Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
DOĞA VE MACERA 11 Mağaranın bir başka özelliği de tarih öncesi çağlardan başlayarak erken Bizans dönemine kadar insanları yerleştiği bir yer olmasıydı. İkinci gün ise kupkuru bir ortamda, çevremde gördüğüm tüm renkleri, hatta bazı göremediklerimi de yakalamaya yetecek kadar zamanımız vardı. Dostlarımı terk edip galerilerin birine yerleştim. Böylesine bir mağarada tek başına kalmak da hoş bir oyundu. Çocukken bize anlatılan masallardan ve okuduklarımızdan, mağaraların derinliklerinden korkmamız gerektiğini öğrenmiştik. O korkunun bazı kırıntılarının hala içerlerde kıpraştığını duymak şaşırtıcı geliyordu. Fotoğraf makinemin ayağını kurup resimlerimi inşa edecektim. Bu tür mağaralarda resim çekmek şipşak olmuyordu, bazen sabırla uzun uzun uğraşmak gerekiyordu. Fotoğraf makineme uzatma kablosunu taktım; deklanşöre basıp, kilitledim. Artık objektif dakikalarca açık kalacaktı. Kafamdan yaptığım karmaşık hesapların doğru olacağını var sayarak yakındaki duvarlara flaşı patlatmaya başladım. Keyifli, huzurlu ve sihirli bir uğraş gibiydi. Bir süre sonra galerinin derinliklerinden sarı ışıklar ve bizimkilerin sesleri duyulmaya başladı. Yalnızlığın heyecanı bitiyordu. Onların ışıkları kadrajıma girmeden işimi bitirmeliydim. Dışarı çıktığımızda hala günün ortasındaydık ve parlak bir güneş değilse bile, hiç olmazsa ışıl ışıl bulutlar tarafından karşılanmıştık. Otomobillerimize dönüp şehrin yolunu tuttuk. Ara sıra mağaralara gitmek hoş olacağa benziyordu. h@aydingun.com Sonunda Ali küçük bir ışık topu haline gelince derinden gelen bir sesle yanına gelmemizi söyledi. Filmlerden belki hatırlarsınız mağaralardaki insanların seslerini yankılı yaparlar. Gerçek hayat mağaralarında ise yankılanma hiç olmuyor. Çamur tüm sesleri yuttuğundan sesleri net ve kuru bir Tarihten günümüze Bu durum halkımızın da dikkatini çekmiş olmalı ki eski insanların bir şekilde duyuyorsunuz. Biraz sonra biz de peşinden çıkıp Ali’nin yanına oturduk. Küçük bir deneme yapmak için herkes ışığını söndürdü. İşte o mutlak karanlığın içine dalmıştık. Bir yandan da bugün için hedeflediğimiz noktanın sonuna gelmiştik. Biraz dinlendikten sonra geri döndük. Kamp yerimiz iki yanından sakin bir derenin aktığı, ağaçlar altında kaybolmuş gibi duran bir ada sayılırdı. Renklerin oyunu Ertesi gün aynı mağara sisteminin başka bir kolunu gezecektik. Aslında içerden hepsi bir birine bağlı olmakla birlikte kullanacağımız giriş epeyce uzaktaydı. Karşımızdaki sırta çıkıp, küçük bir obruğu andıran mağaranın ağzına vardık. Sporculuk hayallerimiz düzgün bir şekilde yerleştirilmiş tahta merdiveni görünce biraz sarsıldıysa da içeri girdik. Burası, dünkünden çok daha kısa, ama yer yer genişleyen galerileri çok daha göz alıcı olan, bir kuru mağaraydı. Sarkıtlarındaki, dikitlerindeki ve travertenlerdeki renk oyunlarının keyfine doyamıyordum. Öğrendiğime göre mağaralar suluyken, yani aktif olarak içinden su akarken çok güzel olamıyorlardı. İçindeki su kesildikten sonra mağara binlerce sene içinde, milim milim güzelliklerini biriktirmeye başlıyordu. kenara sakladıklarından emin oldukları altınları bulabilmek için her yanı kazmışlar hatta dev bir dikiti de büyük ihtimalle dinamitle patlatmışlardı. Düşünebiliyor musunuz o dikitin altında bir şey olması için oraya en az 100 bin yıl önce konması gerekirdi! Bazen tarihi eser hırsızlarına arkeoloji dersleri zorunlu tutulsa daha mı az zarar verirlerdi diye düşünüyorum! Mağaranın içindeki tarihi dönemlerin yaşam izleri kadar günümüzün izleri de ilgi çekiciydi. Örneğin galerinin duvarlarında “Haşim Şambaba82/1” türünden zarif grafitiler de vardı. Aslında kızılacak bir durum yoktu. Fransa’daki Lascaux mağarasında ellerinin izlerini duvarlara çıkarıp, bir şekilde ölümsüzlüğü arayan ilkel atalarımız ne yapmışlarsa “Haşim Bey” ve arkadaşları da aynısını yapmışlardı. Bulgaristan EDİRNE Korkunun kırıntıları İlk gün biraz saate karşı yarış, biraz soğuğa karşı direnç mücadelesiydi. Dupsina Mağara Sistemi Kırklareli Demirköy İğneada Karadeniz TEKİRDAĞ NASIL GİDİLİR? Vize üzerinden İğneada’ya giden 565 numaralı karayolunu takip ederek Demirköy’den Balaban ve Sarpdere köy yoluna sapılır. Köy yolunun son 1 kilometresinde yükselen dere nedeniyle taşıt geçişi imkansız olabiliyor. Dupnisa ve benzeri mağaralara girmek, eğer yeterli donanımınız ve deneyiminiz yoksa kesinlikle önerilmez.