Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
8 NİSAN 1995 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
1 4 U L U S L A R A R A S I Î S T A N B U L F İ L M F E S T İ V A L İ
PORTRE/ ANG LEE
Ang Lee 1954 Tayvan doğumlu.
Ülkesinde tiyatro eğitimi gördûkten
sonra ABD'ye gidip film yapımcılığı
eğitimi gördü ve diploma aldı.
Universite sırasında beş kısa metrajlı
film yaptı. Bunlardan Fine Line'la
ödüller
kazandı.
1991'de
Pushing
Handsile
uzun
metraja
geçti.
Ikinci filmi
Dûğün
Yemeği'yle
uluslararası
alanda
büyük sûkse yaptı ve 1993 Berlin Film
Festivali'nde AJtın Ayı'yi aldı. Tath
Tuzlu'yla Oscar yanşında son beş film
arasına kaldı, ama heykelciğe
uzanamadı.
BUCÜN
EMEK: 12.00/ Tatlı Tuzlu,
15.00/ Kızıl Güvercin, 18.30'
Tath Tuzlu, 21.30/ \Vbodstock
FİTAŞ 1: 12.00' Tören,
15.00/ Aşk ve lnsan Kalıntılan,
18.30/ Tören, 21.30/ Aşk ve İn-
san Kalıntılan
FİTAŞ 2: 12.00/
Vahşi Doğu, 15.00/
Woyzeck, 18.30/
Vahşi Doğu,
21.30/ Dolaptaki
Adamla Sohbet-
ler
FİTAŞ 3: 12.00/
Küçük MUck'unÖy-
kûsü, 15.00/ Leni Ri-
efenstahl'ınMuhteşem.../18.30/
Ozanlar, Ressamlar, Müzisyen-
ler, 21.30/Leni Riefenstahl'ın
Muhteşem...
REKS: 12.00/ Kral ve Kuş,
15.00/Özel BirGün, 18.30/Tan-
go, 21.30/ Dr. Strangelove
YARIN
EMEK: 12.00/ Tutku lmpara-
torluğu, 15.00' 2001: Uzay Ma-
cerası, 18.30' Tutku lmparator-
luğu, 21.30/ 2001: Uzay Mace-
rası
FİTAŞ 1: 12.00' Felemenk
Usta + Islak, 15.00/ Pink Floyd-
Duvar, 18.30/ Felemenk
Usta + Islak, 21.30/Pink
Floyd- Duvar
FİTAŞ 2: 12.00/
Kapalı Dünyalar,
15.00'HiroşimaSev-
gilim, 18.30/ Kapah
Dünyalar, 21.30/ Sebas-
tiane
FtTAŞ 3: 12.00/ Tommy
Tricker'in Dönüşü, 15.00/ Kar-
galar, 18.30/ Fantastik Öykûler,
Masallar ve..., 21.30/ Kargalar
REKS: 12.00/EjderhaDani-
el, 15.00/ Jesus Christ Supers-
tar, 18.30/ Dûşen Adamlara Bak,
21.30/ Yağmurdan Önce
Müzik, aşk ye
banş günleri
belgeseli...
SUNGU ÇAPAN
Festıvalın 'GeoçKğiıı Ateşi
Müzik' bölümûnûn süper fil-
mı 4
"Woodstock"ı, 2. VVoods-
tock bezirgânlıgının tezgâh-
landığı geçen yıl eylül ayında,
Montreal'de. devasa büyük-
lükte bir perdede yeniden
seyretmiştirn yıllar sonrasın-
da. 196O'lı yıllara özgû deği-
şim rüzgârlanyla yelkenleri-
ni şişirmış çıçek çocuklan-
nın. New York yakınlannda-
ki bir mandıranın çayırlanna
yayılıp 1969'da vüzyıhmızın
tarihme geçecek bir üç gün-
üç gecelık, unutulmaz bir mü-
zik, aşk (sevgi) ve banş kon-
ser-festıvalınde toplaşarak
dalgalannı geçmelerinin 25.
yılı nedeniyle yeniden günde-
me gelen "Hbodstock", ka-
çınılmaz biçimde benı de geç-
mişıme, gençliğıme götür-
müştü.
Vietnam Savaşı karşıtı çi-
çek çocuklan kuşağının, şid-
dete, baskıya, otoriteye ve
kurallara baş kaldırarak,
AIDS benzeri amansız ve de-
vasız ılletlerin henüz ufukta
görürunediği, 1960'lann çıl-
gınca seks özgürlüğüne bula-
narak, LSD'li mantarh triple-
re çıkarak dünyayı değıştir-
meye ve insan haklannı sa-
vunmaya soyunduğu o gün-
lerde, dış dünyadan tecrit
edilmış, her şeyın sert ve öz-
gür olduğu, belli sınırlar için-
deki bir bölgede gerçekleşti-
nlen NVoodstock müzik, sev-
gi ve banş fesûvalıru, ekibiy-
le filme çeken yönetmen
Michaei YVadleigh de bu kon-
ser belgesiyle sonradan tur-
nayı gözûnden vuracağını bıl-
miyordu 1969'da. 1970'inen
ıyi belgesel film Oscan'nı ka-
zanan, geçen yıl da zaman
icinde, giderek kültürel biröl-
çüte dönüşetı olayın 25. yılı
nedeniyle süresıni 4 saate
uzatan kimi eklemeleri de fil-
mıne katan yönetmen Wadle-
igh'ın yeniden montaj yaptı-
ğı haliyle yıllar sonra bir kez
daha seyırci karşısına çıkan-
lan
tt
Woodstock"ta, rock ça-
ğının ölümsüz tann ve tartn-
çalanndan kimler yok? Alfa-
betık sırayla Joan Baez, Can-
ned Heat, Joe Cocker, Co-
untry Joe and the Fish, Cre-
edence Cleanvater RevivaL
Crosby Stills and Nash, Arlo
Guthrie, Richie Havens, Jef-
ferson Airplane, Jimi Hend-
rtı, Janis Joplin. Mountain.
Santana, John Sebastian,
Sha-Na-Na, Sly and The Fa-
mfly Stone, Ten Years After,
The Who ve Johnny Win-
ter'ın sahne alıp hünerlenni
sergilediğı efsanevi
u
Woods-
tock"un, yönetmeninin yıllar
sonra yeniden montajladığı
bu 240 dakikalık yeni versı-
yonu, lstanbul Film Festiva-
li'nin kesinlikle ıskalanmaya-
cak gösterilerinden.
KAÇIRMAYIN
Tören:
Japonya'nın usta yönetmeni Na-
gisha Oshima'nın yönettiği. döne-
minin önde gelen siyasi filmlerin-
den biri olan Tören, 2. Dünya Sa-
vaşı'ndan günümüze dek zengin
bir taşralı ailenin öyküsünü anlatır-
ken, törensel aile toplantılanndan
yararlanarak Japon toplumunda sa-
vaş sonrası oluşan değişimleri yo-
rumluyor.
Filmdeki karakterlerden her biri
ülkedeki farklı politik eğilimleri
temsil ederken, öyküdeki olaylar
iç ve dış politikadaki dönüşümîere
ayna tutuyor. (1971, 121 dk.)
Özel Bir Gün:
Ettore Scola'nın Marcello Mast-
roianni ve Sophia Loren'i bir araya getiren
filmi, HMer'in Roma'ya gelişinin kutlandığı
8 Mayıs 1938'de geçiyor.
Ama kutlamalan değil, o gün tanışan ve
Mussolini hakkında zıt görüşlcre sahip olduk-
lan halde birbirlerine bağlanan evli bir kadın-
la, eşcinsellikle suçlanarak
işinden atılan bir radyo sunu-
cusunun öyküsünü anlatıyor.
Birlikte geçirdikleri, birbirle-
rine sırlannı açtıklan bu gün,
ikisi için de 'özel' bir gündür.
(1977,106 dk.)
KargaJar:
Polonyalı genç yönetmen
Dorota Kedzieranvska, ürin-
ci uzun metrajlı filmi olan
Kargalar da, dokuz yaşında,
sevgiye aç bir kız çocuğunun
yürek burkan portresini çizi-
yor.
Annesinden yeterli ilgi gö-
remeyen, okulda alay edilen.
öğretmeni tarafından
cezalandmlan küçük Wrona (Karga), kendine
sevip sevileceği küçük bir dünya kurmak için
evden kaçar. Sokakta rastlayıp yanına aldığı
üç yaşındaki kız çocuğuna kendi mahrum
bırakıldıgı sevgiyi vermeye çalışır. (1994,66
dk.)
Tören fibninden bir sahne.
Suyun alb faııllerle dolıı...
CUMHtTR CANBAZOGLU
Mkhele ApfceUa (Nanni Moret-
ti) Italyan Komünist Partisı'nde
yüksek mevkilere yükselmiş 35 ya-
şında bir politikacı. Otomobil kaza-
sı sonucu hafiza kaybına uğruyor ve
kendini Acireale'ye şampiyonluğu
etkileyecek maça giden bir sutopu
takımının otobüsünde buluyor.
Maçta uzun süre yedek İculübe-
sinde kaJıyor. Havuzdaki sporcula-
nn hareketlerini izlerken yavaş ya-
vaş anunsamaya başlıyor geçmişi,
özel ve politik yaşamı geliyor gö-
zünün önüne. Maçın sonuna doğru
takımına zaferi getirebilecek penal-
tıyı kaçınyorve...
1970'e kadar Italyan Birinci Li-
gi'nde, daha sonra da üçüncü ligde
profesyonel olarak sutopu oynayan
Moretti, Italyan Komünist Parti-
si'nin eleştirisini sporla politikayı
metafor halinde kullanarak verme-
yi denıyor. Filmin adı Kızıl Güver-
cin de bu iki konunun bir bileşimi-
ni simgeliyor. Kızıl, komünist par-
tinin rengi, güvercin ise sutopunda
bir atış şekli.
Kızıl Güvercin, alışılmadık, 'az
sevünli' bir film. Yapısı sürekli ke-
silmelerle, geriye dönüşlerle örülü.
Aynı sutopu sporuna benziyor. Su-
topunda oyun her on saniyede bir
hakemın düdüğüyle kesiliyor.
Oyuncular sinirli ve sert, suyun
üzerindeki gerçekJe altındaki ger-
çek farklı. Suyun altı faullerle do-
lu. Havuz, politikadaki karmaşayı,
dönen dolaplan verebilmek için
Bu filme aç 27 marttakı ödül
töreninden En Iyi Ya-
bancı Film Osca-
men önemlı bır tehlikeyle karşı karşıya. Tat alma duyu-
su zayıfladığından başkalannın yardımına gereksinim
duyuyor. Ayrıca aıledekı gelenek üzerine her pazar öğ-
ry-ı •f-f"»'» f*\/1 Tl I n'yla evıne döneme- leyemeğindeenfesyemeklerpişirdiğikızlanna,yaptık-
feHlllC V 1 1 1 • di Ang Lee; ama ge- lannı yedirememeye başlıyor; çünkü kızlar kilolanna
çen yıl uluslararası
piyasada tanmmasıru sağlayan Dûgün Yeraeği'nden son-
ra Tatiı Tuzlu'yla söhret tazeledi. Son ana kadar Os-
car'ın en güçlü adaylan arasında göstenlen Tatlı Tuz-
lu'da Tayvanlı Ang Lee, yıne yemekle ilgıli biröykü su-
nuyor sınemaseverlere. Bu kahramanımız, Tayvan'ın en
usta ahçısı Chu-Film, emeklılıği gelmış Chu'nun, sana-
tını ıcra ederken yaptıklannı gösteren karelerle başlıyor.
Ihtıyar ahçı hâlâ önemlı toplantılara çağnlmasına rağ-
dikkat ediyorlar. Pazarlan bir masa etrafında toplanıp
"ailegörüntüsü" çizen baba ve üç luzı, aslındagelenek-
lerinin getirdiği bu zorlama davranışı bir türlû bırbirle-
nne ıtıraf edemiyorlar. Tatlı Tuzlu, yemekten yola çıka-
rak Doğu toplumundaki kuşaklararası çatışmayı; gele-
neklerin ağırlığmı Amerikalı JamesSchamiH ve yönet-
men Ang Lee'nin kaleminden veriyor. Filmdeki yüze ya-
kın Çin yemegim ülkenın en ıyi ahçısı Ltn Huei-Yın ha-
zırlamış. Bu filme aç girmemeye bakm.
Kızü
Güverdni
«ençbir
ltahan
poUtikacının
komünizmi
sorgulaması
üzerine
kunılu.
Moretti'ye ideal bir mekân oluşru-
ruyor.
Babam ve Ustam'daki minik ro-
lüyle sinemaya giren, sonralan yö-
netmenlikle oyunculuğu bir arada
götüren Moretti, yine çok öznel bir
konu seçerek, karnerayı kendi yaşa-
mına yönelterek gelecek eleşririle-
ri kabulleniyor: Bir 'muhakfet fil-
mi' yaparken çok derine inmeden,
cesurca düşüncelerini olduğu gibi
aktanyor. Son yıllarda Avrupa sine-
masına ağırlığını koyması da işte
bu samimiyete ve cesarete dayanı-
yor.
1989'da Venedik'in resmi bölü-
münden son anda çıkanlan Kızıl
Güvercin, Ayakçı ve Sevgüi Günlü-
ğüm'e giden yolda Moretti'yi taru-
yabilmek için iyi bir firsat.
Şükrü Aysan'ın 1987-1992 yıllan arasında gerçekleştirdiği yapıtlardan oluşan 4. kişisel sergisi Galeri Nev'de
Altematif bir dünyaran kendisiJALE NEJDET ERZEN
Şükrü Aysan'ın sergisini izlemek,
belki farkında bile olmadan, dışandaki
dünyanın farklı olabileceğine inanmak
demek. Bu seçeneğin farkına vardığınız
anda ıse Aysan'ın sunduğu dünyaya -bu
dingin varoluş mekânına- asıl olması
gereken, olmadan olamaz diye tutulu-
yorsunuz.
Akıl ile başlayan ve ereği aklı anla-
mak olan bir araştırma, verdiği ürünle
bir yaşantı dünyası yarattığında, sonuç
kaçmılmaz bir şekilde güzellik ve şiir
oluyor. Aysan'ın sergisinde resim yü-
zeylerınden duyum dünyalanna dalıp
gittim, kendimi unutmanın mutluluğu-
nuyaşadım.
Geometriler, Tantnı'da ya da Pla-
ton'un düşüncesinde olduğu gibi âle-
min müziğini -mekânı, dili, biçimı- ya-
ratıyorlar, aklın kendisi ve bütün başlan-
gıçlann ortak paydaşı oluyorlar. Bunla-
n düjündüğünüzde Aysan'ın resminin
kaynaklarla (orijin) ilgili olduğunu yo-
rumlayabilirsiniz. Ama ben, çok uzun
bir süre Aysan'ın resmine hiçbir şey dü-
şünemeden dalıp gittim, çok uyanık bir
şekilde.
Şükrü Aysan'ın resimlerinde kareler,
üçgen ve daireler var. Bunlar, belirli ge-
ometrik sistemlere göre bölünüp eklem-
leni>orlar. Ama herhalde Aysan, ge-
ometriyi ya da uyguladığı sistematik
kontrolleri düşünmemizi istemiyor. Ha-
yır, Aysan'ın resmi bize ne gördüğü-
müz dünyayı anlatır ne de onu anlatan
kavTamlann resmidir. Aysan'ın resmi,
alternatif bir dünyanın, asıl gerçek ol-
duguıa inanmak istediğimiz (belki de
öyledir) bir dünyanın kendısidir. Inan-
dınc. olduğu, sizi içinde yaşattığı kadar
öneralidir. Özellikle bugün, bu bakım-
dan cnemlidir, çünkü insanın asal soru-
nu, aştaki dünya ile içteki dünyayı ba-
nştnmaksa günümüzde bu daha da zor-
laşrnştır.
Resim, iki boyutlu fiziği ile aslında
bir nekân sanatı. Çünkü sanat, gerçeği
gerçîk olmayanla yaratmaksa mekânı
mekinla değil, yüzeyle işlemek söz ko-
nu&\_ Resim, ister mekânı, ister sanal
gerçjği inkâretsin. yine de algı ile iliş-
kisi hep mekân anahtanndan geçer.
Şükıü Aysan. resmin bu "mekân" ve
"yauılsama'' sorununu asal olarak ele
alan "destek/>
r
ûzey" (support/surface)
san^t akımının çalışmalanna paralel bir
çizgyle resımler ürettı. Resmi temelde
bir ^üzey olarak ele alıp bütün fazlalık-
lan :erk ederek (şasi, astar, çivi, vb.)
yalmzca bez ve boya (yüzey ve leke-iz)
kulluımakla yüzeyi duvara iliştiren rap-
tiye.çivi, vb. her öğeyi biçimin incel-
migbir niteliği olarak kullanıp sanat
üretim sürecini -düşünce, madde, teknik,
biçim- ve de onu çevreleyen mekânı par-
çalanamaz bir bütün olarak işlemektedir.
Bu bütünün, varlık alanı içuıde kendi
bölünmezliğini koruyabılmesi de onun va-
roluş sürecindeki uygulamanın önceden
bilinen belirgin ve kontrollü bir unsur ol-
masına bağlıdır.
Nitekim Aysan, her renk kullanımı, her
boya sürüşü ve bunlann ardışması ile il-
gili belirli kararlan kendi biçimine uygun
bir mantığa göre gerçekleştirmektedir. Bu
sistem, zaman, mekân ve madde ile bütün-
leşince kendi bilinmezlennı yaratır... Işte
karşımzda, sonsuz renk ilişkileri.
Aysan'uı yaptığı açıklamaya göre, her
seri resımde yeni ve farklı bır teknik söz
konusu. Bütün bunlar, Aysan'ın uç nokta-
da incelmiş yaratıcı düşünce ve duyarlılı-
ğını ortaya koyuyor kuşkusuz. Bunlar, Ay-
san'ın resminin asıl değerini olu^^ı ın^u-
lar da resminin bütünlüğündeki gerekli
mekanizmayı oluşturuyorlar. Aysan'ın
resmi, ne kadar yanılsamaya ve yanılsa-
Aysan'ın resmi, alternatif bir
dünyanın, asıl gerçek
oldağuna inanmak
istediğimiz (belki de öyledir)
birdünyanın
kendisidir. tnandına olduğu,
sizi içinde yaşattıgı kadar
önemlidir. Özellikle bugün, bu
bakımdan önemlidir, çünkü
insanın asal sorunu. dıştald
dünya ile içteki dünyayı
banstırmaksa günümüzde bu
daha da zorlaşmışür.
mayı oluşturan, yoğunlaştıran öğelere,
mekânsal iddialara karşı olsa da sizi için-
de banndıran, antan ve düşünceleri, kav-
ramlan arkada bırakıp varlığın sonsuzlu-
ğunda, sürekliliğinde ve değişmesınde
sanki boşlukta askıya alan bır mekân oluş-
turuyorlar.
Kullandığı temel geometrileri düşün-
mekle belki ınsan annmaya doğru bır
adım atabilir, ama zaten gerçek yaşam ala-
nının ve mekânın en temel verisi olan ge-
ometrik düzen, tüm yaşam, yaşantı ve ifa-
delerin temel biçimlendiricisi. Aysan, asal
formlarla akla ve kaynağa ulaşmaya çalı-
şıyor. Böyle temel yapısal öğeler renge
destek olduğunda ve rengin nefes aldığı
alanlan oluşturduğunda, görsellik farklı
bir enerji yükleniyor. Aysan'ın resmi, böy-
le bir enerji ile yaşıyor. Yorulmuş, parça-
lanmış, hep yüzeye vurmuş bir dünyaya
karşı Aysan'ın resmi, sizi dingin ve derin,
enerji dolu bir bütüne götürüyor. Giderek
yalmzca sanal olan bir dünyada sanatın
varlığını meşru ve gerekli kılan bir resim.
DUŞUNCEYE SAYGI
MEMET FLAT
Bir Kitaba Nasıl Kıyılır?
Yolu çok... Basımevi, ciltçi, en başta da düzelt-
men... Hele hepsi el ele verirlerse işte o zaman ya-
şadınız!..
Bilimsel ve Kültürel Araştirmalar Vakfı, Kültür Ba-
kanlığı'nın katkılanyla bir kitap yayımladı:
Yunus Emre, Nasrettin Hoca ve Hacı Bektaş Veli
Düşüncesinde Hoşgörû.
İçinde profesörlerin, araştırmacıların, yazartarın
yazdıklan 16 yazı var.
Başa konmuş olan kısa mesajında, Kültür Bakanı
Tımurçin Savaş, UNESCO'nun "Hoşgörü Yılı" ilan
ettıği 1995'te yayımlanan bu kitabın dünya banşına,
demokrasiye, insanlığın ortak kültürü olan uygariığa
katkısı olacağını söylüyor.
Arkadan kitabı hazırlayan Dr. Şevket Özdemir'in
"Sunuş" yazısı geliyor. Herkesin değerli katkılanna
teşekküretmiş...
Ama galiba düzeltmenle ciltçiyi unutmuş ki çok
kötü öç almışlar. Tasanmcının ise doğrudan öç alma-
sı söz konusu değil, çünkü ona daha baştan gerek
duyulmamış. O da yokluğuyia yapmış yapacağını.
Her neyse, kıtaptaki 16 yazıdan biri, ne yazık ki, be-
nim yazım: "Yunus Emre'de Hoşgörû".
Aslında ben böyle işlere hiç girmem, bilirim başı-
ma neler gelebileceğini, ama Yunus Emre bir güzel-
lik, hoşgörü ayn bir güzellik... Sonra Emre Kongar
çok sevdiği biröğrencisiydi Izgen'in... Herhalde o da
bu işin içindedir, diye düşündüm... Kültür Bakanlığı
adına tetefon eden tanımadığım birine, "Olur", deyi-
verdim...
Derken günlerden bir gün kitap geldi. Yazariara
baktım: Pertev Naiö Boratav bile yazıvermiş.
Ne güzel...
Sonra düzelti iyi yapılmış mı diye kendi yazımı bir
kanştıracak oldum: Inanılır şey değil!.. Üstelikde bil-
gisayarda yazılmış tertemiz bir müsveddeydi...
Bendeki kopyayı önüme koyup yanlışlan düzelt-
meye başladım.
Sonuç aşağıda:
31 sayfalık yazıda toplam 140 yanlış. Bunlardan
103 tanesi harflerle ilgili, 2 tanesı atlama (bir yerde 9
sözcük, bir yerde 1 sözcük atlanmış). Aralannda an-
lamı tersine çeviren, ya da şiirleri bozan yanlışlar da
var. 35 yanlış ise düzen yanlışı: Paragraf aralan açıl-
mamış, ya da gereksiz açılmış, şiir aralannı gösteren
yıldızlar başa konacakken ortaya konmuş vb.
Bazılan okurken anlaşılabilecek, bazılanysa anla-
şılamayacak olan bu yanlışlann bir tek yazıya, yalnız
benim yazıma özgü olduğu söylenemez. Bütün ki-
tabın yanlışlar, hatta atlamalarla dolu olduğunun dü-
şünülmesi çok doğal.
O zaman nasıl güvenilip okunacak öbür yazılar?
Bu dizgi düzelti konusu yayımcılığımızın başına
gerçekten dert oldu.
Aynca müsveddelerde de öylesine özensiz davra-
nılıyor ki kimse kimseye güvenemez hale geldi.
Aslında herkes yanlış yapabilir. Birbirimizi denet-
lememiz, uyarmamız gerekir, ama güvenimizi yitirme-
den...
Geçenlerde "Cumhuriyet"e gönderdiğim bir yazı-
da Savaş Çekiç'in adını Savaş Çelik diye yazmı-
şım. Telefon edıp uyardılar. "Tamam, düzeltin", de-
dim. Yanlış yaptığımı biliyorlardı, gene de sordular.
Doğru olan budur.
Annemin ölüm ilanını gönderdiğimde ise, gördük-
leri bir yanlışı, acılı bir günümde beni rahatsız etmek
istemedikleri için, telefon edip sormadan düzeltmiş-
ler.
Çok iyi bildikleri bir adı düzeltiyoriar, artık bu da
sorulur mu?
Başka bir gün olsa sorarlardı kanısındayım. Onlara
bu güveni verdiğimi sanıyorum.
Neyse yazın tarihçileri için açıklayayım:
Piraye'rim nüfus kütüğündeki adı Hatice Zekiye
Prayende'dir. "P" ile "r"nin arasında "/" yok.
Ama çevresindeki herkes ona "Piraye" derdi.
Bu bir saplama, baştaki konumuza değinerek
bitirelim. Okurianmdan dileğim, Yunus Emre, Nas-
rettin Hoca ve Hacı Bektaş Veli Düşüncesinde Hoş-
görü adlı kitaptaki yazımı okurlarsa, içinde 140 yan-
lış olduğunu bilerek okumalarıdır. Onu başka bir yer-
de, yanlışsız, doğru olduğuna inandığım düzende
yayımlayacağım.
Omer F. Toprak'ın kitabı tanıtılıyor
• Kültür Servisi - 1979'da yitirdiğimiz şair Ömer
Faruk Toprak'ın eşi Füruzan Toprak tarafından
düzenlenen ve Kültür Bakanlığı'nca yayımlanan
düzyazılar kitabmı tanıtmak ve yayınını kutlamak
amacıyla bugün saat 15.00'te Ömer Faruk Toprak Halk
Kütüphanesi'nde bir toplantı düzenlenecek. Şairin eşi
ve Türkiye Yazarlar Sendikası'nca düzenlenen
toplantıda şairin eşinin açış konuşmasından sonra TYS
adına Genel Sekreter Necatı Güngör bir konuşma
yapacak.
Içimden doğurduğum görüntü dünyasına düşen gölge
GÜLŞENÇALJK
Resim yapmaya başladığım ço-
cukluk yıllanmda, çadırbiçimli kaf-
tanlar giyen yuvarlacık kafalı insan-
lar çizip, güneşin sıkışıp kaldığı sol
köşede panldamasına ve puf yanak-
lı üç bulutun mavi gökte dengelen-
mesine rağmen, evet nerede kalmış-
tım, resim, yirminci yüzyılda sanat-
çının kedisi, sanatçının köpeği gibi,
neredeyse tümüyle Medici'lerin em-
rinden çıktı, kendi yörüngesinde,
kendi gezegenlerini yarata yarata
kendi serüvenine koyuldu. Ben de
çocuklukta hep o üst sol köşeye sı-
kıştırdığım güneşi "azad ettim",
(Türkçem hâlâ yirmi yıl öncesinin
Türkçesi) ve bu konuda kendi yolu-
ma daldım. O sıralar Harlem'de
(Manhattan'ın üst taraflannda, ge-
nellikle Afrika kökenli Amerikahla-
nn oturduğu semtte) viran bir ev sa-
tın almıştık.
Bu evi yenilerken sütun başlıkla-
n, mermer şömine köşeleri, ne bile-
yim, 1880'lerden kalma duvar kâ-
ğıtlan, eski paralan, art deko mü-
cevherler, viran evin köşelerinden
üçer beşer belirmeye başladı. Ben
duvarlan boyamakla görevliydim ve
nefret ederek bu işi yapıyordum. ta
ki işten kovulana deİc. Bu duvarlan
boyarken bır gün, galiba çok kirli bir
duvan resim boyar gibi boyuyor-
dum, içimde böyle acaip bir perde,
anlatması çok güç bunu, gerildi, ge-
rildi, sonra yırhlarak dağıldı mı, yok-
sa rüzgârda üfürülürcesine uçup git-
ti mi bilmem, o andan itibaren benim
gerçekle olan ilişkim değişti.
Çok yakınlanma göre boyadan çı-
kan zehirli buharlar. belki de üstün-
deki garantiye rağmen, içindeki kur-
şun, beynimi delip geçmiş, benli-
ğimde bir daha geri dönemeyece-
ğim, herhalde bir daha onaramaya-
cağım bir sarsıntı bırakmıştı. O gün,
ben dünyadaki çoğu insanm arasın-
dan tamamen sıynlarak bir avuç in-
sanın arasında buldum kendimi. Ba-
zılan, Türkiye toplumunun kültür bi-
rikiminin felsefi düşünme alışkanlı-
ğına açık olmadığını, sanat yapıtı-
nın da felsefe verileriyle kavranma-
sının bu ülkedeki olanaksızlığından
yakınır.
Ben olayı hiç öyle görmedim. Ka-
tılmaya çalıştığım ya da katılmaya
çalışmama rağmen katılamadığım,
fakat yine de içinde yaşadığım top-
lumlarda, kültür ve sanatın insanla-
nn çoğu için bir lüks, hatta sürdük-
leri otomobilden, kullandıklan de-
terjandan daha az vakit verdikleri bir
yabancı unsur olduğunu gördüm.
Devlet politikasınm sanat ve kül-
türü gerçekten gündeme aldığı ülke-
lerde sanata bir ölçü kan geliyordu,
ama artık iyıce tanıdığımı söyleye-
bileceğim ne Türkiye'de ne Ameri-
ka'da bu kan sanatçıya yetmiyor, top-
lumun çoğunluğu sırtı sanata dönük
yaşıyordu. Bazen yaşam koşuluydu
bunun nedeni, ama çoğunlukla ya-
şam şartından çok ruh tembelliği,
akıl tembelliğiydi. Vardığım bu göz-
lem ilkinde beni üzdü; sonra sevin-
dirdi. Demek ki ben toplumun belki
de lüzumsuz bulduğu, oysa benim
için su, ekmek ve hava kadar gerek-
li olan, aynca su ve ekmekten çok
daha eğlendirici bir yan dalına kon-
muştum ve coğunluğun düşüneme-
yeceği düşünceleri kolluyor, bıleme-
diklen gerçekleri izliyordum. Ne
mutluydu sanatçı olmak; özgürdüm,
zaman zaman çıldınyordum ve ya-
şamayı seviyordum. Bu sözlerim
•Gülşen
Çalık, Maçka
Sanat
Galerisi'nde
yer alan
'Kavramsal
Manzaralar'
başlıklı
sergisinin
serüvenini
anlatıyor.
şimdiki zaman için de geçerlidir.
Böyle bir uç daldan sanata ve ha-
yata yaklaşırken özerkliğimi kıska-
nıyordum her şeyden çok. Fikirlere
bile çok fazla bağh kalmamayı ken-
di kendime öğütledim. Bana kalsa
fazla bağımlılık, bir konuya kesifbir
bakış diğer konulan görmemize en-
gel oluyordu. Başlangıçta her şeyin
aynı derecede değer kazandığı bir
ortam yarattım kendime. Kırmızı
rengin değeri yeşille eşti. Mavi ve
san da, kırmızı ve yeşil kadar özel-
likten uzaktılar. Onlan tarihsel ve
sembolik geçmişlerinden antarak bır
seri deniz manzaralan yaptım.
Tabii başkalan için renklerin duy-
gusal ve sembolik veya fizik değer-
leri çok farklıdır. Doğnısu ben de ba-
zı renklere baktığımda o rengin şid-
detinden ölebilirim neredeyse. Kır-
mızının belirli tonlan gözlerimi ya-
kar, birkaç dakika başımı bile ağn-
tır. Diyeceğim, bütün bunlan inkâr
ederek yola çıktım ben. Önce sade-
ce siyah ve beyaz. sonra sadece gri,
sonra pembe, yeşil ve turuncu kulla-
narak bir düzine deniz manzarası
yaptım.
Bu, 1988 yıllanndaydı yamlmı-
yorsam. Boyut hep aynıydı: 90'a 90
bir kare. Konu dâ hep aynı: Nere-
deyse rüzgârlardan kabarrnak üzere
olan bir deniz ve hemen hemen ay-
nı gökyüzü; sol tarafi bulutlu, sağ ta-
rafı açık. Konu kolay bir konuydu.
Bana çok şey kazandırdı bu dizi ça-
lışma: Birincisi, olmayan bir gerçe-
ği o kare tuvalin üstünde yaratıyor,
sonra aynı deniz manzarasım bir baş-
ka tuvalde bir başka renkle yapar-
ken aralanndaki farklılıklan (varsa)
gözlüyor, bu farklıhklardan hafif bir
mutluluk bile duyuyordum. Seri
bende garip bir alışkanlık da yarattı.
Galiba aynı kompozisyonu defa-
larca yinelerken oldu bu; resmin
kendi dünyasına göçtüm bir gün ve
renklerin, çizgilerin sessiz, fakat acı-
masızca hüküm sürdüğü o sözde iki
boyutlu alanda esir düştüm. Hâlâ ço-
cuklanmla ilgileniyor, vergılerimı
vaktinde ödemeye çalışıyor, işe git-
tiğim günler güleryüzle eş dostu se-
lamlıyordum, ama galiba hiçbir za-
man onlann tam arasına döneme-
dim. Dönmedim. Hâlâ da.
Bu sergide gördükleriniz New Y-
ork'ta otururken yaptığım işlerden
sizin ilginizi çekeceğıni sandığım bir
derleme. Üç küçük, iki orta boy ve
üç büyük resim ve üç sanatçı kitabı.
Bu işlerin tümü yukanda sözünü et-
tiğim resim alanına kişisel göçümle
ilgili. Ben belki bu ziyaretimde faz-
la ileri gittim; -nasıl Amerika'dan
Türkiye'ye bütün isteğime rağmen
bir türlü dönemediysem, ilk başında
keyifle kenarlanndan yemlendiğim
iki boyutlu resim alanının da bir gün
artık vatandaşı oldum ve bir daha dı-
şma çıkamadım.
Hatta o alanın gerçekliklerini da-
ha da ileri götürebilmek, oradan bir
daha hiç aynlmama amacıyla arala-
nna bo>utlu nesneler ekledim. Gö-
rüntülediklerini pekiştirmek ve salt
onlann varoluşlanm daha da anlam-
lı kılmak amacıyla aralannda görün-
tülenen bazı cisimlerin üç boyutlu
benzerlerini yanlanna diktim. Bu
inandıncı dünyada gerçekleşenler,
benim için güneşin çevresinde bite-
viye dolanan yaşadığımız şu geze-
gen kadar gerçektir. Içine doğduğum
görüntü dünyası, yaşamımın bu nok-
tasında içimden doğurduğum görün-
tü dünyasına zaman zaman gölge-
sini düşürüyor.