Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 HOLLANDA HOLLANDA 17 Minyatür kent Amsterdam Dr. Lakme Toktaş Genellikle ünlü şehirler, birer sembolle çağrışım yaparlar. Paris’in Eyfel kulesi, New York’un Özgürlük Anıtı, Roma’nın Aşk Çeşmesi, gibi... Peki ya Hollanda’nın Amsterdam kenti? Şehrin sahip olduğu dünyaca ünlü mücevher işleyicilerden biri tarafından özenle işlenmiş 40 karatlık bir pırlantanın farklı yüzeyleri gibi, Amsterdam’ın çağırışım yapacağı birden çok sembolü var: Kanallar kenti, bisikletler kenti, kırmızı fenerli evler kenti, uyuşturucuların serbestçe satıldığı ‘‘coffeeshop’’lar kenti, kısaca özgürlükler, hoşgörü, çeşitlilik kenti. Özgürlükler, çünkü başkalarına ve (kendine çok fazla) zararın dokunmadığı sürece istediğini yapmakta özgürsün. Hoşgörü ise alışkanlıklarına, cinsel tercihlerine, fantezilerine... Çeşitlilik, çünkü kültür, tarih, eğlence, iyi ulaşım gibi büyük bir şehrin tüm avantajlarına sahip olmasına rağmen, küçük bir şehrin sakinliğini, önemli yerlere kolayca varabilme kolaylığına ve kanalların sayesinde de nispeten tenha bir yol trafiğine sahip. Amsterdam Avrupa’nın bir yandan titreşimi yüksek, heyecan verici, öte yandan romantizmliği ve hoşluğu da yüksek şehirlerden birisi. Kent yılda yaklaşık 7 milyon turistin ‘‘saldırısına’’ uğramasına rağmen, 6 bin 800’ü bulan 16. ve 18. yüzyıla ait tarihi binası, 2bin 500 nehir evi, bin 281 köprüsü, 165 kanalı olan şehirde, 145 milletten 720 bin şehirli, neredeyse sembiyotik bir ilişki içinde oldukları 400 bin bisikletiyle beraber yaşıyor. Ufacık rengarenk evler, kaldırım taşı döşeli sokaklar, ağaç gölgeli kanallar, geniş parklar, Amsterdamlıların bu havayı solumalarına yardımcı oluyor. Büyük bir çoğunluk ‘‘Linguaphone İngilizcesi’’ kalitesinde İngilizce konuşuyor. Fesatlar ve hasetler bunu, kendi ana dillerinin çok zor ve kulağa hoş gelmediğine bağlıyorlar. Benim, bir şehre güzel diyebilmem için, sadece şehrin güzelliği yetmiyor. Böyle bir şehrin güzelliği, soğuk, ruhsuz bir güzelin itici güzelliğini çağrıştırıyor. İnsanları da güzel olmalı. Çoğunlukla soğukların hakimiyetinde bir Kuzey şehri olmasına rağmen, Amsterdam, sıcak kanlı, kocaman yürekli, kocaman insanların güzelliği ile ‘‘güzel şehir’’ sıralamasının ilk basamaklarında yer alıyor. Öyle bir şehir ki, en lüks otomobiller, bisikletlere yol önceliği tanıyor, kocaman yürekli güzel insanlar şehrin içindeki yer alan kocaman parklara, eskiye dokunmayıp, minnacık evlerin içine sıkışıyorlar. Bu evler o kadar minik ki, eşyaları merdivenden taşımak yerine pencereden taşıyorlar. Amsterdam’da , şehri dolaşmaya başlamadan kaybolabilirsiniz! Evet, elinizdeki broşürlerde, yapılacaklar listesi içinde, geniş müze, galeri, gezilecekler seçenekleri arasında kaybolabilirsiniz. Kanallar, Merkez İstasyon (Central Station) binasının etrafında ‘‘Kuzeyin Venedik’’’i lakabını pe kiştirircesine, iç içe yarı halkalar diziliminde. Kanallar boyunca, geçmişleri ‘‘altın çağ’’a uzanan, adeta zamana karşı direnmek için birbirine omuz veren, rengarenk, daracık evlerin üçgen ön damları 1795’te binaların numaralandırılmasına kadar, çatıyı gizlemekten çok daha önemli bir işlev olan bina kimliğini göstermişlerdi, bugün ise kent kimliğin güzelliğine katkıda bulunuyorlar. Merkez İstasyon’a 5 dakika yürüme mesafesinde, Kraliyet Sarayı ve güvercinleriyle ünlü, turist akınının baş hedeflerinden, dolayısıyla da hatıra eşya satan mağazalarla dolu Dam Meydanı yer alıyor. Hemen yanı başında, açıkça ifade edilemezse de turistik atraksiyon ve ilginin ilk sıralarında yer alan ve Amsterdam’a gideceklerin merak ettikleri ‘‘kırmızı fenerli evler’’ yıllar öncesinin kaba saba denizcilerinin aşk susuzluğuna devaydı. Müzeler Meydanı’nda, ‘‘sanata ilgisiz’’ olanların dahi ilgisini çekebilecek müzeler var. Örneğin Van Gogh Müzesi. Dahiliğini tablolarındaki sarı rengin ışığı ve coşkusuyla, deliliğini kulağının tekini kesmesiyle gösteren Van Gogh’ın tabloları yanı sıra, Gauguin, Lautrec gibi çağdaşlarının da tabloları bulunuyor. Örneğin dev bir Neorönesans binası olan, yılda bir milyonu aşkın ziyaretçi çeken Rijksmuseum başta Rembrandt’ın olmak üzere ‘‘altın çağ’’a ait değerli eserlere ev sahipliği yapıyor. Hemen herkesin okul yıllarında okuduğu, duyduğu, duygulandığı talihsiz Anna Frank’ın acıklı hikayesinin geçtiği ev, şehrin batı yakasında yer alıyor. Amsterdam bu ağır müzelerin yanı sıra Seks Müzesi, Haşhaş ve Marihuana Müzesi gibi ‘‘light’’ müzeleri de barındırıyor. Şehrin akciğeri geniş parklar, Mayıs ayında lale ağırlıklı rengarenk çiçekler, sokak pazarları, sokak çalgıcıları ve pandomimcileri, sokak kafeteryaları (normal olanlar ve anormal değil de alışılmışın dışı) uyuşturucu satan ‘‘Coffee Shop’’lar, işte gelince, ayrılması zor bir şehrin geniş yelpazesindeki renklerden sadece bazıları...