Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 7ŞUBAT1995SALI
14 KULTUR
Canterbury Hikâyeleri
J K ı »i. \ s
Gcoffrey C-lumcer
CANTERBURY
HÎKÂYELERİ
> .* !• ! K R K !) ! V \ V I N I. A
CEVAT ÇAPAN
Yazın tanhinın unurulmaz yapıt-
lannın unutulmazlıklan yalnızca ya-
zıldıklan dilin en yetkin örnekleri
olmalanna değil. aynı zamanda yan-
sıttıklan dünyanın eksıksiz bir göz-
lem birikimi ve dürüst bir tanıklığı
olmalanna da bağlıdır. Biz bu yüz-
den Homeros'un destanlannı hem
bizi heyecandan heyecana sürükle-
yen serüvenlerdizısi, hem de insan-
lığın genç olduğu dönemlerden bi-
rini toplumsal, siyasal ve ekonomık
özelliklenyle acıklayan birer belge
olarak okuruz. Ingiliz ortaçağ yazı-
nının ünlü şain Geoffrey Chaucer'ın
Canterbury Hikâyeleri de bir anlam-
da, Homeros destanlan gibı yansıt-
tığı dönemin Ingilteresinı herkesim-
den ınsanıy la ve eksiksiz bır anlatım
zengınlığiyle imgelememızde can-
landınr.
Chaucer'ın yaşadığı dönemde Av-
rupa'da Dante, Boccacck) ve Petrar-
ca gibi şair ve yazarlar o zamana ka-
dar yaygın yazın dıli olan Latince
yerine Italyanca yapıtlar vermiş,
böylece ulusal dilin önem kazanma-
sında öncülük etmişlerdi. Ingilte-
re'de de 1066'daki Norman ıstilası
yüzûnden Fransızca'nın benımsen-
mesi, üniversitelerde öğretimin La-
tince ve Fransızca olarak yapılması
tngılızce yazının gelişmesini gecik-
tirmişti. On dördüncü yüzyılda, In-
giltere'nin Fransa'ya açtığı savaş-
larda üstünluk kazanması bır ulusal
birlık ve güven duygusu yaratmış,
böylece ülkede önemli bir ölçüde dil
biriığı de sağlanmıştı. Işte Chaucer
böyle bir ortamda, yüksek tabakanın
Fransızca'yı benimsemesine karşın,
orta ve alt tabakanın konustuğu In-
gilizce'yi seçerek ortaçağ Ingiliz şi-
irinın Roman de la Rose, The Book
of the Duchess, The Hotıse of Fame,
The Parliament of FmvK, The Le-
gend of GoodVVomen, Troilus and
Criseyde ve The Canterbury Taks
gibi en basanlı ömeklerini verdi. Bu
anlatı şıirler arasında son ikisi Cha-
ucer'ın başyapıtlan sayılır. Boccac-
cio'nun D. Filostrato'sundan esinle-
nilen 8000 dizelik Troitus and Cri-
seyde Chaucer'in karakterleri çizi-
şındeki ustalık yüzûnden konunun
uzmanlannca ilk İngiliz romaru ola-
rak da tanımlanmıştır.
lngiltere'deki kutsal Canterbury
kentine giden 31 hacı adayının yol-
culuklan sırasında bırbirlerine an-
lattıklan hikâyelerden oluşan Can-
terbury Hikâyeleri ise Chaucer'in
tasarladığı son biçiminde tamamlan-
mamış olsa bile eldeki 24 hikâye ve
hacı adaylannı tanıtan Genel Giriş
bölûmüyle bu yapıt belli bir bütün-
lüğe sahıptir. Bu bütünlük içinde 14.
yüzyıl tngiliz toplumunun bütûn
özelliklerini yansıtan bir kesitle kar-
şılaşmz. Chaucer ele aldığı kişileri
ve onlann hikâye anlatışlannı dra-
matik bir kurguyla sunarken bir "in-
santık komedisi" yaratmayı başar-
mıştır.
Biçimsel olarak hikâyelerin çoğu
Genel Gıriş bölümûnde olduğu gibı
uyaklı beyitle, Chaucer'in anlattığı
Melibbe ile Vaiz'in Hikâyesı düz-
yazı olarak Avukat'ın Baş Rahı-
be'nin, Üniversiteli'nin ve tkincı
Rahibe'nin hikâyeleri 7 dizelik, Ke-
şış'in hikâyesi ise 8 dizelik kıtalar
halinde yazılmıştır.
Işlediİden konular bakımından da
hikâyeleri şu dört kûmede ele alabi-
linz:
1) Aşk ve şövalyelik serüvenleri
(Şövarye'nin Bathlı Kadın'ın, Sılah-
tar'ın ve Toprak Ağası'nın hikâye-
leri);
2) Din ve ahlak dersi veren hikâ-
yeler (Avukatın, Üniversiteli'nin,
Ikinci Rahibe'nin. Afhameci'nin,
Baş Rahibe'nin, Hekim'in, Vaiz'in
hikâyeleri ve "MeBbbe");
3) "Fabfiaın" adıyla anılan mizah
hikâyeleri (Değirmenci'nin, Kâh-
ya'nın, Aşçı'nın. Frer'in, Müba-
şir'in, Tüccar'ın, Kilise Meclısi Aza
Yardımcısı'mn ve Gemici'nin hikâ-
yeleri);
4) Hayvan hikâyelen (Rahibe'nin
yanındaki Papaz'm ve Vekilharç'ın
hikâyeleri). Bunlann dışındaki hi-
kâyeler ise bu kategorilerden hiçbi-
rine giımez.
Hacı adaylannın Southwark'takı
Tabard Hanı'nda bir araya geldik-
ten sonra hem orada hem de yol bo-
yunca konakladıklan yerlerde bir-
birlerini eğlendirmek amacıyla an-
lattıklan bu hıkâyeler dönemin ge-
leneksel anlatım sanatlanndan ya-
rarlanılarak yazıldıklan için Cha-
ucer'in ustalığıru sergilediklen gi-
bi, dönemin Ingüteresinde gerçekle-
şen köylü ayaklanmasını, kilisenin
yozlaşmasmı, çeşitli meslek ve ke-
simlerden gelen insanlann smıfsal
ve kişisel özelliklerini de dolaylı bir
biçimde ve ince bir alaycılıkla yan-
sıtırlar.
Chaucer'in bir film senaryosunun
hareketliliği ve canlılığıyla anlattığı
bu hikâyeler oldukça ilginç geçiş bö-
lümleriyle birbirine bağlanır ve da-
ha önce sözünü ettığim bütünlûk bi-
çimsel olarak böyle sağlanır. Can-
terburyHikâyeleri'nin 14. yüzyıl tn-
gilteresi'nin bir kesiti olduğunu söy-
lemiştik. Ama bu hikâyelerde rast-
ladığımız kişiler yalnız o dönemin
değil, hemen hemen bütün çağlann
temsilcileri olabilecek evrensel
özelliklere sahiptırler. Bu nedenle
çağcıl bir sinema yönetmeni olan
Pasoiini bu kaynaktan esinlenerek il-
ginç bir film yapmış, daha baska sa-
natçılardabu hikâyelen müzikli bir
oyun olarak sahneye uyarlamışlar-
dır.
Bugüne kadar tngilizce konuşu-
lan ülkelenn dışında ancak Ingiliz
yazını uzmanlannın ve öğrenciîen-
nin tadına vardıklan bu başyapıtın
Türkçe'ye çevrilmesi bu yüzden
önemli bir çevın olayı olarak değer-
lendinlmelidir. Nerdeyse beşyüz yıl
önce yazılmış bu önemli başyapıtı
yayımlamayı sağlayan Yapı-Kredı
Yayınlan'yla bu uzun ve güç çevin
işini yapıtın bütün inceliİderini el-
den geldigince koruyarak gerçekleş-
tıren NazmiAğıl'ı kutlamak gerekir.
Tîyatro
söyleşîleri
Kültür Servisi- Şehir Ti-
yatrolan'nın 80.Yıl KültürEt-
kinlıklen şubat ayında da sürü-
yor. Harbiye Muhsin Ertuğrul
Fuayesi'nde pazartesi günleri
saat 14.00'te gerçekleştirilen
söyleşilerin ortok teması tiyat-
ro. 13 şubat pazartesi günü ya-
pılacak "Behzat Butak Efsa-
nesP başlıklı söyleşide ise
Gökhan Akçura, Necdet Mah-
fı Avral, Larnia Butak, thsan
De>Tİm, Ergun Köknar, Mit-
hat Özkök ve Jeyan Mahfı Tö-
zûm konuşmacı olarak bulu-
nacaklar
Ayı gün sanatçmın özel eş-
yasmdan ve fotograflarından
oluşan bir de sergi açılacak.
Şubat ayında birde salı söy-
leşisi gerçekleştinlecek. 14 şu-
bat salı günü saat 14.00'teki
söyleşide iki de yabancı konuk
bulunacak:
Macaristan Ulusal Tiyatro
Enstitüsü Başkanı ve Tiyatro
Tanhi Müzesi Müdürü Dr.Ni-
na Kjrah, "9O'lı >iUarda Doğu
Avnıpa Ti\-atrosu, Kantor ve
Ölüm Ti\arrosu", Türkolog ve
Macar-Türk Dostluk Derneği
Genel Sekreteri Timea Gal ise
''Türk-Macar ilişkikri, Maca-
ristan'da Türk Tiyatrosu"' üze-
nne konuşacaklar.
20 şubat pazartesi günü ise
Oğuz Aral, Semih Balcıoğlu,
Latif Demirci, Savaş DinçeL,
Ferruh Doğan ve Turhan Sel-
çuk "Tiyatro ve Karikatür"
ilişkisini tartışacaklar. Aynı
gün aynı yerde. Karikatürcüler
Derneği'nin katkılanyla hazır-
lanan "Tiyatro Karikatûrieri"
sergisi de açılacak.
Şubat ayının son söyleşisi
ise 27 şubatta gerçekleştinle-
cek. Beklan Algan. Orhan Al-
kaya. Nihal G.Koldaş, Kerem
Kurdoğlu ve Özkan Schulze
"İstanbuJ'da yenilikçi tiyatro
ortamı" üzerine konuşacaklar.
Şehir Tiyatrolan,
IITM'nin ilküyesi
Külrür Senisi -Uluslararası Akdeniz Tıyatro Enstitüsü (ITTM)
Türkiye Temsilciliğikuruldu Temsılcılığın başkanlığvnı Prof. Ce-
\atÇapan, genel sekreterlıginı de Şehir Tiyatrolan Genel Sanat Yö-
netmeni Erol Keskin üstlendı. Beklan Algan. Memet Baydur, Gen-
co ErkaL Murat Karasu, Işıl Kasapoglu. Ahmet Levendoğlu, Başar
Sabuncu.ZeynepOral ve Dikmen Güriin Uçarer'ın de üye olduk-
lan UTM Türkiye Temsilcıhğrnın sekreter>a hızmetlenni tstan-
bui Büvükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolan >-ürütecek.
Üyelik protokolü. IİTM Genel Dırektörü Prof. Jose Monleon,
Prof Cevat Çapanve Erol Keskin tarafından ımzalandı. Böyle ör-
gütlenmelenn değışık biçımlerde olabıleceğını vurgulayan Prof.
Cevat Capan. bunun da, Prof. Jose Monleon'la Moskova'da karşı-
laşmalanyla gerçekleşen mutlu bir rastlantı sayesınde meydana
geldığını söyledı. Bu karşılaşma sonucunda. o sıralar Madnd'de bu-
lunan Memet Baydur'un toplantılara katılmasıyla enstitü ve Tür-
kiye arasındakı ılk ıletışımın başladığını belirten Çapan, yazışma-
lann sonuçlanması ıçm, Monleon'un Istanbul'a geldiğını ekledı.
lstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolan 'mn, örgütün sekreterya gö-
revını üstlenmesıyleku-
1990yılında kurulan ve üye ül-
keler arasında deneysel araştır-
malar, ortak yapımlar, doküman-
tasyon merkezleri, eğitim birimle-
ri, festivaller gibi değişik kültürel
alışveriş olanaklan yaratmayı, va-
rolanlan desteklemeyi, iletişim ve
dayamşmayı güçlendirmeyi hedef-
leyenve merkezi Madridde bulu-
nan Uluslararası Akdeniz Tiyatro
Enstitüsü 'nün Arnavutluk, Ceza-
yir, Avusturya, Bosna-Hersek, Bul-
garistan, Hırvaüsîan. Kıbrıs Rum
Kesimi, Mısır, tspanya, Fransa,
Yunanistan, tsrail, ttalya, Lübnan,
Fas, Filistin, Portekiz, Romanya,
Tunus ve Türkiye olmak üzereyir-
mi üyesi bulunuyor.
rulan temsilciliğın, Tür-
kiye'dekı tıyatroculann
uluslararası etkinlıkler-
de yer almalanna yar-
dımcı olacağını belirten
Prof. Cevat Çapan, böy-
lece uluslararası bır iş-
birliği gerçekleştirilece-
ğinı söyledı.
Enstıtünün kurucula-
nndan olan Prof. Jose
Monleon, örgütlenme-
nin süreklılığını sağla-
mak ıçm güvenilir ku-
rumlar ve ısımlere gerek
duyulduğunu belirtti.
Türk tiyatrosunun
önemli sanatçılannın da
böyle bır ışbırlığine ka-
tılmalanyla büyük bir
güç kaynağı oluşturul-
duğunu belirten Monleon, kuruluşun başlıca çabasının, bırçok so-
runun yaşandıgı Akdeniz dünyasında, kültür bırikimıni bu ülkele-
nn halklannm hızmettne sunmak olduğunu kaydetn.
Özellıkle bu bölgede yaşanan ırkçılık. dınsel bağnazlık, taşralı-
İık ve kendı ıçıne kapanma gibı sorunlann varlığına dıkkat çeken
Monleon, böyle bır gırişımın aynca önem taşıdığını belirtti.
İnsanlann çoğu zaman kültür aynlıklannı bu- tehlike olarak gör-
düğünü, kendılennınse, tam tersine, bu farklılıklann bır zengınhk
yaratacağına ınandıklannı söyleyen Monleon, enstıtünün 1996 yı-
hnda gerçekleştırmeyi tasarladığı bir etkmlığin, bır tiyatro gemi-
sıyle Akdenız'dekı adalan gezerek. buralarda gösteriler yapmak ol-
duğunu ekledı.
Köktendıncilik tehlıkesıyle ılgılı bır soruya verdıği yanıtta, ta-
rihinın bellı bır dönemınde ıslam kültürünü yoğun olarak yaşayan
ve İslam hümanızmasını bünyesınde kaynaştıran lspanya'yı örnek
gösteren Monleon, dinlenn hümanist yanlannı ele aldıklannı be-
lirtti.
IITM Türkiye Temsılcıliği'nin genel sekreterliğıni yürüten Şe-
hir Tiyatrolan Genel Sanat Yönetmeni Erol Keskin de. yaptığı
açıklamada, uluslararası denildığınde, akla ılk gelen ögenın nas-
yonal ve siyasal ılıntıler olduğunu, oysa hedefın kültürterarası hat-
takültürlerötesine varabılecek ılintiler olduğunu söylerek toplum-
lann kültürlerinın siyasal smırlardan çok daha fazla önem taşıdı-
gını, kültürlenn doktnnlerden önce geldığıni ekledı.
William Trevor, son romanıyla üçüncü kez Whitbread Ödülü 'nü kazandı
Tanrı'yı rahatsız ediyorum
Kfiltür Servisi - WHİam Tre-
vor, daha önce. 1976 ve 1983
yıllannda kazandığı Whitbread
Odülü'nü, bu kez, son romanı
"Felıcia's Joumey (Felıcia'nın
Yolculuğu)" ile kazandı. The
Independentgazetesı editörü
Jan Dailey'nın Trevor'la ılgilı
yazısından bir bölüm sunuyo-
ruz.
"Içki içmryorum ve şirkette
hissem de yok. Ama yine de ba-
na çok iyi davranıyoıiar"dıyor
Trevor, kısık sesinde hâlâ hıs-
sedilebilen lrlandalı aksanıyla
ve hafif gülümsemesiyle.
(Whıtbread, ünlü bira üreticile-
rinden bin).
Bu yıl Whitbread Ödülü ola-
rak verilen 23 bin poundla (yak-
laşık 1.5 milyar TL) karşılaştı-
nldığında, yazann daha önce
kazandığı ödüller çerez gibı gö-
rünüyor. Aynı kıtapla Sunday
Express'in verdıği ödülü de (20
bin pound. yaklaşık 1 milyar
300 milyon TL) aldığı düşünü-
lünce, Trevor'ın başansı, ikiye
katlanıyor. Ama 13 romanı ve 8
kısa öykü kitabını kapsayan 35
yıllık meslek yaşamı hesaba ka-
tılırsa, bu ödül onun için çok da
önemli sayılmaz.
"Kazandığım ilk ödülü,
Hawthornden Odülü'nü asla
unutamav-acağun" diyor Trevor.
Bu ödülü, 36 yaşındayken,
1964'te yazdığı The Oki Boj's'la
kazanmıştı. Trevor, yazı yazma-
ya. geçiminı sağlarnak için, bir
heykelöraş olarak hazırlık oku-
lunda ders venrken başladı O
zamana kadar, Peter Porter, Ga-
vin Ewart ve Echvard Lucie
Smith gibı şairleri de bünyesın-
de banndıran bır reklam şirke-
tınde, Noöky's'de metin yazar-
lığı yapıyordu.
Kansı Jane'le birlikte (Dub-
lin'deki Trinity College'dan me-
zun olunca evlendi), Lord Da-
vid Cecfl ve Francis VVynd-
ham'la Ritz'de biröğle yemeği-
ne davet edilmişlerdi. Yemek
bitti. Trevor, Nottley's'e geç ka-
lıp işten kovulma endişesiyle,
ikıde bir saatine bakıp duruyor-
du, ödülden ya da payına düşen
paradan söz etmeksızin. Sonun-
da, Trevor yan cebinden bir zarf
çıkararak "Lord David Cecfl iş-
te böyle yaptT diyerek onun ha-
reketini taklit ediyor. "Zarfi,ye-
ğenine, gizli gizli birkaç şiHn ve-
ren ve 'Bundan babana söz et-
mek yok' diyen bir amca edasr*-
la, masanın altından bana uzat-
Geçen salı gecesi, durum
böyle değildi. 400 kişi, Whitb-
read'in Londra'daki bira fabri-
kasında oturmuş, akşam yeme-
ği yiyordu. Dörtbir tarafta, Tre-
vor'ın kıtaplanndan bölümler
gösterilen ekranlar vardı. En so-
nunda, ödülünü alırken yaptığı
sade konuşması sırasında, Tre-
vor'ın etrafı, tamamıyla kame-
ralarla ve durmadan patlayan
flas,larla çevnliydi.
Oysa, Devon'daki evinde,
Trevor, bu tür patırtılardan hiç
hoşlanmayanbirtaşralı gibi gö-
rünüyor. Ama aynı zamanda da
her yerde kendisini evindeymiş
gibi hissediyor. Belki her yerde,
belki de hiçbir yerde. 1928'de,
Co Cork'ta, azınlık Protestan bir
ailenin çocuğu olarak dünyaya
gelen Trevor, her zaman bir ya-
bancı olmaktan söz ediyor. Ba-
bası bir banka görevlisiydi ve
bu yüzden lrlanda'nın güneyin-
de kasaba kasaba dolaşmak zo-
runda kaldılar. Genç William
Trevor Cox, on üçten fazla okul
değiştirdi, hep "kasabay^ yeni
geten çocuk"oldu ve Protestan
olması yüzûnden de her zaman
diğerlerinden biraz daha fark-
hydı.
"Hiçbir zaman gerçek sorun-
lanmolmadı" diyor Tre\or, "a-
ma farklrvdun. Bu, Musevi ol-
mak gibi bir şey.~
Her ne kadar lrlanda'ya olan
bağlılığının "duygusal"olduğu-
nu kabul etse de köklen olma-
yan çocukluğu vüzünden "tr-
landa'da,kendimiatt hissettiğim
belli bir yer, bir yuvam yok. tr-
landa'daİd her kasaba, benim"
diyor yazar. "Farkh'' ve köksüz
olmak, insanlan dışandan göz-
lemleyebilmek konusunda, bir
yazar için, büyük bir armağan
olabilir. Trevor'ın dediğı gibı,
"Öykü, insan yaşamına kaça-
mak bir batasOr". Trevor'ın en
özgün öykülen, asla tanımadığı,
derin köklere sahip lrlanda top-
lumunu ve dış dünyadaki ger-
ginlikleri ele ahr.
Felicia's Journey, bebeğinin
babasını bulmak için, lrlan-
da'dan aynlıp Ingiltere'ye giden
genç bir kızın öyküsünü anlatır.
Tenha ve perişan endüstriyel
kentlerden geçerek ümitsizce
Johnny'yi arar Felicia. Ona yal-
nızca, çimen biçme makineleri
üreten bır fabrikada calıştığmı
söyleyen Johnny'nin, ıngiliz or-
dusunda görevli bir asker oldu-
ğunu aklına bile getirmez.
Gitgıde anlamsızlaşan arayı-
şı boyunca, gecekondulardan ve
hayır kurumlanndan sokaklara
kadar uzanan bir ümitsizlîğin
ıçınde kaybolur. Tuhafe\- sahip-
leri ve din manyaklan gibi her
türden insamn arasına düşer. Bir
müdür olarak saygıdeğer görü-
nüşü,
tt
yardımettiğj''Beth, Sha-
ron. Bobbi, Elsie ve Gaye gibi
yalnız ve yitik diğer genç ka-
dınlann tatlı anılanndan oluşan
küçük "Memory Lane"nin (Ha-
tıra Yolu) görünmeyen gerçek-
liğıni maskeleyen, Bay Hilditch
adında kötü bir adama rastlar.
Felicia's Journey. eğer hiçbir
politik amaç taşımıyorsa, dinsel
bir kıtap olarak görülebilır mı?
Trevor, kahramanlanna koydu-
ğu ısimler konusunda dıkkatlı
olduğunu, onlann "işeyarama-
lannı" istediğini söylemişti.
Belki de mutluluk anlamına ge-
len adıyla Felicia'nın arayışı,
ilahibiryolculuktur. "Evet,ben-
ce kitabuı sonu da tamamen
böyle. Felicia'ya bü- Tann'ya ve
bununla birlikte trlanda'ya
inanması öğretümişti. Ama bu i-
nanç hiçbir işe yaramadı.
Felicia, Tann'ya, kendine gö-
re bir bakış açısı geliştirdi. Bu
da tamamen bireysel bir bakış
açısı. Bu anlamda, kitabın Tan-
n'yı rahatsız edici bir kitap ol-
duğu söylenebilir."
Trevor dındar bıri mi? "Ben
Tann'yırahatsız ediyorum. Yaz-
dıklanm da öyle. Kesinlikle Hı-
ristiyanlan desteklhorum, on-
lann yanındayım, ama kiliseye
gittiğim zaman bunun bir Kato-
lik ya da Protestan kilisesi olma-
sı beni hiç ilgilendü-miyor."
Bir trlandalı için, bu çok yü-
rekli bir adım gibi gözükebilir.
Trevor'ın bunu daha önceden
düşünmüş olması gerekli. Çün-
kü lrlanda'dan söz edıldiğınde,
kesin bır tavırla şu yanıtı veri-
yor: "Buraya gömükceğim.''
YAZIODASI
SELtM tLERİ
Hep Bayağılığın Bir
Sonu Yoktup
Amerika'dan bilmem kaç yıl sonra evierimize bir bay-
ram hediyesi gibi giren televizyon kutusu, nice zamanlar
var ki, yaşadığımız şizofrenik ortamı büsbütün hastalıklı
kılmak için, bilerek bilmeyerek, vargücüyle uğraşıyor. Bu
kutunun içinden bize gösterilenler, hiçbir bilimkurgu ca-
navannın akıl edemeyecegi ürkünç eylemler.
Oysa macera ne kadar güzel başlamıştı. Komşumuz
Fatma Hanım'ın evine televizyon izlemeye giderdik. Ma-
hallede bir tek Fatma Hanımlann evinde televizyon var-
dı. O da hem iyilik olsun diye, biraz da böbürlenme uğ-
runa kapısını komşularına açar; oturma odasında, baş
köşede duran televizyon kutusunun üstündeki dantelalı,
oya işi örtü kaldınlır; gelsin çaylar, gitsin kahveler...
Şimdi siyah-beyaz Türk fılmleri gibi, televizyonun bu,
siyah-beyaz dönemini de gurbet duygusuyla, içimiz sız-
lıya sızlıya anyoruz.
O günkü Fatma Hanım'dan bugünkü Fatma Hanım'a
çok şey değişti. Bugünküsü ekrana çıkıp, her hafta,
pavyoniardan, barlardan konsomatris kurtanyor. O gün-
kü Fatma Hanım'ın demli çayı, kıymalı, peynirli poğaça-
lan artık uzak anı. Bugünkü Fatma Hanım'ın ev işiyle,
mutfakla uğraşacak zamanı yok. Sırtında mantosu, gö-
zünde siyah gözlükleri, bu hafta bir kanalda, ertesi hafta
transfer olduğu bir başka kanalda, kapılanndan hışımla
girdiği Adana barlannı, Mersin pavyonlannı seyrettiriyor
bize.
Hanım kız, galiba artıst olmak ısterken bara düşmüş.
Olay o kadar gerçektır ki, eski Yeşılçam melodramlanna
hiç benzememektedır. Yine de fonda Fatma Hanım'ın
bariı sazlı geçmiş zaman filmleri oynar. Gerçi melod-
ramlarda çok makyajlı Fatma Hanım'ı ille bir jön kurtanr
ama, o eski jönlerden eser kalmamıştır. Kollan sıvamak
bu yüzden Fatma Hanım'a düşmüştür.
Kurtanlan kız, bar kabadayılannın kemküm itirazlanna
rağmen, kapıdaki otomobile bindirilmiş, çoktan yola çı-
kıltır. Bu arada Fatma Hanım mantosunu bar kızının çıp-
lak omuzlanna bırakıvermiştir. Hep birlikte uçağa binilir,
sonra ver elini lstanbul.
Ertesi h«fta sıradaki Mersin pavyonuna koşulur. Yal-
nız, kurtanlıp Istanbul'a getirilen kız, bu kez sevinç göz-
yaşlan dökmez. Bir tuhaflık vardır. Son görüntüler yak-
laşmışken, olay seyir değiştırir, oyunculuğu pek inandın-
cı olmayan bir rezalet patlak verir: Kansı kurtuldu diye
gözyaşı döken kocanın muhabbet tellalı olduğu ortaya
çıkar. Görüntü, kansını satan kocanın yüzünde donar.
Herkes sosyal bir yarayla baş başa bırakılmıştır...
Şimdi biraz nefes alalım diyerek bir başka kanalın
düğmesine bastığımızda, Çehov'un hayatını canlandır-
mış bır tiyatro aktörü, taa Amerika'lardan getirttiğt az-
man, sanşınca bir adamı, Clinton'ın dublörü diye sün-
net etmekle meşguldür. Düğmeye tekrar bastığımızda,
bır dünya mucizesiyle karşılaşırız! Daha iki gece önce ti-
yatroda Çehov oynarken izlediğimız, alkışlanmış bir akt-
ris, şimdi o ağırbaşlı, matem ışi Çarlık Rusyası robalannı
çıkanmış, pek dekolte bir giysiyle dolanmakta, genç kız-
lanmızı, genç erkeklerimizle tanıştırmaktadır. Şüphesiz
ertesi gece yine Çehov oynayacaktır.
Bir başka kanalda kalabalık bir kadroyla ordan oraya
koşuşturan bir hanım, bir şeylerin bandıra bandıra yenil-
mesini istemektedir. Hemen öte kanalda kıvranan bir
delikanlı, bir türiü gömleğini çıkaramamakta, kulağında-
ki küpeyi bize sağdan-sağdan göstermekte, yine göm-
leğini çıkarmaya çalışmaktadır. Müslüm Baba'yı dinle-
yenler jiletle kendilerini doğrarlar.
O sırada evlerden kanallara fakslar yağmaya başlar.
Ikide birde eteklerini açıp iç çamaşırlannı serinleten bir
hanım, bu faksları iç gıcıkladığı varsayılmış seslerle
okur. Saatler ilerlemekte, bır başka hanım, erkeği kendi-
sinin tanıdığını, yataklara uzanmış söylemektedir. Beyaz
saçlı, prens olduğu ileri sürülen bir adamsa kahkahalar
atarak hem erkeğin hem kadının kendisinden sooılma-
sını istemekte, telefon numaralan vermektedir.
Birdenbire devreye Başbakan girer: Aylıklannı arttıra-
madığı memurlar için ağlamaktadır. Sonra bir düğün
görüntüsü: Sekiz katlı pasta kesilmekte, gelinin annesi
ayağını sıkan iskarpinlerini değiştirmektedir. Genç irisi
bir şarkıcı hanım: "Hayır, ben o melekli şarkılar söyleyen
çocukla yatmadım"diyerek adliye koridorlarında beya-
nat vermektedir...
Bu arada ölüler, katiller, yangınlar, felaketler, medyum-
lar. falcılar, astrologlar sıra beklemektedir. Sıra onlara da
elbette gelecektir.
Fakat nereye kadar?
Öyle anlaşılıyor ki, televizyon patronlan toplu şizofreni
için bütün servetlerini harcamayı göze almış bulunuyor-
lar. Servetleri yetecek mi? Her güne dökülen milyarlar,
bu uğurda gerekli yatırımı sağlayabilecek mi? Yoksa bir
yardım kampanyası mı açılacak? Ekranlanmızın tek bir
saniye bile kararmaması için bir an önce karar verme-
miz gerekiyor.
Şinasi Barutçu Kupası 7. Sergisi
• Kültür Servisi - FOTOGEN (Fotoğraf Sanatı Derneği)
tarafindan düzenlenen "Şinasi Barutçu Kupası 7. Sergisi"
Yıldız Teknik Üniversıtesi Sanat Merkezi'nde izlenebılir.
Gazi Eğitim Enstitüsü'ndeki öğrermenliğinden başlayarak
eğiticiliği, sergilen, dernekçıliğı ve yayuüan ile Cumhuriyet
dönemi fotoğrafimızm öncülerinden biri olan
Şinasi Barutçu (1906-1985) anısına düzenlenen
Kupa'ya her yıl, daha önceki başanlan gözetilerek belirli
sayıda fotoğrafçı çağnlıyor. Başanlı bulunanlar ertesi yıl
tekrar çağnlıyor ve üst üste üç yıl başanlı olanlar
kupa alıyor. 7. sergiye Cemal Ağacıkoğlu, Selim Aytaç,
Sadık Demiröz, Serra Mübeccel Gültürk, Selim Güneş,
Mehmet Arslan Güven, Yılmaz Kalpalp, Adnan Veli
Kuvanlık, Yakup Kütük, Hamdi Mengi, Refık Ongan,
Cengiz Sinanoğlu, Adem Sönmez ve Mustafa Reşat
Sümerkan katıldı. Seyıt Ali Ak, Mehmet Bayhan, A. Halim
Kulaksız, tbrahim Zaman ve Fotogen Yönetim Kurulu'ndan
oluşan seçici kurul, Cemal Ağacıkoğlu (lstanbul), Selim
Aytaç (Istanbul), Sadık Demiröz (Eskişehır), Mübeccel
Gültürk (lstanbul). Adnan Veli Kuvanlık (Ankara) •
ve Adem Sönmez'i (Muş) başanlı buldu.
Geçen cumartesi açılan sergi, iki hafta süreyle
izlenebilecek.
Gerardmer Fantast* Rlm Ödülleri
saMplerini buldu
• GERARDMER (AA) - Fransa'nın Gerardmer kentinde
yapılan Fantastik Film Festivali'nde Yeni Zelandalı yönetmen
Peter Jackson'm "Heavenly Creatures" adlı fılmı, en büyük
ödüle değer görüldü. Bu yıl ikincisi gerçekleştirilen
festivalde diğer ödüllerin dağılımı şöyle: Özel Jüri Ödülü:
ttalyan yönetmen Michele Soavi'nin "Dellamorte,
Dell'amore" adlı filrruVÖzel Jüri Mansiyonu: Çek Sverak'ın
"Akumulator 1" adlı filmi/Eleştiri Ödülü:
Çek Sverak'ın "Akumulator 1" adlı fihni/Kısa Metrajda
Büyük ödül: Fransız Patrick Contre'nin "Beni Sevsinler
Istiyorum" adlı FılmiyÖzel Ödül: Fransız Pierre Bouchon ile
Jose Miguel Ribeiro'nun "Ovo" adlı filmi. ABD'li Alex
Winter ile Tom Stern'in "Freaked" ve ABD'li Christopher
Menaul'un "'Fatherland" adlı fılmleri de en iyi fantastik TV
filmi seçıldiler. '