25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 7ŞUBAT1995SALI 14 KULTUR Canterbury Hikâyeleri J K ı »i. \ s Gcoffrey C-lumcer CANTERBURY HÎKÂYELERİ > .* !• ! K R K !) ! V \ V I N I. A CEVAT ÇAPAN Yazın tanhinın unurulmaz yapıt- lannın unutulmazlıklan yalnızca ya- zıldıklan dilin en yetkin örnekleri olmalanna değil. aynı zamanda yan- sıttıklan dünyanın eksıksiz bir göz- lem birikimi ve dürüst bir tanıklığı olmalanna da bağlıdır. Biz bu yüz- den Homeros'un destanlannı hem bizi heyecandan heyecana sürükle- yen serüvenlerdizısi, hem de insan- lığın genç olduğu dönemlerden bi- rini toplumsal, siyasal ve ekonomık özelliklenyle acıklayan birer belge olarak okuruz. Ingiliz ortaçağ yazı- nının ünlü şain Geoffrey Chaucer'ın Canterbury Hikâyeleri de bir anlam- da, Homeros destanlan gibı yansıt- tığı dönemin Ingilteresinı herkesim- den ınsanıy la ve eksiksiz bır anlatım zengınlığiyle imgelememızde can- landınr. Chaucer'ın yaşadığı dönemde Av- rupa'da Dante, Boccacck) ve Petrar- ca gibi şair ve yazarlar o zamana ka- dar yaygın yazın dıli olan Latince yerine Italyanca yapıtlar vermiş, böylece ulusal dilin önem kazanma- sında öncülük etmişlerdi. Ingilte- re'de de 1066'daki Norman ıstilası yüzûnden Fransızca'nın benımsen- mesi, üniversitelerde öğretimin La- tince ve Fransızca olarak yapılması tngılızce yazının gelişmesini gecik- tirmişti. On dördüncü yüzyılda, In- giltere'nin Fransa'ya açtığı savaş- larda üstünluk kazanması bır ulusal birlık ve güven duygusu yaratmış, böylece ülkede önemli bir ölçüde dil biriığı de sağlanmıştı. Işte Chaucer böyle bir ortamda, yüksek tabakanın Fransızca'yı benimsemesine karşın, orta ve alt tabakanın konustuğu In- gilizce'yi seçerek ortaçağ Ingiliz şi- irinın Roman de la Rose, The Book of the Duchess, The Hotıse of Fame, The Parliament of FmvK, The Le- gend of GoodVVomen, Troilus and Criseyde ve The Canterbury Taks gibi en basanlı ömeklerini verdi. Bu anlatı şıirler arasında son ikisi Cha- ucer'ın başyapıtlan sayılır. Boccac- cio'nun D. Filostrato'sundan esinle- nilen 8000 dizelik Troitus and Cri- seyde Chaucer'in karakterleri çizi- şındeki ustalık yüzûnden konunun uzmanlannca ilk İngiliz romaru ola- rak da tanımlanmıştır. lngiltere'deki kutsal Canterbury kentine giden 31 hacı adayının yol- culuklan sırasında bırbirlerine an- lattıklan hikâyelerden oluşan Can- terbury Hikâyeleri ise Chaucer'in tasarladığı son biçiminde tamamlan- mamış olsa bile eldeki 24 hikâye ve hacı adaylannı tanıtan Genel Giriş bölûmüyle bu yapıt belli bir bütün- lüğe sahıptir. Bu bütünlük içinde 14. yüzyıl tngiliz toplumunun bütûn özelliklerini yansıtan bir kesitle kar- şılaşmz. Chaucer ele aldığı kişileri ve onlann hikâye anlatışlannı dra- matik bir kurguyla sunarken bir "in- santık komedisi" yaratmayı başar- mıştır. Biçimsel olarak hikâyelerin çoğu Genel Gıriş bölümûnde olduğu gibı uyaklı beyitle, Chaucer'in anlattığı Melibbe ile Vaiz'in Hikâyesı düz- yazı olarak Avukat'ın Baş Rahı- be'nin, Üniversiteli'nin ve tkincı Rahibe'nin hikâyeleri 7 dizelik, Ke- şış'in hikâyesi ise 8 dizelik kıtalar halinde yazılmıştır. Işlediİden konular bakımından da hikâyeleri şu dört kûmede ele alabi- linz: 1) Aşk ve şövalyelik serüvenleri (Şövarye'nin Bathlı Kadın'ın, Sılah- tar'ın ve Toprak Ağası'nın hikâye- leri); 2) Din ve ahlak dersi veren hikâ- yeler (Avukatın, Üniversiteli'nin, Ikinci Rahibe'nin. Afhameci'nin, Baş Rahibe'nin, Hekim'in, Vaiz'in hikâyeleri ve "MeBbbe"); 3) "Fabfiaın" adıyla anılan mizah hikâyeleri (Değirmenci'nin, Kâh- ya'nın, Aşçı'nın. Frer'in, Müba- şir'in, Tüccar'ın, Kilise Meclısi Aza Yardımcısı'mn ve Gemici'nin hikâ- yeleri); 4) Hayvan hikâyelen (Rahibe'nin yanındaki Papaz'm ve Vekilharç'ın hikâyeleri). Bunlann dışındaki hi- kâyeler ise bu kategorilerden hiçbi- rine giımez. Hacı adaylannın Southwark'takı Tabard Hanı'nda bir araya geldik- ten sonra hem orada hem de yol bo- yunca konakladıklan yerlerde bir- birlerini eğlendirmek amacıyla an- lattıklan bu hıkâyeler dönemin ge- leneksel anlatım sanatlanndan ya- rarlanılarak yazıldıklan için Cha- ucer'in ustalığıru sergilediklen gi- bi, dönemin Ingüteresinde gerçekle- şen köylü ayaklanmasını, kilisenin yozlaşmasmı, çeşitli meslek ve ke- simlerden gelen insanlann smıfsal ve kişisel özelliklerini de dolaylı bir biçimde ve ince bir alaycılıkla yan- sıtırlar. Chaucer'in bir film senaryosunun hareketliliği ve canlılığıyla anlattığı bu hikâyeler oldukça ilginç geçiş bö- lümleriyle birbirine bağlanır ve da- ha önce sözünü ettığim bütünlûk bi- çimsel olarak böyle sağlanır. Can- terburyHikâyeleri'nin 14. yüzyıl tn- gilteresi'nin bir kesiti olduğunu söy- lemiştik. Ama bu hikâyelerde rast- ladığımız kişiler yalnız o dönemin değil, hemen hemen bütün çağlann temsilcileri olabilecek evrensel özelliklere sahiptırler. Bu nedenle çağcıl bir sinema yönetmeni olan Pasoiini bu kaynaktan esinlenerek il- ginç bir film yapmış, daha baska sa- natçılardabu hikâyelen müzikli bir oyun olarak sahneye uyarlamışlar- dır. Bugüne kadar tngilizce konuşu- lan ülkelenn dışında ancak Ingiliz yazını uzmanlannın ve öğrenciîen- nin tadına vardıklan bu başyapıtın Türkçe'ye çevrilmesi bu yüzden önemli bir çevın olayı olarak değer- lendinlmelidir. Nerdeyse beşyüz yıl önce yazılmış bu önemli başyapıtı yayımlamayı sağlayan Yapı-Kredı Yayınlan'yla bu uzun ve güç çevin işini yapıtın bütün inceliİderini el- den geldigince koruyarak gerçekleş- tıren NazmiAğıl'ı kutlamak gerekir. Tîyatro söyleşîleri Kültür Servisi- Şehir Ti- yatrolan'nın 80.Yıl KültürEt- kinlıklen şubat ayında da sürü- yor. Harbiye Muhsin Ertuğrul Fuayesi'nde pazartesi günleri saat 14.00'te gerçekleştirilen söyleşilerin ortok teması tiyat- ro. 13 şubat pazartesi günü ya- pılacak "Behzat Butak Efsa- nesP başlıklı söyleşide ise Gökhan Akçura, Necdet Mah- fı Avral, Larnia Butak, thsan De>Tİm, Ergun Köknar, Mit- hat Özkök ve Jeyan Mahfı Tö- zûm konuşmacı olarak bulu- nacaklar Ayı gün sanatçmın özel eş- yasmdan ve fotograflarından oluşan bir de sergi açılacak. Şubat ayında birde salı söy- leşisi gerçekleştinlecek. 14 şu- bat salı günü saat 14.00'teki söyleşide iki de yabancı konuk bulunacak: Macaristan Ulusal Tiyatro Enstitüsü Başkanı ve Tiyatro Tanhi Müzesi Müdürü Dr.Ni- na Kjrah, "9O'lı >iUarda Doğu Avnıpa Ti\-atrosu, Kantor ve Ölüm Ti\arrosu", Türkolog ve Macar-Türk Dostluk Derneği Genel Sekreteri Timea Gal ise ''Türk-Macar ilişkikri, Maca- ristan'da Türk Tiyatrosu"' üze- nne konuşacaklar. 20 şubat pazartesi günü ise Oğuz Aral, Semih Balcıoğlu, Latif Demirci, Savaş DinçeL, Ferruh Doğan ve Turhan Sel- çuk "Tiyatro ve Karikatür" ilişkisini tartışacaklar. Aynı gün aynı yerde. Karikatürcüler Derneği'nin katkılanyla hazır- lanan "Tiyatro Karikatûrieri" sergisi de açılacak. Şubat ayının son söyleşisi ise 27 şubatta gerçekleştinle- cek. Beklan Algan. Orhan Al- kaya. Nihal G.Koldaş, Kerem Kurdoğlu ve Özkan Schulze "İstanbuJ'da yenilikçi tiyatro ortamı" üzerine konuşacaklar. Şehir Tiyatrolan, IITM'nin ilküyesi Külrür Senisi -Uluslararası Akdeniz Tıyatro Enstitüsü (ITTM) Türkiye Temsilciliğikuruldu Temsılcılığın başkanlığvnı Prof. Ce- \atÇapan, genel sekreterlıginı de Şehir Tiyatrolan Genel Sanat Yö- netmeni Erol Keskin üstlendı. Beklan Algan. Memet Baydur, Gen- co ErkaL Murat Karasu, Işıl Kasapoglu. Ahmet Levendoğlu, Başar Sabuncu.ZeynepOral ve Dikmen Güriin Uçarer'ın de üye olduk- lan UTM Türkiye Temsilcıhğrnın sekreter>a hızmetlenni tstan- bui Büvükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolan >-ürütecek. Üyelik protokolü. IİTM Genel Dırektörü Prof. Jose Monleon, Prof Cevat Çapanve Erol Keskin tarafından ımzalandı. Böyle ör- gütlenmelenn değışık biçımlerde olabıleceğını vurgulayan Prof. Cevat Capan. bunun da, Prof. Jose Monleon'la Moskova'da karşı- laşmalanyla gerçekleşen mutlu bir rastlantı sayesınde meydana geldığını söyledı. Bu karşılaşma sonucunda. o sıralar Madnd'de bu- lunan Memet Baydur'un toplantılara katılmasıyla enstitü ve Tür- kiye arasındakı ılk ıletışımın başladığını belirten Çapan, yazışma- lann sonuçlanması ıçm, Monleon'un Istanbul'a geldiğını ekledı. lstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolan 'mn, örgütün sekreterya gö- revını üstlenmesıyleku- 1990yılında kurulan ve üye ül- keler arasında deneysel araştır- malar, ortak yapımlar, doküman- tasyon merkezleri, eğitim birimle- ri, festivaller gibi değişik kültürel alışveriş olanaklan yaratmayı, va- rolanlan desteklemeyi, iletişim ve dayamşmayı güçlendirmeyi hedef- leyenve merkezi Madridde bulu- nan Uluslararası Akdeniz Tiyatro Enstitüsü 'nün Arnavutluk, Ceza- yir, Avusturya, Bosna-Hersek, Bul- garistan, Hırvaüsîan. Kıbrıs Rum Kesimi, Mısır, tspanya, Fransa, Yunanistan, tsrail, ttalya, Lübnan, Fas, Filistin, Portekiz, Romanya, Tunus ve Türkiye olmak üzereyir- mi üyesi bulunuyor. rulan temsilciliğın, Tür- kiye'dekı tıyatroculann uluslararası etkinlıkler- de yer almalanna yar- dımcı olacağını belirten Prof. Cevat Çapan, böy- lece uluslararası bır iş- birliği gerçekleştirilece- ğinı söyledı. Enstıtünün kurucula- nndan olan Prof. Jose Monleon, örgütlenme- nin süreklılığını sağla- mak ıçm güvenilir ku- rumlar ve ısımlere gerek duyulduğunu belirtti. Türk tiyatrosunun önemli sanatçılannın da böyle bır ışbırlığine ka- tılmalanyla büyük bir güç kaynağı oluşturul- duğunu belirten Monleon, kuruluşun başlıca çabasının, bırçok so- runun yaşandıgı Akdeniz dünyasında, kültür bırikimıni bu ülkele- nn halklannm hızmettne sunmak olduğunu kaydetn. Özellıkle bu bölgede yaşanan ırkçılık. dınsel bağnazlık, taşralı- İık ve kendı ıçıne kapanma gibı sorunlann varlığına dıkkat çeken Monleon, böyle bır gırişımın aynca önem taşıdığını belirtti. İnsanlann çoğu zaman kültür aynlıklannı bu- tehlike olarak gör- düğünü, kendılennınse, tam tersine, bu farklılıklann bır zengınhk yaratacağına ınandıklannı söyleyen Monleon, enstıtünün 1996 yı- hnda gerçekleştırmeyi tasarladığı bir etkmlığin, bır tiyatro gemi- sıyle Akdenız'dekı adalan gezerek. buralarda gösteriler yapmak ol- duğunu ekledı. Köktendıncilik tehlıkesıyle ılgılı bır soruya verdıği yanıtta, ta- rihinın bellı bır dönemınde ıslam kültürünü yoğun olarak yaşayan ve İslam hümanızmasını bünyesınde kaynaştıran lspanya'yı örnek gösteren Monleon, dinlenn hümanist yanlannı ele aldıklannı be- lirtti. IITM Türkiye Temsılcıliği'nin genel sekreterliğıni yürüten Şe- hir Tiyatrolan Genel Sanat Yönetmeni Erol Keskin de. yaptığı açıklamada, uluslararası denildığınde, akla ılk gelen ögenın nas- yonal ve siyasal ılıntıler olduğunu, oysa hedefın kültürterarası hat- takültürlerötesine varabılecek ılintiler olduğunu söylerek toplum- lann kültürlerinın siyasal smırlardan çok daha fazla önem taşıdı- gını, kültürlenn doktnnlerden önce geldığıni ekledı. William Trevor, son romanıyla üçüncü kez Whitbread Ödülü 'nü kazandı Tanrı'yı rahatsız ediyorum Kfiltür Servisi - WHİam Tre- vor, daha önce. 1976 ve 1983 yıllannda kazandığı Whitbread Odülü'nü, bu kez, son romanı "Felıcia's Joumey (Felıcia'nın Yolculuğu)" ile kazandı. The Independentgazetesı editörü Jan Dailey'nın Trevor'la ılgilı yazısından bir bölüm sunuyo- ruz. "Içki içmryorum ve şirkette hissem de yok. Ama yine de ba- na çok iyi davranıyoıiar"dıyor Trevor, kısık sesinde hâlâ hıs- sedilebilen lrlandalı aksanıyla ve hafif gülümsemesiyle. (Whıtbread, ünlü bira üreticile- rinden bin). Bu yıl Whitbread Ödülü ola- rak verilen 23 bin poundla (yak- laşık 1.5 milyar TL) karşılaştı- nldığında, yazann daha önce kazandığı ödüller çerez gibı gö- rünüyor. Aynı kıtapla Sunday Express'in verdıği ödülü de (20 bin pound. yaklaşık 1 milyar 300 milyon TL) aldığı düşünü- lünce, Trevor'ın başansı, ikiye katlanıyor. Ama 13 romanı ve 8 kısa öykü kitabını kapsayan 35 yıllık meslek yaşamı hesaba ka- tılırsa, bu ödül onun için çok da önemli sayılmaz. "Kazandığım ilk ödülü, Hawthornden Odülü'nü asla unutamav-acağun" diyor Trevor. Bu ödülü, 36 yaşındayken, 1964'te yazdığı The Oki Boj's'la kazanmıştı. Trevor, yazı yazma- ya. geçiminı sağlarnak için, bir heykelöraş olarak hazırlık oku- lunda ders venrken başladı O zamana kadar, Peter Porter, Ga- vin Ewart ve Echvard Lucie Smith gibı şairleri de bünyesın- de banndıran bır reklam şirke- tınde, Noöky's'de metin yazar- lığı yapıyordu. Kansı Jane'le birlikte (Dub- lin'deki Trinity College'dan me- zun olunca evlendi), Lord Da- vid Cecfl ve Francis VVynd- ham'la Ritz'de biröğle yemeği- ne davet edilmişlerdi. Yemek bitti. Trevor, Nottley's'e geç ka- lıp işten kovulma endişesiyle, ikıde bir saatine bakıp duruyor- du, ödülden ya da payına düşen paradan söz etmeksızin. Sonun- da, Trevor yan cebinden bir zarf çıkararak "Lord David Cecfl iş- te böyle yaptT diyerek onun ha- reketini taklit ediyor. "Zarfi,ye- ğenine, gizli gizli birkaç şiHn ve- ren ve 'Bundan babana söz et- mek yok' diyen bir amca edasr*- la, masanın altından bana uzat- Geçen salı gecesi, durum böyle değildi. 400 kişi, Whitb- read'in Londra'daki bira fabri- kasında oturmuş, akşam yeme- ği yiyordu. Dörtbir tarafta, Tre- vor'ın kıtaplanndan bölümler gösterilen ekranlar vardı. En so- nunda, ödülünü alırken yaptığı sade konuşması sırasında, Tre- vor'ın etrafı, tamamıyla kame- ralarla ve durmadan patlayan flas,larla çevnliydi. Oysa, Devon'daki evinde, Trevor, bu tür patırtılardan hiç hoşlanmayanbirtaşralı gibi gö- rünüyor. Ama aynı zamanda da her yerde kendisini evindeymiş gibi hissediyor. Belki her yerde, belki de hiçbir yerde. 1928'de, Co Cork'ta, azınlık Protestan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Trevor, her zaman bir ya- bancı olmaktan söz ediyor. Ba- bası bir banka görevlisiydi ve bu yüzden lrlanda'nın güneyin- de kasaba kasaba dolaşmak zo- runda kaldılar. Genç William Trevor Cox, on üçten fazla okul değiştirdi, hep "kasabay^ yeni geten çocuk"oldu ve Protestan olması yüzûnden de her zaman diğerlerinden biraz daha fark- hydı. "Hiçbir zaman gerçek sorun- lanmolmadı" diyor Tre\or, "a- ma farklrvdun. Bu, Musevi ol- mak gibi bir şey.~ Her ne kadar lrlanda'ya olan bağlılığının "duygusal"olduğu- nu kabul etse de köklen olma- yan çocukluğu vüzünden "tr- landa'da,kendimiatt hissettiğim belli bir yer, bir yuvam yok. tr- landa'daİd her kasaba, benim" diyor yazar. "Farkh'' ve köksüz olmak, insanlan dışandan göz- lemleyebilmek konusunda, bir yazar için, büyük bir armağan olabilir. Trevor'ın dediğı gibı, "Öykü, insan yaşamına kaça- mak bir batasOr". Trevor'ın en özgün öykülen, asla tanımadığı, derin köklere sahip lrlanda top- lumunu ve dış dünyadaki ger- ginlikleri ele ahr. Felicia's Journey, bebeğinin babasını bulmak için, lrlan- da'dan aynlıp Ingiltere'ye giden genç bir kızın öyküsünü anlatır. Tenha ve perişan endüstriyel kentlerden geçerek ümitsizce Johnny'yi arar Felicia. Ona yal- nızca, çimen biçme makineleri üreten bır fabrikada calıştığmı söyleyen Johnny'nin, ıngiliz or- dusunda görevli bir asker oldu- ğunu aklına bile getirmez. Gitgıde anlamsızlaşan arayı- şı boyunca, gecekondulardan ve hayır kurumlanndan sokaklara kadar uzanan bir ümitsizlîğin ıçınde kaybolur. Tuhafe\- sahip- leri ve din manyaklan gibi her türden insamn arasına düşer. Bir müdür olarak saygıdeğer görü- nüşü, tt yardımettiğj''Beth, Sha- ron. Bobbi, Elsie ve Gaye gibi yalnız ve yitik diğer genç ka- dınlann tatlı anılanndan oluşan küçük "Memory Lane"nin (Ha- tıra Yolu) görünmeyen gerçek- liğıni maskeleyen, Bay Hilditch adında kötü bir adama rastlar. Felicia's Journey. eğer hiçbir politik amaç taşımıyorsa, dinsel bir kıtap olarak görülebilır mı? Trevor, kahramanlanna koydu- ğu ısimler konusunda dıkkatlı olduğunu, onlann "işeyarama- lannı" istediğini söylemişti. Belki de mutluluk anlamına ge- len adıyla Felicia'nın arayışı, ilahibiryolculuktur. "Evet,ben- ce kitabuı sonu da tamamen böyle. Felicia'ya bü- Tann'ya ve bununla birlikte trlanda'ya inanması öğretümişti. Ama bu i- nanç hiçbir işe yaramadı. Felicia, Tann'ya, kendine gö- re bir bakış açısı geliştirdi. Bu da tamamen bireysel bir bakış açısı. Bu anlamda, kitabın Tan- n'yı rahatsız edici bir kitap ol- duğu söylenebilir." Trevor dındar bıri mi? "Ben Tann'yırahatsız ediyorum. Yaz- dıklanm da öyle. Kesinlikle Hı- ristiyanlan desteklhorum, on- lann yanındayım, ama kiliseye gittiğim zaman bunun bir Kato- lik ya da Protestan kilisesi olma- sı beni hiç ilgilendü-miyor." Bir trlandalı için, bu çok yü- rekli bir adım gibi gözükebilir. Trevor'ın bunu daha önceden düşünmüş olması gerekli. Çün- kü lrlanda'dan söz edıldiğınde, kesin bır tavırla şu yanıtı veri- yor: "Buraya gömükceğim.'' YAZIODASI SELtM tLERİ Hep Bayağılığın Bir Sonu Yoktup Amerika'dan bilmem kaç yıl sonra evierimize bir bay- ram hediyesi gibi giren televizyon kutusu, nice zamanlar var ki, yaşadığımız şizofrenik ortamı büsbütün hastalıklı kılmak için, bilerek bilmeyerek, vargücüyle uğraşıyor. Bu kutunun içinden bize gösterilenler, hiçbir bilimkurgu ca- navannın akıl edemeyecegi ürkünç eylemler. Oysa macera ne kadar güzel başlamıştı. Komşumuz Fatma Hanım'ın evine televizyon izlemeye giderdik. Ma- hallede bir tek Fatma Hanımlann evinde televizyon var- dı. O da hem iyilik olsun diye, biraz da böbürlenme uğ- runa kapısını komşularına açar; oturma odasında, baş köşede duran televizyon kutusunun üstündeki dantelalı, oya işi örtü kaldınlır; gelsin çaylar, gitsin kahveler... Şimdi siyah-beyaz Türk fılmleri gibi, televizyonun bu, siyah-beyaz dönemini de gurbet duygusuyla, içimiz sız- lıya sızlıya anyoruz. O günkü Fatma Hanım'dan bugünkü Fatma Hanım'a çok şey değişti. Bugünküsü ekrana çıkıp, her hafta, pavyoniardan, barlardan konsomatris kurtanyor. O gün- kü Fatma Hanım'ın demli çayı, kıymalı, peynirli poğaça- lan artık uzak anı. Bugünkü Fatma Hanım'ın ev işiyle, mutfakla uğraşacak zamanı yok. Sırtında mantosu, gö- zünde siyah gözlükleri, bu hafta bir kanalda, ertesi hafta transfer olduğu bir başka kanalda, kapılanndan hışımla girdiği Adana barlannı, Mersin pavyonlannı seyrettiriyor bize. Hanım kız, galiba artıst olmak ısterken bara düşmüş. Olay o kadar gerçektır ki, eski Yeşılçam melodramlanna hiç benzememektedır. Yine de fonda Fatma Hanım'ın bariı sazlı geçmiş zaman filmleri oynar. Gerçi melod- ramlarda çok makyajlı Fatma Hanım'ı ille bir jön kurtanr ama, o eski jönlerden eser kalmamıştır. Kollan sıvamak bu yüzden Fatma Hanım'a düşmüştür. Kurtanlan kız, bar kabadayılannın kemküm itirazlanna rağmen, kapıdaki otomobile bindirilmiş, çoktan yola çı- kıltır. Bu arada Fatma Hanım mantosunu bar kızının çıp- lak omuzlanna bırakıvermiştir. Hep birlikte uçağa binilir, sonra ver elini lstanbul. Ertesi h«fta sıradaki Mersin pavyonuna koşulur. Yal- nız, kurtanlıp Istanbul'a getirilen kız, bu kez sevinç göz- yaşlan dökmez. Bir tuhaflık vardır. Son görüntüler yak- laşmışken, olay seyir değiştırir, oyunculuğu pek inandın- cı olmayan bir rezalet patlak verir: Kansı kurtuldu diye gözyaşı döken kocanın muhabbet tellalı olduğu ortaya çıkar. Görüntü, kansını satan kocanın yüzünde donar. Herkes sosyal bir yarayla baş başa bırakılmıştır... Şimdi biraz nefes alalım diyerek bir başka kanalın düğmesine bastığımızda, Çehov'un hayatını canlandır- mış bır tiyatro aktörü, taa Amerika'lardan getirttiğt az- man, sanşınca bir adamı, Clinton'ın dublörü diye sün- net etmekle meşguldür. Düğmeye tekrar bastığımızda, bır dünya mucizesiyle karşılaşırız! Daha iki gece önce ti- yatroda Çehov oynarken izlediğimız, alkışlanmış bir akt- ris, şimdi o ağırbaşlı, matem ışi Çarlık Rusyası robalannı çıkanmış, pek dekolte bir giysiyle dolanmakta, genç kız- lanmızı, genç erkeklerimizle tanıştırmaktadır. Şüphesiz ertesi gece yine Çehov oynayacaktır. Bir başka kanalda kalabalık bir kadroyla ordan oraya koşuşturan bir hanım, bir şeylerin bandıra bandıra yenil- mesini istemektedir. Hemen öte kanalda kıvranan bir delikanlı, bir türiü gömleğini çıkaramamakta, kulağında- ki küpeyi bize sağdan-sağdan göstermekte, yine göm- leğini çıkarmaya çalışmaktadır. Müslüm Baba'yı dinle- yenler jiletle kendilerini doğrarlar. O sırada evlerden kanallara fakslar yağmaya başlar. Ikide birde eteklerini açıp iç çamaşırlannı serinleten bir hanım, bu faksları iç gıcıkladığı varsayılmış seslerle okur. Saatler ilerlemekte, bır başka hanım, erkeği kendi- sinin tanıdığını, yataklara uzanmış söylemektedir. Beyaz saçlı, prens olduğu ileri sürülen bir adamsa kahkahalar atarak hem erkeğin hem kadının kendisinden sooılma- sını istemekte, telefon numaralan vermektedir. Birdenbire devreye Başbakan girer: Aylıklannı arttıra- madığı memurlar için ağlamaktadır. Sonra bir düğün görüntüsü: Sekiz katlı pasta kesilmekte, gelinin annesi ayağını sıkan iskarpinlerini değiştirmektedir. Genç irisi bir şarkıcı hanım: "Hayır, ben o melekli şarkılar söyleyen çocukla yatmadım"diyerek adliye koridorlarında beya- nat vermektedir... Bu arada ölüler, katiller, yangınlar, felaketler, medyum- lar. falcılar, astrologlar sıra beklemektedir. Sıra onlara da elbette gelecektir. Fakat nereye kadar? Öyle anlaşılıyor ki, televizyon patronlan toplu şizofreni için bütün servetlerini harcamayı göze almış bulunuyor- lar. Servetleri yetecek mi? Her güne dökülen milyarlar, bu uğurda gerekli yatırımı sağlayabilecek mi? Yoksa bir yardım kampanyası mı açılacak? Ekranlanmızın tek bir saniye bile kararmaması için bir an önce karar verme- miz gerekiyor. Şinasi Barutçu Kupası 7. Sergisi • Kültür Servisi - FOTOGEN (Fotoğraf Sanatı Derneği) tarafindan düzenlenen "Şinasi Barutçu Kupası 7. Sergisi" Yıldız Teknik Üniversıtesi Sanat Merkezi'nde izlenebılir. Gazi Eğitim Enstitüsü'ndeki öğrermenliğinden başlayarak eğiticiliği, sergilen, dernekçıliğı ve yayuüan ile Cumhuriyet dönemi fotoğrafimızm öncülerinden biri olan Şinasi Barutçu (1906-1985) anısına düzenlenen Kupa'ya her yıl, daha önceki başanlan gözetilerek belirli sayıda fotoğrafçı çağnlıyor. Başanlı bulunanlar ertesi yıl tekrar çağnlıyor ve üst üste üç yıl başanlı olanlar kupa alıyor. 7. sergiye Cemal Ağacıkoğlu, Selim Aytaç, Sadık Demiröz, Serra Mübeccel Gültürk, Selim Güneş, Mehmet Arslan Güven, Yılmaz Kalpalp, Adnan Veli Kuvanlık, Yakup Kütük, Hamdi Mengi, Refık Ongan, Cengiz Sinanoğlu, Adem Sönmez ve Mustafa Reşat Sümerkan katıldı. Seyıt Ali Ak, Mehmet Bayhan, A. Halim Kulaksız, tbrahim Zaman ve Fotogen Yönetim Kurulu'ndan oluşan seçici kurul, Cemal Ağacıkoğlu (lstanbul), Selim Aytaç (Istanbul), Sadık Demiröz (Eskişehır), Mübeccel Gültürk (lstanbul). Adnan Veli Kuvanlık (Ankara) • ve Adem Sönmez'i (Muş) başanlı buldu. Geçen cumartesi açılan sergi, iki hafta süreyle izlenebilecek. Gerardmer Fantast* Rlm Ödülleri saMplerini buldu • GERARDMER (AA) - Fransa'nın Gerardmer kentinde yapılan Fantastik Film Festivali'nde Yeni Zelandalı yönetmen Peter Jackson'm "Heavenly Creatures" adlı fılmı, en büyük ödüle değer görüldü. Bu yıl ikincisi gerçekleştirilen festivalde diğer ödüllerin dağılımı şöyle: Özel Jüri Ödülü: ttalyan yönetmen Michele Soavi'nin "Dellamorte, Dell'amore" adlı filrruVÖzel Jüri Mansiyonu: Çek Sverak'ın "Akumulator 1" adlı filmi/Eleştiri Ödülü: Çek Sverak'ın "Akumulator 1" adlı fihni/Kısa Metrajda Büyük ödül: Fransız Patrick Contre'nin "Beni Sevsinler Istiyorum" adlı FılmiyÖzel Ödül: Fransız Pierre Bouchon ile Jose Miguel Ribeiro'nun "Ovo" adlı filmi. ABD'li Alex Winter ile Tom Stern'in "Freaked" ve ABD'li Christopher Menaul'un "'Fatherland" adlı fılmleri de en iyi fantastik TV filmi seçıldiler. '
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear