25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
290CAK1995PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 CÜNDEMDEKİ KONU/ ANNELER CÜNÜ ONAT KUTLAR 0 zamanlar Antep'te çarşılar uzun, sokaklar dar ve dolaşık, kilerler dolu, kışlalar boş, yaşam ağırdı. 1915 yılında, kentin müftüsü Kürt asıllı Hacı Osman Efendi'nin, yanan bir evin pencerelerinden atlas yatak örtülerine sararak Keder Hanım'la kızını kurtardığı gâvur vurgunu gün- lerinden birinde, bir kiz torunu daha doğdu. Baba Mustafa Efendi, kızının kula- ğına üç kez, tekbirle bırlıkte adım ba- ğirdı: Asiye! Ben o evı de avlusunu da iyi bili- rim. Ortasındaki delikten nedense kûkürt kokulu san san bir toz çıkan rnermer sütun başlıklanndan birine .oturup akşamın olmasını beklediğim o avluyu. Adına "kane" denilen ve evden eve dolaşan akarsuyla dolu mermer havuzun yanında akşamsefa- lan ve safranlar açar, duvara sanlmış yasemin ağacının kokusu zeytin ve gübre kokusuna kanşırdı. Gdenekler bir yazgı gibi O evde bir üzüm tanesı gibi büyü- dü. Güneş, rüzgâr ve zamanla olgun- laşarak. O devirde çocuklar öyle bü- yürdü. tlk hatırladığı şeylerden biri, üst kattaki büyük odanın ortasında koca- man bir top mermisi. Savaş, zamanın ağır ve kılli tarlasinı kanlı izlerle sû- riip duruyordu. Ama bence gene de içinde bir par- ça sevinç olmalı. Çünkü tüm yıkıma, kan, gözyaşı ve yoksulluğa karşın Antepliler tek başlanna verdıklen sa- vaşın gururunu taşıyorlardı. Odanın ortasında pencereleri par- çalayıp girmiş bir top mermisi. Kapı- lar kınk, eşyalar ya kayıp ya parça- lanmış, kilerler bomboş, avludaki ağaçlar bile yanmış. Ama gene de evin. sokağın kentin havasında bir zafer duygusu. Mahalle mektebinde Ayşe Ho- ca'dan Kuran. Ihmihal, Ahmediye, Muhammediye öğrenip "hıfzederek" eğitim gördü. Mektep dedikleri şey, yontulmuş havara taşından tek gözlü bir binaydı. Yerde hasınn ûstüne diz çökmüş çocuklar sallanır dururlardı. ılkokul, o yıllann karanlık anılannı çok fazla değiştırmiyor. Eğitim he- nûz çok Osmanlıydı. Savaşlara, işgallere, isyanlara, kı- yımlara karşın yaşam, yüzlerce yılın ağır tortusunu taşıyor; gelenekler bir yazgı gibi bastınyordu. Degjşiınbaşladı Yüzünü bile görmeden evlendire- cekleri adamlar için yataklara, yastık kılıflanna. mendillere nakışlar işleye- rek zamanı umutsuz bahçelere çevi- ren tüm küçük kızlar gibi o da"taam- müd edilmiş," bir yaşama hazırlanır- ken değişim başladı. Tohum her zaman olduğu gibi uzaklardan geldi belki. Tıpkı rüzgâr- la savrulan polen tozlan gibi. Ama çiçek ve toprak hazırdı. Bundan emi- nim. Eminim, çünkü sırça köşklerin- de yaşayan ahir zaman bilginlerinin söylediklerinin doğru olmadığını bi- lirim. Anadolu'nun ücra köylerinde, kasabalannda, kentlerinde çok yaşa- dım. Oralarda ayaklannı soğuk tandı- ra sokmuş ısınmaya çalışan küçük kızlann daracık gergeflerine işledik- leri büyük dünyalan tanınm. Bir ev- den öbürüne geçen sular, acılar ve yoksulluklarla birlikte geleceğin ha- yallerini taşır. Ve o hayallere ulaşa- madı henüz bilginlerimiz. Belki bir- kaç sanatçı... O kadar. Değişim başladı. Ve on dördünde çarşafa giren Asiye, on beşinde çar- şafı attı. Ağabeyi, Istanbul'dan ona ve ablasına mantoluk kumaş gönder- mişti. Bir erkek terzisine diktirilen o ilk mantoyu giydiği günün mutlulu- ğunu hiç unutmuyor. Sonra gene ağa- beyi Nâzım'ın yardımlarıyla yeni harflen öğrendi. Romanlar okumaya başladı. tlk okuduğu romanı hatırlıyor. Eylül; Mehmet Rauf. Sonra başka romanlar. Taşrada, evlerde, geçmiş zamanın roman okuma "ritüeP'ini çok iyi ha- tırlanm. Tandınn başına çoluk çocuk Asiye Melihaoturulur, gaz lambası ışığında, biri monoton bir sesle ağır ağır okurken öbürleri sessiz dinlerdi. 1932 yılında hukuk fakültesinden yeni mezun, tanıdığı biriyle, akrabası Ali Rıza Bey'le evlendi ve önce Su- ruç'a, sonra Kayseri Bünyan'a gittı. Bünyan'a giderken başörtüsünü de çıkardı. Şapka giydi. Bir başka mut- luluk. Çünkü Antep'te iken ağabeyi- nin forr şapkasını tepesindeki yarığı düzelterek kafasına geçirir, aynada kendine bakardı. Güzel bir kızdı. Şapkayla kendini daha da beğenirdi. Ağabey Nâzım, ona hem kızar hem de bu hallerini sevimli bulurdu. Kentin öncülerinden biriydi. İlk balo- nun düzenlenişinde, ilk tiyatronun gelişinde o da görev almıştı. Beledi- lor giysileriyle gelmişti. Bana komik geldi. Ben en sevdiğim kırmızı dbise- mi gi>ip gitmiştim. Ne isem o otmayı severim._" Doğduğum yer olan Alanya'yı ha- tırlamam. Ama daha sonra gitiğimiz ve çocukluk yıllanmının geçtiği lz- mir, tüm aynntılan ile belleğimde. Dolayısıyla onun Izmir yıllannı da çok iyi hatırlıyorum. Güzel bir par- fum kokusu. bir şapka tülü ve mutlu bir yüzle. Evler, iki üç yılda ikı üç kez degıştı. Ama hepsi de güzeldi. ikinci Karantina"da, Güzelyah'da. ilk kez tramvayla karşılaşıldı. Fu- arla ve Medramo Sırki ile. Filmler hiç kaçınlmazdı. Elhamra. Tayyare ve Yeni Sinema'da Greta Garbo fılm- leri izlenirdi. Benim de ilk sinema Koruma Kanunu'ndan ötürü kovuş- turulan tüccarlann baskısına isyan edip istifaya karar verince, yeniden çocukluğun kentine, Antep'e dönül- dü. Zor yıllardır çiftlik yıllan. Boş bir arazıde güç koşullarda yapılan kerpiç yancı evleri, ahırlar, saman kokusu ve durmaksızın cırlayan ağustosbö- cekleri. Meliha Hanım bütün bu güç- lüklere de katlandı kocasıyla birlikte. Çocuklannı büyütüyor, kendı kışisel eğitimini de sürdürüyordu. 1946'da çok partili yaşama geçildiğinde, De- mokrat Parti'nin ilk kuruculan ara- sında yer alan kocasına saygı duydu, ama arkasından girmedi. Ali Rıza Bey, Atatürk'ün oldukça yakın çevresinde bulunmuştu. İshak aşı bir parça ilerlemiş olsa da inanılmaz bir gençlik rüzgânyla katıldı SHP ilçe toplantılanna. Yaşamını, bilinçli bir "cumhuriyet yurttaşı"nın sadeliğiyle sürdürdü. 1993 onun için, ömrünün sayılı acılı yıllanndan biri oldu. Oğlu gibi sevdiği Uğur Mumcu'yu kaybetti. Sıvas olaylannı yaşadı ve gözlerindeki rahatsızlık nedeniyle gazetesini rahat okuyamaz oldu. ...Seksen yıla yaklaşan ömründen kısa, küçük aynntılar sunabildiğim Asiye Meliha, benim anamdır. Bütün analar gibi olağanüstüdür. Onun yaşamı da bütün analannki gibi büyük bir destandır. ye Başkanı Dr. Mecit Bey ve öbürleri. Asiye, Elazığ'da savcı olan eşiyle birlikte Halkevi'nin açılışına gitti. Milli Eğitim Bakanlıği klasikleri ile tanışması o yıla rastlar. Sonra onlan düzenli okumaya başladı. En sevdiği yazar ise Balzac. Gene o yıl ismini değiştirdi, Meliha oldu. Nüfus idare- sine, yargıç karanyla giderek yeni adını yazdırdı. Kimbilir belki de bir kimlik değişimi isteği. Ama asla bir "maske" değil. "O yıl Elazığ'da bir kıyafet balosu yapü- dı. Ağjrceza reisinin kansı, Muş folk- deneyimim orada. Gene bir Garbo filmi: Ninotcka. Bir Cumhuriyet kadını İkinci Dünya Savaşı, damgasını "Ekmek karnesi verilmiştir" sözle- riyle nüfus kâğıtlanna vurmakla kal- madı. ailenin yaşamına da vurdu. Hem inançlı, idealist ve dürüst bir Cumhuriyet yargıcı, hem de bir çiftçi ailesinin çocuğu olan Ali Rıza Bey, Antep'teki çiftlikte tonlarca buğday yetiştirilirken burada, Izmir'de pata- tes ekmeği ile yetinmeye ve Milli Rafet ve Ömer Asun Bey ler arkadaş- lanydı. Atatürk'ü çok sever, ama ts- met tnönü'den hoşlanmazdı. Nedeni, büyük bir olasılıkla "toprak refor- mu" idi... Bu nedenle, Yazı köylüle- rinin, üstlerinde Surıye'den kaçak gelmiş saten yakah, kuyruklan kesil- miş frak ceketleri, altlannda ameri- kanbezinden beyaz şalvarlarla büyük topluluklar halinde Islahiye'ye toprak dağıtımına koştuldan günlerde yapı- lan 1950 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'ne oy vermedi Ali Rıza Bey. Meliha Hanım'sa "Bu senin mese- len" dedi kocasına, "Ben toprak re- formuna karşı degilim. Oyumu Halk Partisi'ne vereceğun." Öyle de yaptı. Kocası da ona saygı gösterdi. "Güzel, çok güzel bir evliliktT de- diği bu birlıktelik 1951 'de noktalan- dı. Kocasının erken ölümüyle Meliha Hanım genç yaşta, beş çocukla yal- nız kaldı Onu o yıllardan hatırlanm. Ayağında kırmızı Antep yemenisi, başında oyalı yazmasıyla. yüzü gü- neşten kararmış, tarla taban dolaşır; toprak işleriyle, mahkemelerle, arazi komşulanyla uğraşır dururdu. Tek başına. Büyük kızı liseyi bitirip üniversite yaşına gelince yeni bir sorun çıktı. Kardeşleri dışında ona pek yardımcı olma fırsatı bulamayan ailenin yaşlı erkekleri, meclisi topladılar. Kızını tek başına büyük kente göndermenin sakıncalarını anlattılar. Ama o, ba- ğımsız düşünceli bir "cumhuriyet ka- dını" gibi davrandı: "Betı çocuklanmın üniversite eğhi- mi görmesini istiyorum. Siz bundan çekiniyorsanız soyadınızı değiştirebt- lirsiniz. Ben kızunı üniversiteye yolla- yacagnn.J' Yolladı da. Bütün çocuklannı. 1959*da Istanbul'a geldi, çocukla- nnın peşinden. Şimdi o uzun yürüyüş günlerini düşünüyorum. Çocukları sabah erkenden evden çıkarken onla- nn ne giydiklerine bakardı. Kahn ka- zaklar giymişlerse anlardı bir gösteri yürüyüşüne katılacaklannı, coplann etkisini azaltmak için üst üste giyin- diklerini. Çocukları, genel olarak gençleri her zaman anlayışla karşıla- dı, sevgiyle kucakladı; ama hiçbir za- man düşüncelerine katılmadı. Onlan aşın hayalci, gerçekdışı buluyordu. Görece özgürlükçü 1961 Anayasa- sı'nı destekledi. Başta Cumhuriyet olmak üzere tüm ilerici yayın organ- lannı ve yazarian inanılmaz bir bağ- lılıkta okumayı sürdürdü. Sanat olay- lannı yakından izledi. Rubi Su, Gen- co Erkal, Tımur Sdçuk, Fazd Hösnü Dağiarca yakın dostlan oldu. Seksen yıla yaklaşan ömür "Klasik BaO müziğini de halk mü- ziğini de çok severim. İyi konserleri kaçırmam. Bu müziği, >ani klasik Ba- ö müziğini ne zaman se\me>e başla- dığunı harırlamıyorum. Çok eskiden olmalı. Beethoven, Mozart en sevdi- ğim besteciler. Operaya da giderim, ama çok zevk akügımı söyleyemem—" 12 Eylül sonrasında evının kapıla- nnı, ünlü "Aydınlar Dilekçesi" için toplanan Aziz Nesin ve arkadaşlanna açtı. Onlara kendi elleriyle çörekler, kurabiyeler ikram etti. Necla Fer- tan a, Gencay Gürsoya, Hüsnü Gök- sel'e, Gündüz Vassaf a Yaşı bir parça ilerlemiş olsa da ina- nılmaz bir gençlik rüzgânyla katıldı SHP ilçe toplantılanna. Yaşamını, bi- linçli bir "cumhuriyet yurttaşı"nın sadeliğiyle sürdürdü. 1993 onun için, ömrünün sayılı acılı yıllanndan biri oldu. Oğlu gibi sevdiği Uğur Mumcu'yu kaybetti. Sı- vas olaylannı yaşadı ve gözlerindeki rahatsızlık nedeniyle gazetesini rahat okuyamaz oldu. 1994'te Refah'ın zaferi için ise şunlan söyledi: '•Ben iyi bir Müslümanım. Ama göstermelik Müslümanlıktan da nef- ret ediyonım. Laik bir cumhuriyetçi olmakla Müslüman olmak arasında hiçbir çelişki görmüyorum. tster Türkçe okunsun ezan, ister Arapça; benim için fark etmez. tkisini de seve- rim. Benim laiklik anlayışun budur_" Bunlan söylerken yüzü sonsuz bir sevecenlikle aydınlanıyordu. Seksen yıla yaklaşan ömründen kı- sa, küçük aynntılar sunabildiğim Asi- ye Meliha, benim anamdır. Bütün analar gibi olağanüstüdür. Onun ya- şamı da bütün analannki gibi büyük bir destandır. Bu küçük yazı, "anneler gü- nü"nde, tüm analar için, tüm çocuk- lar adına bir tutam kır çiçeği olarak anamın elini öperken verilmek üzere yazıldı. (15 Mayıs 1994 tarihli yazısı) Disney, Swift'in keıııiklemıi sızlabyorKültür Servisi- Jonathan Swift'in "Gulliver'ın Se>-ahaüeri" adındaki başyapıtı. yeni baştan yazı- larak filme çekiliyor. Koyu bir mizantrop (insan düşmanı) olan Swift, insan soyuyla ilgilı eleştırile- rini dile getirdiğı "Gulliver'ın Seyahatleri"nde, cüceler ülkesı Lilliput, devler ülkesı Brobdingnag, uçan ada Laputa, atlann yönettiği ideal ülke gibi ütopyalar yaratarak yaşadığı dönemin Ingiltere- si'ni, Avrupası'nı, politik durumunu ve genel ola- rak da insan soyunu sivri bir dille hicvetmiştı. Insanhga yönetttiği eleştiriler hâlâ günceT İlk yayımlandığında sansüre uğrayan kıtap, da- ha sonra sanki çocuklar için yazılmış gibi, büyük- lerin kitaplığından çocuklann kitaplığina devredil- di. Yazıldığı 1726 yıhndan bu yana bir türlü haket- tiği değeri görmeyen kitap, çocuklar bir yana, eği- timli insanlann bile kolayhkla anlayamayacağı in- ce alaylarla dolu... Ama, Swift'in insan soyuna yö- neltn'gı eleştıriler, ne yazık kı hâlâ güncelliğini ko- ruyor. Evet, Walt Disney, Swift'i ticarileştiriyor, srvri dilini törpülüyor, herkese batan iğnesıni çıkanp at- maya hazırlanıyor. Lilliput'takı yargılama, bunun- la karşılaştınlınca çok önemsiz. Gulliver en tehli- keh yolculuğuna çıkmak üzere: O, Hollywood'a gidıyor The Sunday Times'da çıkan bir yazıda, Disney şirketinın Swift'e getırdiğı yorum eleştinliyor Ki- tabın yazarı Jonathan Swift'i ünlendiren keskin dillı anlatım ve insan soyuna yönelttıgi mizahi eleştiri, filmde yerini tam 1990'lara uygun bir aşk öyküsüne bırakıyor: Mrs. Gulliver, kahramanın yolculuklanna romantik bir hava veriyor. Gullı- ver'ın başından gerçekten ılginç şeyler geçiyor ve kahramanımız en sonunda kendisini keşfediyor. Kitapta Nottingham dogumlu bir cerrah olan ve sırf karısından kurtulmak için yolcuiuğa çıkan Gulliver, filmde sevdiği kadına ulaşmak için yol- lara düşen bir Danimarkalıya dönüşüyor. Servet sahibi olmak için Amenka'ya giderken deniz ka- zası geçiriyor ve yolculuğunun geri kalanında. sevgilısiyle yeniden bırlıkte olabılmek için uğraşı- yor. Bu kesınlikle çocuklar ıçın yapılmış bir çızgı fîlm değıl, tam tersı, bol hareketh, tam gaz bir ma- cera filmi. Aynı zamanda Svvift hakkında da uz- man olan romancı John BanviUe e göre fılm. ya- zann ruhuna karşı işlenmiş bir günah. "Disney'le ilgili beni üzen şey, filmin yeni zaman saçmalıkla- nyla dolu olması" dıyor Banville, Gulliver'ın başı- na gelenlerden sonra nasıl bir değişim gösterece- ğini ögrenınce. "Gulliver'ın Seyahatleri insancıl bir kitaptır. ama genel olarak insanlan, özel olarak o dönemin İngiltere'sini eleştirirken çok da aama- sızdır. Gulliver'ı bir yeni zaman adamına çevir- mek. onu tam anlanuyla maskara)« çevirmektir.'' Swift, Lilliput imparatorunun saravını, bütün polıtıkacılarla dalga geçmek için kullanırken Dis- ney, Lılliputlulan Italyan aksanıyla konuşturuyor ve büyüklükleri arasındaki farka dayanan, görsel şakalar yapıyor. Svvift'in zorbalıga saldınyı sim- geleyen uçan adası Laputa, Disney'in fılminde . montaj fabnkasında ton balıklı sandvıçler yapan bir mucit tarafından yönetiliyor. Swıft'in insan dogası hakkındakı büyük konuş- malannın hiçbiri filmde yer almıyor. Devler ülke- sinın kralı. kitapta Gulliver'a "Cinsinizin büyük bir böhunünün, doğanın, toprağın üstünde sürün- mesine tahammül gösterdiği en zararh ve iğrenç haşaraan en habts ve tehliketisi oldugundan başka bir sonuç çıkaramıyonım" diyordu, ama filmde buna yer venlmıyor. Başanm, kendimi bulmakta >anyor Filmde, Gulliver'ın yolculuklan, kendısını tanı- yıp kişisel doyuma ulaştığında sonlanır. Bincik aş- kı Mary'yi devlerin elinden kurtanr ve onunla ev- lenir. tzleyiciye verdiği mesaj açıktır: "Benim ba- şanm, kendimi bulmakta yanyor." Gulliver'ın Seyahatleri'ndeki hicvi koruyabile- ceğini öne sürenlerden biri; "Dört Nikâh, Bir Ce- naze"nin yapımcısı Duncan Kenworthy. lngilte- re'de Kanal 4, Amerika'da da NBC'de göstenlmesi için Svvift'in öyküsünü televizyona uyarlayan Kenvvorthy, "Hkrvie başa çıkmak güçrûr, çünkü konu hakkında izleyicinin bilgi sahibi olmasını ge- rektirir" diyor \e eklıyor: "GulBver'ın Seyahatferi 1726^8 yaztldL ilk bakışta, Kraliçc Anne'in sara- ynia dalga geçen bir hkiv gibi görünse de aynı za- manda insan doğasını ele alryor ve bununla başa çı- kabilirsiniz.1 ' Swıft, bir seferinde, Gulliver'ın Seyahatlen'ni 'dünyayı eğlendinnek için değil, kızdırmak için' yayımladığını söylemişti. Penguın Yayınlan'ndan çıkan kitabın arka kapağında. "Dünya, sıkiıkla ki- tabı sansürlemiş ve okumalan için çocuklara sun- muşsa da insan soyunu keskin bir diMe aşagdayan bu hicvin iğnesini çıkanp atmayı asla başara- mamıştır." diye yazıyor. Hollyvvood sayesinde, dünyamız bunu yapmayı da sonunda başardı. PENALTI MEMET BAYDUR Dodo Solo Tiyatro yönetmeni Peter Brook'un 1946 ile 1987 yılla- n arasında tiyatro, sinema ve opera üstüne yazdıklarını okurken bir dostum tiyatroyu neden iş edindiğimi sordu. Oyun yazarlığı bir meslek olarak kabul edilmese de, bu- nu hepimiz bilsek de, gülümser bir nezaketle soruyordu soruyu bu dostum. Soaınun yanıtını bilmediğim için, bü- yük bir ihtimalle hiçbir zaman öğrenemeyeceğim için, çok da aptalca sözler söylememeye çalışarak kem küm ettim. Soruyu soran insan da çaresizliğimi anlamış ola- cak, yazı yazmanın gizleri üstüne dönüştü sohbetimiz. Tiyatronun tekrarlanmaz, yinelenmez olan tarafını se- viyorum. Tabahhur etme kabiliyeti, nasıl denir, uçucu ol- ma özellıği çekiyor beni. Buharlaşabılmesi ve her sefe- rinde bir öncekinden başka bir şey olarak ortaya çıkabil- mesi. öte yandan biliyorum ki bu özellik, on beş yılda yirmi küsur oyun yazmak için yeterii özür değildir. Bir başka neden daha olmalı. Belki "örf ve adet" de- dikleri olgunun zannedilenden daha büyük bir atlasın parçası olduğunu düşünüyorum. Örf örf örf! Bu sözcük hep ilgimi çekmiştir. Adet gibi. Adet, topluluk içinde uyu- lagelen kural, görenek ya da töre. Örf ise, yasalaria belir- lenmemiş olan, halkın kendiliğinden uyduğu gelenek de- mekmiş. Ama eğer siz de Peter Brook gibi, örf ve adet- lerin belirli toplumlara ait olmadığını düşünüyorsanız, tam tersine onlann bütün insanlığı ilgilendiren kültür par- çacıklan olduklannı düşünüyorsanız, insanlara ait gerçe- ğin bir bütünlüğü olduğuna inanıyorsanız, yazann işi bi- raz olsun kolaylaşıyor. Tiyatro, bu parçacıkları içinde toplayıp anlam kazandırabilecek bir sanattır belki. Aydınlarımız tarafından çok ve cömertçe kullanılan sözcüklerin başında "evrensel" sözcüğü gelir yıllardır. Başımıza ne dertler açtı bu sözcük! Sihirli anahtar gibi, evrensel dediniz mi akan sular duruyor. Evren olarak ge- neral evren ile renkli basının ve televizyonun evrenini ta- nımaktan öteye gidememiş çoğunluk içinse daha da üzücü bir durum. Anladığım kadanyla genellikle olumlu bir göndermeyle kullanılıyor bu sözcük. Evrensel dediği- niz zaman hep "geniş, genel, herkese ulaşan" anlaşılı- yor. Oysa evrensel demek. evrenle ilgili demektir. Rus taşra burjuvazisini anlatan Çehov evrenle ilgilidir yaptığı işle. Oyunlarının Tibet'te ya da Uganda'da oynanmıyor olması onun evrenselliğini zedelemez. Sesleriyle, sessiz- likleriyle, jestleri ve duruşlarıyla evrenseldir o oyunlar, ev- renle ılgılıdirler. Tiyatro hakkındaki yaygın ve bence yanlış bir kanı da- ha var. Dramatik yapının omurgası olarak oyunun, olay ya da olaylar örgüsünün görülmesi. Dramatik yapının omurgası olaylar örgüsü değildir. Oyun, eğer iyi bir oyun- sa, olaylar örgüsünün üstüne dıkilmez. öyle olsaydı Hamlet, iki cinayet, bir intihar, birkaç düellodan ibaret olurdu. Dramatik yapının omurgası varsa eğer; bu, insan aklının da omurgası olan dildir. Bunu yirminci yüzyılda oyun yazan bütün ustalar anlamışlardır. Beckett'den lo- nesco'ya. Harold Pinter'dan John Osborne'a, Alan Bennett'ten Peter Handke'ye kadar birçok çağdaş ya- zann oyunlanna şöyle bir göz atmak bile yeteriidir. Sha- kespeare'in oyunlarında da dramatik yapının omurgası dildir, Rostand'ın Cyrano de Bergerac'ının da. Tiyatro, şiire bu anlamda en yakın duran sanattır. Üs- telik kâğıt üstünde başka durur, sahnede başka. Bu farklılık da tiyatronun kendine özgü dili, yapısal özellikleri olmasından ötürüdür. Peter Brook, Çehov'un Vışne Bah- çesi oyununun M ayrı dinamiği içinde taşıdığını yazıyor Biri sahneden, Çehov'un sözcükleriyle seyirciye akan di- namik, diğeriyse yine oyunun metninden kaynaklanıp içeriye doğru, oyuncunun ve seyircinin içine akan dina- mik. Bu ilginç bir gözlemdir. Sohbetin burasında dostum konuyu değiştirdi. Yaşar Kemal için ne düşündüğümü sordu. Geçenlerde yaz- mıştım ama gazete okumadığı için bilmiyor. Ben de he- men yineledim düşündüklerimi. Güzel insan, büyük ya- zar, memleketimin yüz akı insanlardan biri. Üstelik haklı mı haklı! Yaşar Kemal için bunlan düşünüyorum. Oradan Orhan Pamuk'un enfes romanı Yeni Hayat'a geçtik. Sonra Enis Batur'un olağanüstü incelikleri banndıran Ağlayan Kadınlar Lahdi adlı şiir kitabından söz ettik. Söz döndü dolaştı yine tiyatroya geldi! Benim de aklıma sev- gili Roland Topor'un bir şiiri geldi nedense. Ferit Edçjü- çevirip yayınlamış 1988 yılının şubat ayında Toptopor adlı güzel kitapta. "Sade suya Aşk Ikili ko Dodo Solo Bize de mi lolo" Cevdet Kudret Roman Ödülü, Mehmet Yaşın'a verîldi • Kültür Servisi - Cevdet Kudret'in anısını yaşatmak amacıyla ailesi tarafından verilen Cevdet Kudret Edebiyat ödüllerinin bu yıl düzenlenen ıkincisini Mehmet Yaşın. "Soydaşımız Balık Burcu" adlı kitabıyla kazandı. Mina Urgan. Nezihe Meriç. Tank Dursun K.., Taner Timur ve Sevinç Gümüş'ten oluşan seçici kurul, bu yıl roman dalında düzenlenen ödülü Mehmet Yaşın'a vermeyi kararlaştırdı. Yaşın. ödülünü 7 şubat günü Küçük Sahne'de düzenlenecek bir anma töreniyle alacak. PEN Yazarlar Demeği ve Cevdet Kudret'in ailesinin ortaklaşa düzenleyeceği anma törenine, Şükran Kurdakul, lhsan Kudret, Nezihe Meriç. Tahsin Yücel. Doğan Hızlan, Alpay Kabacalı ve Öner Yagcı katılacak. Törende Cevdet Kudret'in oyun ve şiirlerinden de ömekler sunulacak. Kttrısh Tünk kapikatürciilepin yapıtiarı Güney Kıbnsta sergileniyor • Kühür Servisi- Kıbns Rum Ressamlar Örgütü (EN-AZ) tarafından geleneksel olarak düzenlenen "Pancyprian" resim sergisi, 2 şubatta Güney Kıbns'ta açılıyor. Bu yıl 10'uncusu düzenlenecek olan sergiye Kıbns Türk Karikatürcüler Demeği de davet edildi. Lefkoşa'nın Rum kesimindeki Magosa Kapısı Sanat ve Konferans Salonu'nda gerçekleşecek olan sergide. Cemal Tunceri. Arif A. Albayrak, Utku Karsu, Mustafa Tozalu, Mehmet Ulubath. Erdoğan Baybars, Hüseyin Çakmak, Musa Kayra ve Ramiz Gökçe'nin toplam 90 eseri yer alıyor. Sergi 15 şubata kadar açık kalacak. Vabam Askerde' Beplin'de • Kültür Servisi - Handan lpekçi'nin ilk filmi olan "Babam Askerde". Berlin Film Festivali'nin "Panorama" bölümüne davet edildi. Başrollenni üç küçük çocuğun paylaştığı filmde Ipekçi, baskı dönemlerinin başta çocuklar olmak üzere, toplumun farklı kesimlerinde açtığı yaralan irdeliyor. Geçtiğimiz yıl 29. Antalya Film Festivali'nde ilk on fılm arasında yer alan "Babam Askerde", Kahire Film Festivali Kadın Yönetmenler bölümüne de davet edilmişti. Hayalet Gemi' sır Hmanmda • Kültür Servisi-Yayın yaşamını üç yıldır sürdüren Hayalet Gemi, 22. sayısında "sır" lımanına uğruyor. tki ayda bir yayınlanan Hayalet Gemi'nin sır sayısında. Ahmet Ortaçdag, Pınar Türen, Murat Gülsoy, Nazlı Okten ve Mehmet Açar gibi yazarlar, deneme, kurgu. öykü ve deneysel metınlerle yer alıyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear