22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 16ŞUBAT1992PAZAR 14 GORUŞLER DÜŞ İŞLERİ BÜLTENİ NAZLI ERAY < Bûyü Destam1 Sevgili okurlanm; elimde değerlı araştı- rmacı İsmet Zeki Eyüboğlu'nun 'Anadolu Büyüleri' adlı kitabı var. Hern yoğun bir araştırma sonucu derlenmiş olan bu kitabı sizlere lanıtmak hem de günümüzde Anadolu'da değil de büyük kentlerde moda olan "büyü" konusuna değinmek istedim. ... 'Büyü. kişinin gönül eğlendirmek için başvurduğu bir araç değil, güçsüz kaldığı olaylar karşısında direnebil- mek için aradığı bir dayanaktır, bir sığınaktır...' diyor tsmet Zeki Eyüboğlu. Gelelim büyü ile uğraşan kentli in- sanımıza. Bir yanı ile çağdaş olan, bir yanı ile eskiye bağ- lanan bu insan örneği bir araştıncı için oldukça ilginç olmalı. Bu ilginçlik de böyle bir insanın düşünce bakımından 'bölünmüşlüğü' dolayısıyladır. Bunu iyi düşünemeyişinden yapıyorsa geri kalmıştır, bölünmüş- tür, acınmalık bir durumu vardır. Gelin konumuzu tat- landıralım ve îsmet Zeki Eyüboğlu'nun kitabından aldığım "Büyü Destanı" ile neşelenelim, sevgili okurla- nm. ... Dedum ona e yavri Siyir çok işe yarar Siyiri biien gayri Daha goca mi arar İstanbol Maçka 'sinun Hep genç olur dulları Hovarda deyi kollar Gece günduz yollari Geluler bir araya Hafianın ilk gecesi Hovardaluk işidur Hepsinun eğlencesi Girmizi sarı kumral Seç beğenduğuni al Başka yerde bulunmaz Onlarda bulunan mal Kimi üç gocalidur Kiminun sayisi yok Fallan siyirlan malları Goca arayan da çok Güzli güzli giderler Ganlica hocasına Çifte boynuz takarlar Hepsi da kocasma İstanbol dedikleri Siyirun vetanidur Garileri heyleyen Patronun cüzdanidur Gocalarmdan çalar Yedururlar hocaya Sonra da boşanurlar Koşarlar hovardaya Kasimpaşa hocayi Para isteyi para Yapdi bana bi nuska Sarildum karılara Gözüm takıldı birden Bir sarili gariya. Dedum ona e hanum Gel beraber yatalum Şimdi günler skakdur Yorganları atalum. Sarilduk birbirine Yılan sarması gibi Dedi ulan bu nedur Gabak dolması gibi. OROA Sevgili okurlanm, sürçi lisan ettiysem affola. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET 1932: Musiki kongresi M ısır'da gelecek ay sonlanna doğru toplanacak Şark musikisinı ıslah kongresini Türkıye'den RaufYektaveMes'ut Cemil Beylerdavet * edilmişlerdir. Rauf Yekta <-» \eMes'ut Cemil Beyler mart bıdayetlerınde Mısır'a hareket edeceklerdır. Kongre bütün şark memleketlerinin en maruf musiki üstatlarından başka şark musikısi hakkındaki tetkikleri ve bilgılen ile tanınan müsteşriklen de çağırmıştır. Kongrenın meşgul olacağı en mühim mes"ele şark musikisini ıslah etmek ve asnn seviyesine yükseltmek çarelerinı aramaktır. Kongreye ıştirak edecekler. Mısır hükûmetinin rnısafiri olacaklardır. Seyahat ve ikamet masraflannı deruhde etmiştir. 1962: Gümüşpala'nın istifası A.P. Meclis Grupu toplantısı bugün sabahtan itibaren büyük tenkid, itham ve hücumlara sahne teşkil eden sert tartışmalar içinde geçmiştır. Bu arada Burhan Apaydın ile Genel Başkan Ragıp Gümüşpala ve yine aynı milletvekıli ile Içışlen Bakanı Ahmet Topaloğlu arasında karşıhklı münakaşalar çıkmış. Yüksek Soruşturma Kurulu'nun tevkif kararlanndan Burhan Apaydın ve arkadaşlannı mesul görenler olmuştur. Yine bu meyanda Gümüşpala, gücünün bittiğini ifade ederek kısa süreli istifa da etmiş ve Gümüşpala bilâhare istifasını geri aldıktan sonra yaptığı ikincı son konuşmasında, '"Arkadaşlarbenaskerim.Bupartiyi kurduğum günden bu yana M.B.K., Cumhurbaşkanı, C.H.P., C.K.M P. ve Y.T.P. mensupları ile diğer kuvvet mensuplanndan birçok hakaretlere uğradım. Fakat kendi içimizden bir arkadaşımın sözlerine son derece üzüldüm. Bunun tefsirini size bırakıyorum. Benım gücüm artık bitti"demiştir. TARİHTE BUGÜN MCMTAZARIKAN 59 ÇUYALALTtN... fSJZ'DE 8U6UM, TUHKiYECUMHt/e/ysrr MeG 8ANKASI, <SV(Ç&e 'OEN(8ANQuE PE SUISSE} ONEMU MiKT*ePA AtflH SATfN ALAMli YUB- OA SETlRDİ- TREMLE {STANgUL'A TAŞtNAfJ 59 ÇUI/AL DOUISÜ KVLÇE ALTfN, GÛMeÜKTE TARTILABAIC TESUM AuNMIŞ VE SIKI SÜ- VENUK. ONLBMUERI ALT/NOA OARPHANEYE GÖND&ZlLMİŞTİ. TAMAMI BtR. SUÇUK TON OLAN ALTINLARlN OEGEI2İ, AÇlKLAMAY/4 GÖZE ItCİ MlLYOM LlfZAYt gfJLUYORDU /.. BOYLECE, ALTININ rEDAVÜLÛEKİ PAfSAYA OfZANI YÜKSEÜYOR. ,YÜZDE yİRMİgîe. SU- ÇÜĞA ULAŞlYOZDU. TeksesliÇokseslilik AHMET CEMAL • • zgürlüğün tek ölçütü, öz- gürlüğün kendisidir; bunun bilincine yeterince vanl- madıkça hiçbir önlem ve kurum. özgürlüğe giden yolu açamaz. Yüzyıhmızda Orta Avrupa'nın ye- tiştirdiği en önemli düşünürlerden olan Manes Sperber, "'Akhilleus'un Topuğu" adlı denemeler kitabının gi- rişinde bir öğretmenle öğrencisinin konuşmalarına yer verir. Öğretmenin, "Ne biliyorsunuz gerçek üzerine" so- rusuna öğrencinin verdiği yanıt şudur: "Gerçeğin hiçbir yalana benzemediği- ni." Bu alıntıyla bız de bir tanıma va- rabiliriz: Özgürlük, hiçbir tutsakhğa benzemeyen bir şeydir. Dişânca hrtsaklıiı mikrehı Gelgelelim özgürlük, ortadan bütün "yasal" engeller kalktıktan sonra da yalnızca "artık özgürüm" demekle gerçekleşebilecek bir konum değildir. Bunun nedeni, düşünce tutsaklığmın aynı zamanda bir "mikrop" ol- masıdır. Özgürlük ise her zaman bu mikrobu tek basına engelleyebilecek bir aşı kadar güçlü değildir. Düşünce özgürlüğünün bütün bo- yutlanyla yeşerebileceği bir dış or- tamın doğumundan sonra da bilinçleri sessiz ve derinden kemiren tutsakhk mikrobu varlığını koruyabilir. Bu, bu- yurgan iktidarlarca konulmak istenen kısıtlamaların bu kez özgürlükten yana olduklannı sanan büinçlerde üretilmesine yol açar. Lessing'in Bilge Nathan'ındaki "Zincirleriyle alay eden herkes, özgür değildir" özdeyişı, bu türden bir "'ıç tutsakhk" tehlikesi- nın habercisidir. İçinde bulunduğumuz yıl, ölümü- nün 50. yılı nedeniyle dünya çapında anılmakta olan Stefan Zweig, "Yannın Tarihçiliği" adlı ünlü dene- mesinde, ilk Dünya Savaşf nın hemen öncesinde ve savaşın dört yıh'-boyunca insanlann -birbirlerini öldürebilmele- ri için- nasıl nefrete alıştınldıklannı ve bu nefretin sonunda nasıl kalıcı bir mikroba dönüştüğünü anlattıktan sonra şunları ekler: Gerçek aydınların, aydın olmayı kendilerine "meslek edinmiş"olanların karşısında azınlıkta kaldıkları ortamlarda düşünce özgürlüğü, beklenmedik saldırılarla karşılaşabiür. "Sonra banş geldi ve o ana kadar görev diye belletilmiş nefretin, öldür- melerin, tutkulann bir buyrukla, mus- luk kapatılırcasına kesilmesi beklendi. Oysa böyle bir beklenti doğaya aykındır. Bir kez uyuşturucu madde- lere ya da uyancılara alıştırılan bünye bir çırpıda bunlarsız olamaz; aynı ne- denle nefret etmek ve savaşmak gerek- sinimi de sonraki kuşakta etkinliğini sürdürdü... Nefretin zehirlediği orga- nizmayı bu zehirden nasıl antabili- riz?" Zweig'ın nefret için söyledikleri, uzun sürmüş bir kısıtlı düşünce özgür- lüğü konumu için de bütünüyle geçer- lidir. Özgür bifinç, bir kez elde edildikten sonra varlığını artık hiçbir çaba har- canmaksızın hep sürdürebilecek bir organizma değildir. Tam tersine, daha önce dıştan gelen engellemelere karşı savaşım vermiş olan özgürlük bilinci- nin gerçek sınavları, bu dış engellerin ortadan kalkmasından sonra kendine karşı vermekleyükümlü olduğu sınav- lardır. DzBBrtök ortamiHta tnsaltem Yıllar ve onyıllar boyunca türlü kısıtlamalarla, sansürlerle dolu bir at- mosferde yaşamış özgürlük savunucu- lan, özellikle kendı görüşlerini benim- setmeleri ve farklı görüşlerle karşılaş- malan söz konusu olduğunda, kimi zaman iç tutsakhk mikrobuna yenik düşebilirler ve kendilerini beklenme- dik bir anda birer sansürcü, yasak- layıcı konumunda bulabilirler. Böyle durumlarda demokrasi ve özgürlük ortamı için birincil önem taşıyan çok- seslilik de ansızın ardında teksislilik eğilimlerinin saklandığı bir perdeye dönüşebilir. Eleştirme ile engelleme arasındaki aynm, diktatörlüklerle özgürlükçü yönetimleri ayıran sının belirleyen aynmken, bu gözden kaçınlabilir ve yeni bir düşünce tutsaklığının tohum- lan, bu kez dıştan engellenmeyen bir özgürlük ortamında göverebilir. Böy- le durumlarda, örneğin: "Benimkileri değil, kendi düşün- celerinizi düşünün!" demiş olan bir Montaigne'in sesine kulak verilmezse, özellikle gerçek aydınlann, aydın olmayı kendilerine "meslek edinmiş" olanlann karşısında azınlıkta kaldı- kları ortamlarda düşünce özgürlüğü, beklenmedik saldınlarla karşılaşabi- lir. SELÇUKDEMIREL Kürt Sorunu, Şiddet, Demokrasi ÇAĞATAYANADOL K ürt sorunu şiddet kullana- rak çözümlenebilir mi? Ne yazık ki hem Türkiye Cum- huriyeti hem de PKK bu so- ruya aynı yanıtı veriyor: "Evet çözûm- lenebüirî" Devletin yanıtının bu oldu- ğunda sanınm herkes hemfıkirdir. Ama PKK'nın yanıtının bu ol- madığını ileri sürenler olabilir. Şu ne- denlerle onlarla aynı fıkirde değilim: 1. Türkiye Cumhuriyeti'nin 70 yıllık politikası, Kürt sorununu dile getiren herkese karşı şiddet uygulamak ol- muştur. Bir sorunu dile getireni hapse atmak da şiddet uygulamaktır; Türki- ye Işçi Partisi'ni, yasal deınekler olan Devrimci Doğu Kültür Ocaklan'nı kapatmak da şiddettir. Türkiye Cum- huriyeti'nde egemen "devlet etme" ge- leneği ve yöntemleri sorunun banşçı yöntemlerle çözümlenebileceği umu- dunu öldürmüştürve silaha başvuran- lan bu gelenek, bu yöntemler ya- ratmıştir. PKK; bu gelişimin, üstelik devletin şiddet politikasının generaller eliyle zirvesine çıkarıldığı bif sürecin ürünüdür. Yani PKK'nın temelinde, şiddetin yegâne çözüm yolu olduğuna dair kuvvetli bir harç vardır. Günü- müz PKK komutanlannın büyük bö- lümü 1971 generalleri, günümüzPKK gerillalannın büyük bölümü ise 1980 generalleri zamanında devletten eziyet görmüştür; anne babalanna, köylüle- rine eziyet çektirildiğine tanık olmuş- tur. Bu tanıkhğm bıraktığı izler çok derindir. 2. PKK daha gerilla hareketine baş- lamadan önce bile şiddete en sık baş- vuran örgüt olarak tanınmıştır. Bu şiddetten, başka Kürt örgütlerinin, Türkiye'nin devrimci örgütîerinin ve hatta PKK örgütünün mensuplan da paylannı almışlardır. Siyasetin belki de tek geçerli yöntemi olarak şiddet, PKK'nın ihklerine işlemiştir. Bugün PKK'dan farklı ya da bu örgüt hak- kında olumsuz düşünceler taşıyan Kürtlerdüşüncelerini dile getirmekten çekinmektedirler. 3. PKK yoğun olarak kullandığı şid- det yöntemlerinin sonuç verdiğini gör- müş, sıyasi mücadelede şiddetin rolü- ne inancı pekişmiştir. Kürt sorununun Türkiye ve dünya kamuoyuna mal edilmesinde bu şiddetin önemli rolü olmuştur. Geçmişte Kürt sorununu barışçı yöntemlerle dile getirmeye çalı- şanlara reva görülen muamele ve ka- muoyunun bu muameleye karşı du- yarsızlığı, şiddet politıkalannın prim yapma«ına neden olmuştur. . 4. Ve nihayet PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Bakırköy'de 11 kişinin ölü- müyle sonuçlanan mağaza yakma olayı üzerine söylediği sözler, olayı, "İnfıale kapılan yurtseverlerin bir ey- lemi olabilir" tarzında yorumlaması Türk kamuoyunu kazanma ya da şid- detin akıl almaz boyutlara ve acılara yol açabileceği konusunda hiçbir kay- gısının bulunmadığını göstermekte- dir. Diğer taraftan devletin de gelenek- sel şiddet politikasına devam etme ni- yeti bellı olmuştur. Güneydoğu'daki resmi ve para-militer güçlerin (köy ko- ruculan) yanma son zamanlarda bir de Türk gladyosu (ya da adı her neyse) eklenmiştir. Evinden, işyerinden, so- kaktan ahnıp da bir köprü altmda ce- sedi bulunanlann sayısı tırmanmak- tadır. Şimdiye kadar olup bitenlerin pozitif hanesine sadece, "Kürt realitesini tanıyoruz" sözü yazılabilîr. Ama bu yazı buz üzerine yazılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin bu realiteyi resmen tanımasını belgeleyecek hiçbir adım atılmamıştır. Başbakan Demirel geçenlerde, "Tür- kiye'yi Koruma Komiteleri"nin ku- rulmakta olduğu yolundaki haber- lerden endişe ettiğini belirtmişti. Bu endişe yerindedir, ama böylesi örgüt- lerin dolaylı ya da dolaysız devlet ilin- tisi bulunmayan "sivil" örgütlenmeler olduğuna inanmak mümkün değildir. Türkiye Cumhuriyeti'nin ve PKK'- nın kanılannın aksine, Kürt sorunu şiddet yöntemleriyle çözümlenemez... Türkiye için bir şans olduğunu umut ettiğimiz DYP-SHP hükümeti, kuru- luşunun hemen ardından somut, tan- siyonu azaltıcı ve şiddeti tecrit edici adımlar atmaya başlayabilirdi. Ne ya- zık ki şimdiye kadar olup bitenlerin pozitif hanesine sadece, "Kürt realite- sini tanıyoruz" sözü yazılabilir. Ama bu yazı buz üzerine yazılmıştır. Türki- ye Cumhuriyeti'nin bu realiteyi res- men tanımasını belgeleyecek hiçbir adım atılmamıştır. Yann bir başka hükümet eski inkâr politikasına geri dönebüir. Çokça sözü edilmesine rağmen 12 Eylül anayasasından kurtulma doğ- rultusunda herhangi bir gelişme yok- tur. Olsaydı, Kürt realitesinin ana- yasaya geçmesi de mümkün olabilirdi. Hükümet böyle yönelimler içinde gorülmüyor ya da hükümetin bu doğ- rultudaki iyi niyetleri, geleneksel TC devletinin kalın kabuğuna nüfuz ede- miyor (Yani hükümet bu konuda ka- muoyunu yaıuna alan cesur bir mü- cadeîeye girişmek niyetinde değil). Ne yazık ki biz, banşçı çözümlerden yana yurttaşlar, ister Kürt, ister Türk olalım ya da milliyet duygusunu aşmış olduğumuzu düşünelim, devlet ve PKK'nın oluşturduğu iki şiddet odağı karşısında oldukça zayıf ve etkisiziz. Yapacağımız hiçbir şey yok mu? Önce bu kaderi reddetmeliyiz. Türki- ye'nin siyasi partilerini, hükümetini, "devlet etme" anlayışını etkileyebilme ve değiştirebilme umuduyla çaba sarf etmek, halkın bu çabaya kazanılması için uğraşmak bize düşüyor. , Tam bir özgürlüğü savunmalıyız. Bu özgürlük, anayasal hak olarak -eğer istiyorlarsa- Kürtlere aynlma hakkını tanımahdır. Böyle bir anaya- sa yaklaşımı, amaçlanna şiddet yoluy- la varmak isteyenleri ya banşçı yön- temlere çeker ya da eriyip gitmelerine yol açardı. Aynhkçı, federasyoncu ya da eşitliğe dayalı bir üniter devleti savunan Kürt partileri ortaya çıkabi- lirdi. Aynntılı ve saydam bir tartışma, insanlan karar verirken duygusal ol- maktan uzaklaştınr, gerçek çıkarla- nnın nerede olduğunu etrafhca düşün- meye sevk ederdi. Türkiye'nin etnik esasa göre örgütlenmemiş partileri her iki halka, birlikte yaşamanın yararla- nnı anlatırlardı. Ve elbet, bu tartışma sırasında eşitlikçi bir üniter devletin koşullan da ana hatlanyla oluşmuş, uygulanıyor olurdu. Fiilen bölünmüş (birbirine düşman, birbirinin kanını akıtmış ve ancak zor karşısında bir arada durabilen), ama uluslararası hukuk karşısında tek bir ülke olmak mı? Yoksa tam bir fikir ve örgütlenme özgürlüğü içinde bir arada yaşamaya karar vermiş bir ülke veya kanımca küçük bir olasılık olsa da -uygarca ayrıldıklan- için yakın işbirliği ve da- yanışma içinde, bu yüzden de yeni bir entegrasyon planına sahip olabılecek, ruhen kopmamış, ama hukuken kop- muş ülkeler olmak mı? Esenlik mi, tra- jedi mi? Bir karar vermeliyiz! f fc^BAKIŞ AHMET TANER KIŞLALI Doğpamacı Olayı!... Y ıl 1971... Şimdi Boğaziçi Üniversitesi'nin en parlak öğretim üyelerinden olan Yılmaz Es- mer, çok parlak bir sınavla, Hacettepe Sosyolo- ji Bölümü'ne asistan olarak ahnmıştır. Kişiliği, çalışkanlığı ve bilimsel çabalanyla büyük be- ğeni toplamaktadır. Ama günün birinde, asistan temsil- cisi olarak katıldığı bir toplantıyı, içinde Emre Kongar gibi isimlerin de bulunduğu 12 kişi ile birlikte terk eder. Toplantıyı rektör yönetmektedir. Tepkinin nedeni, bu satırların yazan konuşurken, bir öğretim üyesinin sürekli olarak sözünü kesmesi, rektörün ise bu duruma neredey- se destek olmasıdır. Rektör, o toplantıyı terk eden 12 genç öğretim elema- nını teker teker üniversiteden uzaklaştınr. Yılmaz Es- mer'in üniversiteden ilişkisini kesebilmek için de iki yıl öncesinin tarihi ile bir senato karan çıkartır. Yıllardır bölümün başkanlığını yapmış olan Bozkurt Güvenç'in, iki yıl önceki istifa mektubunu, o tarihli bir senato karan ile kabul edilmiş gösterir. O rektörün adı, İhsan Doğramacı'dır. Yıl 1972. Hacettepe Üniversitesi ÜlküOcaklan Başka- nı, mezun olduğu bölüme -zaman yitirilmeden- asistan olarak alınmıştır. Saygılı, ama not sıralamasında sınıfın sonlannda yer alan bir öğrencidir. Üstelik yabancı dil bilmemektedir. Askerlik nedeniyle üniversiteden aynlan bir öğretim görevlisi, rektörü ziyaret eder. Bilimsel geleneklerle bağ- daşmayan birçok uygulamayı somut örnekleriyle anlatır. Son olarak da "ülkücü" gencin notlanyla ilgili belgeleri göstenr. Rektörün bunlan bilmediğini düşünmekte ve üniversi- teden aynlmadan önce son bir görev yaptığına inanmak- tadır. Birden rektör bas bas bağırmaya başlar: "Senin bu idealist vatan evlatlanyla ne alıp veremedi- ğin var?.." O öğretim görevlisi bu satırların yazan, o rektör ise Sa- ym İhsan Doğramacı'dır. + Yıl 1974.. Bir üniversitenin rektörü, 12 Mart dönemin- de "gereken temizliği" yapmak konusunda her isteğine "evet" diyen bir sosyoloji doçentini ödüllendirmek iste- mektedir. "Acele bir şeyler yaz da seni profesör yapalım," der. O da Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dergisi'nde 34 sayfalık bir yazı yayımlatır. Çeşitli kaynaklardan alınan parçalar arka arkaya eklenmiştir. Yazının 5,5 sayfalık bir bölümü ise îngilizcedir. Çünkü bir UNESCO yayınından aynen alınmış ve Türkçeye çe- virme zahmetine bile katlanılmamıştır. Bu yazı, "profesörlük takdim tezi" olarak sunulur. Jüri yasaya aykın biçimde kurulur. Bölüm başkanı yer almaz. Farsça profesöründen etnografa kadar, "kabul" oyu verecek kişiler bulunur. Sosyoloji profesörlüğüne yükseltilme karannı verecek profesörler kurulunun yüzde 80'i ise tıp ve fen bilimleri hocalanndan oluşmuştur. "Bir kişiyi nasıl olur da bu kadar yasalara aykın bir bi- çimde profesör yaparsınız" diyen bu satırlann yazanna,, rektör şöyle yann verir: "- Siz değil misiniz demokratik üniversite isteyen. Pş|, maklar kalkar ve olur...'^ - "<?1 Adı îhsan Doğramacı olan rektör, o doçenti önce pro- fesör yapar. YOK kurulduktan sonra bir üniversiteye rektör yapar. O da yetmez, "üniversitelerin bilimsel dü- zeyini yükseltecek ve keyfiliği önleyecek" olan YÖK'e üye yapar. Bu satırların yazarı, yeri geldiğinde geçmişe sünger çe- kilmesinden, eski yaralann deşilmemesinden yanadır. Ama geçmişe sünger çekmek için geçmişte utanılacak şeyler yapmış olanların, hatalannı anlamış olmalan gere- kir. Cumhuriyet'e "Pazar Konuğu" olunca, olaylan bilme- yenleri aptal yerine koymamalan, bilenlerle de alay et- memeleri gerekir. Üniversitelerde araştırmalar, nitelikli yayınlar dur- muşken; akademik gelenekler çiğnenirken; gelmiş geçmiş 'en keyfi" yönetim geçerliyken; "Bizim amacımız denetimsizliğe son vermektir, onlar ise tembellik yapmak istiyorlar," dememeleri gerekir. "Herkesi kör, alemi sersem" sanmamalan gerekir... OKURLARDAN Çevre gönüllüleri statü bekKyor Yapılan açıklamalar devletin çevre gönüllülüğünü önemsediğini ve bir statü kazandırmayı düşündüğünü gösteriyor. Anak bu konuda kuşkuluyum.Zira devletin gönüllülerle ilgili tutumu hep sözde kaldı. İşlevsel bir politikaya dönüşmedi. Devletin bu konudaki resmı görüşünün bir boşluğu doldurarak çevre sorunlarına toplum olarak sahip çıkmamızı kolaşlaştıraçağına inanıyoruz. İnanıyoruz, çünkü yapmakta olduğumuz çalışma, çevre bilincinin oluşmasında gönüllülüğün göz ardı edilemeyecek bir ışleve sahip olduğunu gösteriyor. Eylemimiz: Bodrum Turgutreis'de yazın Neden Dayak? 22 Ocak 1992 tarihli Cumhuriyet gazetesinde bir milli eğitim uzmanının görüşlerini içeren yazıyı okuduk. Bu yazının bir bölümünde "İyi niyet ve sevgi ile her çocuğa karşı ve her zaman başan elde edilemez" deniyor ve dayağın bazı durumlarda kaçınılmaz olduğu anlamı çıkanlıyor. lyı nıyet vesevgı her çocuğa, karşılık beklenmeden sunulacak bir olgudur. Eğitim sabırişidir. Anlık bir süreç değil, uzun bir süreçtir. "Birçocuğamanalıbirbakış bile etki ederken, bir başkasınahiçetki etmeyebılir" demek ve bunun çözümü olarak da dayağı görtnek çok yanlıştır. Manalı bakıştan anlamayan kalabalık katıhmlarla ancak kışın bir kişiyle de olsa sürdürülen bir kampanya uyguluyoruz. Merkezi ve yerel yönetimin ilgjsizliğine karşın türlü uyan ve baskı yöntemlenyle ancak gönüllülük ilkelenni aşmayan bir iletişim içinde uygulanan bu eylem, bize göre çok başarılıdır ve beldemiz, çevre bakımından, sembolik de olsa sahiplidir. İlgililerin, devlet-vatandaş işbirliğine" verdikleri önemi, gönüllülerle ilgili bir "resmi görüş" olarak somutlaştırmalannı sabırla bekliyoruz. GALİPBARAN Turgutreis Çevre Koruma Gönüllürei Temsilcisi çocuğu, anlar hale getirmek gerekir. Adı üstünde bu 'eğitim'dir. Eğitim; insanda olumlu davranış değişikliği yaratan bir süreçtir. Dayak nasıl önlenir? Dayağı önlemek, ana-baba, çocuk. genç, yetişkin herkese dayağın hiçbir zaman çözüm olmadığını anlatmak, öğretmekle mümkün olur. Dayağın yerini, konuşma, tartışma, hoşgörü ve sevginin almasını sağlamak gerekir. Unutmamalıdır ki her yaşta bakış açısı ve davranış değiştirmek mümkündür. Dayağı çözüm olarak gören bir kimse şunu bilmelidir ki bu, onun acizlığıni ve çaresizliğini göstermektedir. LEVENTKAL//l«A;ara
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear