14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURtYET 9KASIM1993SAU 12 DIZIYAZI -4- "Örf yahut anane,aklın kabul ettiği ve tophımda yer etmiş şeylerdir. Orf, değişmeyen ve değişmediği için bugünü düne bağlayan ve bugünü yarına bağla- yacak olan diizenleyid sosyal değerlerdir .... MiUet hayatında değişmeyen. onun benliğini ve şahâyetini korman unsurlar; örfler, yahut adetlerdir.'* Her şeyden önce şunu belırtelim ki, gelenek ve göreneklerin değişmezliğini savunmak. toplumbi- limin tersine devinmektır. Çünkü değişim. önü ah- nmaz bir olgudur. Davranışlanmız, yaşam biçimi- miz, değişen dururn ve olanaklarla değişmek zo- rundadır. Kaldı ki gelenek ve görenekleri, ortaya çıkışlannda, akıl da kabul etmiş olsa, aklın da du- rağanhğı, başlangıçta ne ise ya da yaratıbşta nasıl verilmişse öyle kahyor sanmak kökten yanhş bir sanış olur. Çünkü beş yüz, bin yıl önceki insan akhyla bugünkü insanın aklı arasmda büyük ayn- mlar olmalı: var da. Zira aklın besini bilgidir. Dolayısıyla bilgilendirilmiş bir akhn da yapnsında, oylumunda, çerçevesinde bir büyüme, bir gelişme, bir değişme. bir yetkinleşme kaçırulmazdır. Eski- lerin yıllarca öğrenmeye çalıştığj bilgileri, davranı- şlan günümüzçocuğu, daha okula başlamadan iz- lediğt radyosu, televizyonu başında öğreniyor. ç.ağımız, evrenseli yakalama çağıdır. Ulusallığın ölçüt ve gerekleri değiştiği gibi "ulusallık" da kimi yönleriyle çağın gerisine düşmüştür. "Sapık fıkirler" mantıksızlığının ardına gizlenip gençlerimizi bu çürümüş fikirlerle eğitmekte direnmek"çağdaşlaşmak" ve " dünya insanlığıyla" koşutlaşmak amaçlanna aykın kalmaktadır. Bilgi,beyninbesinidir Bilimsel düşünce, bilgiye ve bilginin ışığında kanıtlanmış "gerçeklere" dayanır; gelenek ve göreneklere dayah "manevi" düşüncesi ise "değişmezliği" savunur. Bu ise toplumbilîmin tersine devinmektir ve sadece toplumun duraklaması, hatta gerilemesi sonucunu doğurur. Doğaldır ki başlangıçta aklın kabul ettiğini, sonraki bir başka akıl basit, bayağı, gereksiz, ya- rarsız.. görebüir. Yine gelenek ve göreneklerle bir ulusun benliğinin kazamlacağı düşüncesi de tuta- maksız. dayanaksızdır. Ulusalı dinselleştirmek B urada yapılan şey, dinsel olanı uhısallaştı- rmak, ulusal olanı dinsel kutsallık düzeyine çıkarmaktır. Bu da "milli ve manevi" görüş- çülerin ideolojik bir yönlendirmesinden başka bir şey değildir. "Bir miDeti 'kendisi olarak' bırakan; örfler, ya- hut adetferdir." (11) Böyle bir değerlendırme de çağdaş olrnayı yadsıyan ya da engelleyen bir değerlendirmedir. Çünkü günümüzde ulusallığın, ulusal olmanın öl- çüt ve gerekleri de değişrniştır. Geçmişın boş inan- lanru "bizinıdir" diye sürdürmenin ulusal olmada bir yaran olmasa gerektir. Kimi yönleriyle ulu- sallık da çağın gerisine düşmüştür. Çağdaşlaşmak ve dünya insanlığıyla koşut yürümek, ilerlcmek ıçin amk ulusalı değil. evTenseli yakalamak, ev- renseli yaşamak ya da yaşatmak gerekiyor. "örfler biri biz yapan özeüiklerdir. Bunlar yıkılırsa, toplum sarslır." * gıbi bir düşünce de tu- tarsız bir biçimde dinselleştirilmiş bir ulusallık an- layışıdır. Bir de eğitimin niteliği ve bıçimı ıçin yapılan şu belirleme ve betimlemelere bakalım: "Çocuklanmıza ve gençlerimize vereeeğimiz efi- tim. her şeyden önce milli olmabdır Eğfâmin ana gayesi milli benliğimize, milli bütünlüğüjnüze, miHi tarihimize uygun milli kültür politikası izlemektir .... Diğer \önden de millerimi/t. de\letimize yöne- lik. Türk milkrinin geleceğini tehlikeye düşürecek sapık fîkiriere karşı gençlerimizi şutırhı kılmaktır." 3 Bu çürürnüş düşüncelerin neresinden tutsantz bir parçası elinizde kahyor. Önce, "eğitimin biçi- mi'' konusunun biri dinbilgisi ders kitabmda işi neydi? Üstelik böylesine kavram yönü ağır basan bir konu. orta üçüncü sırufta hangi dil ve biçemle açıklanabilir? O kuzucuklann ahlaklan. böylesine kavramsal bir konuyu nasıl algılayabilir? Öte yan- dan 'eğhiın' için yapılmış bu belirlemelerin yön- tembilim. toplumbilim, eğitimbilim açısından ka- bul edilebilir yanı da yoktur. Çünkü eğitim, geniş anlamda, insarun yeteneklerinin gebştirilmesi için davranışlara yön ve biçim verme işidir. Dar an- lamda ıse insan gelişiminin düzenli. bilinçli olarak yöneltilişi ve etkilenişidir. Böyle olunca eğitimin ulusallığı düşünülemez. Çünkü eğitim, her şeyden önce bir yöntemler bütünüdür. Yöntemlerse ulu- sal değil, evrenseldirler. Bu nedenle amacı da ulu- sal olamaz. Eğjtimin amacı, bireyi, toplumsal ve evrensel yaşama uyurn sağlayacak davranışlann iyesi yapmaktır. Ulusal olma yönü ise bireyin. ül- kesine yararb olabilme davranışlannı kazanmak, geliştirmektir. Bunda bile ulusa özgülük aramak beklenemez. Çünkü bunun da genelde amacı, in- sanlıktır. İnsanlığın ortak yaratımı U lusal kültûre gelınce, o da görelidir. Çünkü kültür, insanoğlunun ortak yaraümlandır. Bunda bir ulusa, ya da insana özgülük ara- mak bilimsel anlayışa ters düşer. Artık kültür de, uygarhk da tüm insanlığmdır. evrenseldir, kimse- ye mal edilemez. Aynı metinde imlenen "sapık fikirlerle ne de- mek istenmiştir. açık seçik belli değjldir. Çünkü bir şeye 'sapık' demek için o şeyin sapıkhğmm ör- neklendirilmesi. ya da gösterilmesi gerekmez mi? Sapıklıkta saldırganlık ve usdışıbk vardır. Nedir bu usdışılıklar? Çocuklanmızı ve gençlerimizi da- yanaksız önyargılarla korkutmak. koşullandı- rmak. onlan: her şeye kuşkuyla bakan, kendi dışı- ndaki gerçeklerden uzaklaşüran, salt kendini be- ğenen, başkalannı. ya da başka düşünce ve ger- çekleri görmezlikten gelen bireyler yapmaz mı? Bakara Suresi'nin 143. ayeti şu biçimde Türkçe- leştirilmiş: "Aşınlıklardan arunnş, öteki tophıluklara örnek ofana özeUikJerine sahip, 'orta yoJda' bir topiınn- flur." İslam toplumu ıçin düşünülmüş bu "orta yoMa bir topium" demekle amaçlanan toplum biçimi nasıl bir şeydir? Orta yol nedir? Örnektendirilme- diği için 'orta yol'u bulmakta. anlamakta güçlük çekiyor insan. Sonra "aşmhk" derken imlenen ne- dir? Bu da örneklendirilmemiş. Kimilerinin ağa- ndan düşürmediği bu 'aşmkk'ı. verilen bilgilerden çıkarmak, betimlemek de olanaklı değjldir. Evrenin yaratıbşı konusunda da bilimse'l düşün- ce yerine dogmalardan devinlenilmiş. Zaman za- man ilkçağ fılozoflannın birbirine sorup da bir türlü yanıtlayamadıklan bu türden ağır bilimsel olmalan, öğrencilerin de kendi kendilerine sorma- lan istenmiştir. Geçmişte de bu sorulara yanıt bu- lunmadı, bugün de herkesin kabul edebileceği yanıtlar bulmak henüz olurlu değildir. "Başlangıçta tek parça halinde bulunan yer ve göklerin \arahbsj. birtakım basamaklardan gece- rek olmuşhır. Bu süreçle ilgili olarak ayetlerin birin- de gecen "altı gün' sörii. bildiğimiz anlamda yirmi dört saatlik bir süreyi değil. çok uzun bir zaman dili- mini dile gen'rir; \edi kat gökler sözünden de üst öste gelen > edi katlı bir y apıy ı anlamamak gerekir."' Bir yandan Allah'ın yaraima güç ve yeteneği felsefesel konular ele ahnjrken, onlann o taze an- laklannın nasıl altüst olacağı hiç düşünülmemiş gibidir. Bir yandan evrenin yaratıüşı ile ilgili, bir sonuca bağlanması şimdiki bilgilerimizle olursuz sorular- la, bir yandan da, anlaşılması ileri bir felsefe bilgisi gerektiren konular olabildiğince yumak- laştınlmıştır. Böyle bir yumaklaştırma, olsa olsa o yaştaki çocuklann anlaklannı kanştınr, hatta dü- şünme yeülerini bozarak onlan -deyim yerindey- se- aptallaştınr. Dünyanın, evrenin yaratıhşı ile ilgili bu bi- lımdışılık olabildiğince sürdürülmekle kalı- nmamış, yaratmaya iye Allah'ın dünyayı sonsuza dek koruduğu yollu Allahsal güvenceler verilmiş- tir. Bu güvenceler verilirken de insanlığın bugün ulaştığı teknolojik boyutlar görmezlikten gelin- miştir "Madem ki dünyamız her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve mutlak anlamda iyi olan bir varlık ta- böylesi us dışı, mantık dışı, bilim dışı anlayışlarla insanımızın koşullandınldığı, yanılsamalara itildi- ği gerçeğiydi. Yoksa bir yaratıaya olan inancı ve ona yapılan tapınmalann biçımini eleştirmek de- ğildi. İnsanın yaratılmasında da anlamlandınlması güç dinsel kavramlar kullanılmıştır. Üstelik bu kavramlara dinsel anlamlar yerine, varsayımsal anlamlar kazandınlmıştır. Bu da doğaldır ki an- laksal karmaşaya yol açmaktan öteye bir yarar getirmiyor. İnsanın yaratılışının diğer varlıklannkinden sonra olduğu belirtilerek yaraulış biçimi şöyle an- latılmıştır: Süzme çamurdan yaratılması, sonra notfeye yerleştirilmesı. nutfenın alakaya çevrilme- si, alakanın mudğaya, mudğanın kemiklere; ke- miklerin üzennde de et gıydirilmesi. Burada geçen '•nutfe, aîaka. mudğa" sözcükleri- nin Arapça'daki anlamlan yenne, kimi din bil- ginlerince yeğlenen varsayımsal anlamlar veril- AJ'\x yandan Allah'ın yaratma güç ve yeteneği için "ol" derse olur denilecek; bir yandan da bilimsel olarak kanıtlandığı biçimiyle evrenin ve dünyanın oluşumu için geçen "altı gün" milyarlarca yıl diye yorumlanacak. Bu türden yorumlar, dinsel dogmalann bilimsel düşünüye yaklaştınlması amacıyla atılmış "beyhude adımlardan öteye bir anlam taşıyamaz. ••••••İ^İHH X nsanmyaratılışı, ilkçağ düşünürlerinden bu yana tartışılagelen ve 20. yüzyılm sonlannda bile sürüp giden bir olgudur." Yaratılış"a dinsel kavramlar kullanılarak yaklaşılması ve üstelik bunun "dilsel" kavramlar yerine "varsayımsal" anlamlar kazandınlarak yapılması, doğal bir sonuç olarak "anlaksal" karmaşaya da yol açmaktadır. ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ H H H H | | H f l Eğitim,geniş ^ ^ ^ ^ ^ H ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ I ^ P ^ H anlamda, ^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^B^^^M insanın yete- ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ H j l ^ ^ H ^ ^ H nekkrinin ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ H p ^^^^^H geliştirilmesi ^^^^^^^^^^^^^^^Br J^^^^^k içindavra- ^^^^^^^^^^^^^^^r _^^H^^^^B ntşlarayönve ^^^^^^^^^^^^^W J^^^^^^^^k biçim verme ^^^^^^^^^H|r JJ^^^^^^^H işidir. Dar ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ H ^ jt^^^^^^^^^^^ anlamda ise ^^^^^^^^^J _^^^^^^^^^^^^H insan^ ^ ^ b j ^ ^ ^ ^ ^ l gelişiminin ^^•nBMHui^^^^^^^^^^^^^H düzenli. bilinçli •B3^F\^^^^^^^^^^^^H olarak P P ^ H r ^ ^ ^ H >öneltilişive FV>-- # Ü L / ^ ^ H T T ^ ^ ^ ^ ^ H etkilenişidir. ^ - ^ H T j f S L j l ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ l Bövleolunca •1 W - M ^ B U ^ ^ ^ ^ ^ H eğitimin |T% w # J M I P ^ ^ ^ H ulüsalllğl ^ W ^ n g ^ ^ ^ ^ ^ B dü^nükemez. ^ ^ '^^^^^^l^PBRHUI^^^^H her şeydenönce •^^•^••B^Mı^^^^^fl biryöntemler ^ ^ ^ ^ H I ^ ^ I B ^ I ^ M l • bütünüdür. ^ ^ ^ ^ • I ^ H ^ ^ ^ H m Yöntemkrse ^ ^ ^ • • M J ulusal değil, •İBHHH^HHİH^BB^te^S^H m evrenseldirler. için "Ol" derse olıır denilecek, bir yandan da "otaıa" işinde, bilimin kanıtladığı ve özdeğin mil- yarlarca yıllık oluşumuyla karşı karşıya gelinince dönüp "altı gûn"ü. milyonlarca yıl diye yorumla- yacaksımz. Böyle bir yorum, olsa olsa dinsel dog- malan bilime yaklaştırma düşüncesinden başka bir şey değildir. Hıristiyan papazlan da bundan yedi yüzyıl önce doğa ile ilgili dogmalannı yeniden yorumlayarak tncil'i bilimsel sonuçlara yaklaştır- maya çaîışmışlardı. Bunlarla da kalınmamış. bu söylemlerini inandına kılmak için bilimle din arasmda bir denklik, bir koşutluk sağlamaya yönelik örnek- lemelere gidilmiştir. Böylece bilimle din arasmda bir çatışmanın, bir çelişkinin olmadığına inandınalık kazandınlmak istenmiştir. "Aslında kaynağı Allah olan bir kutsal ifadeyle bilimin çatışmaınası gerekir. Çünkü bilim Allah'm yaratnğı varlıklar dünyasını açıklamaya çahşmak- tadır. Gerek evren gerekse kutsal ifadeîer onun eseri otduğuna göre bilim, hak bir dinle niçin ça- On altı, on yedi yaş,lanndaki lise öğrencilerinin tarüşma, kavrama yetilerinin çok üzerinde, ağu- raftndan yaratümtş bulunuvor, öyleyse yerküremiz güvenflir eüerdedir. Başka" bir dey^le Allah, dün- yamızın anlaşılırlığı kadar sürekliliğinin de temi- "batıdır." Böyle bir düşünce nasıl ileri sürülebilir? Nasıl böyle bir güvence verilebilir? Bugün ulaşılan tek- nolojik boyutlar görülmez mi? Birkaç süper devle- tin eUndeki nükleer bombalann -bu ülkelerin başı- na geçecek bir insanhk düşrnanımn düğmeye bds- ması sonucu- patlatilmasıyla dünya, uzayın boşlu- ğunda tuzbuz olmaz mı? Bunu tarüşma konusu yapmak bile gülünç obnaz mı? En azından dünya üzerinde her türlü yaşamın silineceği ve milyarlar- ca yıl aynı koşullann oluşamayacağı nasıl unutu- lur? Cinayet değil midir? ocuklanmıza böyle bir tehlikenin, böyle bv gjdişin boyutlannın, korkunçlugunun sez- 5 dirilmesi gerekirken, onlan olanaklı ol- mayan güvencelerle yanıltmak bir cinayet değil midir? Bizi böyle bir araştırmaya iten neden de işte miştir. Bu varsayımsal anlamlardan devinerek. in- sanın rahimde başlayan gelişim süreciyle bir ben- zerlik kurulmaya çalışılmıştır. Bu türden açıklamalann, Tannsal da olsa, bu- gün biyoloji derslerinde büy'üme \ e gelişmeyle ilgi- li canlılara ilişkin bilgileri öğrenen öğrencilerin önüne koymak. bizce son derecesakıncahdır. tster istemez onlar da bir anlaksal karmaşaya yol aca- caktır. Kaldı ki böyle bir tartışma. bize göre akademik düzeye bırakılmah. oralarda açıklanmaya çalışı- lmabdır. Çünkü böyle bir tartışma, önceki satı- rlarda da belirttiğimiz gibı. bir yandan çocuklarda anlaksal karmaşaya yol açacak. bir yandan da bi- lime karşı beslenen bir düşüncenin oluşmasına, gelişmesine yol açacaktır. Üstelik bu türden açı- klamalara Tannsal güvence ve benzeri zorlanmış kanıtlamalar da eklenince. bilime karşıtlık kapnı- bnaz olur. Aynca 16, 17 yaşlarındaki çocuklann insanın nasıl yaratıldığıyla ilgili bir tartışma içine sokulmasının da bir \aran olmasa gerektir. Yarın: Benim Kâbem Insandır ÇALIŞANLARINSORULARl/SORUNLARI YILMAZ ŞÎPAL zaman emekli olaeağım?" Soru:\95» doğumluyTinı. Ük kez, Mart 1973 tarihinde Sosyal Sigortaİar Kurumu'na tabi olarak çalışmaya bas- ladım. 1978 yüı Mayıs ayında ayrıldım. Bu süre içinde 1.470 gün prim ödedigime dair elimde belge var. Hariran 1978"de, 657 sayılı Devlet Memurlan Ka- nonu'na tabi olarak yeniden çalışmaya başladım. Mart 1986 tarihinde askere girtirn ve Eylüİ 1987'de terhis ol- duktan sonra yeniden eski işime döndüm. 1 Ağustos 1989 tarihinde memurluktan isrifa ederek ayrıldım ve bu kez serbest çalışma hayatma atıldım. 24 ay Bağ-Kur sigorta- lısı olarak prim ödedigime dair yine belgem var. 12 Ocak 1993'ten beri 657 sayılı Devlet Memurlan Kanunu'na tabi olarak çalısıyorum. Sorum: Ne zaman emekü olaeağım? K.B. YAÎSTT: 5434 T.C. Emekli Sandığı Yasasrrun 39. maddesinde "Emekli Aylığı Bağlanacak Halfcr" belirtilmiştir. Bu maddeye göre, kadın işürakçıler 20 fıili hizmet yıbnı, erkek iştirakçüer ise 25 fıili hizmet yılını doldurmak koşulu ile T.C. Emekli SandığY- ndan istekleri üzerine emekli olabilmektedir. Prim ya da kesenek ödenerek geçen son 7 yıllık (2.520 gün) ça- lışma süresinin en az yansı olan, 3 yıl 6 ayı (1.260 gün) T.C. Emekli Sandığı kapsamında geçen erkek şigortablar, toplam 25 tam yü (9.000 gün) prim ya da kesenek ödediklerinde, Emekli Sandığı'ndan emekli aylığı ahnaya hak kazanırlar. Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı kapsa- mında prim ve kesenek ödeyerek gecirdiğiniz çalışma süreleri, (18 aylık askerlik süresi dışmda) yaklaşık olarak, 15 yıl 7 aydır (5.610 gün). Askerlik borçlanması yapüysanız, bu süreye 1 yıl 6 ay daha eklenecek ve toplam süre, 17 yıl 1 aya (7.150 gün) yükselecektir. Erken iştirakçi olarak emekli olabilmeniz için, 25 fıili hizmet süresini doldurmanız gerekir. Askerlik sürenizi borçlanmadıysanız, 25 fiili hizmet süresini doldurmanız için 9 yıl 5 ay (3.390 gün) daha çahşmanız gerekecektir. Askerlik sürenizi borçlanıp. borcunuzu da ödediyseniz, emekli olabilmeniz için bu süre, 1 yıl 6 ay daha kısalacak ve siz 7 yıl 11 ay sonra emekli olmaya hak kazanabileceksiniz. ANKARANOTLABI MUSTAFA EKMEKÇİ Günah Keçisi! Bilmiyordum, istanbul'da gazetecilerin, yazarların çoğu, Belediye Başkanı Nurettin Sözen'ın sayrısı, hastasıymış! Nurettin Sözen, bu sayrılarının adlarını pek açıklamıyor. Sağınlıkta, sayrısının, iyileştirdiğinin adını açıklama kurah yokmuş. Savunmanlık gibi. Nurettin Sözen, kulak-boğaz- burun uzmanı; kiminin doğrudan kendisine, kiminin çoluk- çocuğuna bakmış. Dayanamadım sordum: - Neden, bu denli yakın olduğunuz insanlar size karşı ya- zıyorlar? - Sağlık sorunu, gelmiş geçmiş bir olay. Alışverişleri bit- miş; şimdi daha büyük çıkarlar var! - Patronlann mı etkisi var bunda? - Patronların var, laf aramızda, '7*"nın, "Z"nin durumu patrondan farkh mı? Yani, onlann da aylık düzeyi, yaşam düzeyı, şimdi patronlar gibi. Bakış açımız yönünden de, patronlarla bir. - Zafer MuHu sayrınız oldu mu? - Hayır, Zafer Mutlu istanbul'a çok sonradan geldi. Zafer Mutlu'nun babasıyla mahalle mahalle dolaştık, bizim ada- yımız oldu; nutuk attık! - Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var, derler. Siz, size sayrı olarak gelenleri iyileştirip gönderiyorsunuz, belki pa- ra iiian da a/mıyorsunuz. Ama, o bakıp, iyileştirdikleriniz çocuklanna dek baktıklannız, sızin için yazmadıklarını bı- rakmıyorlar. Bir "günah keçisi" yapıyorlar. Anlamak güç! - Bu sınıfsal bir şey, çok garıpsememek lazım. Sermaye kendi sınıfının savunmasını yapıyor. Önemli olan, dar gelir- lilerin ya da solcuların kendilerı için savunma mekanizma- larını oluşturmamış olmalarıdır. Benım kanım o. Yanı, bı- zim sözümüzü duyurabileceğimiz bir kanalımızın olmama- sı, bizim düşüncelerimizi yansıtan güçlü bir yayın organı- nın olmaması. Bence eksiklik bu. Yoksa, kapitalizmin kendi sınıfsal kavgasmı yapmasını çok yadırgamamak gerekiyor. Ben olaya böyle bakıyorum. Yanı, eksiklik bizde. Biz onlara karşı kendimizi savunacak mekanızmalan geliştırememı- şiz. Büyük sendikalarla organık ilişkiler kuramamışız. Yir- mi tane karşımızda kanal olsun, ama bir tane de "sosyal demokrat" kanal olsun. O zaman bu, onlann oyunlannı bozmaya yeter! Örneğin, bu kadar büyük gazeteler var, bir tane de güçlü, daha çok satan gazete de bu tarafta bulun- sun. Banagöre, bizim eksikliğimiz burada. ûrgütlenmede, savunma mekanizmalarımızı oluşturmada geri kalmtşız. Ve onlardan hâlâ medet umar duruma düşmüşüz. "Onlarla iyi geçinsek, acaba?" diye hep düşünmüşüzdür. Yani, "Acaba, iyi geçinsek bizi savunurlar mı?" diye. Yahut, bir tanesi savunuyor, kişisel dostluklarla savunuyor; rıasbe)- kader, sizden bir çıkar beklediği ıçin yahut "Solpartiden de biradamım olsun!"diye. Bakıyorsunuz, sol partiden birisi- ni tutuyor; bu demek değildir ki, onun partisini, onun düşün- celerinı destekliyor, o bir kumar oynuyor, "O partiden de bir adamım olsun!" diye. - Büyük gazetelerin yaptıklan binalarm çoğunun "iskân ruhsatı yok" demiştiniz. Hangıleri bunlar? - Büyük bir kısmının iskân ruhsatlarında eksiklik vardır; teker teker söylersem sıkmtı doğar. Bunu parti olarak ele almamız gerekir. Partınin de bu konuda birleşmesi gerek. Üstorganlarımız oturup karara bağlamalı. Yani, "Böyle bir savaştmı öaş(afa/ım"diye. Bu büyük bir strateji. Genel ko- nuştuğumuz zaman, "Büyük kısmının ruhsatları, iskânları şaibelidir" deüiğ\m\z zaman yanhş yok. "Hang/sı?"derier- se, yanıtı var. Onu demek istiyorum. - Dorsay 'ın kitabını okudunuz mu? - Şöyle bir kanştjrdım, nasıl, hangi sistemle ele almış di- ye. Pekde birşey yazmryor; ordaburdayazılanları almış. O belli kı, bir editörlük yapmış. Yani, herhalde bastrmak için birisinden para alarak; ciddi bir fikır kitabı değil. Kendi.şK mimar; rehberlik yapıyor, sinemayazıfân yazıyor. Karşı ol-* masına genel neden, bir muhalefet. anlamsız, nıçin olduğu bilinmeyen, kendisi solcu geçindiği halde soldaki insana muhalefet. Raylı sıstemi getirmişım, Dünya Raylı Sistem Federasyonu Genel Sekreteri, İstanbul'a gelip madalya ve- riyor, Mimarlar Odası'nın ayın 22'sinde AKM'de (Atatürk Kültür Merkezi) töreni var, bakanlar katılıyor, Mimarlar Odası ödül veriyor bana; "yasa/ara, mimari kurallara bağ- lılığım" dolayısıyla. Kendisi de mımar. kendisınin mensup olduğu "Oda", beni ödüllendiriyor; benim için bunlar bele- diye açısından, kçnt açısından onur verici şeyler. Kendisi mimar ama, gidiyor, böyle davranıyor. Çelişki burada. - Boğaz'da yıktığınız evler var! - Evet, Uyumkent! Turgut özal'ınki dahil, Mehmet Bar- las'ınki dahil, eskiden arkadaşımızdı biliyorsunuz! Türkiye'de basının durumu yürekler acısı. Nereye el at- sanız, bulaştığınıza bin pişman oluyorsunuz. Her değişen iktidar, saıîki iktidarlarıdır kiminin. Kiminin bir kolunda SHP, bir kolunda DYP; kiminin düşündeki, bir "Anayol!" Ki- mi, geceyarılan arıyor diye, Hacı Tö'nün kapısında kul kö- leydi; Bedrettin Dalan gidince, çıkartan elden gidenler, "günah keçisi" Nurettin Sözen'i bellediler. Hedef, Nurettin Sözen değil, SHP'ydi. Bir uğraşı yürütenler, bu denli ınsaf- sız, bu denli çıkarcı olamazlar. Bekltyorum, çıksın ortaya, Nurettin Sözen'in iyileştirdiğı sayrılar, onunla yıllarca kol kola olanlar. • • • Hüsnü Göksel telefon etti: - "Hayvan Herif!" başlıklı yazında geçen kişi belli oldu mu? Ben, bu hakareti kendime yapılmış saydım, çok üzül- düm. Görevliye "Hayvan herif!" diye bağıran kimse, bulun- malı... Olay, 28 ekim gecesi Çankaya Köşkü'nde geçmişti. Saat 18.45 sıralarında. "Hayvan herif!" diyenin bir Anayasa Mahkemesi üyesi olduğu söyleniyordu, ancak adı açıklan- mıyordu. "Hayvan herif!" denen ise, bir sıvil güvenlik gö- revlisiydi. Çankaya Köşkü sorumluları, olayı örtbas mı etmek istiyorlardı ne? BULMACA 1 2 3 4 5SOLDAN SAĞA: 1/ Yavşanoru da denilen, ^ mavi ve beyaz renkte çi- çekkr açan bitki. 2/ Ge- 2 reğinden çok yemek yi- « yen... Yunan mitolojisin- de zafer tannçası. 3/ Hayvan yiyecegi... Knut Hamsun'un ünlü bir r o manı. 4/ Kötü, çirkin... Hayvanlara vurulan damga. 5/ Bir erkeğin ni- kâhsız olarak aldıgı cari- ye... Rusçada "ever. 6/ Tavlada bir sayı... Üzeri dal ve hasırla örtülmüş kulübe. 7/ Vücut parçası, organ... Bir gemi- nin başka bir gemiden ya da kıyı- dan açılması. 8/ Cinsiyet... Kılığı ve davranışlanndan hoşlanılma- yan kimseler için kullarulan söz- cük. 9/ Akdeniz çevresinde yeü- şen, mavi. beyaz ya da menekşe renginde çiç^kler açan bir ağaç- çık... Güzel ötüşlü küçük bir kuş. YUKARIDAN AŞAGIYA: 1/ Osmanhlann Eflak ve Boğdan beylerine verdikleri san. 2/ Oyunda cezalı çocuk... Seviye. 3/ Küba kökenli bir dans ve müzik... Kimi hastalıklara karşı bağı- şıklık sağlamak için vücuda verilen eriyik. 4/ Müstahkem yer... Bir göz rengi... Mısır'm plaka işareti. 5/ 1942'de Çanakkale Bo- ğazı açıklannda batan ve 39 kişilik mürettebaünın tümü ölen Türk denizaltısı. 6/ Bir tngiliz uzunluk ölçüsü birimi... Pokerde, ortaya sürülecek parayı ödeyebilmek için her oyuncunun kendi önüne koyduğu toplam para. 7/Tahıl ölçmede kullarulan öl- çek... Gösteriş, fıyaka. 8/ Reçine. 9/ llave... Bir pamuk türü.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear