29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURÎYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 11 OCAK 1990 Moskova'daki iki ünlü mekânın Rusça anlam ve karşılıkları 1917'den daha eskiye dayanıyor Kırmızı Meydanlda bîr Kreml SSCB'de Moskova'dan Orta-Asya'ya DVYGV SEZER-BAZOĞLU Ikisi eş anlamda kullanılır" dedi çok daha eskilere dayanıyor. — 1 — Aşağı yukan iki yıldır düşlediğim olay gerçekleşiyor- du: Moskova yolundaydım. Sovyet Sosyalist Cumhuri- yetler Birligi Bilimler Akademisi'nin konuğu olarak iki hafta stireyle incelemeler yapmak üzere Sovyetler Bir- liği'ne ziyaretim başlamıştı Aeroflot Havayolları üe. Meslektaşlarırmn bana sık sık yönelttikleri sorular- dan birisi "Sovyetler Birliği'ne hiç gittiniz mi?", ikin- cisi de "Rusça biliyor rnusunuz?" oluyordu. Her ikisi- ne de yarutım "hayır" olunca, şaşınyorlardı. "Ama nasıl olur? Sovyetler Türkiye'nin sınır komşusu!" diyorlar- dı. Rusça derslerine devamınu zorunlu kıldılar. Sovyetler Birliği'ni ziyaret etme olanağını da biraz gecikmiş ola- rak elde edebildim ancak. Aeroflot Havayollan'nın uça- ğı Ankara'daıı Moskova'ya doğru havalandığmda, dün- yanın altıda bir alanına sahip, her bakımdan bir dev olan bu ülkenin -ve bence dunyanın- yaşamakta oldu- ğu tarihi bir dönemi yerinde gözlemlemeye gitmekte ol- tnarun yarattığı düşunceler, sorular ve duygularla iç içey- dim.. Moskova Havaalanı'nda beni genç bir kız karşıladı. Adı Katya. SSCB Bilimler Akademisi tarafından reh- berirn olarak görevlendirilmişti. Bir de araba aynlmıştı. Sudan ucuz konutlar Havaa>anından akademinin Ekirn Meydanı'ndaki ko- nukevıne gelinceye kadar her bir yönü dört-beş şeritli geniş caddelerden ve bulvarlardan geçtik hızla. Genç ve yakışıklı şoförümüz herkesi geride bırakjyordu. Rad- yosu, sürekli Ingilizce yayın yapan bir istasyona ayar- lanmıştı. Ara ara haber veriliyor, sonra da Amerikan pop müzik çalıyordu. Katya iltifat olsun diye beni ön- de, şoförün yanındaki yere oturtmuştu. Çok gUzel İn- gilizcesini nerede öğrendiğini anlatıyordu. Son olarak ABD'nin ünlü Harvard Universitesi'nde iki aylık yaz kursuna gidip kendi lisesinde öğrendiklerini daha da ilerletmişti. Moskova caddelerinin iki yanında on beş-yirmi kat- h, soluk renkli binalar dizilmişti yol boyunca. Hemen hiçbirinde mimari veya estetik bir özellik gözükmüyor- du. Sonradan öğrendim ki bunlar devletin yalnızca fonksiyonel açıdan inşa edip vatandaşlanna "sudan acoz"dan da ucuz kiralarla sağlamakta olduğu konut- lardı. Sonradan konuştuğum hemen herkes, yaklaşık 9 milyon nüfuslu Moskova'da konut sorununun çok ciddi boyutlara ulaştığı konusunda görüş birliğindeydi. Dev- letin kaynaklan zorlanıyor, genedfc ne sayıca ne de ka- litece soruna bir çözüm getirilebitiyordu. Ülke çapında düşünüldüğıinde konut sağlama yü- Üçgen biçiminde 28 hektarlık bir alana yayılmış olan Kremlin ile ünlü Kızıl Meydan birbirlerine bitişik. Kızıl Meydan aslında 'kızıl' değil. Meydana kızıl sıfatınm Ekim Devrimi nedeniyle devrimcilerce verildiği sanıhr genellikle. Rehberim Katya buna çok şaştı: "Ama bizde kırmızı (krasnyi), güzel (prikrasnyi) demektir. • Kızıl Meydan adı devrimden kümlülüğünün devlet için ne denli büyük çapta bir yük olduğunu takdir etmemeye olanak yok. Ülke nüfusu 290 milyona yaklaşiyordu. Devlet, adam başına gerekli oda alanını 12 m2 olarak saptamıştı. Ailede fert sayısına göre bu standart genişletiliyor, konutun büyüklüğü bir ile üç oda arasında değişiyordu genellikle. Surekli sıcak su sağlanıyordu. Fakat bu buyiik yükü karşılamak için hem alandan hem kaliteden fedakârlık yapılnuştı inşaat sı- rasında. Şimdi de koca koca binalar, tesisatlan ile bir- likte eskimeye terk edilmiş gibi duruyorlardı. Hele ye- ni evlilerin ve iş nedeniyle ev değiştirmek isteyenJerin işi çok zordu. "Daha biiyiik, yeni ve şık bir daireye geç- mek istiyonım" gerekçesiyle Yerel Sovyet'e (Yerel Yö- netime) başvurulması ise akla bile gelemeyecek bir ha- yaldi. Fakat, konutlarda, kısıtlı da olsa özel mülkiyet rejimine yer verilmesi tartışma gündeminde. Katya beni otelime, daha doğrusu Sovyet Bilimler Akademisi Konukevi'ne yerleştirdi. Lenin'üı büyük bir heykelinin süslediği kocaman Ekim Meydanı'nın biti- şiğindeydi burası. Içinde her türlü konforu olan bir oda aynlmıştı bana. Buzdolabım, televizyonum, çaljşma ma- sam ve konuklarımı kabul edebileceğim ayrı bir köşem. Ankara'dayken ancak genel çizgileriyle öğrenebüdi- ğim gezi programımın son şekli Katya'daydı. Görüşe- ceğim ve konferans vereceğim kunımlann ve uzmanla- nn listesine bir göz gezdirdim. Genelde benim gezi ama- cıma yanıt verebilecek bir program hazırlanmıştı. Sov- yet Bilimler Akademisi'nin ve Moskova Üniversitesi- nin ilgili bölümierinde ve enstitülerinde konuşacak ve uzmanlarla görüş alışverişinde bulunacaktım. Sovyet toplumu, dış politikası ve askeri stratejisindeki gelişme- ler, Doğu-Batı ilişkileri ve özellikle silahsızjanma gö- rüşmeleri, Ortadoğu, Iran ve Türk-Sovyet ilişkileri be- nim en fazla ilgilendiğim konulardı. Programa göre bir hafta Moskova'da kalacak, sonra Orta Asya'ya uçup Tacikistan ve Kırgızistan cumhuri- yetlerinin başkentlerinde altı gün geçirecek ve dönüşte Moskova'da iki gün daha kaJdıktan sonra Türkiye'ye dönecektim. Rehberim Katya ile konukevinden ayrılmadan önce acele bir de özel program çizdik hafta sonu için. Ge- zim bir cuma günü başlamıştı. Moskova'yı gezebilmem için hafta sonunu ve çoğu geceleri serbest bırakmışlar- dı. Bu da benim can attığım bir olaydı. Yeni bir toplu- mu, bir kültürü tanımamn en önemli yollarından biri- sinin sokaklan adım adım dolaşarak "s«yyah"lık yap- mak olduğuna inananlardanım. Moskova, 800 yıllık tarihi ile Avrupa'nın en eski baş- kentlerinden birisiydi. Başkent, Büyük Petro tarafın- dan 1700 yılknnda St. Petersberg'e (bugünkü Lening- Temelleri 12. yüıyıMa arjlmış olan Kremlin Saravı geceleri sydınlatılıyor. Kulelerin tepelerindeki yıldızlar da kırmızı renkte ışıklandınlıyor. rad'a) taşındıktan sonra bile, eski Rusya'nın gelenekle- rinin ve anılarının merkezi olmaya devam etmişti. Rus İmparatorluğu'nu ortadan kaldıran 1917 Bolşevik Dev- rimi'nden sonra Moskova'nın çehresi değişti. Dünya ta- rihinin sosyalist evresinin öncüsü rolünü üstlenmiş olan yeni Moskova, (yani Moskova'da iktidan eline gecirmiş olan Komünist Partisi) bir yandan Sovyetler Birliği'ni yönetiyor, öte yandan dünya politikasını çok önemli bo- yutlarda etkiliyordu. Bu iktidarın baskıcı, katı ve ruh- suz yöntemlerinin toplum yaşamının tüm alanlarına yansıdığı gibi kent yaşamına da yansıdığı, bir zaman- ların renkli Moskovası'nın, devrimin heyecam yatıştık- tan sonra saranp solup, cansız bir kent görünümü ka- zandığı aniatıldı yıllarca. Fakat, "glasnost" ve "perestroyka" politikaları ile Moskova'nın çehresinin yeniden değijmeye bajladığt yazılıp çizildi son zaman- larda basında. Bu düşunceler içüıde Moskova'yı tanı- mak için sabırsızlaruyordum. KremlinMn güzelliği Hemen her turistin yaplığı gibi benim de rehberim Katya ile birlikte ilk gittiğirn yer Kremlin oldu. Ve Krem- lin'in çok çeşitli tarihi binalardan olusan görkemli bü- tünlüfünü gördüğüm an buvülenmiş gibi oldum. Krem- lin'in bu denli görkemli bir güzelliğe sahip olduğunu bilmiyordum. Demek ki Kremlin, genelde bilindiğı gi- bi Sovyet hükümet merkezinin çalışma yeri değildi yal- nızca! Bu yönUnun görünüm açısından hiç de ilginç bir durumu yoktu. Fakat Kremlin'i bir Kreml (Rusçası böy- le) yapan barnbaşka bir olaydı: Temelleri 12. yüzyılda atılnuş olan ve bugün uzunluğu 2235 metreyi bulan yük- sek surlan, kenti denetlercesine göklere ytikselen ve te- pelerindeki kocaman birer yıldızın geceleri kıpkırmızı ı$ıklandınldığı dev kuleler ve gttneş vurduğunda ina- nılmaz pınltılarla mavi göğün içinde alev alev ışılda- yan altın kubbeli kiliseleriyle Kremlin, tarihi anıtlann görkemli bir kümesi idi. 12. yüzyılda düşmanlardan korunmak amauyla ilk temeli atılıp zamanının ilkel malzemesi ile insa edilmiş olan Kremlin'in surlan, kuleleri ve kiliseleri, tarih bo- yunca çeşitli kez savaş veya diğer nedenlerle kısım kı- sun tahrip olmus. Fakat her gelen Rus çarı yerlerine, kendi şanına yakışır bir şekilde, daha şık, daha sağiam ve daha görkemli duvarlar ördürmüş, kuleler ve kilise- ler yaptırtmış. Prensler ve çarlar ttalyan ve Rus sanat- kârların özenle süsledikleri bu kiliselerde tahta oturtul- muş, evlendirilmiş ve gömülmüş. Devlet de buradan yö- netılmiş St. Petersberg'e tajımncaya kadar. lyi tanıdı- ğımız bir isim olan Korkunç tvan'ın (1553-1584) rneza- n önünden geçerken, gaddarlık ve zulüm yapmış bir yo- netici olarak taribe geçmiş olmaktan acaba mutlu mu bu çarın ruhu diye düşünmekten alıkoyamadım kendi- mi. Peki bugün de kendinden zayıfı için için ezen in- sanlar, yöneticiler, kocalar yok mu sanki, dedim sonra kendi kendime. 1917 Devrimi'nin hazırlayıcılan için ele gecirümesi en önemli hedef olmus olan Kremlin, çatışmalar sırasın- da epey tahrip edilmiş, fakat sonra, Lenin'in emriyle, büyük bir titizlikle restorasyon işlemine girişümiş. Üçgen biçiminde 28 hektarlık bir alana yayılmış olan Kremlin ile ünlü Kızıl Meydan birbirlerine bitişik. Kı- zıl Meydan, adı üzerinde, kocaman bir meydan, ama "kızıJ" değil. Meydana "kızıl" sıfatınm Ekim Devrimi nedeniyle devrimcilerce verildiği sanıhr genellikle. Ben de "kızıl"ın ideolojik çağrışımlar nedeniyle takıldığım sananlardandım. Rehberim Katya buna çok şaştı, gü- zel yeşil gözlerini kırpıştırarak "Ama bizde kırmızı gü- zel demektir. tkisi eş anlamda kuUanılır" dedi. Sonra başka kitaplardan da kontrol ettim ve Kızıl Meydan adı- nın devrimden çok eski olduğunu öğrendim. Rusçada "kırmua" (krasnyi) ile "gözel" (prikrasnyi) kelimeleri- nin aynı kökten geldiklerini anımsadrm. Kızıl Meydan'm bir kenaruıda Lenin'in son derece sa- de, fakat şık bir mimari anlayışla yapılmış anıtkabri var. Koyu bordo renkli mermerle kaplanmış. Uzun kuynık- lar nedeniyle Lenin'in moseliumunun içine giremediği- miz gibi, Yüce Sovyet (parlamento) toplantüanna bajladığı için Kremlin Sarayı'na da sokulmadjk. Uluslararası ilişkiler ve strateji konulannda yayınları ile tamnan Prof. Dr. Duygu Sezer-Bazoğlu Robert Kolej'den mezun olduklan sonra ABD'de Long Istartd Koleji'nde okudu ve uluslararası ilişkiler alanında master yaptı. Doktorasım A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde tamamladıktan sonra asistan olarak üniversiteye girdi. Princeton Üniversitesi Woodrow Wilson Okulu'nda doktora ötesi çalışma yapan Prof. Bazoğlu, daha sonra da Londra Üniversitesi Stratejik Çaltşmalar '•nstitüsü'nde araştırmalar yaptı. 1975-1983 yılları arasında ODTÜ'de öğretim üyeliği görevi yûrüten Prof. Bazoğlu, ABD'ye gitti ve Colombia Üniversitesi Harriman Enslitüsü'nde (Sovyetler Birliği üzerinde ileri düzeyde çalışmalar yapılan uztnan kurum) öğretim üyesi olarak çalıştı. 1987 yılında Türkiye'ye döndü ve tekrar universitede görev aldı. O tarihten beri Bilkent Universitesi'nde Uluslararası ' * İlişkiler Böiünıu'nde dersler veriyor. SCTRECEK ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞINDAN DUYURU Ankara Büyükşehir Belediyesi Zabıta Müdürlüğü'nün, yaya bölgelerine park eden araçlara uygulayacağı ikaz ve cezanın araç sahibine duyurulması için düzenlenen belgenin, araçların camına yapıştırılması amacıyla kullanılacak olan özel yapıştırıcı ve bu özel yapıştırıcının sadece Belediye Zabıtası'nın elinde olacak özel çözücüsü iç veya dış piyasadan alınacaktır. İlgililerin Ankara Büyükşehir Belediyesi Zabıta Müdürlüğü - Hanımeli Sokak No: 9 Sıhhiye- ANKARA adresine veya 229 67 11-229 67 29 no.lu telefonlara müracaatları ilan olunur. T U R K I N K I L A P T A R İ H İ E N S T I T U S U Kokusıııııs kirlili^e yalapşap temîzli "lîlîğı izlik ANMA Canım babamız ENER ÖZERtüm sevenlerinle yaşadığımız gunlerin mutluluğunu, ayrılışının verdiği acı ve yalnızlığı her gün daha fazla hissediyoruz. AİLESİ ACI KAYBIMIZ Değerli arkadaşımız Dr. NACİYE ERUÇMAN'ı (1959-1990> kaybetmenin derin acısını tiim sevenleriyle paylaşıyoruz. ADA-FARMAKA VE KAYA AİLELERİ BELEDİYELER, MARİNALAR, OTO PARK İŞLETMECİLERİ KAYNAK SIKINTISI ÇEKEN BELEDİYELER! Neden en işlek caddelerinizde araçlar be- dava parketsinler? Neden bu kaynağı siz de gelişmış ülke belediyeleri gibi en verimli şekilde Ku/lanama- yasınız? AÇIK PARK YERLERİNE, MARİNALARA, ŞEHRİN EN ÇOK OTO PARKEDİLEN CADDELERİNE, Bütün Dünyada bir nu- mara P.O.M. parkmetrelerıni kurmanın zamanı gelmedi mi? Ça- ğın trenıni kaçırmayınız! Arayınız Bilgi Verelim. POM PARKMETRELERİNİN ÜSTÜN ÖZELLİKLERİ: Amerikan Malıdır. Kesınlikle Kırılmaz. Jetonlar el değmeden top- lanır. Hırsızlığa karşı dünyada yalnızca POM korunmuştur. TÜRKİYE GENEL MÜMESSİLİ; MOTEK A.Ş. Büyükdere Cad. 21/6 Şişli 80260 ISTANBUL Tel: 133 01 13-14 Tlx: 22925 kuv tr — 2 — Kafalı'nın iki yıl süren müdür- lüğünde TİTE Yönetim Kurulu, önce eski kompozisyonuyla işba- şında kalmıştır. Sonra sırayla baş- ka üniversitelerde profesörlük bu- lan Refet Yinanç'm yerine Eyüp tspir, onun yerine de Azmi Süslü getirilmiştir. Kafalı'nın müdürlüğü TİTE için bir uygunsuz etkinlikler dö- nemi olarak nitelenebilir. Profesör kadrolarından ikincisi, Gazi Uni- versitesi'nde doçent ve -nasılsa (?)- TİTE'de yönetim kurulu üyesi olan Hasan Köni'ye verilirken ka- lan öğretim yardımcısı kadroları ülküdaşlara dağıtılmış ve lisansüs- tü programına ise yeniden 250*nin üstünde öğrenci kaydedilmiştir. Harp okulu, polis enstitüsü, ila- hiyat fakültesi, Yüksek İslam Ens- titüsü diplomalılarla imam hatip lisesi kökenli, ortaçağ ve genel Türk tarihi formasyonlu tarihçi- ler başta olmak üzere arkeolog, kütüphaneci, Rusçacı, Almanca- cı, Arapçacı vb^nin bulunduğu bu 360 öğrenci arasında, -kendisine doktora sınavını vermeden, dok- tor unvanı kazanmış gibi yazı verilen- ulkücu Mehmet Şahin- göz'den başka bir tek T.C. Tarihi Anabilim Dalı mezunu yer alma- mıştır. Müdürü ortağaç-Moğol üyeleri genel Türk tarihi - Orta Asya, Selçuklu, Dulkadiroğullan, ortaçağ-Memlûk, yakınçağ- Osmanlı tarihçisi, siyaset bilimcisi ve hukukçu olan ve çoğu kendi alanlan bakımından da bir vaılık olmayan yönetici takımı, üzerin- de iyi kötü bir tek çalışma yapma- dıkları "Türk İnkılâp Tarihi" ala- ru için "bu konu bir uzmanlık ala- nı olamaz, herkes bir şeyler bilir, biz de biliriz" biçimindeki kadro- laşmacı mantığıru işleterek, her bi- rinden ayrı ücret alınan tez danjş- manlıklarının çoğunu kendileri ustlenmiş, gerek bu görev, gerek- se jüri üyelikleri için ülkücü aka- demik ihvan dısında, pek az kişi çağırmışlardır. TlTE'ye mudür olanlann hiç- biri görevi bir devir teslim işlemiy- le almış değillerdir. Bu bakımdan belgelerin yağmalandığj, muze malzemesınin eksildiği, kitapların yok olduğu, dergilerin jiletlendi- ği gibi savlaı için yapılacak pek bir şey yoktur. Yapılacak bir sa- yımla, durum saptaması yapıtabi- lir de sorumlu saptaması zor ya- pılır. TÎTE'nin kitaplığı, arşivi, müzesi iki yılı aşkın bir süredir sa- yım gerekçesiyle kapalı tutulmak- tadır. 1982-87 arasında enstitunün tez çaiışması yapan lisansüstü öğ- rencilerinden kalabalık gruplann her gün girip çıktığı bir salonda görülen sayım işlemi, bugünkü yönetimin kendini temize çıkar- masına da yaramaz. TİTE Müdürü olarak Kafalı- nın yazgısı, Tarık Somer'in Anka- ra Üniversitesi Rektörlüğü'ndeki yazgısıyla birleşmiştir. Kanat ge- ren büyük gözden düşup gidince küçükler de hava koklayan fırsat- çıların gagalaması karşısında ko- rumasız kalıp gideceklerdir. Prof. Aydın Taneri'nin ve Prof. Mustafa Kafalı'nın TİTE'deki müdürlükleri dönemi, duygusal nedenli kişisel sürtüşmeler bir ya- na, bir bütünün biri ötekini izle- rülmesi, çoğunun kısa dönem - hızlı kur denebilecek bir yöntem- le diploma sahibi kılınması, üni- versiteye bağlı fakültelerde ve yuk- sekokuliarda "Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi" olarak adlandırıl- mış olan dersin okutulması için enstitü kadrolarına yerleştirilmiş araştırma görevlileriyle dışarıdan toplanan ilgisiz ve niteliksiz kişi- lerin görevlendirilmesi, bu yapıhr- ken alanı sosyai bilimler olan ta- rihçi, hukukçu, anayasacı dene- yimli öğretim üyelerinin söz konu- su dersten özellikle uzak tutulma- sı, YÖK'un onayı ve Rektör So- mer'in desteği söz konusu olma- sa, tek başına ne Aydın Taneri ve Mustafa Kafalı'nın ne de yandaş- lardan oluşan yönetim ekibinin göze alabileceği ve becerebileceği işlerdir. Olay, başka kamu kurum- larında da şu ya da bu boyutta gö- rülen kadrolaşma hareketinin aka- demik evresiyle ilgiü olduğuna gö- re tasarımdan uygulamaya doğru Prof. Aydın Taneri'nin ve Prof. Mustafa Kafalı'nın TİTE'deki müdürlükleri dönemi, biri ötekini izleyen özdeş nitelikli evrelerdir. Her bir evre ayrı aktörle sahneye konsa da, özde temsil tektir ve "yukarı"dan patentli, YÖK lisanslı, Somer senaryolu bir Türk-İslam sentezciliği oyunudur. yen özdeş nitelikli evrelerdir. Her bir evre ayrı aktörle sahneye kon- sa da özde temsil tektir ve "yuka- rı"dan patentli, YÖK lisanslı, So- mer senaryolu bir Türk-İslam sen- tezciliği oyunudur. Yeni kurulmasa bile bir YOK kurumuna dönüştüriilme biçimin- de yenilenen bir enstitüye kırk do- layında öğretim yardımcılığı kad- rosu verilmesi, bunlann tümünün yangından mal kaçırılırcasma yaıı- daşla doldurulması, aynca içinde çok sayıda yuksek rütbeli subay, kıdemli güvenlik görevlisi, üsı du- ze> r burokrat bulunan üç yuzün üstünde vatan evladının, lisansıye ya da yuksek lisansıye olup olma- dığına bakılmadan, belgelerinin bulunup bulunmadına aldınlma- dan master ve doktora öğrencisi yapılması, devam etsin etmesın, kaydını yeniletsin yeniletmesin, her birinin öğrenciliginin sûrdü- yukandan aşağıya bir süreç dışın- da somutlaşabileceğini düşünmtk olanaksızdır. Yukarılardan tasarlama ve yön- lendirme söz konusu olsa bile be- lirtmeye gerek yok ki böyle bir ko- nuda uygulama misyonunu ancak inançlı (!) bir ekip yerine getire- bilir. Kurulan ekipse, inançlı ol- mak bir yana, tutkuludur. Öyle- sine tutkulu ki ülküdaşlann başa- nlı olmalan uğruna lisansiye ya'da yüksek lisansiye olmayışı, belge eksikliğini, devamsızlığı, kayıt ye- nilemesi yapılmamışlığı görmez- likten gelebilir, verilmiş notu de- ğiştirebilir, alanla ilgisi olmayan meslek sahiplerine alanla hiç ilgisi bulunmayan konularda tez çaiış- ması yaptırabilir, imza taklidiyle belge düzenleyip ya da boş belge- ye ımza koyup, sıııav proıokolu oluşturabilir, unvan almayana al- mış gibi yazı verebilir, butun bun- lar için de Rektör Tarık Somer 1 den esinlenilmiş ve destek alınmış olabilir. Buna karşılık, araya yan- hşlıkla aykırı bir oğe katılmışsa, ne yapıp yapıp onun dışarı atıima- sına, olmazsa defterinin durülme- sine çalışır. . Taneri'nin müdürlüğü sırasın- da, enstitunün üç öğretim görev- lisi kadrosundan birisine nasılsa, yanlışhkla, ülkucü ya da tarikat- çı olmayan, ama solcu da olma- yan Necip Hablemitoğlu adında basın-yayın yüksekokulu mezunu bir genç alınmıştır. Bu gencin ay- kın yapısı, daha sonra müdür olan Kafalı'nın dikkatini çekmiştir. Huzursuzluk duyan Kafalı, bu ne- denle bir yandan Taneri'ye içerler- ken öte yandan Ankara Üniversi- tesi Tıp Fakültesi'nde "Atatürk tl- keleri ve inkılâp Tarihi" dersi ve- ren Hablemitoğlu'na, din ve alı- lak bilgileri olmayan soz konusu fakülte öğrencilerine din ve ahiak öğretmesini öğütlemeye kalkışmış ve ondan, derste din ve ahlak de- ğil, laiklik öğretmek gerektiği ya- nıtını almıştır. Bunun üzerine mimlenen Hablemitoğlu, ekibin hedefi durumuna gelmiştir. İşi Rektör Somer ele almış ve Hab- lemitoğlu'nun önce 1986 yılı tem- muz başında; mahkeme kazanıp dönmesi üzerine de ertesi yıl tem- muz başında olmak üzere iki kez sözleşmesini yenilemeyip işine son vermiştir. Işte bu olay nedeniyle TİTE'deki durum basında yer al- maya başlamış, giderek korkulan başa gelmiş, kol yenden fırlamış, dökülen çamaşırlann kokusu en yüce katlara kadar ulaşmıştır. 1987 yılı temmuz sonunda beş yılı dolan Rektör Somer, yerinde kalabilme umuduyia basında la- ikliğini (!) kanıtlama ve Pekin ör- deği kümesi onunde buyüklere hizmet arz etme çabalannda bu- lunurken, -ODTÜ'den, Gazi Üni- versitesi'nden ve özellikle Ankara Üniversitesi'ne bağb- TİTE'den çı- kan kokuyla rahatsız olan ve za- rarının kendilerine bile dokunabi- leceğinden kaygılanan yukarı kat- lar, -ötekilere olduğu gibi- ona da hizmetlerini yeter bulduklarını, makama başkasını getirerek anlat- mışlardır. StRECEK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear