25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 4 KASIM 1993 PERŞEMBE OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Radyo ve televizyonyasası Frekans paylaşımına katılacak gruplann başında basın şirketleri gelmektedir. Bu şirketler kendilerine öncelik tamnmasım istemektedirler. Karşıt görüş ise basında bir tekelleşme doğuracağından sözlü-görsel ortama girişlerinin kısıtlanmasını istemektedir. Prof. Dr. MEHMET BAKİOĞLU İstanbul Teknik Üniversitesi tedir. Basın şirketlerinin yaptıklan işin bir basın işi olduğu, yazılı basın orta- rrundan sözlü-görsel yayın ortamına geçmelerinin, teknolojiyi izlemenin doğal bir sonucu olduğu düşünülebi- lir. Birçok basın şdrketi sermaye bula- rak, altyapılannı tamamlayıp ortama tamamen yerleşmiş ve yerleşrnektedir- ler. Güçlü sermayesi, altyapısı ve lobisi bulunan bu şirketler için pratik ba- kımdan yukanda belirtilen tartışmalar gereksiz kalmaktadır. Ancak geç ka- bnmadan yazılı basın ortamı ile sözlü- görsel yayın ortamı arasındaki ilişki- nin yasa yolu ile düzenlenmesi gerek- mektedir. Bunlann başında, bir or- tamdan öbür ortama geçmemiş kuru- luşlann, iki ortamda çalışan kuruluş- lann haksız rekabetinden korunması gelmektedir. Tersi durumda, korun- mak ya da pazar payını arttırmak iste- yen bazı kuruluşlar, öbür ortama geçmek için istenmeyen şekilde davra- nabilirler. Aynca bütün basın kunı- luşlan ticari zorunluluk nedeniyle iki ortamda çalışmak mecburiyeüyle kar- şı karşıya kalabilirler. Frekans paylaşımına kaülmak iste- yen bir başka grup ise, siyasal ya da kamuoyu desteği sağlamak isteyen kunıluşlardır. Siyasal destek arama arzusu, devlet ve İcamu işletlemeleriyle belirli bir ticaret hacminin üstünde iş yapan ya da kamuoyunun duyariı ol- duğu konularda (çevre kirliliği, özel- leştirme gibi) yaünm yapan kuruluşla- nn, basın ortamına yapacaklan yatı- nmlann kısıtlanması ile önlenebilır. Kamuoyu desteği arama arzusu ise aşanan son olaylar, radyo televizyon yasa- sının teknolojik geliş- meye paralel olduğu kadar, toplum yaran- na kullanılmasını da gözönüne alarak bir an önce çıkanl- masını gerektirmektedİT. Yasanın he- nüz çıkmamış olması nedeniyle mev- cut durum. kazanılmış bir hak gibi görülmekte ve dunımun yasallaştınl- tnası için lobi çabşması yapılmaktadır. Yayın gücünün etkib olarak kullarul- dığı ortamda yapılan lobinin hakhlığı üzerinde kuşkular bulunmaktadır. . Yasa çıkartıbrken başta gelen so- runlar, kımlerin ve ne ölçüde frekans paylaşımına kaulacağı ve dağıumın kimler tarafından, nasıl yapılaçağıdır. Bunlara ek olarak tröstleşmenin nasıl Önleneceği ile yayın ilkelerinin belir- lenmesidir. Sözlü-görsel yayının ba- sından en önemli farkı, frekans sayısı- nın sırurb obnasıdır. tlk başta kazanı- bn bir hak, daha sonra alınıp satılabi- fecektir. Bu nedenle frekans paylaşı- tnında başlangıçta bir pay elde etmenin önemi büyüktür. Ortamdan daha fazla pay almak umudu ile bazı kurumlar ikinci frekanstan yayın yap- Biakta ve zarar etseler dahi, bu frekan- sı korumaktadırlar. Frekans paylaşımına katılacak gruplann başında basm şirketleri gel- mektedir. Bu şirketler kendilerine ön- cebk tanınmasını istemektedirler. Karşıt görüş ise, basında bir tekelleş- me doğuracağından sözlü-görsel orta- ma girişlerinin kısıtlanmasını istemek- yayın özgürlüğüne dokunmadan ya- yın ilkelerinin düzenlenmesi ile frenle- nebilir. Frekans dağıtımı ise bağımsız kişi- lerden oluşacak kurula verilmebdir. Milletvekillerinden oluşan siyasal bir kurula vermek, ileride ciddi sorun ya- ratabibr. Tröstleşmenin önüne, her şirkete bir bölgede en fazla bir frekans tahsisi yapmak ve ülke çapında yayın yapma- yı kısıtlamakla geçilebiür. Buna karşı- lık, bölgesel şirketlerin ortak yayın ve yapımlan teşvik edilerek ağ (Net- work) anlayışı gebştirilebilir. ABD'de tröstleşmeyi önlemek için her şirkete AM, FM, TV' bantlannın her birinde aynı bölgede obnamak koşuluyla en fazla yedi frekans tahsis edilmektedir. Ağlann bir bölgeye yaptıklan kablolu yayın sayısı da sınırbdır. İstasyonlar onay abnmadan satılamazlar. Ağ'lar, istasyonlar ile özel anlaşma yapamaz- lar ve anlaşmalar yılbktır. Bir şirketin birden fazla ağı olamaz. Nitekim NBCnin Blue Netvvork'ü aynhp ABC adı alünda ayn bir şirket olarak kurulmuştur. Yayın ilkeleri ise, yayın özgürlüğü- ne dokunmada sözlü-görsel yayınlann tümden eğlence ya da ticari bir alan ol- madığı, bir kamu hizmeti olduğunu kabul etmek şeklinde olmalıdır. Karşıt görüşlere yer verilerek yapılan tartış- malar ile sağlıkb bir kamuoyu oluşma- sı sağlanabibr. Çeşitli bölgelerde kuru- lacak istasyonlar yardımı ile yerel sorunlara, tartışılarak çözüm bulana- bibr. Bu sayede tstanbul'un yerel so- runlan gereğıden fazla Anadolu'ya taşınmamış olur. Secim zamanı bütün adaylara eşit ve ücretsiz zaman ayır- mak, kamu hizmeti vermenin bir gere- ğidir. Reklamlann içeriği konusunda ilke. yasalara aykın olmamak koşu- luyla her türlü reklamın abnmasıdır. Buna karşın ban kurumlar, belirli say- gınlıklan nedeniyle bazı konularda (si- lah, sigara, icki, cins veya ırk aynmı gibi) reklam kabul etmedikleri takdir- de bu duyarlılığa saygı gösterip yasa yolu ile zorlanmamalıdır. Kişilere, ku- rumlara, sosyal ya da etnik gruplara karşın yapılan tek yanb ya da haksız yayınlarla kişi hak ve özgürlükleri ön- de gelen konulardır. Haberlere yorum kanştırmamak ilkesine sözlü-görsel yayında daha titizbkle uymak gerek- mektedir. Sözlü-görsel yayıncıbk ABD'de ge- nelde özel şirketler tarafından geliştiri- lirken, öbür ülkelerde devlet deneümi alünda gebşti ve son zamanlarda özel sektöre bu alanda yatınm yapma izni verildi. ABD'de devlet sadece bu ya- yınlann deneümini üstlendi ve dene- tim sözcüğü alerji yarattığından ve tam anlamıyla denetim olmadığından düzenieme deyimi kullanıldı. ABD'de 1912'de çıkartılan ve gemilerin sahil ile konuşmasını düzenleyen yasa, iletişim konusunda dünyada ilk yasa oldu. Kongre, I927'de federal radyo yasası- nı ve 1934te Federal İletişim Komis- yonu (FCQ yasasını çıkartarak dü- zenieme yetkisini yedi kişiden oluşan komisyona verdi. FCC'nin bsans ver- me ya da yenilemede göz önüne aldığı ölçüüerden (kriterlerden) bazılan şun- lardır: Fazla reklam almama, yerel canlı program oranı, toplum yaranna çalışan kişi ve kuruluşlara makul mik- tarda bedava zaman ayırma, tüm ta- raflann görüşünü alarak dengeli prog- ram yapma gibi. FCC'nin bazı düzen- lemelerine karşı, istasyon sahipleri tarafından "İştmize fazla kanşıyor, ya- yın özgüıiüğünü kısıtlıvor, sansür uygu- luyor" şeklinde itıraz edilmektedır. Karşıt görüş ise "kamu hizmeti yapan öbür kuruluşlar sıkı bir şekilde denet- lenmektedir. rad> o-tele\izyon istasyon- lanna niçin ayncalık tanıyalım" şeklin- dedir. Sonuçta kimin haklı olduğuna Supreme Court karar vermektedir. Sonuç Sözlü-görsel yayın ile basının duru- munu kısa zamanda değiştirecek iki önemli teknolojik gelişim, kablolu te- levizyon ve bilgisayarlar ile bilgisayar ağlandır. PTT'nin yanbş ekonomik politikası ile gelişemeyen kablolu tele- vizyon kısa zamanda gelişecek ve tekel ortamından kurtularak rekabet orta- mına girecektir. Bu durumda yeni kanallar ile yayın yapma olanağı orta- ya çıkacaktır. Aynca borsa, spor, kon- ser gibi canb yayınlarla sinema kanal- lan ortaya çıkacaktır. Kablo şirketleri yayın ortamında önem kazanacaktır. Bu konuda şımdiden bir düzenieme yapmak gerekmektedir. Aksi halde kablo şirketleri, radyo televizyon şir- ketleri üzerinde bir baskı öğesi olabi- Urler. Kablolu televizyon kadar yakın ol- masa bile bilgisayarlar ve bilgisayar ağlan, basına televizyonun yapüğın- dan daha fazla etki yapacaktır. Basın- da bilgisayarlann amaçlanndan biri, kağıt kullanımmı en alt düzeye indir- mektir. Bu amaç çok ileri götürülünce ortada basın (yazılı) kalmaz, geriye bilgisayar disketleri kalır. Tirajı 10 milyon olan Naüonal Geographic dergisı, 2000 yıllannda dergisini bilgi- sayar disketleri ile dağumayı planla- maktadır. Time dergisi son iki sayısı dışında öbür sayılanna bilgisayar ağ- lan ile erişilmesine izin vermektedir. Son iki sayısına da erişibne izni verirse, ortada basılı bir Time dergisi kalma- yacaktır. Özetlersek, önümüzdeki on yılda teknolojik gelişim yayın sistemlerini çok etkileyecektir. Kanun yapıcılanna düşen görev teknik, ekonomik ve sosyal boyutlan olan olaylann arasında kal- mayarak geüşimin toplum yaranna olması için gerekli düzenlemeleri yap- maktır. İstenmeyen olaylann çıkması- ru görmek için "ileri görûşlü" olmaya gerek yok. Batı toplumlannda benzeri olaylar geçmişte yaşanmışür. Onlann deneyimlerinden yararlanmak akılcı bir yoldur. ARADABIR Prof. Dr. FARUK EREM Tröst, Kartel ve Özelleştjpnıe özelleştirme kavramını Anayasa'da görmemekteyiz. Böylece Anayasa kuralları ile özelleştirmeyi bağdaştır- mak kolay olmayacaktır. Herhalde özelleştirmenin yapı- labilmesi için altyapının hazırlanması gereklidir. Özel- leştirme denetimsiz bir ekonomik alanda gelişemez, sonunda "ekonomik devleşme" ile sonuçlanır. O halde anti tröst ve anti kartel tedbirler alınmalı, halkın sömü- rülmesi önceden önlenmeli, yani tröst ve kartellerin kazanç hırslarının önüne geçilmelidir. Bunun demokrasilerde yapılamayacağı düşünülü- mez. Örnekler bulunabilir: Eğer bir özel girişim memleket çapında "ekonomik mihrak" haline gelirse hizmet az çok sömürüye doğru gelişmiş olur. Eğer bu girişim pek büyük kârlılık içinde ise bunda kamunun payı vardır. Çünkü böyle bir katkı ol- masaolağanüstükârmümkündeğildir. Böyledurumlar- da devlet denetimıni sağlayacak bir yasaya gerçekten ihtiyaç vardır. "Sosyal ada/ef'açısından haklı birdüzenebağlanma- dıkları takdirde "ekonomik koalisyonlar" demokrasileri gerçek dışı kılar; akit serbestliği, klasik kavram içinde ısrarlı bir Borçlar Hukuku anlaytşı ile kartellere, tröstlere karşı çıkılması mümkün degildir. Demokratik rejime bağlı kalmak isteyen bütün memleketlerde kartel ve tröstlere ilişkin kurallar konulmuş, bu rejimden uzaklaş- mak isteyen memleketlerde ise kartel ve tröstlerin teş- vik edildiği görülmüştür. Almanya'dan örnek verebiliriz. Almanya'da ilk defa 1923 tarihli karteller hakkında ka- nun ile gelişen bir anlayış "Nasyonal Sosyalizm" ile uygulanmaz hale düşmüş, merkezi ekonomik siyaset kartelleşmeyi uygun görmüş ve bunlar devletin ekono- mik siyasetini yürütmekte yarı resmi araçlar haline gel- mişlerdir. Nasyonal Sosyalizmin yıkılmasından sonra Almanya'da 1957 kanunu ile kartellere karşı önlemlere yeniden dönülmüştür. Danimarka, kökenini 1936 yılında bulan 1955 kanunu ile bütün tekelciliğe karşı iki ilke getirmiştir: Kartelleşme eğilimlerinde en geniş aleniyet ve ticari faaliyetin dene- time tabi kılınması. Heryıl Danimarkada buçeşit kuru- luşların faaliyetleri denetim raporları ile halka açıklanır. îngiltere'de 1948 kanunu ile kurulmuş tekeller (mono- poller) komisyonu 1953 ve 1956 kanunu ile geliştirilmiş ve bu komisyon îngiltere'de tekelcilik yaratmış ticari ku- ruluşlar hakkında rapor düzenlemek ve bunu ilgili ma- kamlara sunmakla görevli kılınmıştır. Komisyon, ilgili- lerden ve her uzmandan dilediği bilgiyi istemek hakkına sahiptir. Komisyonun verdiği raporlara göre gerekli ön- lemleralınır. Anlaşmaya karılan şirketlerin, anlaşılan konularda (örneğin satış veya alış fiyatlarında) tek biçimde davra- nış taahhüdü, bunun ihlalinde ağır tazminat ödemeyi kabul, "karteVm ilkel tanımıdır. Aynı konuda bir merkez- den tek biçimli kararlara varmak anlamında "trösf'e, daha ileri giderek "holding"e (şirketlerin şirketine, dev şirkete) dönüşmüştür. Holdingin kapsadığı şirketler bi- çimsel bağımsızlıklarını sürdürürler, fakat holding onla- nn gerçek sahibidir. Çünkü mali denetim ondadır. Böy- lece ekonomik bir "tahtikküm" sağlanmış olur. Türkiye'de tröst veya kartel mevcut olmadığı iddiası, yüzeyde kalan bir gözlemdir. Tröstleşme ve kartelleş- me her ülkenin "ekonomik ortam"ına göre yoğunluk gösterir. Kaldı ki dış tröst ve kartellerin temsilciliği tipi de küçümsenmemelidir. "Antikartel ve antitröst hukuk" demokratik memleketlerde pek gelişmiştir. Bize öyle geliyor ki, tekelleşmeyi önleyici önlemlerin alınması za- manı gelmiştir. Gecikirsek büyük güçlüklerle karşılaşı- rız. TARTIŞMA Tetrisy s ^ M ^ V ^ etris" L C T • 1 ısimli ^ P ^ P H ovunda H amaç. H şekilleri - J & - (sorun- lan) aralannda boşluk bırakmaksızm (sisıemin tümlügü içinde) uygun yerlere yerleşürebilmektir (çözebilmektir). Amacın gerçekleşebilmesi için el ve göz uyumuzorunludur. Yasama faaliyetinin temel görevi, yükselen çizgjsiyle insan haklanna dayah. demokratik, laik. sosyal hukuk devletini.. yatay çizgisiyle Atatürk Devrim ve İlkeleri ile Cumhuriyeti'ni.. etkin ve egemen kılabilecek yasalan yapabilmek, toplumun çağdaşlaşma ülküsüne olanak sağlamaktır. Yasama faab'yetinde sorunlann zamanında ve doğru çözümü; (dünyasallaştınlmış hak ve sorumluluk anlavışına ulaşabılmiş) hukuk ve yurttaşlık bilincinin uvanmışlığına ve gelişmişliğine bağlıdır. Yasama organı. egemenliğın ulusun olduğu bilinciyle. yaşamla uyumlu anayasa ve ona u\ gun yasalar yapmak zorundadır. Ulusun çağdaşbk özleminin gerçekleştirilebibnesi, Atatürk Türkiyesi'nin sürekli kılınmasıylaolasıdır. Bu konuda ilk görevü ve sorumlu organ, Yasama Organı'dır. Temel amacı, bıreyden sonra devleti korumak olan anayasayı ve tüm yasalan vapmak. Yasa Organı'na ait bir yetki vegörevdir. Yasama Organı sorunlara y aklaşırken >e çözüm üretirken, Atatürk Cumhuriyeti'nin, Devrim ve tlkeleri'nin hareket noktası olduğunu \e olması gerektiğini asla unutmamalıdır. Yasama Organfnı oluşturan ve bizlerin seçtiği yurttaşlann (12 Eylül öncesi ve sonrasındaki) Organı'nındır. Atatürk Cumhuriyeti yerine ikinci cumhuriş etin. Lozan yerine Sevr'in y andaş bulabildiği bir ortamda Yasama Organı, sorumluluğunun bilincinde olduğunu kanıtlamalıdır. Yasama Organı'mn sayın üyeleri, içtikleri anda bağlı kalmak koşuluyla, tüm sorunlara çözüm bulmak yetkililiğindeve gerek bireysel ve gerekse örgütsel eylem ve işlemleri ile sorunlara çare bulmak konusundaki gayret ve yetenekleri (...) hepimizce bilinmektedir. Bugüne kadar topluma yeni bir anayasanın aydınlığında 12 Eylül ayak izlerinden anndınlmış yasalan hazırlayıp sunamamış olmanın tarihsel ve hukuksal sorumluluğu Yasama yükümlülüğündedir. Kimi parti ve temsilcilerinin, demokrasi ve insan haklan kavramlannı çarpıtmalan ve insanlık suçlannı, bu çarpıtılmış kavramlara dayandırarak haklı göstermeye çabşmalan, hukuk devletine ve demokrasiye ihanettir. Özgürlük yelpazesini renklendiren ve demokratik yaşamın vazgeçilmez unsurlan olan partiler. demokratik hukuk devleti adına. kuşkusuz denetim altındadırlar. Denetim yetkısinin kaynağı, doğal olarak adına görev yapılan ulusun kendisidir. Ulus bu yetkisini, oylanyla ve bağımsız yargı eüyle kullarur. Atatürk Cumhuriyeti'nde, Yasama Organı'nın amacı; varbk nedenini ve kaynağını unutmadan, insan haklanna dayab demokratik, laik, sosyal hukuk devletinde sorunlara yasal çözümler üretebilmekür. Gücünü. "Türk ulusu adına" Yasama Organı'nın yaptığı anayasadan alan bağımsız yargı. hukuk devletinin varlığının kanıtı ve aynasıdır. Yargıyı 12 Eylül yasalannı uygulamak zorunda bırakan, Yasama Organı'dır. Yargmın yıpraübnaya çalışılmasından rahatsızlık duyması gereken de öncebkle Yasama Organı olmalıdır. Tetris bir oyundur. Amacı, el ve göz uyumunu sağlayıp şekilleri uygun yerlere yerleştirebilmek becerisini geliştirmektir. Yargının gücünü ve saygınlığını. politik hesap ve kay gılarla gölgelemek. •tutunulan dalı" kesmeye çalışmakur. İçinde bulunduğumuz yeni yasama yılında çağdaş bir anayasayı tez zamanda hazırlamalan için yasama organım göreve çağırmak, yurttaşbk hakkı ve görevidir. Av. Hulusi Metin İstanbul T. Denizdler Sencükası ve özelleştirme• B _ a B ürkiye r I l Denizdler I Sendikası I yönetiminin • bugüne dek JL~ üyelenneu Bir derdiniz var raı" diye sormamış olması, özelleştirmeye karşı tavırlannın biraz da koltuk kaygısından kaynaklandığını düşündürmekf^lir. Sendika. gerçekten de, kara ve deniz işyerlerinde gerekli işgücü ve norm kadro çahşmasına destek olmamış; verimliliği arttıncı önlemler konusunda yaklaşım geliştirmemiştir. Sendikalar, özelleştirmeye karşı çıkarlarken, şirketleri yalnızca kâr bazında değerlendirmekte: şirket kâr etmişse çalışanlann iyi, zarar etmişse yönetiminin kötü olduğunu savunmaktadır. Oysa her iki grup da, genelde her iki dönemde kapasite ve anlayış olarak farklı değildir. özellikle uluslararası taşımacılıkta mali sonuçlar, çoğu zaman dünya konjonktürüyle ilgilidir. Bu bağlamda sendikalann 'İyileştirme, özerkleştirme, kücültme" gıbı daha akılcı nedenlerilen sürmesi gerekir. D.B. Deniz Nakliyatı TAŞ, farkb tıp ve tonajlardaki gemileriyle sektörün lokomotifıdir. Sıkı çalışan düzenli hatlanyla dünyaca tanınmıştır (D.B. Turkish Cargo Lines- D.B.TCL). Yeni gemi inşa yatınmlanyla (bir dönem)gemi inşa endüstrisini ayakta tutmuş; ro-ro taşımaalığı gibi özel sektörün hıçbir zaman yatınm yapmayacağı stratejik boyutlu hizmetler gercekleştirmiştir. Bununla beraber, dünya ve Türk deniz ticaret filolannın olduğu gibi şirket filosu yaşlıdır. Aynca, Türkiye Gemi inşa Sanayii AŞ tersanelerindeki önemli dökmeyükveçok amaçb gemi yatınmlan tamamlanamamaktadır. Şirket. TTK kapsamında her yıl vergisini tıkır tıkır ödemekte; ticari bağlanülanyla özel sektör temposunda ve serbest rekabet ortamında çalışmaktadır. Yinede, hemen her KİTtegörülen. üretilen mal ya da hizmetle doğrudan ilgisi bulunmayan bölümler, istihdam fazlaiıâı. beşeri kaynaklann ve gayrimenkullerin gereğince değerlendirilmesi gibi tipik sorunsallar, burada da gündemdedir. Oyleyse sendikarun yalnızca iktidarlara ve yönetimlere çamur atmayıp anılan konularda kalıcı polıtikalar yeşertmesi veçalışanıngönlünü kazanması beklenirdi. Oysa tis görüşmelerinin uzadığı aşamalarda calışanın karşısına çıkıp kaybolmak Türkiye Denizdler Sendikası'mn en büyük güvensizlik nedenidir. Sendikanın dağıttığı broşürlerde yer alan y önetim, denetim, planlama ve navlunla ilgili calışanın konumunu soran sorular. deyim yerindeyse, gülünçtür. Kuşkusuz, birtayfa geminin yönetiminde, bir işçi şirketin idaresi ve denetiminde yeralamaz. Kamu şirketlerinde planlamanın son sözü DPT'ye aittirve navlun dünya pazanna göre belirlenir. Böylece çalışanlar yanlış yönde tahrik edilmektedir. Burak Çokuğraş İstanbul DOĞAN ALTINÇANAK 1960 -.... ANMA Hain el. hain yürek. ne istediğini ve yapüğını bılmeyerek! Canımız, kanımız, biricik kardeşimiz ve babamız, dürüst ve güzel insan. Seni anmak onurlu bir şekilde yaşamakür diyor, aramızdan ayırdılışının birincı yıbnda sevgi ve saygı ile anıyoruz. UNUTMADIK. UNUTMAYACAG1Z. AİLESt Vergi Usul Yasası'nın 358. maddesi 2 13 Sayılı Vergi Usul Yasasf nın 358. maddesi, bir hesap dönemi içinde ayn tarihlerde en az iki kez fatura, sevk irsalıyesı. gider pusulası ve benzeri belgelerin düzenlenmemesini "kaçakçılığa teşebbüs" saymış ve aynı yasanın 360. maddesi de busuçuncezasını öngörmuştür. 358. maddede fatura ve diğer belgelerin, aralanna virgül konarak sıralanmış olması yanbş yorumlara neden olmakta ve bir hesap dönemi içinde örneğin bir kez fatura. bir kez de sevk irsaliyesi düzenlemeyenler hakkında ceza davası açılmaktadır. Oysa. Yargrtay'ın belirttiği gjbi. "suçun kanuni unsunınun oluşması için belgelerin aynı tür olması gerekir". (Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin21.12.1989 tarih ve 1989/3051-4960 sayılı karan, Yargıtay Kararlan Dergisi, Yıl: 1990. Sayı: 3. Sayfa: 462). Yani. bir kez fatura vb. düzenlememek suç olmadığı gibi. aynı hesap dönemi içinde bir kez fatura. bir kez de sevk irsaliyesi düzenlenmemesi de "kaçakçılığa teşebbüs" suçunu oluşturmaz. Yasa metninin yanlış yorumlara yol açmayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gereklidir. Umanz ki, sık sık yapılan yasa değişikliklerinde bu madde de ele alınır. gereksiz yeredavaaçılmasınm ve mahkemelerin boş yere meşgul cdilmesinin önüne geçilir. Cengiz Aladağ PENCERE Kadınsız Demokrasi Olur mu?.. "Cumhuriyet tarihinde ilk din şûrası'run çalışmaları Ankara'da sürüyor. Çoğu gazete ilgisiz.. Ve kayıtsız... Şeriatçı basın işin içinde; Cumhuriyet, Şûra'yı yakın- dan izliyor... Biz laiklik ilkesini savunan bir gazeteyiz. Laiklik, Ay- dınlanma Devrimi'nin ürünü. Kemalizm, Aydınlanma'- nın tarihte ilk kez bir islam ülkesinde hayata geçirilmesi demek. Bugün Tacikistan'dan Cezayir'e değin bir mil- yar nüfuslu islam dünyasında Kemalizm'in yarım yüzyıl önce gerçekleştirdiği devrimin tartışması sürüyor. Yaşeriat, ya laiklik... Şeriatla demokrasinin bağdaşmasındaki olanaksızlık, laikliği özgürlükler rejiminin önkoşuluna dönüştürmüş- tür. Laiklik olmadan demokrasi olamaz... Kadınsız demokrasi olur mu?.. • Başkentte düzenlenen 'Din Şûrası'run adı yerli yerine oturmamış... 'İslam Şûrası' mı denmeliydi? Çünkü bu Şûra, Anadolu'daki çeşitli dinlere ve mez- heplere açık değil; kapalı.. Ama 'İslam Şûrası' da olmaz... Çünkü Alevilere kapalı... En iyisi, buŞûra'ya 'SünniŞûras/'adınınverilmesiydi; yakışırdı... Diyanet Işleri Başkanlığı Türkiye'deki Alevileri Müslü- mandan saymıyor; Anadolu'da yaşayan 20 milyon Alevi yurttaşı gözden çıkarmışız... 'Din Şûrası nda kadın da yok... Alevi yok, kadın yok; Diyanet Işleri Başkanlığı, Cum- hurbaşkanı ve Başbakan'ın katılımıyla Din Şûrası'nı açı- yor; adımız da laik devlete çıkıyor. • Şûra sürüyor; içeriği, değeri, anlamı toplantıların so- nunda ortaya çıkacak. Diyanet Işleri Başkanı Mehmet Nurl Yılmaz, Kuran-ı Kerim'in çağımıza göre yeniden "tefsir" edilmesini, Türkçe deyişle yorumlanmasını önemli sayıyor; bu amaca doğru yürümek istiyor. Güzel bir rastlantı. Din Şûrası Ankara'da yapılırken Cumhuriyet'te Papa 2'ncl Jean Paul'ün ilginç bir söyle- şisi yayımlandı; Vatikan'ın dünya işlerine ilişkin yeni yaklaşımı ilginç... 2'nci Jean Paul: ''-Komünizm " diyor, "bu yüzyılda hepimizin yakından tamdığı, gem vurulmamış vahşi kapitalizm tarzına karşı bir tepki olarak başarı kazandı. Insanın bu konuda yal- nızca Papalığın sosyal konulardaki tamimlerini ele al- ması yeterlidir. Özellikle de Papa 13. Leo'nun işçilerin o günlerdeki koşullarını dile getirdiği 'Rerum Novarum'u gözden geçirmesi yeterlidir. Karl Marfcs da aynı şeyleri kendi yöntemiyle dile getirdi." Bu yazının Cumhuriyet'te çıktığı gün Diyanet Işleri Başkanı Nuri Yılmaz diyor ki: "- Ateizmi (Tanntanımazlığıj devlet ideolojisine dö- nüştürmüş rejimler çöktü..." Batı kendi içinde bu sorunu yaşıyor; ama biz İslam dünyasına bakalım: Açlık, sefalet, rezalet, kölelik, geri- liktengayrı ne var?.. Müslüman buna layık mı?.. İslam dünyasında en iyi durumdaki ülkeler, laik Türki- ye Cumhuriyeti'yle Orta Asya Türk cumhuriyetleri değil mi? Aydınlanma'nın çarkından geçenler, demokrasiye en yakın olanlar... Bir rastlantı mı dersiniz?.. YAYINLARI Françoise Giroud 'ŞEYTAN'IN KARISI JENNY MARX Türkçeâ: Ertuğrul Efeog^u, Hülya Yılmaz anlatı/ 44.000 lira Engels'e göre, yüreği soylu, açık ve eleştirel ze- kâlı, özverili ve sağlam bir siyasal sezgi inceliği- ne sahip bir kadın olan Barones Jenny von Westphalen, tarihe geçmiş adıyla, kısaca JENNY, tam otuz iki yıl Karl Manc'm, aile için- deki lâkabıyla 'Mağripli'nin hayat arkadaşı, eşi olarak yaşadı. Karl Manc gerçekten bir şeytan mıydı? Buna hiç kuşkusuz tarih karar verecek. Ama Karl Manc kızlannı çok seven, onları mut- lu eden çok iyi bir babaydı. Jenny'nin romansı yaşamöyküsü, meteliksiz bir devTİmciyi koca olarak seçmiş, soylu sınıftan bir genç kadının gerçek bir 'aşk' öyküsüdür. Bir kadının bir er- keğe, bir erkegin bir kadına olan büyük aşkı; JENNY ile MARX'ın aşkı. CAN YAYINLARI / Bâbıâlı Cad. No. 19 Kat 2.34410 Cagalojlu, İstanbul GENEL KURLL DL\XRLSU ÇGD İstanbul Şubesf nın Olağan 3. Genel Kurulu'nun 20 Ka- sım 1993 gunü saat 10.00'da aşağıdaki gündem dahilinde yapıl- masına: ilk toplantıda çoğunluk sağlanamazsa 2. toplantının 28 Kasım 1993 günii saat 10.00'da çoğunluk aranmaksızın yapılma- sına karar venlmiştır. Genel Kurul'un ilk toplantısı ÇGD İstan- bul Şubc Lokali. Türkocağı Cad. Tabip Han No:17 Kat.4'tc: 2. toplantı İstanbul Tabıp Odası Konferans Salonu. Türkocağı Cdd. Tabip Han No 17 Kat:4'teyapılacaktır. Gündem: 1- Açılış ve saygı duruşu 2- Başkanlık divanı seçimi 3- Konuklann konuşması 4- Yönetim ve denetim kurulu raporu ile bılançonun okunmasi 5- Raporlar üzcnne görüşmeler 6- Yönetim kurulunun ibrası 7- ÇGD'nin yer sorununun çözümü için yönetim kuruluna ycl- ki vcrilmcsi 8- Yönetim ve denetim kuruliannın asıl ve yedek üyelerinin se- çımı 9- Genel merkez delegelerinin seçimi 10- Dilek ve temennıler 11 - Kapanış
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear