Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 AĞUSTOS1994 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
'Yaşamakarşıhırsladohıyum'Kültfir Servisi • "Gündüz Gü-
zeü", "Son Metro". "Indochi-
ne" gibı filmlerin unutulmaz
oyuncusu Catberine Deneuve,
oyun gücü kadar gûzelüği ve
'erişilınezliği' ile de hayranlan-
nın gönlüne laht kunnuş bir yıl-
dız. 'Kim Kimdir'in 'D' harfine
baküğınızda onun hakkmda
birkaç şey öğrenebilirsiniz, za-
ten gizliliği o kadar çok seviyor
ki, öğrenip öğreneceğiniz bu
kadar olabilir: Asıl adı Catheri-
ne Dorieac. 22 ekim 1943'te Pa-
ris'te oyuncu Maurice Dorleac'-
ın kızı olarak dünyaya geldi.
Moda fotoğrafçısı David Bailey
ile evlenıp boşandı. İki çocuk
annesi(Roger VadinTle olan
ilişkisinden Christian Vadim,
Marcello Mastroianni'yle olan
ilişkisinden de Chiara-Charlot-
te Masrroianni). Pariş'teki La
Fontaine Lisesi'ni bitirdi, sine-
maya 1959'da "Les Petits
Chats"(Küçük Kediler) adlı
filmle adım attı.
Gizliliği seviyorum
Bunlar, dünyanın en gûzel
kadınlan arasında ilk aralarda
adı anılan Catherine Deneu-
ve'ü tanımlamak için yeterli de-
ğil elbette. tlk önce söylemek
gerekir ki, babası ve ablası
oyuncu olan Catherine'in de
oyuncu olması kaçınılmazdı.
Nitekim, elliden fazla fılmde
oynadı ve sinemanın en büyük-
leriyle çalıştı, Visconti hariç.
Oysa ki bu iki büyük sanatçırun
birlikteliğinden ortaya nasıl bir
şey çıkacağmı hayal etmek bile
heyecan verici. Catherine De-
neuve'e Visconti'yle neden hiç
çahşmadığı sorulsaydı, karşılığı
kuşkusuz, onun için bir tür sa-
vunma olan o ünlü seşsizlıkle-
rinden biri olurdu. Sessizliği ba-
zen bir yumruk gibi bile kulla-
nabilen biri o. Konuştuğu za-
man da, herhangi biriyle değil,
konuşmaya değer bulduklany-
EUi yaşuu geçen Catherine Deneuve, ünlü ama adıyla anılacak bir rolü benüz yakalayamadı.
la konuşuyor.
tnsan bu kadar gûzel olur da
yaşlanmaktan korkmaz mı:
"Elbette korkuyorum yaşlan-
maktan. Bütün kadmlar gibi...
Belki bütün kadınlardan daha da
çok, çünkü bir aktris için bu
daha da önemli. Aksini idda et-
mek yalan olur".
Kişiliğinin belki de en belir-
gin özelliği, gizemliliği- "Gizlfli-
ği seviyorum. Bence, özel olan
şey öyle de kalmalı. Zaman za-
man bir röportaj sırasında ken-
dimle iigili özel bir şeyler söyle-
diğûn oluyor. Ama sonradan piş-
man oluyorum".
Catherine Deneuve, sada-
katiyle de tanınıyor. Örnek ola-
rak da yanm asırdan beri ken-
disini giydiren Yves Saint Lau-
ren'le olan dostluğunu veriyor:
"Yves'i pek sık görmem. ama
hakkımda her şeyi bilir, ben de
onun hakkında her şeyi bilirim.
Çünkü ben, başkasına soyleme-
sinden korkubnadan her şeyin
konuşulabileceği bir kadınım.
Yves'e hayranım ve onun moda-
e\ine gjden herkes gibi ona giive-
nim tam". Deneuve'le yapılan
hemen hemen her röportajda.
uzun sessizliklere rastlamak
mümkün, 'özel' kabul ettiği ki-
mi sorulara asla yanıt vermi-
yor. Peki neden sessizliği bu ka-
dar seviyor?
ÇünkiL, bu bü-
yük yıldız, konu-
munun gerekleri-
ne boyun eğmeyi
şiddetle reddedi-
yor. O burada, si-
nema perdesinde
parhyor. Ama,
özenle sakladığı
diğer Deneuve'ü
görmek ister-
seniz, boşuna uğ-
raşırsınız.
Oğlu ve kızı
arük büyüdüler
ve kendi kanat-
lanyla ucmaya
başladılar. Ama
bugüne kadar
anneleriyle olan
ilişkileri hakkı-
nda hemen he-
men hiçbir şey bi-
linmedi. Sanatçınm aşk hayatı
için de aynı şey geçerli. David
Bailey, Roger Vadim ve Mar-
cello Mastroianni dışında ha-
yatına başkalan da girdi kuş-
kusuz, ama çoğunun adı bile
duyulmadı. Catherine Deneu-
ve, kitlelere gösteri yapmadan
sevmeyi seviyor. Her şeyden
önce gizliliği seviyor.
Çözülemez, sessiz Deneuve...
İlk bakışta ulaşılmaz görünü-
yor, ve bundan gurur duyuyor,
ama sadece ilk bakışta: "Benim
için 'yıldız' srfatmın kullaıu-
lmasmın abartıiı buluyorunı.
Ulaşüamayan yıldız imajını ka-
bul etmiyorum. Ama, sinema
perdesinde parlayarak insanla-
rın gecesini aydınlatan, onlara
düşler kurduran yıldız fikri hoşu-
ma gidiyor".
Kendine Dietrich'i ve Gar-
bo'yu örnek alıyor. Onlar gibi
"Benim için
'yıldız' sıfatının
kullanılmasını
abartılı
buluyorum.
Ama, sinema
perdesinde
parlayarak
insanlann
gecesini
aydınlatan,
onlara düşler
kurduran yıldız
fikri hoşuma
gidiyor."
bir görünüp bir kayboluyor.
Yakınındakı bazı kimseler
onun bir parfiim bulutu içinde
yaşadığmı iddia ediyorlar. Ger-
çekten de, sabahlan ilk olarak
Paul Valery'nin "Parfiim sür-
meyen kadımn
hiçbir geleceği
olamaz" cümle-
sini tekrarlıyor
kendi kendine.
Ancak, kendi ya-
ratüğı parfümü-
nün pek de sükse
yaptığı söylene-
mez. Sinemada
çıplaklığın karşı-
sında ünlü yıldız:
"Çıplaksahneleri
tahammül edile-
mez buluyorum.
Bana çok itici ge-
liyor. Erotik de
değil üstelik. Bir
oyuncu, çıplak ol-
duğu zaman, can-
landırdığı karak-
ter olmaktan
çıkıp kendisi olu-
yor. İnsan oluyor
yani". Elü yaşım geride bırakan
Catherine Deneuve'ün yaşamı-
nın ilk elli yılının bilançosu, ha-
yal ettiği kadar parlak değil.
Evet, yeterince üne sahip ama,
istediği gibi çarpıcı, adıyla bir-
likte anılacak bir rol yakalaya-
mamış henuz. Örneğin. Vivien
Leigh denilince, derhal Scarlett
O'Hara gelir akıllara. Ya da
Isabelle Adjani, Camille Clau-
del'i düşündürür. Oysa ki
Catherine Deneuve denince
belleklerde canlanan. olanca
görkemiyle bir dergide boy gös-
teren Catherine Deneuve'dür.
Ama önümüzdeki günler ne
getirir, belli olmaz. Üstelik böy-
le hırsh biri için: "Melankoü be-
nim doğamda var. Ama neşe de
öyle. Her zaman her şeyi iste-
dûn. Hayata karşı doymayan bir
açlık, büyük bir hırsla dolu-
yum".
Sanatçüar 'hayvan
sevgisi'nde bıduştu
İstanbul Haber Servisi - 27
mart yerel seçimlerinde,
SHP'nin özellikle JstanbuT-
daki sarsılan prestijini kazan-
mak, solda birliğe yakınlaş-
mak ve böylelikle yine SHP'-
nin ülke genelındeki oy
pranını artırmak amacıyla
İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığı'na aday gösterilen
ancak, secimi kaybederek ha-
yal kınklığına uğrayan sa-
natcı-yazar ZülfB Livaneli,
kısa süren bir macera yaşadıgı
politika sahnesinden müzik
sahnesınedönüş yaptı. Sözko-
nusu dönüşün temelinde ise
Livanelı'nin, hayranlanna
karşı duyduğu özlem ve "nay-
van sevgisi" yaüyordu. Çünkü
sanatçı, kendisini gibi sanatçı
olan AyHn livaneli'nin orga-
nizasyonunda görev al-
dığı ve elde edilecek gelirin-
Hayvan Hastanesiyapımı için
kullanılacak konserde sahne-
yeçıkü.
Hayvanlan Koruma
Demeği tarafından, önceki
gece, Harbiye'deki Açıkhava
Tiyatrosu'nda gerçekleştirilen
konsere halkın ılgisi oldukça
fazlaydı. Belgrad Ormanı'nın
içinde yapımı süren Hayvan
Hastanesi'ni tamamlamak
üzere düzenlenen konser gece-
sini. Fatih Mûhürdar ve Sezen
Cumhur önal sundu. Konse-
re. Zülfü Livaneli'nin yanı
sıra, kızı Aylin Livaneli, Eda
Özülkü, Yonca Evcimik, Gök-
han Kırdar, Özcan Deniz, Ye-
liz, Leman Sam, Ajda Pekkan
ve Nükhet Duru gibi ünlü sa-
natçılar katıldı.
Zülfü Livaneli, görüşlerini
Cumhuriyet'e şöyle dile getir-
di: "Seçimler ve adaylığım
geride kaJdı ama benim sanatçı
yaşamım devam ediyor. Secim
dönemi bir ayncalık ounuştu.
O zaten hayatımdan çıktı git-
ti." Sanatçı Hayvan Hastane-
si yaranna düzenlenen konse-
re katılma gerekçesinı ıse. "'5
Nisan ekonomik tedbirleri
çerçevesindc kuduz aşısı gel-
mesi azalmtş. Bu yüzden de
Sağlık Bakanlığı'ndan bir
müsteşar yardımctsı bir hanım,
sokak hayvanlan için 'vur
emri' çıkartmış. Biz eski du-
yarldıkları kaybettik. Çünkü
insan insana acmuyor. Kaldı ki
haytana actsın. Biz de diyoruz
ki, insanın insana acunası için,
insanın insam sevmesi için ön-
celikle doğayı, kediyi, köpeği,
kuşu, böceği sevmesi gereki-
yor. Bunlar birbirinden ayn-
unaz bir bütûndür. sözlenyle
dile getirdi. Konserin organı-
zasyonunda görev alan ba-
basını sahneye çıkması için
ikna eden Aylin Livaneli de
duygulannı şöyle özetledi:
"Sahneye ilk çıktığunda çok
heyecanlıydım. İlk defa böyle
bir organizasyon yapıyorum.
Ama, müthiş kalabalığı ve bü-
yük ilgiyi görüncü mutlu ol-
dum. Sanatçı arkadaşlarımın
da beni kırmamasıcok sevindi-
riciydj."
Aylin Livaneli babasını
ikna etmesi konusunda ise,
"Vallahi kandırdım. Çünkü
zannediyorum kendisi de be-
nimle aynı duyguları payla-
şıyor. Yardıma muhtaç bütün
canldara yardım etmeyi seven
bir insan. Dolayısıyla kabul
etti." şeklinde konuştu. Kon-
serin finalinde, "Sevda E>eğü"
adım taşıyan ilk parçasını
Nükhet Duru'yla birlikte yo-
rumlayan Zülfü Livaneli daha
sonra, sırasıyla "Yiğidün As-
lanon Burda Yatryor", "Ley-
üm Ley" ve Nazım Hikmet'-
ten "Deniz Ol" adlı parca-
lannı hayranlannın da
katılımıyla okudu. Aylin Li-
vaneli ise babasına konserin
sonunda bir şükran plaketi
verdi.
ZuUu Livaneli, kızının düzenlediği konserde şarkılarını Nükhet
Duru ile birlikte Hayvan Hastanesi'ne katkıda bulunmak için
yorumladı. (Fotoğraf: AYKUT KÜÇÜKKAYA)
Uluslararası bir tiyatro semineri: 'Kadınlar İçin Bir Sahne'
Epik yöntemdenemeleri...
FÜSUN DEMtREL
Dario Fo-Franca Rame Ti-
yatrosu 27 haziran-3 temmuz
tarihlerinde İtalya'nın Cesena-
tico kentınde 'Kadınlar İçin Bir
Sahne' başlıklı uluslararası tı-
yatro semineri düzenledi. Rus-
ya (Minsk), Almanya, İngilte-
re, İtalya'nın yaıu sıra Türkıye'-
den de on sanatçı, bu tiyatro
seminerine katıldı: Füsun De-
mirel, Nurettin Şen, Serap Eyü-
poğlu, Nusret Şenay, Zeynep
Erkekli. Nihal Tercan, Neriman
Uğur, Ozgür Erkekli, Berrin
Zoga, Gülay Özkaya.
Franca Rame ve Dario Fo,
tiyatro dünyaana yetenekli, ya-
ratıa, cesur, bağımsız bir genç
kuşagm gelmekte olduğunu.
ancak günümüzde yaşanan ti-
yatro açmazının genç sanatçıla-
n etkilediğini, saJon sorunlan
yaşadıklannı, ekonomik sıkın-
tılar çektiklerini özellikle özgür
ve cesur seçimler yapan genç
aktristlerin önünde pek çok en-
geller olduğunu düşünerek 'Ka-
duılar İçin Bir Sahne' semınennı
organize ettıler. Çalışmalar reji.
dramaturji ve oyunculuk tekni-
ği üzerinde yoğunlaştınldı.
4 oyun üzerinde çalışma
Seminerin gerçekleştiği Cese-
natico Belediye Tiyatrosu, 2.
Dünya Savaşı'nda bombalan-
mış ve ancak 3-4 yıl önce onan-
larak faaliyete geçirilmişti. Haf-
ta boyunca 9.30-18.30 saatleri
arasında gerçekleştirilen semi-
nerde sanatçı gruplan bazen
ikiye aynlarak: bir kısmı 'Atıla-
cak Kadın, Şili Halkuun Savaşı,
Açık Aile, Tabaklar, Kadınlar-
dan Konuşalım, Herhangi Bir
Gün' gibi oyunlan izlerken bir
kısmı da Franca'nın belirlediği
4 oyun üzerinde sahne çalışma-
lannı sürdürdüler. Oyunlar
'L'yaıuş', 'Yalnız Kadm', 'Açık AUe', 'Teca-
vüz'dü. Franca, kendi yaşadıgı bu olayı yo-
rumlarken ona bir başkasını anlaür gibi dı-
şandan bakabilmeyi gösteriyordu bize.
"Kadına yapdan sadece cinsel tecavüz değil-
di. O poh'tik görüşleri nedeniyle ceza-
laodınldı ve işkence gördü... Kadm böylesi
iğrenç ve hayvani bir durum karştsında
şaşkındı, korkuyordu ve acı çekiyordu..."
Franca'nın sözlerini çevirirken gözlenm
doluyordu, soluğum kesih'yordu. Oysa o
gayn dingin sürdürüyordu: "Füsun, sen bu
kadmı tamyorsun, sonra arkadaşlanna
anlatırsm..."
Seminere katılan sanatçılann tümü pro-
fesyoneldi. Rusya Minsk Tiyatrosu'nun
baş aktristi Svedana Kusmina 'Tecavüz'ü
çok başanlı bir şekilde, dramatik yöntemle
yorumladı ve herkesi çok etkiledi. Alkışlar
arasında Franca Rame, yöntemle iigili
küçük bir uyan yaptı: "Olağanüstüydü.
Ama birazdan kalbiniz durur ve ölebUirsıniz.
KendJnizi de bizi de yordunuz. Sakince duy-
gulannızı kontrolde tutun. Ne ağlatarak ne
de gükhırerek seyirciyi asla yorma-
malıyız..."
Fo ve Rame'nin oyunlannın konusunu
Tûrkiye'den katılan sanatçdarın da bulunduğu Belediye Sarayı'ndaki basın toplanbsuıdan bir görünûm.
ha vardı: "Siz benim papağanım
obnamalısınız. Stze yöntemi
gösteriyorum. Hepiniz kendi
enstriimanlannızla, kendi sesi-
nizle yorumlamahsunz."
Seyirciyle kurduğu ilişki de
çok öğreticiydi. Sahneye girdik-
ten 5 dakika sonra salondaki
500 ya da 5 bin kışiyi kontrol
edebiliyordu. Bir orİcestra şefı
gibi karşılıklı bir ritm alışverişi
kurabiliyor ve reaksiyonlann
süresini kendisi belirliyordu.
Pratık çalışmalann ağırhklı
olduğu bu seminer haftasında
son iki gün Dario Fo ile birlikte
olabildik. Franca ve Dario,
ekonomik ve politik açmazla-
nn yaşandığı Türkiye'de kendi
oyunlannın okunuyor ve oyna-
nıyor olmasmdan heyecan duy-
duklannı ifade ettiler. Ancak
yaşanan gerçekler oluşturuyordu. Yaşam- oyunlann reji ve oyunculuk yorumu konu-
dan secilen durum öylesi grotesk bir biçim sunda endişeleri vardı ve seminer süresınce
taşıyordu ki bunu sahneye taşıdıklannda bunlar tartışıldı. Onlann ısrarla 'halk tiyat-
alabildiğine gerçekçi ve yalın davranmaya rosu' diye adlandırdıklan tiyatro anlayı-
şlannı içten sahiplenen genç sanatcılar ve
özellikle genç aktristler hafta boyunca
'Kadınlar için Bir Sahne'yi paylaşıp epik'
Franca
Rame ve Dario
Fo, yetenekli,
yaratıcı, cesur,
bağımsız bir
genç kuşağın
önünde pek
çok engel
olduğunu
düşünerek
'Kadınlar İçin
Bir Sahne'
seminerini
düzenlediler.
özen gösteriyorlardı.
Pratik çaJışmalar ağırlıklıydı
yöntemin özelüklerini deneyerek oyuncu-
Dekor kullanmadan oynadıklan pek îuklannı zenginleştirdiler.
çok oyunlan olduğunu ve bunun özel bir Dario Fo, Pesaro da Rossini'nin 'Cezair-
seçimden kaynaklanmadığını, tek bir de Italyan' operasını sahneye koyuyordu
oyunla gıttikleri bir grev ya da işgal yerinde ve bizler için Cesenatico'ya geldi. Üçüncü
5 gün kalma zorunluluğu doğduğunda re- opera rejisi olduğunu, operaya özel bir ilgi
perîuvarlanndaki bir kısım oyunlan oyna- duymadığını, ancak Rossini'ye hayran ol-
mak gerektiğinden işçilere "Etekor ve akse- duğunu kendinden öğrenmiş olduk. Rossi-
suvarlanmız yok, bu şekilde oynamamızı is- ni operasını çok teatral buluyordu, üstelik
termisiniz"dıyesorduldannı veoyunuoy- son derece komik öğeler taşıyordu ve bu
nayıp aynı reaksiyonlan aldıklannı öğreni- nedenle zevkle çalışıyordu. Sadece opera-
yoruz. daki oyunculan kıpırdatmada zorlanmıştı,
Seminerdeki ilginç bir çalışma da 'Açık çünkü hepsi korkuluk gibi durmaya şart-
Aile'nın iki dılde yorumlanmasıydı. Erkeği lanmışü.
Nusret Şenay, kadını Franca Rame oynadı Kapanış gecesinde hafta boyunca neler
ve aynı reaksiyonu aldılar. Franca, bu çab- üretildiğini seyircilere aktarmak için çalı-
şmaylabizeşunuanlatmakistiyordu:"Ger- şmalardan örnekler seçildi. Franca Rame.
çekçi tavu- ve davranışlar, doğru vurgu ve Türkiye'deki sosyal, politik ve ekonomik
tonlamalar getireceğinden yerinde reaksi- çalkantılara rağmen onlarla çalışma yolu-
yon alımr..." Sürekli tekrarladığı bir şey da- nu secen genç sanatçılara teşekkür etti.
ODAKNOKTASI
AHMET CEMAL
Bizde Bizi Aramak...
Bizde bizi arıyorum, hem de epey uzun zamandır...
Bizim sinemamızda bizi arıyorum; ne zaman beni sar-
san, tokat gibi yüzüme inen, yanıtlardan çok, nice yanıt-
lara gebe yeni soruları önüme fırlatıveren yabancı bir
film görsem, hemen bizim filmlerimizde bizi aramaya
koyuluyorum. örneğin istiyorum ki, dünyanın her yanın-
da yıllardır esen terör fırtınasryla hem toplumsal, hem
de bireysel boyutlarda alabildiğine, acımasızca ve insa-
noğlunun hem bütün erdemlerine, hem de bütün iki yüz-
lülüklerine, satılmışlıklarına, acizliğine kıyarcasına he-
saplaşan yabancı filmler gibi bir Türk filmi görebileyim.
Aynı derinlikle, aynı geniş bakış açılarıyla işlenebilmiş
bir film. Bizi başkalarına olduğu kadar, bize de anlatabi-
lecek bir film. Bu toplumda yaşanmış ve yaşanmakta
olan onca toplumsal çalkantıyı görmezlikten gelerek bir-
takım bireycikleri mantar gibi yerden bitme bir köksüz-
lükle sergilemeyen bir film. Bizim bize göre olan acı-
larımızın, mutluluklarımızın, bizim bize göre olan bütün
kimliğimizin nasıl da doğrudan buradan, yaşadığımız
yerlerden kaynaklandığını gösterebilecek, evrenselliği
başka yerlerde, başkalarının bedenlerine göre biçilmiş
konfeksiyon ürünlerini zorla bizim sırtımıza geçirmekte
değil, ama bizim olanın da insana özgülüğünü sanatın
diliyle anlatmakta arayan bir Türk filmi görmek istiyo-
rum...
Bizim ressamlarımızda bizi arıyorum. Çiçeklerin, bö-
ceklerin, şekillerin, peyzajların, renklerin, türlü teknikle-
rin örgüsünde yaşadıklarımızdan ve yaşamakta olduk-
larımızdan damıtılmış bir şeyler arıyorum. Sergilere git-
tiğimde kataloglardaki ressam biyografilerinde, sa-
natçılarımızın hangi atölyelerden geldiklerine, başta Pa-
ris olmak üzere, hangi yabancı kentlerde kaldıklarına,
kimlerden etkilendiklerine ilişkin bilgilerin yanı sıra, biz-
den biri olmaktan ya da -bilinçli bir tutumla- bizden biri
olmayı yadsımaktan ne ölçüde etkilendiklerine değgin
ip uçları da görmek istiyorum. Resmimizde bunca kav-
gasızlığı değil, tam tersine, fırçanın ve tuvalin diliyle yü-
rütülen kavgaları, tartışmaları, hesaplaşmaları, resmin
diliyle yansıtılan bir sanatçı muhalefetini izlemek istiyo-
rum...
Bizim tiyatromuzda bizi arıyorum. Ne zaman kendi ti-
yatrosunun diliyle, kendi ülkesinin bir geçış dönemini,
oranın renklerinden uzaklaşmaya, o renkleri, koşulları
ve oranın insanlarmı yadsımaya hiç gerek duymaksızın
evrensel kılabilmiş bir Çehov'u kendi toplumundaki
hastalıklı(') insanlardan ve ılışkilerden yola çıkarak bü-
tün bir insanlığın, bu yüzyılın insanının dökümünü ger-
çekleştirebilmiş bir Tennessee Williams'ı izlesem, ken-
di ülkemin tiyatro yazarlarından da 'güncel"\ günlük
olanın sınırları içerisindetüketmeyen, kendi gecmişimi-
ze, örneğin Osmanlı tarihine eğildikleri zaman ise tipleri
o zamanın giysileriyle sahneye getirmekten öte, iktidar
savaşımlarının, tarihsel koşulların belirleyıciliğinin son-
rasızlığıyla evrenselleştirebilen tiyatro oyunlan bekliyo-
rum. Bu beklentiyi taşırken, "yalnızyabancıların kaleme
aldıkları oyunlarla bir Türk tiyatrosu yapılamaz" diyen
Zeliha Berksoy'u anımsıyorum...
Bizim romanımızda bizi, yaşadıklarımızı ve yaşamak-
ta olduklarımızı arıyorum. Bu arada bizi, eski romanları-
mızda neden çok daha fazla, genç romancılığımızda ise
neden giderek azalan ölçüde bulabildiğimi kendi kendi-
me soruyorum. Romancılığımızda ıthal malı sorunlar,
bize özgü olanlar karşısmda neden ağır basıyor? Bu so-
runun yanıtını gittikçe daha çok düşunüyorum.
Bütün bu aradıklarım, hiç mi yok? Var elbet. Hem de
çok değerli örnekler olarak var. Ama sayı çok az ve bu
düşük sayı, şimdilerde ne bizim diyebilecegimiz bir sa-
natı, ne de bizim diyebilecegimiz bir edebiyatı var etme-
ye yetebilir.
Yazımı, iki gerçeği vurgulayarak noktalamak istiyo-
rum.
Birinci gerçek: Dünya sanat tarihinde, yaşadıgı orta-
mı, birlikte yaşadıklannı ya da yaşayamadıklarını hiç
umursamaksızın, yalnızca ithal konuları işleyerek ger-
çek anlamda sanatçı olabilene bugüne kadar hiç rast-
lanmadı. Üstelik böylesi -çoğu kez başvgrulan yanlış
kullanımın aksine- yabancılaşma diye de nitelendirile-
mez; çünkü yabancılaşma, insanoğlunun kendi ortamı-
na değgin bir konumdur; kimse, yaşamadığı bir ortama
yabancılaşamaz...
ikinci ve son gerçek: Doğası gereği muhalif olan sa-
natçının yetişebilmesi, geniş ölçüde bir ortamdaki ay-
dınlar kesiminin yapısından da bağımlıdır. Sokağa ko-
nulmuş masalarda rakı içebilme özgürlüğünü savun-
maktaki kararlılığı, sürekli düşünce üretmekte göstere-
meyen, "Ben ^f/m/m"sorusunun yanıtını hep başka ağı-
zlarda arayan biraydın kesimi, muhalif sanatçı yetiştire-
bilecek bir ortam olabilmekten çok uzaktır...
BÜYÜK KAYIP
Orman mühendisi merhum Ziya Atabek ile İl
Meclisi (Bilecik) ilk kad)n üyelerinden merhum
RanaAtabek'in oğlu, Em. Korgeneral Fahir
Atabek ile Em. felsefe öğretmeni Füruzan
Toprak'ın değerli ağabeyleri, mimar Ziya Atabek
ile Dr. Avni Atabek'in amcalan, temyiz mahkemesi
üyelerinden Ali Haydar Bey'in torunu, Harbiye
nazırlanndan (Sevr Antlaşması'na tek karşı gelen)
merhum Topçu Feriki (Korgeneral) Ali RÎza'nın
yeğeni, şair-yazar Omer Faruk Toprak'ın
kayınbiraderi,
ZEYNEP KÂMİL HASTANESİ
BAŞHEKİMLERÎNDEN
ve
İSTANBUL BELEDİYE BAŞKANLARINDAN
Doç. Dr. Jinekolog-Operatör
FAHRİ
ATABEY2 Ağustos 1994 Salı günü hayata gözlerini
yummuştur. Zeynep Kâmil Hastanesi'nde 5
Ağustos 1994 Cuma günü saat 12.00'de adına bir
tören düzenlenecek ve Söğütlüçeşme Camii'nde
kılmacak öğle namazından sonra Karacaahmet
Mezarlığı'na defnedilecektir.
Kardeşi
FÜRUZAN TOPRAK
ÖSYM öğrenci kimlik
kartımı kaybettim.
Hükümsüzdür.
BERATMEHMET
ÖZSEZG'N
Nüfuscüzdanımı kaybettim.
Hükümsüzdür.
VEDATUSLU