 Haziran 1995 tarihli sayısında Yücel Er- ten imzasıyla "Devtet Tî- yatrolan Üzerine" başlıklı yazılann dördüncüsünde tiyatro yazarlannı ve der- neğimizi hedef alan yakı- şıksız ifadeler kullanıldığı için bu cevabı vermek ge- reğini duyduk. Bir süre Devlet Tiyatro- lan Genel Müdürlüğü de yapan Sayın Erten, bırta- kım genel ifadelerle suçla- malar yapıyor, hatta iftira ediyor. Bir tiyatro adamı- nın, Türk tiyatrosuna bun- ca eser vermiş tiyatro ya- zarlanna ve onlann üyesi olduğu derneğe bu denli temelsiz suçlamalara kal- kışması yakışık alır mı? Almaz! Biz, iftiraya varan suçla- malannı, tiyatro yazarlan olarak Yücel Erten'i ispat- lamaya davet ediyoruz. Herhalde kendisi iftiracı durumuna düşmek iste- mez. Sayın Erten'in suçla- malannı özetliyorum. Ya- zısında diyor ki: 1- Kurulda yer alan kimi yazarlar zaman zaman bağlı olduklan dernek ya da birliklere repertuvar açısından hizmet vermek- te, bazen oyunlannın, programda niçin yeralma- dığını ve hatta neden filan- ca sahnede değil de öteki sahnede oynandığını sora- cak kadar sanatsal tercıhle- re müdahale etme eğilimi- ne girebilmektedirler. Ağır bir suçlama. Bu suçlamalara hedef olan Edebi Kurul üyeleri, ne tepki gösterdiler ya da gös- tereceklerdir, bilmiyoruz. Edebi Kurul üyelerini o göreve atayan Kültür Ba- kanlığı bu iddiayı ihbar ka- bul edip olayı incelemeli- dir. Bizim açımızdan ise, Edebi Kurul üyeleri yazar arkadaşlanmız, Devlet Ti- yatrolan'nda kabul ya da reddedilen oyunlarla ilgili olarak tiyatro yazarlan derneğiyle hiçbir ilişki kurmamışlardır. Yücel Er- ten örnek göstermek, yani iddiasını kanıtlamak duru- mundadır. Kaldı ki Yücel Erten. kendisinden önceki yöne- timin, televizyon, gazete, afiş ve broşür yollanyla, kamuya ilan ettiği kimi ya- zarlann oyunlannı bile re- pertu\ardan çıkarmak yo- luna gidebilmiştır. Bu ko- nuda kimi yazarlann ajan- sı tarafından kendisine so- rulduğunda "Benden önce- ki yönetimin reperruvannı uygulamak zorunda degi- liîn" gibi bir yanıtla adı Devlet Tiyatrosu olan bir kurumun genel müdürü olarak devletin devamlılığı ilkesini hiçe sayabilmiştir. 2- Yazarlann Şehir ve Devlet Tiyatrolan'na ver- dikleri oyunlannın ne za- man, hangı sahnede oyna- yacağını sonnalan, sanat- sal müdahale değil, bir haktır. Çok eskilerde aile- ler, çocuklannı ilkokula götürdüklerinde çocuklan- nı hocaya teslim ederler, "Eti senin kemiği benim" derlerdi. Yücel Erten de yazarlara böyle yapın mı demek istiyor? Yani, eseri- nizi verin gerisine kanş- maym zihniyeti, çağımızın ulaşhğı düzeye, demokra- tik anlayışa ne denli ters bir zihniyet. Dünyanın nere- sinde kaldı böyle bir yazar- tiyatro ilişkisi. Sayın Yücel Erten'in Türk yazarlanna ve oyun- lanna iyi gözle bakmadı- ğını kendi ifadeleriyle ka- nıtlamak isteriz. a) Beş yıl önce Kültür Bakanlığı'nca, tstanbul'da düzenlenen tiyatro kurul- tayında "Ben Türk oyunu sahnelemek zorunda deği- lim" demiş ve tartışmalara neden olmuştur. b) 1994-95 sezonunda, Devlet Tiyarrolan dokuz yabancı oyunu dokuz ya- ban«:ı rejisöre sahneletmiş; bu durumu bir gurur nede- ni sayan Yücel Erten. "Biz dokuz yabancı oyunu do- kuz yabancı rejisöre sahne- leterek Türk tiyatrosunu dünvaya açtık" demiştir. Derneğımiz de bu zihniye- tin yanlışlığını vurgulaya- rak "Türk tiyatrosu, ancak, Türk eserleri dışanda sah- nelenirse dünyaya açunuş olur" açıklamasını yap- mıştır. SÜRECEK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear