25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 6MART1994PAZAR 12 DIZIYAZI M utezile akınu yavaş yavaş sönerken Eşariliğin yıllar sonra kıyasıya mü- cadele edeceği 'MeşşaP öğretisinin ünlü filozoflan ve ûrünleri de artık ortaya çıkmaya baş- lar. Onuncu yüzyıl İslam dünyasının düşün yaşamı, bu çeşitli akımlann ör- düğû ortamda en verimli, en renkli çağına girer. Çünkü Bağdat'ta 832 yı- hnda açüan Beyt-ül Hikme yalnız çe- viri yapmakla kalmamış, çeviri eğiti- mi de vermişti, bu yüzden onuncu yüzyıla gelindığinde Islam dünyasını bir çeviri seli kaplamıştı. Aynca artık ikinci dilden değil, özgün dilden çevi- riler yapılıyordu. Aristo'nun hemen hemen tüm yapıtlan, Eflatun'un belli başh diyaloglan ve öteki filozoflann ürünleri Yunancadan Arapçaya çev- rilmişti. Öyle ki bunlar uzerine yapı- lan yorumlar, özgün yapıtlann ünü- nü aşmıştı. Aynca Islamdan önce Nişapur, Harran, Basra, Nisib gibi kentlerde kurulmuş olan okullar, şimdi Müslümanlarca bu çevirilerin okutulduğu eğitim kurumlanna dön- Bağdat, 8. yüzvıldan başlayarak tslam düşünce yaşamının en hareketli merkezi dunımuna gelmişti. • Onuncu yüzyıla gelindiğinde İslam dünyasını bir çeviri seli kaplamıştı. Artık ikinci dilden değil, özgün dilden çeyiriler yapılıyordu. Aristo'nun, Eflatun'un ve öteki filozoflann ürünleri Yunancadan Arapçaya çevnlmışti. Öyleki bunlar üzerine yapılan yorumlar, özgün yapıtlann ününü aşmıştı. îslamidüşünyaşamının altınçağı: Onuncuyüzyıldûrülmüştü. Buralarda okutulan, öğretilen, tarüşılan felsefe düzeyi ile günümüz Türkiyesi'nin karşılaştınl- ması hiç de iç açıa sonuçlar vermeye- cektir... Işte bu ortamda oluşan Aristo çiz- gisindckı Meşşai öğretisi, yavaş yavaş sönen Mutezile'nin yerini alarak. Eşari akırrunın karşısına çıkacaktır. Aristo derslerini gezinerek verdiği için onun felsefesinin izleyicisi olanla- ra 'peripatetik'ler denmiş, bu terimin Arapça karşılığj olarak da 'gezinen- ler' anlamına gelen 'Meşşaiyun' söz- cüğü kullanılmıştı, 'Meşşai' de bu sözcükten türemiştir. Bu akımın düşünürleri elbette izle- dikleri Aristo felsefesinin genel ilkele- ritıi kabul etmişlerdi, örneğin onlar için 'yoktan var olma' söz konusu de- ğıldi ya da öldükten sonra 'bedenlerin yenkten dirilmesi' de (Haşr) olanak- sızdı. Bu okulun ilk ünlüsü Farabi'ye (872-950) göre: "Gerçek bir filozof peygamberden üstündür" dahası Tann'nın kudretıni sınırlayan 'doğa yasalan' vardır, doğanın düzenini. iş- İeyişini bu yasalar sağlar. Farabi'nin ardmdan tbni Sina (980-1037) gele- cek, her ne kadar biraz orta yolda yü- rürse de Meşşai okulunun genel çizgi- sini sürdürecektir. Düşüncenin bu gelişimine bu açüı- mına, aklın egemenliğine, İbni Sina"- nın ölümünden az sonra doğan Gaza- U (1058-1111) şiddetle karşı çıkacak, böylece tslam düşün (fikir) yaşamı onunla, iman'ın Inanc'ın temel alına- cağı bir döneme girecektir. Selçuklu veziri Nizam-ül Mülk ta- rafından, Eşariliğin öğretilmesi için kunılan ünlü Nizamiyye Medresesi'- nin başına gecirilen Gazali; Farabi, tboi Sina gibi yalnızca İslam Meşşai filozoflannı eleştirmekle yetinmez, Sokrat, Eflatun, Aristo'ya da ağır bi- çimde yüklenir, kızar. Gazali'yi buna yönelten, aklın, inancın yerine geçip, dini verilerin üstüne çıkarak, Tann- ya, vahy'e inanmayı engelleyebilece- ğidir. Ona göre bu durumu yaratan- lar, Farabi, İbni Sina gibi filozoflar ile onlann ustası olan Aristo'dur. Öyley- se ilkin aklın konumu belirlenmeli, sonra da bu filozoflara gereken ders verilmelidir. Bunun için Gazali, adım adım aşı- lan biryolla aklın konumunu belirler. Ona göre insanlar akıl ve beş duyu aracılığı ile bilgi sahibi olurlar. Ne var ki, Gazali'nin 'aklın casuslarr, dediği duyu organlanna her zaman güveni- lemez. Örneğin göz. insanı yanıltabil- mektedir. Gözün bize bir para bü- yüklüğünde gösterdiği yıldızlann yer- yüzünden bile büyük olduğu gerçeği- ni Gazali, kuşkulannın baş tanığı ola- rak göstcrir ve "Duyular insanı ya- nıltıp doğru bilgi edinme>e engel ol- maktadır" der. Bö\ lece duyulan dev- re dışı bırakan Gazali, bu kez 'akıTa yöneîir. duyularla ilgili kuşkusunun akıl için de geçerli olacağını düşünür. Aklın da yanılabileceğine rüyalan ta- nık göstererek: "Uykuda varlığına inandığımız pek çok şeyin, uyanınca gerçek olmadığını anlıyoruz; o halde uyanıkken akılla inandiklarımızın ger- çek olduğuna nasü emin olabiliriz" diye sorar. Avnca duyulann üstünde tbni Sina - Orta yoldaydı nasıl akıl bulunuyorsa, bizi yanıltan akbn üstünde de kesin bilgiye sahip üstün bir güç' olmalıdır biçiminde dü- şünür; işte bu güç. 'Tann'dır. Bu noktaya varan Gazali, akh dev- reden çıkanr yerine 'kaibi' koyar. Tann, ışığını bu kalbe göndermesiyle 'kalp gözü'nün oluştuğunu. artık bu göz ile aracısız. kesin bilgiye ulaşılaca- ğını bildirir. Bu 'Kalp gözü' ile insan- lar. olup bitenleri bir bir görerek, dahası yaşayarak kavrayıp, aydınlığa kavuşurlar. Gazali'ye göre Insanda 'Kalp Gdzü'nün açılmasının tek koşulu da; "Kalp ile Allah arasındaki perdeyi kal- dırıp, bu perde ile aklı örtmekfir." • İslam dünyasındaki düşüncenin bu gelişimine bu açılımına, aklın egemenliğine, İbni Sina'nın ölümünden az sonra doğan Gazalişiddetle karşı çıkacak, böylece Islam düşün yaşamı onunla, 'iman'ın 'inanç'ın temel alınacağı bir döneme girecektir. Gazali, yalnızca İslam ve Meşşai filozoflannı eleştirmekle yetinmez, Socrates, Eflatun ve Aristo'ya da ağır biçimde yüklenir MER1Ç VELIDEDEOGLU Farabi - Aristo'yu izledi Akıl sorununa geurilen bu çözüm- den sonra sıra fılozoflara, GazaU'nin deyimi ile 'ahmaklar topluluğu'na ge- lir. Bunlann başı olan 'Aristoteles' de payını almalıdır. Filozoflan ağır bi- çimde eleştiren Gazali bu görüşlerini 'Tehafüt el-Felasife' adlı. dilimize de 'Filozofların TutarsızlığY olarak çev- rilen ünlü yapıtında ele alır. Gazali bu kitabında fılozoflann. dinsel dogma- lann tartışılmasından ortaya çıkan sorunlara getirdikleri akla dayalı çö- zümleri, yirmi başlık altında tartışa- rak yadsır. Bu yirmi sorundan özellikle üç ta- nesi için filozoflann görüşleri pey- gamberleri yalanlar biçimde oldu- ğundan, onlann 'tekfir' edılmesi. yani 'kâfir' sayılması gerektiğini açıklar Gazali. Kitabının önsözünde. filozof- lann bu küfürlerinin kaynağının "Dinlerin ve inançların uydunılmuş kanunlar ve aldatıcı hileler olduğuna inanan" Sokrat, Hipokrat, Eflatun, Aristo ve benzerleri gibi eski Yunan düşünürleri olduğunu belirtir. sonra da Hu düşünürlerin yolunda giden Meşşai filozoflann tutumu için: "Avamdan budalalar bile bu dûşük- lüğün rezaletinden uzaktırlar. Çünkü onlann seciyelerinde sapıklara benze- yerek iyi görünmek sevgisi yoktur. Budalalık. sakat anlavıştan, kurruluşa daha vakındır. Körlük selamete şaşı bakmaktan daha vakındır. Bunlann üzerinde ahmaklığın bu denli derin ol- duğunu görünce, eski filozoflan red- detmek, onlann inançlarının tutarsızlı- ğını, (...) kötülüklerini ortaya çıkar- mak için bu kitabı yazmaya koyul- dum" (*). Öte yanda Gazali. sapkınhk ve kâfirliğin kaynağı olarak belirttiği Aristo'nun, mantığını kullanarak sa- vunacaktır kendi görüşlerini. bundan kaçınması olanaksızdır. Bu çelişkisini ilerde, Mesşailerin büyük fılozofu İb- ni Rüşd açıkça ortaya koyacaktır. Bilindiği gibi küfürle suçlanmanın cezası çok ağırdır. Meşşai filozoflan- nın bu cezayı hak etmelerine neden olan üç görüş Gazali tarafından şöyle sıralanır: 1) Evrenin kadim yani yara- tılmamış olduğunu ileri sürmeleri, 2) Tann'nın cüz'ileri bilmediğini (yani bilgisinin kısıtlı olduğunu) iddia et- meleri, 3) Kıyamet günü bedensel di- rilmeye, cennet ve cehennemde cis- mani zevkler ve aalar duymayı yadsı- malandır. Gazali, küfür saymamakla birlikte filozoflan 'doğa yasalan'na vardıran 'neden-sonuç' ilişkilerini de bu yirmi sorun içinde ele alarak şiddetle eleşti- rir. Bu konuda verilen ünlü ömekte- ki, pamukla ateşin yanyana gelmesiy- le pamuğun yanması nedenini filozof- lar ateşin doğasına bağlarlar; bu ikisinin yan yana geldiklerinde yan- manın önlenmesinin söz konusu ol- madığını belirtirler. Gazali'nin 'ne- den-sonuç' yasasına tepkisi büyüktür, ona göre pamuğun yanması Allah'ın isteğine bağlıdır. Her yanma olayı tek tek AUah'ın bizzat verdiği 'buyruk'la gerçekleşir. Allah istemediği takdirde ateşin yakmasını hemen durdurabilir. Gazali bu savına kanıt olarak Ku- randa geçen 'Nemrut Olayı'na baş- vurur: Nemrut mancınıkla Hz. tbra- him'i kor ateş içine atürmış. ama Hz. İbrahim yanmamıştı. Çünkü Gazali'- ye göre Allah ateşe 'dur, yakma' buy- ruğunu vermişti. Neden-sonuç ilişkisi ortadan kal- kınca. Mesşailerin yadsıdığı 'mucize- lere' de gün doğuyordu. Örneğin Hz. Musa'nın sopasının yılan haline gel- mesinı Gazali ilahi sebep'e bağlaya- rak açıklıyordu. Gazali'nin akılcılığa karşı tepkisi- nin ürünü olan görüşlerini ortaya koyması, belirtmesi özgür bir düşün- ce ortamı için elbette en doğal bir gö- rünümdür. Ne var ki. onun kendi görüşlerine karşı olanlan sapkınhkla, kâfirlikle suçlaması artık yavaş yavaş bir dönüm noktasına gelmekte olan İslam düşünce yaşamına yasaklayıcı tohumlann. ileride baş vermek üzere atılmasına neden olacaktır. Hele, Ga- zali'nin geliştirip olgunlaştırdığı Eşa- riliğin. 1122'de Abbasi halifesince kabul edilip, resmi öğreti olarak be- nimsenmesi, devletin özgür düşünceye el koyması demekti. Bu durum Abbasi- lerin ilk dönemlerinde de zaman zaman görülmüşse de bunlar hem kısa süreli olmuş hem de hoşgörü sınırları içinde kalmıştı. Yoksa bunca değişik görüş ortaya çıkıp uzun-kısa sürelerle yaşa- yabilir miydi? XII. _yüzyılın ikinci >ansma girildi- ğinde. Islam. dünvasının her tarafında >önetimin çoksesüliğe karşı sürdürii- len baskıcı uygulaması iyice belirgin- leşmiş, düşünsel ortam daralmış, bir kabuğuna çekiliş başlamıştı. SÜRECEK REFAH PARTİSİ NASIL GÜÇLENDİ? Imam-hatiplikrin desteklenenyükseKşi ATİLLÂÖZTÜRK Uluslararası İlişkiler ve Kamu Yönetim Uzmanı -2- rürkiye'de eğitim sisteminin amaa. gelişmekte olan ülkedeki üretim sektörlerine eğitilmiş personel yetiş- tirmek iken, bu amaçla bağdaşma- yacak şekilde bir eğitim politikası uygulanmaktadır. Bu durum en çok imam hatip okulu ve Kuran kurslannda kendisini göster- mektedir. Yıllara göre imam hatip okullanndaki artış şöyledir: (2) Yıl Okul sayısı öğrenci sayısı 1951 7 ' 1960 19 1972 72 1975 130 1980 372 1982 398 1993 467 Toplam: 396.408'dir. Türkiye'de 1990-91 eğitim döneminde mes- leki-teknik ortaokullara devam eden öğrencile- rin %76.9'u, çeşitli dernekler tarafından destek- lenen ve bu nedenle yurt olanaklan bulunan imam-hatip ortaokul kısımlannda toplanmış bulunmaktadır. Bu dönemde toplam mesleki- teknik ortaokul öğrencilerinin yalnızca % 1.2'si endüstri meslek, %7.3 kadan ticaret orta okul- lanna devam etmektedir. (3) Halbuki çeşitli sa- nayilerin hızla geliştiği Türkiye'de en çok en- düstri meslek ve ticaret okullanna ihtiyaç bulun- maktadır. Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde açı- lan imam-hatip okulu sayısı 43. laiklik teminatı Tansu Çiller'in başbakanlığı ve laik cumhuriye- tin valilerinden şimdiki Milli Eğitim Bakanı Nevzat Ayaz'ın 7 aybk döneminde açılan imam- hatip lisesi sayısı 32'dir. Yani bir ayda 5 veni okul açılmıştır. Turgut Özal döneminde ise açı- lan okul sayısı 1.6'dır. (4) 1993 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı Kuran İcursu sayısının 4557 olduğu ve buralarda 5029 kişinin Kuran kursu öğretmenliği yaptığı yetkililer tarafından açıklanmıştır. (5) Türkiye genelinde çocuk yaşta 400.000 kişinin Kuran kursuna devam ettiği bilinmektedir. 400.000 ki- şinin de imam-hatip okullannda eğitim gördüğü dikkate alınırsa, Türkiye'de yılda 800.000-1.000. 000 (ilahiyat fakültesinde okuyanlar dahil edilirse) arasında kişi din eğitimini görüyor. Türkiye'de din eğitimi; okul, cami ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından laik cumhuriyeti yı- karak. onun yerine şeriat düzeni getirilecek şe- kilde devletin mevcut kurumlan ve parası ile yapılmaktadır. İmam-hatip okullan dinsel eğitim yapan bir teknik okul olmasına rağmen; siyasiler, gerici ve dinci gruplann oylannı elinde tutmak için, bun- lann baskısı ile bu okullardan mezun olanlara Harp Okullan hariç bütün fakülte ve yükseko- kullann kapısını açmışlardır. İmam hatip öğren- cileri, 1980 sonrasında ilahiyat fakültesi yerine, özellikle daha çok hukuk, tıp, siyasal bilgiler, mühendislik fakültesine yönelerek geleceğin yö- neticileri olmayı hedeflediler. İran ve Suudi Ara- bistan'dan sağlanan paralarla; anılan öğrenci- ler, üniversite giriş sınavı öncesinde belli dernek- ler tarafından özel kursa tabi tutulmak suretiyle, planlanan fakültelere kaydolma büyük oranda gerçekleştirilmektedir. 1992 yılında yapılan ÖYS'de bir yükseköğre- tim programına yerleştirilen toplam 261.474 adayın 26.027'sini imam-hatip lisesi mezunlan oluşturuyor. (6) İmam hatip lisesi mezunlannın ancak %30-35'i Dinayet İşleri BaşkanlığYnın çeşitli kadrolannda görev yapmakta. geriye ka- lan %65'i acaba ne yapıyor? Bunlann büyük kısmı üniversiteye gjtmek istiyorsa. başlangıç- tan itibaren neden normal liseye gitmiyor da imam-hatip liselerini tercih ediyor? Acaba imam. vali, kaymakam ve diğer vb olmak için mi? Türkiye'de bu sorulara kim cevap verecek- tir? Çeşitli tarikatlar, ilkokul mezunlan arasında seçtikleri başanb öğrencileri kendi denetimlerin- deki okullarda eğiterek üniversiteye haarla- maktadırlar. "Fetfaııllançüarın; ilkokul mezunlan arasından seçtikleri öğrencileri kendi denetinüe- rindeki Nilüfer, Fatih, Erkek, Samanyolu, Ya- manlar ve Serhat adlı özel liselerde eğiterek üni- versiteye hazırladığı ortaya çıkıyor." (7) Prof. Dr. Cemal Mıhçıoğlu'nûn 1987'deSBF- de yaptığı bir incelemede, bu fakültede okuyan öğrencilerin %40'ının imam hatip çıkışlı oldu- ğu, bu oranın 1992 yılında %60'a yükseldiği tes- pit edilmiştir. Hukuk fakültesi ve diğer sosyal bilimlerde eğitim yapan fakültelerde de durum bundan farklı değildir. Plansız olarak açılan imam-hatip okullan ve Kuran kurslan, zamanla dünyayı dinsel gözlük ile değerlendiren dinci grubun çığ gibi büyüme- sine neden olmuştur. 1980 sonrası üniversite ve çeşitli yüksekokullardan mezun olan imam ha- tip çıkışlı öğrenciler, askeri yönetimin hoşgörü- sü ve ANAP hükümetlerinin sağladığı destek ile çeşitli devlet kademelerinde görev aldılar. Şimdi çeşitli devlet kademelerinde Atatürkçü yönetici- ler yerine hoca kaymakam, hoca vali. hoca dok- tor, hoca emniyet müdürleri, daire başkanlan, genel müdürler. köşe başlannı tutmuş bulun- maktadırlar. İktidardaki partilerin değişmesi, onlann konumlannı değiştinnemektedir. ANAP ve DYP'deki tutucu milletvekilleri hü- kümete yaptıklan baskı ve tehditler ile onlann yerinde kalmasını sağlamaktadırlar. Bunun en canh örneği Milli Eğitim Bakanlığı'nın merkez ve taşra teşkilatıdır. 1993'te kurulan ANAP hü- kümeti döneminde Milli Eğjtim Bakanlığı'nda imam-hatip ve ilahiyat fakültesi mezunlannın çoğunlukta olduğu dinci ve tarikatçı kadronun büyük bir kjsmı hala yerini korumaktadır. İller- deki Milli Eğitim müdürleri ve okul müdürleri- nin yine büyük çoğunluğu dinci-tarikatı kişiler- den oluşmaktadır. Kısaca iktidarda bulunan DYP-SHP koalis- yonu döneminde de Milli Eğitim kadrolannın %80'i dinci-tarikatçı. %15'i ülkücü, geriye ka- lanlar da belki DYP'ye yakınlık duyabilen kişi- lerdir. -Atatürkçü ve çağdaş düşünceye sahip bir okul müdürü veya Milli Eğitim müdürünü nu- mune olarak bulursanız yazdıklanmı geri alı- nm. (2ı Behzal Av. "Enbüvükbölücülük'.CumhunvetGa- zelesi. lOOcak 1994,(3) YahyaKemalKaya, "Eğ'ilimsis- temınm acıklı durumu" Cumhuriyel Gazetesi, 2 Ekim 1993, (4)Oktay Ekşı, "Si:bunlaragûvenin"Hürriyet Ga- zetesi. 20 Şubal 1994, (5/ Tercüman Gazetesi, 17 Kasım 1993. (6j Cumhuriyet Gazetesi. 5 Ağustos 1993.17) Cum- hunyet Gazetesi, 5 Ağustos 1993 SÜRECEK ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Demokrasinin D'si... Bir gün camiye bir domuz girmiş; müezzin, domuzu çı- karmaya uğraşıyor, ama bir türlü başaramıyormuş. Cami- nin karşısında durumu seyreden Bektaşi dedesi: - Yobazın domuzunu görmüştüm ya, domuzun yobazını ilk kez görüyorum! demiş. Ramazan, tüm ülkede, yobazların baskılarıyla geçti. Geçtiğimız günlerde, Samsun'dan Terme'ye gezmeye gi- den gençler, Ramazan günü öğleyin yemek yediler diye, bir taşlanmadıkları kaldı. Saldırganlar, bir de bilgisizlikleri- ne veriyorlardı gençlerin: - Siz aydan mı geldiniz, Ramazan olduğunu bilmiyor mu- sunuz? Tansu Çiller, Necmetn'n Cevheri, ellerini dua eder gibi yarı kaldırmış, poz veriyorlar, bu fotoğraflar gazetelerde çı- kıyordu. Dokunulmazlıkların kaldırıldığı son iki gün, Meclis'e uğ- radım. Çoktandır gitmiyordum. Neden ayaklarım geri geri gidiyordu? Basın locasını genç gazeteciler doldurmuşlar- dı. Mangalda kül bırakmayan köşe yazarlarmdan kimse yok gibiydi. Bereket Teoman Erel'ı gördüm, yabancı bası- na ayrılan yere oturup, birkaç dakika birlikte izledik. Yerim- de duramıyordum: • - Hadi bana eyvallah! Ben yedi aylığım, daha çok otura- mam! Kulislerdetur attım. Dinleyici locaları dolmuştu. izleyen- lerden kimi, dokunulmazlıkların kaldırılması olayını üzün- tüyle seyrediyorlardı. Yangından mal kaçırır gibi, ivecenli- ğe mi getiriliyordu her şey? Kürsüde yarkurul adınaCoşkun Kırca konuşuyordu. Kır- ca, ağzından alevler çıkan konuşmasını yaparken düşünü- yordum: 1967'lerdeÇetinAltan'ındokunulmazhğıkaldırılır- ken, Emin Paksüt'le Coşkun Kırca'nın çabalarını. Çetin Altan, Akşam'daki yazılarında, ikisini kalemine dolar, so- yadlarının ilk hecelerini yazarak, "Kır-Pak"larderdi. Onlar da öfkelenırler, Çetın Altan'ın dokunulmazlığını kaldırmak için yapmadıklarını komazlardı. 196O'lı yılların ortalarında Ismet Paşa, ünlü Ece Ajandası'nın 25 Kasım tarihli say- fasına, şu notu düşmüştü: "En önemli Coşkun Kırca-en menfi-terbiyesiz, müteca- viz, olumsuz." Metin Toker, yeni çıkan ''Ismet Paşa 'nın Son Yılları" kita- bının 64. sayfasında şunları yazar: "Kırca, Feyzioğlu'nun cepheye sürdüğü silahendazlar- dan biridir. Inönü'nün 18 Aralık'ta koyduğu teşhis şudur: 'Feyzioğlu takımı azgın'. Bu takım bütün toplantılarda genel başkana şiddetle saldırmaktadır..." Metin foker, 1966 yılı için şunları yazar: "Inönü 82 yaşına rağmen fiziksel bakımdan sapasağlam- dı. Bunu ancak 1970 'lerin başında, katarakt ameliyatı geçir- dikten sonra kaybedecek, bu da onun EcevH karşısında yenilgisinin asıl nedenini oluşturacaktı." Ecevit, İsmet Paşa gibi, elinden tutup siyasette yükselttiği birini, gözlerinin görmediği, fiziksel gücünün tükendiği bir yaşında -ölümünden bir yıl önce- kaldırıp yere vurdu. Şim- di, dımdızlak kalıpçektikleri, koruyucusu Ismet Paşa'ya yaptıklarınm sonucu mudur, ne bileyim? 1970lerde, Ecevit için "Karaoğlan" dendiğinde, basında ben tutturmuştum, "Karaoğlan aşağı, Karaoğlan yukarû" Bunun en canlı tanığı, CHP eski Içel Milletvekili Çetin Yıl- maz'dı. İlk o gelip söylemişti bana. Ecevit, şöyle diyor; - Sana "Karaoğlan"/ basın değil, halk taktı, söyledi! Dokunulmazlıkların kaldırıldığı sıra, o da Meclis'te ilginç konuşmalarından birini yaptı. ŞevketSüreyya Aydemir, '7)ancMdam"ıyazdığısıralar- da sık sık ismet Paşanın evine gider konuşurdu. Konuşma- larından bırınde Aydemir, Ismet Paşa'ya Ecevıt'i sorar: - Ne düşünüyorsunuz? diye. Paşa, şu karşılığı verir: - Bir kompleksı var ki, onu yenemedi. insanlar, iktidar- dayken, çevresine daha çok zarar verir. Onu birçok yere yanımda götürdüm, bir devletin nasıl idare edildiğini öğret- meye çalıştım. Ama, bir türlü bunu öğrenemedi. Çünkü kompleksini yenemedi. O yüzden, iktidara geçtiği zaman zarar verebilır. Şevket Süreyya, bunları yazmadan öldü. Yazmam için bana vasiyet etmiş; bu vasiyeti yerine getiriyorum... Meclis'te son gün oylamaları yapılmış, Mezarcı'nın do- kunulmazlığı da kaldırılmıştı. Herkes, Meclis lokantasına akın ediyordu. İftar açacaklardı. Düğün çorba, lahana sar- ma, güllaç yedim. Gazeteci Nihal Alp'a sordum: - Yemekte bira filan içilebiliyor mu? - istersenız içersiniz ama, üyeler dik dik bakarlar! Yemekten sonra SHP kulisine geçtim; orada DEP'lıler- den Leyla Zana, AhmetTürk, daha birkaçı Meclis Başkan- vekili Vefa Tanır'la konuşuyorlar, geceyi Meclis'te geçir- mek istediklerini söylüyorlardı. Bir ara Ahmet Türk'le konuştum. - Ahmet Bey, siz düşmanlarınızdan değil, akılsız dostlan- nızdan çekınin! -Haklısınız, dedi... Olaylar, Hatip Dide'nin Güneri Civaoğiu yla yaptığı ko- nuşma sonucunda alevlenmişti. Ahmet Türk, Hatip Dicle'yi uyarmıştı. "Konuşma Civaoğlu'yla"diye. Hatip: - Güneri Civaoğiu benim arkadaşım, dostum, demişti. Ondan bize bir zarar gelmez! Güneri, "Tuzla"olayını sormuş, Hatip Dicle, "Onaylamı- yorum" karşılığını vermişti. Güneri, bastırmıştı: - Kınıyor musunuz, kınamıyor musunuz? Hatip'in verdiği -saçmasapan- yanıttan sonra, dananın kuyruğu kopmuş, "hain"\er, "main"\er gırla gitmişti. Olay gelip dokunulmazlıklara dayanmıştı. Dokunulmazlıkların kalkması bir şey değildi belki, ama demokrasinin "d"si git- mişti. Koca Meclis'te tek tutarlı davranışı Sosyaldemokrat Halkçı Partı gösterdı. ANAP önderi Mesut Yılmaz, bir oyu- na geldiğinin ayırdına varıp, son gün çark etti. "ANAYOL" özlemcileri birkaç gün avuçlarını ovuşturdular. BULMACA 1 2 3SOLDAN SAĞA: 1/ Canlıda. bir dürtünün etkisivle beliren işe ya da öğrenme\e geçme isteği. 2/ Dost. arkadaş... Peru'- nun başkenti. 3/ Argoda karnı aç \a da parasız kimse... Kir. 4/ Terbhe- siz kimse... Bir yere çap- razlama konan yassı kiriş ya da kereste. 5/ Kimya- sal temel madde. 6/ Bira\ adı... Eski Mısır'da güneş tannsı. 7/ Eti, yağı erimiş. zayıf. kuru... Olta ya da tuzağa konulan yem. 8/ Bayındır- lık... Bakara, rulet gibi bazı kumar oyunlannda bankacıya karşı oy- nayan oyuncu. 9/ Mora çalan kır- mızı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Pa- muk ve ipekle kanşık dokunmuş hareli kumaş... Takımlar grubu, küme. 2/ Birim... Gözleri görme- yen. 3/ "— sevdi yine cân ile cânân olacağı Bicâre bilir derdine der- man olacağı" (Necati)... Yasal. 4/ Bir göre\ın yürütülebilmesi için merkez olarak seçilen yer... El- diven yapımında kullanılan bir çeşit domuz derisi. 5/ Orta Asva'da dağlık bir bölge. 6/ Başkalan, herkes... Ayak. 7/ Bir ay adı... Açılmamış ya da bir süre sürülmemiş toprak. 8/ Üstü ka- palı olarak anlatma... İstatistikte uzun süreli eğilime verilen ad. 9/ Bir maslar eki... Bir duvann başını ya da iki duvann köşesini oluşturan gömme ayak.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear