23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

27 TEMMUZ 2007 CUMA tarihçe Erdoğan AYDIN Oldukça sorunlu bir seçime giderken insanlığın seçim hakkı için geçirdiği evrimin bilincinde miyiz? Aydınlanmanın, laikliğin, demokrasinin tarihsel bilincine sahip olan küçük bir azınlık dışında, bu soruyu olumlu yanıtlamak olanaksız. Oysa sanki hep varmış gibi görünen seçim hakkını kazanmak için, bin yılları aşan bir mücadele vermiştir insanlık. Kime karşı? Monarklara karşı, dinsel iktidarlara karşı, modern diktatörlüklere karşı… Halkın yönetime katılımının en temel aracı olarak belirginleşen seçim hakkı, bir rejimi demokratik yapmak için kuşkusuz yetmez, ama o olmadan demokrasi bütünüyle olanaksızdır. Tarihin penceresinden seçme hakkı C Ayşegül YÜKSEL undan tam 66 yıl önce, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde yalnızca 39 yaşındayken noktalanan tiyatro sahnesinde var olma adına harcanmış yaşamının, ülkemizde yetişmiş kadın sahne sanatçıları bağlamında bugün de anlamlandırılabileceğini bilmek, ruhunun hırpalanmışlığını birazcık olsun giderebilir miydi? İlginçtir, Afife Jale’nin yaşama veda ettiği 1941 yazı, aynı zamanda 1936’da kurulan Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nün ilk mezunlarının diploma aldığı ‘sevinçli’ zamana denk düşer. Tiyatro eğitimi verilerek yetiştirilmiş sekiz sanatçı adayından üçü kadındır: Muazzez Yücesoy (Lutas), Melek Saltukalp (Ökte), Nermin Elgün (Sarova). 13 İLK ÖRNEKLER Seçimle yönetimin belirlenmesinin ilk örneklerine, Batılı söylemin aksine MÖ. 3000’lerde Mezopotamya yerleşimlerinde rastlıyoruz. S. N. Kramer’in de ifade ettiği gibi, burada, biri ‘senato’, yani ‘ihtiyarlar meclisi’, diğeri “eli silah tutan yurttaşlardan oluşan meclis” olmak üzere iki ‘ev’den oluşan bir kurumsal yapıyla karşılaşıyoruz. (S. Çiftyürek, Özgür Üniversite Kavram Sözlüğü, s.129) Yine bunlarla zamandaş olarak R. Mukerjee’nin, ‘Doğu Demokrasileri’ dediği, Çin ve Hindistan örnekleriyle karşılaşacağız. (C. N. Parkinson, Siyasal Düşüncenin Evrimi, s.155) Bunu Yunan sitelerindeki demokrasi örnekleri izleyecektir. Yaklaşık 2500 yıl ve öncesi Yunan sitelerinde halk ‘Agora’ denilen meydanda toplanır, yönetim gereksinimleri çerçevesinde karar alır ve uygulardı. Yürütme fonksiyonunu Beşyüzler Meclisi’nin üstlendiği bu ilkel demokraside, profesyonel bir yönetim sınıfı, dolayısıyla yöneten/yönetilen ayrımı oluşmaması için rotasyon uygulanırdı. Seçimli bir başka örnek de Roma Cumhuriyetidir. MÖ. 5. yy. ile MÖ. 27 arası dönemde işlerlik kazanmış olan bu yönetim daha gelişkin bir devlet atmosferinde gerçekleşmesiyle önemlidir. Yunan sitelerinden ayrımla Particiler (soylular) ve plepler (halk) arasındaki sınıf mücadelesiyle dengelenmiş olan bu cumhuriyette birincilerin Senato’su, ikincilerin Populus Romanus Meclisi vardı. Roma, 500 yıla yakın böylesi bir kurumsallaşma ve seçimlerle kendini sürdürecek, ancak güçlenen zorbalığa yenilecektir. (T. Ateş, Cumhuriyet ve Laiklik, s.22). Benzeri örnekleri sonraki yüzyıllarda, İslamiyet öncesi Mekke’si dahil dünyanın başka şehir devletçiklerinde de göreceğiz. Ancak Batı medeniyetinin tarih yazımlarına egemenliği nedeniyle, ‘demokrasi tarihi’ antik Yunan eksenli yazılacak, Atina örneği özellikle belirginleştirilecektir. İslam tarih yazımı ise tam tersine, Mekke’deki ilkel demokrasi örneğini, ‘Cahiliye Devri’ nitelemesiyle ‘küfür’ ile özdeşleştirilip aşağılayacaktır. Afife Jale’nin açtığı yolda kendini yönetmesi anlamında demokrasi kavramının kökeni de, tıpkı laiklik gibi antik Yunan’dan gelecektir. Demokrasinin bu çok ilkel ve sınırlı örneklerini, çok uzun bir demokrasi dışı dönem izleyecektir. Firavun örneğinde kendilerini tanrılaştıran köleci despotlar veya tanrının yeryüzündeki temsilcisi iddiasındaki padişah/krallar, çok ve tek tanrılı inançları siyasal egemenliklerinin aracı olarak kullanacaktır. Bu çok uzun dönem boyunca insan muktedir olmaktan çıkarılıp, tanrılar adına ve dinsel kurallarla yönetilecektir. Bu dönem içinde insan, tanrıların yeryüzündeki temsilcisi olmak iddiasındaki egemenlere boyun eğdirilip, özlemlerini ‘öbür dünya’ya bırakmaya mahkum edilecektir. İnsanların bir kesiminin köle olarak aşağılanmasına ek olarak, bütün insanlar kul konumuna indirgenecek, seçme, değiştirme, sorgulama haklarından, yani insan olmaktan gelen hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakılacaktır. Özetle kimi istisnalar hariç, cumhuri rejimler ile imparatorluklar ters orantılı örnekler olacak, biri yükseldikçe diğeri yaşam olanağını kaybedecektir. Önce çoktanrıcı, ardından tektanrıcı egemenlikler kurumlaştıkça, demokrasi varolabilme şansını kaybedecek, insanın seçme ve değiştirme hakkına işaret eden yaklaşımlar ‘imansızlık’ ve ‘küfür’ ile özdeşleştirilip ezilecektir. Dinsel söylemler aracılığıyla insana verilen bilinç, birey değil kul, yurttaş değil tebaa olduğu, aslolanın bu dünya değil ‘öteki dünya’ olduğu ve dinle harmanlanmış emre itaattir. Kapitalizmin bir üretim tarzı olarak gelişmesiyle ortaya çıkan yeni güç ve ilişkiler, eski siyasal yapıları çatlatacak, dinsel yorumlar çeşitlenecek, hak talepleri artacaktır. Bu süreçte burjuvazi, dinsel destekli feodal düzenden rahatsız olan her kesimin taleplerini kendine yedekleme yeteneğiyle demokrasinin dinamiği olacaktır. Kuşkusuz bu demokrasi, burjuvazinin kendine iktidar alanı açma mücadelesinin ürünü ve onun çıkarlarıyla belirlenecektir. Ancak insanın konumu açısından artık yeni bir dönem başlamış olacaktır. Dinlerle meşrulaşan feodal döneme oranla 17 ve 18. yy. düşünürlerince dillendirilen klasik haklar, Amerikan ve Fransız burjuva devrimleriyle uygulanmaya başlayacaktır. Seçme ve seçilme hakkının temel bir parçası olduğu ‘birinci kuşak insan hakları’, güvenlik, düşünce açıklama, ibadet özgürlüğü, mülkiyet hakkı, konut dokunulmazlığı, dernek kurma, toplantı ve gösteri hakkı, çalışma özgürlüğü, tarafsız yargıç önünde yargılanma hakkı gibi klasik haklardır. İnsanın dini, cinsiyeti ve milliyetinden bağımsız olarak, insan olmaktan gelen haklarını tanımlayan bu birinci kuşak haklar, kişiyi egemenlik aygıtı olan devlete karşı korumayı ve korunma meşruiyetini sağlar. Bu haklar sayesinde insan, seçme ve seçilme hakları anlamında statü değiştirmekle kalmaz, insanı tanrı ve devlet karşısında hiçleştiren kul ve tebaa statüsüne karşı da moral olarak güçlendirir. Tabii hakların söylemden hayata geçmesi, özellikle, yoksullara, kadınlara, beyaz olmayan ırklara ulaşması kolay olmayacak, burjuvazi, kendi çıkarlarını gerçekleştirdiği oranda kanıyla bedel ödeyenlere sırt dönecektir. iktidarda söz sahibi olmaktan uzak tutmak için çeşitli önlemler alacaktı. Seçimlerde oy hakkını ‘belli bir iktisadi varlığı olanlara’ tanımak bunlardan biriydi. Oy hakkı böylece, varlıklı sınıf ve zümrelerin, giderek iktidardaki burjuvazinin tekeline alınmış oluyordu. Kadınların da oy hakları yoktu. ABD’de bu kısıtlamalar, ‘zencileri’ de içine alıyordu. Oy hakkı, önce ‘iktisadi’ kısıtlamalardan kurtarılır. Kadınların oy hakkı elde etmeleri ise çok sonraları, 20 yüzyılda gerçekleşir. Batıda 19. ve 20. yüzyıllar, ‘kısıtlı oy’dan ‘genel oy’a geçilmesi uğrunda verilen savaşımlarla doludur. Bu savaşımlarda emekçi kitlelerin oynadıkları rol ise büyük ve belirleyici olmuştur.” (S. Tanilli, Devlet ve Demokrasi, s.35) Bugün dünyaya ‘demokrasi’ ihraç etme maskesiyle dolaşan ABD, daha 1964 yılına kadar siyahların seçme hakkını yasaklıyordu. İsviçre’de kadınların oy kullanma hakkının yasallaşması için 1972’ye gelmek gerekecekti. İngiltere’de genel oy ancak 1919’da gerçekleşecekti. Ancak bu demokratik gelişim, söz konusu ülkelerin emperyalist iştahında en küçük bir azalma yaratmayacaktı. Dahası sosyal haklar açısından demokrasi üzerindeki kısıtlamalar hergün yeni kılıflarla karşımıza çıkmaya devam edecekti. Bu açıdan demokrasinin, seçim hakkının yaygınlaşmasıyla çözülemeyen ciddi ayak bağları olduğunu ve emeğin kendi haklarına sahip çıkmadığı müddetçe bunların çözülemeyeceğini görüyoruz. Nitekim halkın katılımı arttıkça, egemenler, ekonomik, askeri ve ideolojik güçleriyle seçmen iradesini ipotek altına alıp demokrasiyi içeriksizleştiriyor. Bir yandan seçim sistemiyle oynanarak, istenmeyenlerin temsiliyeti olabildiğince olanaksızlaştırılıyor. Diğer yandan anti demokratik ideolojilerle koşullandırıp kendine yabancılaştırılan seçmenin gönüllü olarak dinciliğe, ırkçılığa, eşitsizliğe, bağımlılığa oy vermesi sağlanıyor. Sonuçta biricik çözüm yöntemi olan demokrasiye olan yabancılaşma daha da artarken, toplum demokrasi dışı yönetimlere savruluyor. B STALAR SAYMAKLA BİTMEZ U KÜFÜR TERAZİSİNDEKİ DEMOKRASİ Kuşkusuz bugünkü değerlerle demokrasinin bu ilk örnekleri çok da matah şeyler değil. Sonuçta köle sahibi erkeklerin kullandığı bir haktır seçim; demokrasi de işte bu çok küçük azınlığın kendi iç kazanımı olarak vardır. Ancak insanlık tarihinin gelişimi içinde çok anlamlı olan bu örnekler, modern demokrasinin yöntemsel atasıdır. Nitekim halkın kendi KÜLLERDEN DOĞAN DEMOKRASİ Demokrasinin uzun yüzyıllardan sonra tekrar ortaya çıkabilmesi için, yetkilerini dinler aracılığıyla meşrulaştıran bu köleci ve fetihçi egemenliklerin güç kaybetmesi, merkezi iktidarı sınırlayacak bir sivil toplumun, bunun altyapısı olarak da şehirleşme ve sınaileşmenin gelişmesi gerekecektir. DEMOKRASİNİN AYAK BAĞLARI Seçme hakkının genelleşmesi oldukça netameli bir yol izleyecekti. Nitekim ancak 20. yüzyılda genelleşirken bile bir dizi sınırlamayla sakatlanacaktı. “Burjuvazi iktidara geçtikten sonra, halk kitlelerini siyasal yaşamdan, giderek siyasal Atatürk’ü tanımayan yok PEKİN (AA) Çin’de Atatürk üzerine araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Hu Zhenhua, “Mustafa Kemal Atatürk ve 1911’deki Çin Devrimi’nin öncüsü Dr. Sun Yatsen’in aynı role sahip olduklarını” söyledi. Zhenhua, Çin’de Mustafa Kemal Atatürk’ü bilmeyen lise öğrencisi olmadığına dikkat çekti. Aynı zamanda Kırgız dili ve edebiyatı alanında çok sayıda çalışması olan ve Merkezi Milliyetler Üniversitesi’nde ders veren Prof. Dr. Hu “Milliyet Kültürleri Araştırmaları” adlı son kitabının bir bölümünü Atatürk’e ayırdı. “Ölümünün ardından 70 yıl geçmesine karşın Atatürk’ün ismi ve davasının Çin’de geniş kesimler tarafından bilindiğini ve Çin halkı tarafından saygı duyulduğunu” belirten Çinli profesör, Çin’de 1930’lu yıllarda daha hayattayken Atatürk hakkında kitaplar yayımlandığını kaydetti. DERS KİTAPLARINDA Çin halkına önderlik yapan Dr. Sun Yatsen gibi Atatürk’ü de çocukluğundan beri çok iyi bildiğini ifade eden Prof. Dr. Hu, şöyle konuştu: “Çünkü bizim ülkemizde yıllardan beri lisede mecburi ders kitabı olarak okutulan Yakınçağ ve Çağdaş Dün ya Tarihi kitabı, Mustafa Kemal ve onun önderliğindeki Türk devrimini de içermektedir. Hatta kitabın ilk sayfasında Lenin ve Gandi’yle birlikte Atatürk’ün de portresi bulunmaktadır. Kitabın içinde de Atatürk’ün karatahta başında yeni harfleri öğretirken resmi vardır.” Prof. Hu, 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Atatürk hakkındaki araştırmaların laiklik ve harf devrimi gibi konulara yoğunlaştığını söyledi. Bugün, ülke çapında yirmiyi aşkın üniversitenin bünyesinde kurulmuş tiFİFE’NİN ‘KAÇAK yatro okullarından her yıl onlarca kaYAŞAMI dın sahne sanatçısının yetiştiğini görüyoruz. İnsanlık tarihinin başından bu Yine de Müslüman Türk kadınının yana değişmeyen erkek egemen dünsahneye çıkması 1920’den önce gerya düzeninin gereği, rollerin çoğu biçekleşemedi. 1918’de Darülbedayi’ye zim yazarlarımızın ürettikleri de erkabul edilen Afife Jale’nin iki yıllık bir kekler için yazıldığından, sahnede iyi beklemeden sonra Hüseyin Suat’ın bir rolle buluşma şansı her biri için ‘Yamalar’ adlı oyununda Kadıköy’deyüksek olmasa da, bir dolu yetenekli ki Apollon Tiyatrosu’nda ve eğitimli kadın sanatçımız var arsahneye çıkmasıyla baştık. Yetkin yapım layan oluşum şiddetle koşulları içinde e Kadın sahn bastırıldı. Afife’nin oybaşarılı bir yönetızın m rı a ıl nadığı ‘Tatlı Sır’ ve tç menle çalışabila n a s zun u ı ığ ‘Odalık’ adlı oyunlar rl dikleri zamanlara v ü k bugün te polis tarafından basıldı. ç da dünya sahnelere ü s ir b u ve zorl Afife’yi bir ‘kaçak yarindeki rakipleriyfe fi r. A şamı’na yazgılayan kobelirlenmişti lüm le rahatça yarışabiö . 6 6 i, valamacalar sürerken, ’y lecek her kuşaktan le Ja ed n ü 1921’de Şehremanem kadın sahne sanatü n ö d yıl rk ti’nin kararıyla Müsü çısı... Kimler mi? T n a m lü Müs lüman kadınların sahKendi özel çetelesie y hne kadınına sa layan neye çıkması yasakni tutmayanlar ak landı. Afife, Darülödüller ‘başarı’nın çıkmayı yas n bedayi’den çıkarıldı. bire bir ölçütü sayılzihniyeti ı bir Oyunculuğunu başığ masa da bugüne dek d a m ra u durd ı ka tiyatrolarda sürıs yapılmış ‘jüri değerç ş va özgürlük sa yoruz. dürse de baskı kolendirmeleri’ne yaslı şullarından uzaklalanmak durumunda. olarak selam şamayışı onu onaSizin için baktım, İlrılmaz biçimde yıpratmıştı. Acıhan İskender Armağalarını hafifleteceğine şiddetlendiren nı’nın ilk yıllarında (195863) ödül uyuşturucu bağımlılığı onu zamansızalan kadın sanatçılar Nedret Güvenç, ca tiyatrodan uzaklaştırdı. Yıldız Kenter, Gülriz Sururi, Ayla AlÖzdemir Nutku, Afife’nin sahne sagan; Ankara Sanatsevenler Dernenatçısı olmaya yönlendirdiği Türk kızği’nin ilk tiyatro ödüllerini (196570) ları arasında Seniye, Mebrure, Leman, alanlar arasında da Beyhan Hürol, AyHuriye, Ruhat isimlerini anmaktadır ten Gökçer, Macide Tanır, Zeliha (Darülbedayi’nin Elli Yılı). Afife’nin Berksoy var. Daha sonraki dönemleryaşıtları sayılabilecek bir dolu sanatçı de tiyatro ödüllerinin sayısı artıyor. ise ondan daha az yıpranarak ve/ya da Nisa Serezli, Işık Yenersu, Gülgun kadının toplumsal kişiliğini erkeğinkiKutlu, Nurşen Girginkoç’tan Zuhal ne eşit kılmaya yönelen Cumhuriyet Olcay’a, Sumru Yavrucuk’tan Demet yönetiminin destekleyici tutumundan Akbağ’a, Tilbe Saran’a, son yıllarda yararlanarak başarıya ulaştı. İşte BeTülay Günal’a, Dolunay Soysert’e dia Muvahhit, Şaziye (Moral), Neyyiuzanıyor ödüller. Sayamadıklarım, sare Neyir (Ertuğrul), Halide (Pişkin), yabildiklerimin üç katı... Necla (Sertel), daha sonra, DarülbeYa çok daha öncekiler? Daha doğdayi’nin ‘tiyatro mektebi’nde bir dörusu, Afife’ye yol açanlar ve Afife’nin nem (1930) eğitim görmüş olan ünlü yol açtıkları? Filmi biraz daha başa saopera sanatçımız Semiha Berksoy, heralım ve Batılı anlamda tiyatronun benüz Ankara’daki ‘okullu’ sanatçılar yenimsendiği Tanzimat dönemine bakatişmeden, tiyatro edebiyatının önemli lım. Kadınların sahneye çıkması ve kayapıtlarında yeteneğini sınamış olan dın rollerinin bizim geleneksel tiyatDarülbedayi İstanbul Şehir Tiyatroromuzda olduğu gibi erkekler tarasu sanatçısı Cahide Sonku ve saymakfından oynanmasına son verilmesi için la tüketemeyeceğim nice başkaları... Avrupa tiyatrosunun da yüzyıllarca Tiyatro sanatının ve toplumumuzun beklemesi gerekmişti. Ancak, Müslü‘aydınlığa dönük’ cephesini güçlendirman kadın oyuncuların sahneye çıkmede vazgeçilmez işlev taşımış/taşımasının önündeki engel Cumhuriyemakta olan kadın sahne sanatçılarımıtin kurulmasına dek sürecekti. (Metin zı Afife Jale’nin kişiliğinde selamlamaAnd, Yüz Soruda Türk Tiyatrosu Tanın tam da günü ve saatidir diye düşürihi başlıklı kitabında bu konuyu ‘kanüyorum. dın oyuncu sorunu’nu da içine alan ‘kadın sorunu’ bağlamında ele alır, çünkü Cumhuriyet öncesinde, Müslüman Türk kadınının tiyatroya gelip oyun izlemesi bile toplumca hoş karşılanmamaktadır.) Bu durumda Tanzimat döneminde başlatılan Batı biçeminde tiyatronun ilk kadın oyuncuları özellikle Ermeni ya da başka etnik kökenli Hıristiyan sanatçılar olmuştur. Meşrutiyet dönemine gelindiğinde Eliza Benimeciyan, Kınar Hanım gibi yetenekli sanatçılar hem oldukça düzgün bir Türkçe şive kullanarak, hem de Türk kadın oyun kişilerini doğallıkla yorumlayarak toplumdaki kadın sanatçı eksiğini bir oranda kapatıyorlardı. Bu sanatçıların Türk oyunlarının sahneye çıkarılmasındaki katkısı yanında, Müslüman genç kızlara da sahneye çıkma yolunu açmaları önemlidir. Sahnede güzel Türkçe konuşulması, kadın sanatçıların ve kadın seyircinin varlığının savunulması Meşrutiyet döneminin ‘kadının toplumsal yaşamdaki yerini alması’ tartışmalarının vazgeçilmez bir parçasıydı. A
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle