18 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
VMHURİYET/10 PAZAR YAZILARI 1 ARALIK 1991 DUŞIŞLERI BÜETENİ NAZLJERAY Sirki... Küçücük pireler. Sömürûlüyorlar. Bazı kimseler göremiyor bile onları. Yarın gece Pire Sirki'ne gitmeye karar verdim. Ustayı kızdırmamalı. Alimallah, ezer, çıtlatır pirecikleri.^. Sevgili okurlanm, bu hafta sütunuma değişik konuklar ça- ğırdım sizler için. Birazdan gelirler. Çok ünlü bir 'Pire Sirki1 nin, pire oynatıcısı Zeyyat Usta ve iki piresi bu haftaki konuk- lanm. Sekreterim: 'Zeyyat Usta ve pireler geldiler, Nazlı Hanım' dedi. 'Buyurun Zeyyat Usta. Sütunuma hoşgeldiniz. Pire arka- daşlar gelmediler galiba? Bir işleri mi çıktı?' Zeyyat Usta: 'Gelmez olurlar mı, geldiler. İşte buradalar', dedi. Cebinden çıkarttığı ufak bir cam şişenin kapağını açtı. Sirk mensubu iki pire masamın üstüne zıplayıverdiler. 'Adlan ne bu arkadaşlann?' 'Mazlum ile Hidayet. Soldaki Hidayet. Daha besili olanı...' 'Pekiyi Zeyyat Usta, okurlanmıza Pire Sirkini2 hakkında bi- raz bilgi verir misiniz?' 'Hay hay efendim. İşte ben her gece ufak bir sahnede bu pireleri oynatırım. Tekerlek çevirirter, sağ işaret parmağım- dan sol işaret parmağıma zıplarlar. Ufak trapez numaralan bile öğrettim. Araba çekerler... Velhasıl ne isterseniz yapar- lar..." 'Gerçekten inanılmaz bir şey. Nasıl eğittiniz onları?' 'Kolay olmadı, ama egittim. Artık profesyonel sayılıriar' 'Besbelli çok değerli elemanlar bunlar. Biraz da onlarla k o nuşmak istiyorum. Gel Hidayet.' Pire Hidayet avucuma zıpladı. 'Hidayet cambaz bir pire olarak yetişmişsin. Çok marifet- lerin varmış. Bir 'Pire Sirkinde' çalışmak nasıl bir duygu?' Hidayet kulağıma yaklaştı. Yavaş bir sesle: 'Zeyyat Usta duymadan sizinle özel konuşmak isterdim', dedi. 'Olur, özel konuşalım. Mazlum'u da çağır.' Mazlum adlı pire de _ ^ ^ _ _ ^ _ ^ _ > ^ — ı ^ sıçrayıp avucuma gel- di. Bakıyorum pireler biraz tedirgin. Besbel- li bir şeyler anlatmak istiyorlar. Sekreterime, 'Zey- yat Usta'ya çay servi- si yapıver' dedim. Şimdi iki pire ile başbaşayım. 'Söyleyin çocuklar, Usta'dan şikâyetiniz mi var?' Mazlum, 'Zeyyat Usta bizi yarı aç çalıştınyor', dedi. 'Aman nasıl olur? Siz iki çok değerli piresiniz. Sanatçısı- nız. Sanatçı sayılırsınız. Baksanıza neler yapıyormuşsunuz.' 'Evet, yapanz. Ama bizi pire kamçısı ile eğıtti. Acıkınca bir damla kendi kanından emdirir. Tekerleği hızlı çeviremezsen kamçıyı yersin; trapezi öğretti; bir saniye sıçramada gecık- sen, sırtında kamçı...' Allah Allah. Çok disiplinli demek.' Hidayet, 'Disiplinli değil, acımasız ve despot' dedi. 'Canla başla çalışıyoruz. Her akşam salon tıklım tıklım doluyor. Pa- ralar Hidayet Usta'nın cebine. Bize zırnık koklatmaz.' 'Nasıl olur, bir sözleşme filan irnzalamadınız mı?' 'İmzalamadık. Sözleşme yok. Boğaz tokluğuna çalışıyc- nız.' 'Peki sigortanız var mı?' 'Hayır, Bağkur'lu bile yapmadı bizi.' 'Yani sömürülüyorsunuz.' İkisi bir ağızdan bağırdılar: 'Evet, sömürülüyoruz! Boğaz tokluğuna, her gece canımızı tehlikeye atıyoruz. Trapez numarasında ağ da kullanmıyor. Kanı, koca, kıkırdaklı burnundan emdirir. Aç kalırız.' 'Mazlum, Hidayet. İlginç bir şey çıktı şimdi ortaya. Hani ya küsmeyin; sözüm meclisten dışarı... Pire kan emer, sömü- rür. Burada işler tam tersine. Ustanız sizi sömürüyor. Tehli- keli numaralar yapıyorsunuz. Altınıza ağ germiyor. Kamçı var...' Hidayet atıldı: 'İstesek evrensel olabiliriz. Bizim gibi kaç pire var bu numaraları yapabilen. Şişeden çıkartmaz, dışa- rısı ile irtibat kuramayız. Öyle esir gibiyiz.' 'Yani tutsak gibisiniz.' 'Evet, aynen öyle.' Şimdi düşünüyorum, burada bir işçMşveren sorunu ile mi. karşı karşıyayım, yoksa bu pireler sanatçı konumundalar mı? İşler karışık... Hidayet, Devtet sanatçısı bile olabilirdik, ama bizi fazta lan- se etmiyor' dedi. Zeyyat Usta, çayını bitırmişti. Yanımıza geldi: 'Atlayın şişeye', dedi Mazlum'la Hidayet'e. Pireler şişeye gir- diler. Usta tıpayı kapattı. Kafam karışık. Zeyyat Usta'yı uğurladım. Şimdi bu pireleri düşünüyorum. Bir köpeğe atlayıp kurtulsalar... Küçucük pireler. Sömürûlüyorlar. Bazı kimseler göremiyor bile onları. Yarın gece Pire Sirki'ne gitmeye karar verdim. Ustayı kız- dırmamalı. Alimallah, ezer, çıtlatır pirecikleri... Madrid'den Ustsüzlerin Noel sevinciAIİHŞLAK MADRİD — Sekiz bin üst- süz yeni bir kışı metro tunelle- rinde soğuk gecelerin koynun- da geçrecekler yine. Geceleri kapüan kilitlenen metrolan be- lediyenn açık tutacağı haberi kış başlangıcında Noel hediye- si oldı üstsüzlere. Bu Istsüzler, plaj üstsüzle- rinden farklı. Çaiısızlar da de- niliyor bunlara. Mekânları so- kaklar gündüzleri; metro tünel- leri, parklar, alt geçitler ge- celeri. Sabthın erken saatlerinde metroya yolunuz düşerse, sıcak bir inan kokusunun, sefilliğin kokusınun geceden sabaha so- yunuşınu duyarsınız; Karton- lar yada en lüksü eski bir pal- to üzeine kıvnlıp yatmış insan- lann, Istsüzlerin gunaydınıdır bu. öylüleri bilinmez. Büyük jehirkrirj yitik yaşamlandır bunla1 . Hangi Afrika ülkesin- den v< niçin kaçıp gelmişlerdir. Htng umutlar, düşler, metro tttntltrine çıkmıştır. \ Trtfîk ışıklarında kjrmızıda ı dum arabalann içindeki ha- ' nmüra beyiere kâğıt mendil sttmya çalışırlar, yalvanrlar. Arahnın ön camıru silerler. Aîiçara düşen bir bozuk pa- ntncakhk yaratır gözlcrde. Uyıjarucu kullanır bazüan; nedoe viski kullanmazlar da syıpırucu kullanırlar. Son umutlan, tek umutlan, sığı- naklan. Yankesicilik yaparlar, araba camı kınp teyp çalarlar, araba çalarlar. Bir parçası Madrid günlüğünün, bir parça- sı yaşamın; var gibi yok gibi ol- masalar da olur gibi. lyi ki yerin altındadır metro tünelleri, soğuk öyküleri gizle- mek için. Noel için aydınlatıl- mış avû cıvıl sokaklarda bir başka dOnyalar vardır, birbir- lerinin gizleriyle kucaklaşmış. Hani o sihirli refah ölçüsü var ya, kişi başına milli gelir, tspanya'da 12 bin dolann üs- tünde. Duyan, sokaklardan bolluk akıyor sanır. Bazı so- kaklardan akmıyor da değil ha- ni. Ama kimilerinin yanıbaşın- dan bile geçmiyor. Ustelik du- rum gittikçe de kötüleşiyor. Kırk milyonluk tspanya'da sekiz milyon yoksul var. Yok- sulluk ölçüsü, kişi başına milli gelirin yansını bile tutturama- rnaktır. Yani, Ispanya'da 6 bi- nin altındakiler. Yoksullar, üst- süzlerle karşılaştınna götür- mezler. En azından bir üstleri -çalılan- evleri vardır, iyi kötü bir işleri vardır. En azından bir "ölçiüeri" vardır: Yoksulluk ölçüsü. Üstsüzleri ise ne yok- sulluk ölçüsü tutar ne de refah ölçüsü. Güzel bir pazar sabahı, üstsüz-üstlü, yoksul-varlıklı herkesın uğrak yeri Güneşin Kapısı meydanında Madrid, yaşamın güzelliğini anlatıyor. Roma'dan Valentino'nun 'Otuz Yıllık Büyü'süÜnlü modacının sergisi, beş yıl süren bir elemeyle 2000 giysinin arasından seçilen 318 parçadan oluşantafta, organza, muslin, tuvalet, elbiseve aksesuar insana yıldızların ve prenseslerin düş âlemini yaşatıyor. NtLGÜN CERRAHOĞLU ROMA — "Dünyanın en muhteşem merdivenleri" diye anılan tspanyol merdivenle- rinin az ötesinde Valentino'nun atölyesi. Soyut bir heykelin süslediği avluyu geçip içeri girdiği- nizde "Otuz Ydlık Bnyü" ile karşdaşıyorsunuz. Ünlü modaonın otuz yılnk meslek yaşamının başyapıtlannı konu alan sergi bu. Altı ay boyunca Roma sosyeteânin, turistle- rin, ev kadınlannın ve öğrencilerin vazgeçeme- diği başkent randevulanndan birine dönüşen ser- gi, artık Floransa'ya gidiyor. Gerçek bir sanat ser- gisine yakışan biçimde dünyayı dolaşacak olan "Otuz Yıttık Buyii", 92'nin ikinci yansında Lond- ra'daki Victoria and Albert Museum'a taşınacak. Serginin bundan sonraki duraklarını: Madrid, New York ve Tokyo izleyecek. Beş yıllık bir elemenin ârdından 2000 giysinin arasından seçilen 318 parçadan oluşan tafta, or- ganza, muslin, tuvalet, elbise ve aksesuar insa- na bir kaç saat için yıldızlann ve prenseslerin düş âlemini yaşatıyor. Visconti'nin "Venedik'te Öüim" fılminin ışıkçısı Pasquaüno de Santi'nin yan loş ışık düzer.i altında sergilenen giysiler ünlü filmlerin ve ünlü kadınlann damgasını taşıyor. örneğin işte Jackie Kennedy'mn 1968'de Onas- sis'le evlenirken giydiği krem rengi kupür dantel işli muslin mini etek ve son kupür dantel çorap- lar, diğer bir köşede Audrey Hepburn'ün Roth- schild'lann balosunda giydiği empirme organza tuvalet; derken Ua Taylor'un 1961'de Spartacus- ün galasında giymek için ısmarladığı etrişli be- yaz manto, Monica Vitti'nin "LAvventura" fil- minde kullandığı bulut gibi siyah muslin elbise ve nihayet "F1AT' imparatoriçesi, Modigliani bo>-unlu aristokrat Marella Agnelli'nin birbirin- den görkemli giysileri... Otuz Yıllık Büyü'yü dolduran giysilerin çoğu böyle, ünlü modacının ünlü müşterilerinin gar- dıroplanndan geliyor. Valentino'nun kendileri için yapmış olduğu bu değerli kıyafetleri; geliri AIDS vakfına bağışlanmak uzere sergiye arma- ğan eden ünlüler arasında Begüm Aga Han, Tspanya Kraliçesi Soflva, Italyan Veiihatı Umber- to de Savoya'nın karısı Marina de Savoya: Mari- sa Berenson, Madam Vanderbilt, Angelica Hus- ton, Barones Thyssen, Prenses Pignatelli ve Kon- tes Crespi gibi isimler sayılıyor. "Bu sergi beaim gibi bir estetik delisi için ya- şamın özcti. Ben yalıız güzel şeyieri, güzel in- sanlan severim. Bakımsıziıktan, derbederükle aram hiçtaoşdegiidir..." diyerek Otuz Yıllık Bü- yü'yü tanımlayan Valentino başdöndürücü dekol- teler, katmerli, drapeler, volanlarla süslü giysi- lerini "Düş", "Göndüz", "Kırnuzı'', "Beyw", "Si- yah", "Balo", "Aplike Sanatlar" ve "Afrika" di- ye sekiz ayn konu, renk ve müzikle bölüyor. "Modanın Rolls Royce"u diye tanımlanan Valen- tino'yu en iyi betimleyen bölüm "Kınnızı'' şüp- hesiz. "En dişi" kadın giysilerinin sergilendiği bu bölümdeki bazı giysiler her ne kadar "Acaba iki Valentino ma var" dedirtecek kadar Arap müş- terilere yönelik Şişli butiklerinden çılcmış gibi^u- nıyorsada Carmen operası eşliğinde sunulan ba- zı kırmızı-siyah tuvaletler yürek hoplaüyor. "Kır- mızı en albenili renktir" diyen Valentino en sev- diği rengin bu olduğunu söylüyor ve ekliyon "Ya- samdır çünkö larmızı. öiüm getiren kandır, tat- kodw, aşkör, özütiye, efkâra karşı en keafaı ça- redir. Kırmızılar Kİymis bir kadın daima muhteşemdir..." Serginin en ilginç bölflmü ise "Apüke Sanatlar" adını taşıyor. Maisen porselenlerinden, Caravaggio'nun tablolanndan, Can-Can dansözlerinin daracık büstlerinden, Delft seramiklerinden, Türk peştamallanndan esinlenerek özel olarak dokutulmuş kumaşlar, renkler, desenler ve işlemeler modanın sanatla nasıl iç içe yasadığını kanıthyor. Bu bölümde yer alan 100 giysinin her biri 2000 saatlik el ve göz emeği taşıyor. Kııala Lumpur'dan Aalı yemekler vatanı Malezja'ja ikinci büyük göç Hindistan'dan )aşanmı^. Guney Hindistan'dan gelen guvmenlerin özellikleri de Malezya ile kaynasmış. NEVVAL ÇtZGEN KUALA LUMPUR (Malez- ya) — On üç eyaletten oluşan Malezya'mn başkenti Kuala Lumpur çok renkli ve kozmo- polit. Kauçuk, palmiye, egzotik meyveler ve her türlü baharatın ülkesidir Malezya. Tropik bahk ve deniz ürünleriyle size her an bir ziyafet çekebilir. Çin geleneklerinin kendini ağırhkla hissettirdiği bu bölge- de halkın yüzde yetmişbeşi Çin- li. 1459'da Malezya Sultanı Bansnr Şah'la evlenen Çinli Prenses Han Li Po iki ülke ara- sındaki ilişkilerin kuvvetlenme- sine neden olur. Bundan sonra Çinli göçmenler akın eder. Çok yoksul olan Çinliler Malezya'- da her işte çalışırlar. Göçmen- ler kültürüne Peranakans deni- yor. Çinliler, Malezya ile kaynaş- mış. tnanılması guç, ama o dö- nemde göçmen Çinlilerin iki eş aldığı söyleniyor: Biri Çinli di- ğeri Malezyalı kadın. O neden- le iki ülkenin özellikleri birbir- lerine yemek kultüründe bile kaynasmış. Çok benzer özellik- ler bulunmasına rağmen Malez- ya yemekleri çok acılıdır. İkinci büyük göç ise Hindis- tan'dan yaşanmış. Güney Hin- distan'dan gelen göçmenler hin- distancevizi sütünü ve yoğurdu taşımışlar Malezya'ya. Hint curry'si ve incelikleri de Malez- ya ile kaynaşmış. Malezya'daki Batı etkisi Por- O P E L İ L E ŞÎMDİ BAĞLANIN 1 Ocak 1992'den ıtibaren Türkiye'de emniyet kemeri kullanımı yasal bir zorunluluk olacaktır. En üstün yol ve yolcu güvenliğine göre yaratılan OPEl'ler, üç kademeli emniyet kemer sistemiyle donatılmıştır. OPEL ile bağlandığınıza güvenin Bu sizin hayat bağınız olacaktır. tekiz'dir. Hâlâ önemlı sayıda bir Portekiz azınlığı yaşamaktadır. 1400 ailelik Portekizliler grubu 'Cristao' denilen eski Portekiz- ceyi konuşuyorlar. Gelenekleri- ni sürdurüyorlar. Yemeklerinin ekşili ve acılı olmasına bakılır- sa Malezya etkisi onlan da çarp- mış. Bu yemekleri dili yanma- dan yiyecek yabancı zor bulu- nur. Zehir mübarek... Malezya'da baba (erek) nan- ya (kadın) anlamında. Negri Sembilan, Kuala Lumpur, The Kilang Valley Perak (gümüş madenleri nedeniyle Perak gü- müş sözcüğüyle eşanlamlı kul- lanıhr), Kedah, trapik bir cen- net olan Penang, Tayland etki- sindeki Perkis, Padi, Kelanton ise Malezya'mn kalbidir. Bugün *tn çok bilinen 500 yemeğin sa- hibesi eski kraliçeleri Paduka Che Siti Wan Kembang güzel- lik ve zekâ idolüdür burada. Sualtı güzelliklerine sahip Doğu sahillerindeki Pahang eyaleti turist cennetidir. Sabah ise dağlanyla ünlü bir Çinliler, Malezya ile kaynasmış. O dönemde göçmen Çinlilerin iki eş aldığı söyleniyor. Biri Çinli, diğeri Malezyalı. bölgesi. Burası Güneydoğu As- ya'nın en yuksek tepesine sahip 4101m. Kinabolu Dağı muhte- şem. Uzun yıllar tngiliz koloni- si olan bölge 1%3'te bağımsız- lığma kavuşmuştur. Singapur'un bağımsızlığı ise 25. yılını kutluyor. Bunca kısa surede modernleşen ve yılda 6 milyon turist çekmeyi beceren kente hayranlıkla bakıyorum. Havaalanından tropik çiçek ve ağaçlar içinden geçerek kente gi- riyoruz. Her yerden bir çiçek, ot sarkıyor. Singapur'da gece gündüz sı- cakhk farkı çok az. Genellikle 30 derece üstü. Nem oranı çok yüksek. Tropik yağmurlar kasım-aralık-ocak'ta yağıyor. Burada, Hong Kong gibi, tele- fon bedava. Ulaşım çok düşük paralarla metroyla. Yeni sloganlan; tek halk, tek ülke: Singapur 25. yılını çeşitli multivizyon, film, afiş gibi et- kinlikleTİe kutlayacak denli çağ- daş insanlar ülkesi. Batıuri'dan Aşkolsun GürcistanBir köylü bana "Ştalin'i sever misin" diye soruyor. Sevmediğimi söylüyorum, "Çünkü oriun elinde sopa vardı" diyorum. Aynı adam Atatürk'ü sevdiğini söylüyor, biraz kırgın. MEHMETZtYA BATUM — Burası Acaris- tan. Gürcistan'a bağlı bir cum- huriyet. Cumhurbaşkam var. Buraya gelene kadar 'Acaris- tan' diye bir yer olduğunu bü- miyordum işin doğrusu. Sarp'- taki sınır komşumuz. Pek çetin geçh veren Acar dağlanna tırmanırken dört çe- kerli Volga 'Willy's'in arka koltuğunda dört kişi yan yana oturuyoruz. Ali, ben, Reao, Gako. önde şoförumüz Hay- dar ve yanında çevirmenimiz, Azeri kızı 'Valida Celalovna.' Bin beş yüzünden uç bin met- resine kadar kimi ormanhk, ki- mi kayalık, kimi karlı dağlann, insanlann kaşımasına izin ver- diği çamurlu yollanndan geçer- ken leğen kemiğimin köşesi Volga'nın arka koltuğunda ar- kadaşhk kurduğu bir demir çı- kıntısı tarafından her darbede biraz daha çürüyor, çiğ onnan kokuları yerine de buram bu- ram yağ yakan motor egzozu soluyonız. Aynca bu arka kol- tuk samimiyeti insanı biraz ba- yar: "Türkiye, Gürcistan, Er- menistan ve Azerbaycan gi- biyiz" diyorum. Valida'nın tercüme etmesine gerek kalmı- yor, Gako anlıyor. Süslü, cıvıl cıvıl bir sonbahar ormanı bu; sadece ayllğı ile ge- çinen bir Gürcünün bir yıllık maaşı karşıhğında Türkiye'de satın alamayacağı 'yılbaşı' çamlannın devleri var burada. Ve arasında ancak evrensel bir rasgeleliğin ulaşabileceği bir güzellikle serpiştirilmiş sarı ve kırmızı yaprakh diğer ağaç- lar... Işimizın bizi Istanbui'daki floresan lambalı ve cigara du- manlı ofisimizden söküp getir- diği zirvenin yüksekliği 1427.6 metre. Harıtada bitki örtusü renklerle belirli. Türk sını- nnın bu harita renklerini kahverengi-yeşil bir futbolcu formasındaki kesinlikle ayırdı- ğıru goruyorum. Bizim tarafta- ki kahverengiliğj, Türkiye'de beslenen keçi sayısımn fazla oluşuyla açıklamaya uğraşır- ken Ali'nin seslenmesi ile ken- dime geliyorum: "Bak, bir inek geldi" diyor. O günkü işimizin bitiminde yakındaki bir dağ köylüsünün evine 'konnk' oluyoruz. Yo- ğurduyla, kaymağıyla, tavuk ve sığır etinden yapümış ye- mekleriyle mükellef bir sofra bizi bekliyor. Çok yıldızh Jo- kantaların bile ayarlamakta güçlük çekecekleri bir zaman- lamayla, üzerine erimiş tereyağı dökülü 'bnrana' peynirlerimiz, mısır ve kara buğday ekmekle- rimiz sıcak, bizi bekliyor. Ka- çımlmaz olarak şarap ve votka da var. Tek seferde kafaya dik- mezsen erkekliğin şüpheli. Uzun ve törensel bir konuşma- nın ârdından 'Gaumarcos!' de- yip ne var ne yok kafaya dike- ceksin. Gaumarcos bizim 'şere- fe'nin karşılığı, anlamı: 'Aşk obnn." Bir köylü bana 'Ştalin'i se- ver misin?' diye soruyor. Sev- mediğimi söylüyorum, 'Çünkü onun elinde sopa vardı' diyo- rum. Valida adamımızın yanı- tını tercüme ediyor: 'Sopa düz- dü.' Yani sopa olması iyiydi. A.ynı adam Atatürk'ü sevdiği- ni söylüyor, biraz kırgın. Bu defa kadehler Banş'a kalkıyor. Çevremizde pervane olan kadınlar çikolatalan ol- madığı için özür diliyorlar, bir dahaki geüşimizde çikolata ge- tirmemiz gerekli belki de. Biraz törensel ve çikolatasız, içten dostluğu yudumluyoruz serin ev şaraplannda. San yapraklar arasından süzülen köpüklü dağ sulan gibi. Tam romantizme başladı- ğunda bu satırlan yazdığun Ba- tum'daki otel odasında elek- trikler kesiliyor. Ideolojisi ta- rafından terk edilmiş bir hal- kın, sivilceli ergenlik çağım ya- şayan genç ülkesinde böyle ak- saklıklar doğal değil mi? Gaumarcos Gürcistan!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear