03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

27 TEMMUZ 2007 CUMA H A L K L A İ L İ Ş K İ L E R C İ ekonomi G Ö Z Ü Y L E PARİS’TEN Eğitime adanmış bir yaşam İ brahim Betil, yaşamını eğitime adadı. Profesör Tahir Özgen, Suna Kıraç ve Yılmaz Büyükerşen ile birlikte Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nı kurdu. Dış ülkelerde görüp imrendiğim canlı TV programları ile bağış toplamayı ilk o ve ekibi sağladı. Sekiz yıl sonra başkanlıktan ayrıldığını duyunca aradım ve uluslararası bir proje önerdim. Kimilerine Yine Tatil... C 9 UĞUR HÜKÜM G elelim hikâyenin devamına: Geçen ay Al Gore’un konferansını izlemeye gittiğimde karşılaştık İbrahim Betil’le. Dediklerini tam anlamadım ama gözlerinde yeni bir ışık vardı. Ertesi gün bana yazılı olarak haberlerini gönderdi. Sevinç ve gururla öğrendiğim bir haberi kapsayan bu mektubu izninizle sizinle de paylaşıyorum. BETÜL MARDİN Betil, Türkiye Eğitim Ğönüllüleri Vakfı’nın Başkanlığı’nı 8 yıl sürdürdü ve çalışmalara aktif olarak katıldı. ayın İbrahim Betil’e özel bir sevgim ve saygım vardır. Kendisini önce yetenekli bir bankacı olarak tanıdım, sonra kitlesel eğitim sorununa eğildi. Yok, yok o kelime hafif kaçtı. İbrahim yaşamını eğitime adadı. Şimdi çoğu zamanını Almanya’da geçiren Prof. Tahir Özgen, ulu çınarımız Suna Kıraç ve inanılmaz Yılmaz Büyükerşen ile birlikte Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nı kurdu. Dış ülkelerde görüp imrendiğim canlı TV programları ile bağış toplamayı ilk o ve ekibi sağladı. Nihayet sekiz yıl sonra yönetim kurulu başkanlığından ayrıldığını duydum. Ben de yaşamımda çok inandığım bir işi yaparken kendimi ortada buluvermiştim ama önemli olan yaşamımın gerisi ve bir dava gibi edindiğim yaşam amacımın devam etmesiydi. Haberi basında okuyunca derhal İbrahim Betil’i aradım ve uluslararası bir projeye kendisini adamasını önerdim. Bir süre sonra, bugün Türkiye’nin gençlik konusundaki en önemli sivil toplum örgütü olan Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın kuruluş hazırlıklarında olduğunu öğrendim. Bildiğiniz gibi TOG, “Eleştirmek değil, değiştirmek için” sloganı ile yola çıkan ve kısa zamanda birçok başarılı projeye imza atan bir sivil toplum kuruluşu. Gençlerin S öncülüğünde ve yetişkinlerin rehberliğinde çeşitli sosyal hizmet projelerini hayata geçirmeyi, gençlerin yaratabileceği sinerjiye inanan ve sosyal bir amaca yönelik maddimanevi yatırım yapabilecek yetişkin gönüllülerin katılımını, rehberliğini ve desteğini sağlamayı, çevresindeki sorunlara çözüm üretebilen, kendine güvenli, girişimci ve duyarlı bir gençliğin oluşumuna katkıda bulunmayı ve toplumda sosyal sorumluluk yönünde farkındalık yaratmayı hedefliyor. Aralık 2002’den bu yana toplam 70 üniversitede örgütlenen 12 bin gönüllü gencin aktif katılımıyla sadece geçen yıl 180 bin insana çeşitli alanlarda hizmet götürmüşler. Müthiş... Gelelim hikâyenin devamına: Geçen ay Al Gore’un konferansını izlemeye gittiğimde karşılaştık İbrahim Betil’le. Dediklerini tam anlamadım ama gözlerinde yeni bir ışık vardı. Ertesi gün bana yazılı olarak haberlerini gönderdi. Sevinç ve gururla öğrendiğim bir haberi kapsayan bu mektubu izninizle size iletmek istiyorum: Sayın Betul Mardin, İnsan yaşamında bazı anlar sanki bir dönemeç ya da bir basamak gibi. Bu “anlar”, tüm zorluk ve sorunlarına rağmen bu güzel yaşamın diğer anlarına göre sanki biraz daha heyecanlı ve farklı gibi. Tam 5 yıl önce benim kulağıma fısıldadığınız sözler böyle anlardan biriydi benim için. “Burada, ulusal bir projenin sorumluluğundan ayrılmış olman önemli değil, ileri bak ve dünya boyutunda, daha büyük başka sorumluluklar üstlenmeyi hedefle...” demiştiniz. Yaşamımda geriye bakmayı pek sevmem ama nedense bu kez birden sizin sözlerinizi anımsayıverdim... International Baccalaureate Organization –IB Önce AvrupaAfrikaOrtadoğu Danışma Kurulu Başkanlığı’na ve ardından da IB Organizasyonu’nun en üst düzeyde karar organı olan 17 kişilik konsey üyeliğine seçildim. Böyle bir organizasyonun hem yönetiminde hem de danışmanlığında olmak, bankacılıktan sonra gönlümü verdiğim eğitim alanında yani “ikinci yaşamımda” sahiplendiğim büyük bir onur. Bunu 5 yıl önce öngörerek bana o dönemde verdiğiniz umut için sizinle paylaşmak ve bir kere daha teşekkür etmek istedim. Saygılarımla İbrahim Betil arisliler için Paris sokakları yine en sevimli, en güzel manzaralarına bürünmeye başladı. Kent tenhalaşıyor. Binaları, caddeleri, parkları, cafe’leri vb çıplak gözle daha bir görülebilir hale geliyor. Farkındayız, biraz bencilce söylediklerimiz. Ne demek istediğimizi herhalde büyük kent sakinlerinin çoğu anlar. Temmuz başında okulların kapanmasıyla ilk ferahlık hissediliyor. Her şeyden önce, “şimdiki modern çağların” eşsiz mucizesi, vazgeçil(e)mez (mi?) baş belası otomobil, motorlu taşıtlar azalıyor. Kent daha bir rahat nefes alıyor. Yalan mı? 2,5 milyon Parislinin hiç olmazsa 2 milyonu temmuzağustos aylarında tatile çıkınca Paris’te kalanlar, çalışsalar bile tatile çıkmış hissine kapılıyorlar. Oraları bilemeyiz, ama buralarda adeta bir baskıdan kurtulmuşuz gibi geliyor. Zaten Avrupa dillerinin bir çoğunda da “tatil” sözcüğünün karşılığı olan “Vacances, Vacaciones, Vacanze, Vacation...”, Latince “Vacare” fiilinden türemiş bir kavram ve “Özgür olmak” başka bir deyişle, geçici de olsa “otoritenin baskısı”ndan kurtulmak anlamına geliyor. Arapça kökenli “tatil”in etimolojik ağacını azıcık kurcaladığımızda karşımıza hemen, “durmak” veya iyimser ihtimalle “boş olmak” fiilleri çıkıyor. Tatilin anlamını genişlettiğimiz zaman yani örneğin “dinlenme” dediğimizde de, galiba evrensel bir uzlaşma sağlayabiliyoruz. Neyse biz haddimizi bilip, kelimelerin irdelenmesini dilbilimcilere bırakıp Paris’te, daha doğrusu Fransa’da tatile dönelim. ??? Dinlenme olgusu, neredeyse insanlık tarihi boyunca mevcut. Ancak daima iktidar ve zengin olanların ayrıcalığı kalmış. Tek tanrılı dinler doğdukları dönemlerde devrimcilik hanelerine yazılabilecek bir ileri görüşlülükle müminlerine, köle (pek değilse bile) olsun, köylü olsun bir gününü ibadete ayırmak adına “dinlenme” salık (!) vermişler. Bu gün kimileri için cuma, kimilerine de pazar olmuş. Sonra adına ister “dinler üstü” deyin, ister “dinler ötesi” bir Aydınlanma Çağı gelmiş ve hukuk devleti, sosyal adalet gibi kavramlar zamanla ön plana çıkmış, baş tacı edilmiş. (Her yerde ne kadar uygulanmış, uygulanıyor o da ayrı bir sorun.) Bulabildiğimiz kadarıyla modern “tatil” kavramının ilk örneğine öğrencilerde rastlıyoruz. Paris’in en prestijli akademik kurumu Sorbonne’u kuran Robert Sorbon 1257 yılında, devamlı okuyan ve çalışan öğrencileri biraz azat etmek, dinlendirmek gerektiğine karar verip, çocuklara P tatil yaptırmış. Gezmenin, “turist olmanın”, dinlenme veya tatil kavramına takılması 19’uncu yüzyıl başlarında ilk İngilizlerde göze çarpıyor. Aynı yüzyılın sonlarında bütün Avrupa okullarında tatil olduğu gibi, tatil kampları bile kurulmuş. Artık tüm Avrupalı aristokratlar, burjuvalar tatile çıktıkları gibi, Akdeniz ve Atlantik kıyılarında sayfiye ve tatil kentleri bile gelişmiş. Emekçi yığınlarının, işçilerin tatile çıkabilmeleri için ücretlerinden kaybetmemeleri gerekiyor. Toplu bir hak olarak bu kazanımı tarihte ilk kez 1936 Halk Cephesi sağlıyor. O yıl 550 bin emekçi iki haftalık “ücretli tatil” hakkından yararlanıp, ilk defa gerçek anlamda, geçici de olsa patron, şef, usta baskısından arınıp (!) “dinleniyorlar.” İkinci yıl 1 milyon olan tatilci sayısı, 2007’de, yani 70 yıl sonra 40 milyonu aşıyor, hem de 5 hafta ücretli izne hak kazanmış olarak... ??? İşte günümüzde havasu kadar doğal olan bu insani hak, haziran sonu, 14 Temmuz, ağustos başı derken milyonlarca Fransız’ı tatil yollarına düşürüyor. Her 100 tatilci Fransız’dan 77’si Fransa’da kalırken, 2005 sonu istatistiklerine göre ülke dışına çıkanların yüzde 15’i İspanya, yüzde 10’u İtalya ve sırasıyla İngiltere (5,9), Belçika (5,6), Almanya ve Fas (4,9), Tunus (4,6), Mısır (2,9), Portekiz (2,6), ABD (2,4) ve Yunanistan’ı (1,6) yeğliyor. (*) Fransa’da bu yıl beklenen yaklaşık 80 milyon yabancı turist (2006’da 78 milyonla dünya birincisi) gibi Fransızların yaklaşık yarısı yazın yaptıkları ortalama üç haftalık tatili deniz kıyısında geçiriyorlar. Bu sürede yine ortalama 680 Avro harcama yapan Fransızların yüzde 25’i sene içinde ikinci bir tatile daha çıkıyor. Önceleri yüzde 99 oranında yazın yapılan tatil, 1950’lerden itibaren artan izinli günlere de paralel kış mevsimine, çocukların okul tatillerine, bayramlara göre yıl içine yayılmış. Kimileri deniz, kum, dağ, nehrin tadının çıkaradursun, hak ve hukuka rağmen bir de tatile gidemeyen 21 milyon var ki, bunun 8 milyonu olanaksızlıktan ötürü tatile çıkamadığını, söylüyor. Halk Cephesi’nden 71 yıl sonra acı ve düşündürücü. Halkının cephesini 22 Temmuz’dan sonra da kurmaktan uzak Türkiye de günün birinde emekçi ve ücretlilerinin yüzde 67’sini 5 haftalığına en basit insani hakkı, “dinlenme”ye kavuşturabilir mi bilmiyorum? Yoksa hafta sonu cumaya sıkışmasın, ona da şükür mü dedirttirir? 22 Temmuz’da tatile çıkan herkese, “İyi Tatiller!..” [email protected] Uluslararası Bakalorya Programı nedir? International Baccalaureate Organization Uluslararası Bakalorya (IB) Organizasyonu, İlköğretim – Ortaöğrenim ve Lise Diploma Programlarıyla dünyada 125 ülkede 2064 okulda 550 bin öğrencinin yer aldığı dünyanın en itibarlı eğitim otorizasyon programı olarak bilinmektedir. 1968 yılında İsviçre’nin Cenevre şehrinde kâr amacı gütmeyen bir eğitim vakfı olarak kurulan Uluslararası Bakalorya Organizasyonu’nun amacı dünyadaki bütün yüksek öğrenim kurumları tarafından kabul dilen bir ders programı oluşturmak. Bu amaçla okullar, hükümetler ve uluslararası organizasyonlarla işbirliği yaparak eğitimde kaliteyi artırıcı ve değerlendirmeyi geliştirici programlar yapılmaktadır. Bu programlar öğrencilerin, yaşam boyu öğrenmeyi hedefleyen aktif ve girişimci kişiler olmalarını, farklılıklarla birlikte yaşamayı ve farklı düşünce, inanç ve kimliklere saygılı olmalarını sağlamaktadır. TÜSİAD AKP’yi uyardı Ekonomi Servisi Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), “Cumhurbaşkanlığı seçim süreci de dahil olmak üzere, toplumda oluşmuş olan hassasiyetlerin giderilerek, toplumsal uzlaşma ortamının sağlanmasına yönelik bir anlayışın benimsenmesi gerektiği görüşünde’’ olduklarını açıkladı. TÜSİAD’dan yapılan yazılı açıklamada, seçimlerin barış ve huzur ortamında gerçekleştirilmiş olmasının, Türk demokrasisinin başarısı ve eriştiği olgunluk düzeyinin bir göstergesi olduğu kaydedildi. Yeni parlamentonun, Türkiye’yi, Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefi temelinde, daha demokratik ve refah düzeyi daha yüksek bir ülke yapma yolunda her türlü çabanın sarf edileceğine dair var olan inancın vurgulandığı açıklamada “Yeni dönemde, parlamentoyu önemli görev ve sorumluluklar beklemektedir. Cumhurbaşkanlığı seçim süreci de dahil olmak üzere, toplumda oluşmuş hassasiyetlerin giderilmesi gerektiği görüşündeyiz.’’ denildi. Yeni hükümetin, hızla Türkiye’nin gerçek gündemini oluşturan yapısal reform ve demokratikleşme alanlarına odaklanmasının uygun olacağı da belirtildi. öyle büyük zaferlerle sonuçlanan seçimlerden sonra coşku yoğun olur. Zafer kazananlar, hele tek başına iktidara gelmişler ya da iktidarlarını korumuşlarsa, ‘Küçük dağları biz yarattık’ havalarına girerler. Hatta daha önceki benzerlerinden ders almamakta ısrar eder, hep öyle kalacaklarını düşünürler. İçlerinden bazıları daha da ileri gider, mevcut muhalefeti yok etme niyetlerini bile açığa vururlar. Paçalardan şımarıklık akar. Peki, seçimin galibi AKP’de böyle bir tavır var mı? Şu ana kadar yok. Elbette seviniyorlar. Elbette başarılarını kutluyorlar. Elbette geleceğe ilişkin düşünceleri, hesapları var. İkinci dönemdeki uygulamalarını hep birlikte görecek, izleyeceğiz. Ama seçimi izleyen saatlerde AKP’lilerin göstermediği tehlikeli ve şımarık tavrı bir kısım iç ve dış çev B GENİŞ AÇI HİKMET BİLA Yanlış Bir Hesap den mantar gibi bittiğini görüyoruz. İçerde ve dışarda... Silah gibi kullanılan yorumların sözcüklere, başlıklara yansıyan biçiminden işte bazı örnekler: Generallerle siyasi müttefiklerinin fiyaskosu. Türk İslamcılar, askerle bilek güreşini kazandı. Erdoğan askeri silahsızlandırdı. Orduya darbe. Generallere tokat. Halk orduyu azarladı. Ordunun dişlerine atılmış bir yumruk. reler göstermeye başladılar. Evet, hem de seçim sonrasının daha ilk saatlerinde, ilk gününde. ??? AKP’nin seçim başarısını, ordunun 27 Nisan bildirisine bağlayan yorumlardan geçilmiyor bugünlerde. Bir görüştür. Ne kadar doğrudur ne kadar yanlıştır, tartışılır. Bence doğru değildir, ama dediğim gibi tartışılır. Uzmanlar tartışır, biz de anlarız. Ancak, bu yorumu, tartışma konusu olmaktan çıkarıp bir silah olarak kullanmaya çalışanların da bir Bu lafların hiçbirinde seçim sonuçlarının sosyolojiksiyasal analizi yoktur. Sadece, Türk ordusuna karşı içerde ve dışarda oluşan öfke ve düşmanlığın, seçim sonuçlarını fırsat bilerek şımarıkça dışa vurulması vardır. Türkiye’de halkın orduya güvenoyunun, tüm partilerin oyundan daha fazla olduğunu bilmeyen ya da bildiği halde o güvenoyunu yıpratmaya çalışanların oynadığı tehlikeli bir oyundur bu. Milletle orduyu karşı karşıya getirme oyunu tehlikeli bir oyundur. Kaldı ki, bu tür oyunlar, orduyu geriletmek şöyle dursun, bildiriyle dile getirdiği kararlılığını daha da artırır. Seçim sonrasının ilk saatlerinden itibaren soğukkanlı görünen AKP yönetiminin bu oyunlara gelmeyeceğini umuyoruz. [email protected] Ziraat Bankası Atina’da Ekonomi Servisi Mayıs ayında Atina ve Gümülcine’de şube açma talebini BDDK’ye ileten Ziraat Bankası Yunan Merkez Bankası’ndan yazılı onayı da aldı. Banka Yunanistan’da ilk Türk bankası olacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle