23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

27 TEMMUZ 2007 CUMA C AB ile çıkarlarımız çatışıyor söyleşi 11 SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Konumuz Türkiye’nin denizlerinin durumu ve balıkçılık. Konuğum İÜ Su Ürünleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bayram Öztürk. Doğma büyüme Beykozlu olan Öztürk hâlâ Beykoz’daki baba evinde yaşıyor. İşi gücü denizler ve balıkçılık. İyi de bir dalgıç olan Öztürk’le söyleşimiz şöyle gelişiyor: Akdeniz Deniz Bilimleri Kongresi (CIESM) İstanbul’da yapıldı. Monako Prensi Albert de kongrenin dikkat çeken kişilikleri arasındaydı. Kongre nasıl geçti? Evet, 913 Nisan 2007 tarihlerinde Lütfi Kırdar’da 43 ülkeden 950 kişinin katıldığı bir kongre yaptık. Bu hem ülkemiz hem de İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi için çok başarılı bir bilimsel etkinlik oldu. Denizcilik müsteşarlığının katkısını da burada unutmamak lazım. Fazlasıyla destek oldular. Bildiğiniz gibi Akdeniz Bilim Komisyonu Başkanı, Monako Prensi Albert. Ondan önce babası Prens Rainier, dedesi deniz bilimlerini destekleyen ve ilk Atlantik araştırma seferini düzenleyenlerden.. Monako’daki müzeyi de kuran onlar. Dolayısıyla aile olarak bu işin içindeler. Kurdukları vakıfla deniz araştırmalarına fon sağlıyorlar. Bilim komisyonunun üç yılda bir yapılan yönetim kuruluna seçilen tek Türk benim. KİRLENİYOR ‘ AB’nin yeni oluşturmaya çalıştığı deniz stratejisi ve politikası bununla ilgili bazı ipuçlarını vermektedir. Şöyle ki; AB küresel ölçekli bir güç olmak amacıyla birçok deniz ve okyanusta kendi kurallarını oluşturmak için çaba göstermektedir. ’ tılması çok kolay. Yunanistan’da bizden üç katı fazla üretim var. 150 bin ton. Birçok adada üretim var. Orada da turizm var. AB ülkesi ama.. sektörler arası uzlaşma var, bizde eksik olan bu. Şu anda nerelerde araştırma yapıyorsunuz? Araştırma gemimiz Yunus şu anda KKTC sularında balıkçılığın geliştirilmesi projesinde çalışıyor. İstanbul Üniversitesi için bu bir ilk. Tabii fakültemiz için de... Gemimiz daha sonra Suriye, Lübnan ve Mısır sularında çalışacak. Bu ülkenin bilim insanlarıyla, Kızıldeniz’den gelen yabancı türleri, Doğu Akdeniz’de yeni balıkçılık alanlarını ve küresel ısınmanın deniz ekosistemindeki etkisi ve deniz kirliliğini araştırıyoruz. Kızıldeniz’den gelen yabancı deniz canlıları neden bu kadar önemli? Küresel ısınma ve Akdeniz’in tropikalizasyonu nedeniyle 59 yeni balık türü Akdeniz’de. Bunlardan 33 balık türü ise bizim sularımızda. Bunlardan 5 tür, ticari önem taşıyor. Hani tatil köylerinde insanların çoğunun sıraya girip yemek istedikleri rengârenk balıklar Hint Okyanusu veya Kızıldeniz kökenli. İskenderun Körfezi balıkçılığının yüzde 20’si bu yabancı türlerden sağlanıyor günümüzde. Bu türler yerli türlerle rekabet halinde ve gelecekte yerli türlerin yerine geçme olasılığı var ki, bu, bütün be denizlerde çıkar çatışmaları olduğundan söz ediyorsunuz. Son zamanlarda çevre denizlerimizle ilgili yeni gelişmeler olmaya başladı. Bunlar; komşularımız Romanya ve Bulgaristan’ın AB üyesi olmasından sonra Karadeniz’de deniz yetki alanlarının yeniden tartışmaya açılmasının istenmesi, Ege Denizi’ni paylaştığımız Yunanistan’ın Megalo İdea temelli isteklerinin yeniden formüle edilmesi, Güney Kıbrıs’ın yabancı şirketlere petrol arama ruhsatı vermek istemesi ve bu konuda çalışmalar yapması, ayrıca bütün bunların Brüksel destekli olarak planlama aşamalarında istişare edilmesi, Türkiye’nin denizden bir kuşatmayla karşı karşıya kaldığı sorusunu akla getirmektedir. Zaten AB’nin yeni oluşturmaya çalıştığı deniz stratejisi ve politikası bununla ilgili bazı ipuçlarını vermektedir. Şöyle ki; AB küresel ölçekli bir güç olmak amacıyla birçok deniz ve okyanusta kendi kurallarını oluşturmak için çaba göstermektedir. Her ne kadar birliğin küresel güç olması yolunda birçok engel bulunmasına karşın, denizci sayılan İngiltere, Fransa, Hollanda, Portekiz ve İspanya gibi ülkelerin Akdeniz dışındaki denizlerde, Pasifik ve Hint Okyanusu’ndaki eski sömürge veya yeni ada devletlerinde AB kurallarını geçerli kılacak düzenlemeler istemesi, konu ları zaman içinde egemenlik veya deniz yetki alanı olarak kullanılabilecektir. AB’nin çıkardığı bu tüzükteki danışma mekanizması AB dışındaki ülkeleri tam olarak kapsamadığından üye olan ülkeler olmayan ülkelere karşı kolaylıkla aşırı taleplerde bulunabileceklerdir. Bütün bunlar Karadeniz’i nasıl etkileyecek? AB’nin deniz hegemonyası kurmak istediği başka bir alan da Akdeniz, sonra da zor da olsa Karadeniz’dir. Avrupa Birliği ve Amerika yakın gelecekte bir şekilde Ermenistan’ı Karadeniz’e indirmek için zaman ve fırsat kollayacaklardır. Bu noktada çıkarları ve hedefleri aynıdır. Daha şimdiden Gürcistan içinde azınlık olan Ermenilerle bu konuyu uzun zamana yayarak çalışmaktadırlar. Karadeniz bizim için hayati önemi olan bir denizdir. ABD’nin bu denize girme çabaları, hatta Romanya başta olmak üzere bazı kıyı devletleri vasıtasıyla Montrö Sözleşmesi’ni sulandırma girişimlerini de takip ediyoruz. Karadeniz’de balıkçılık yataklarının sürdürülebilir işletimi için çaba sarf ediyoruz. Karadeniz’e yasadışı olarak atılan kalkan ağlarının toplanması için tüm kanalları zorluyoruz. Bu büyük bir ekolojik tehdit. Muhtemelen ekim ayında bu işe başlayacağız. Akdeniz’de neler oluyor? yarımada ülkenin hızlı, güçlü ve iyi yetişmiş deniz kuvvetleri tüm bölge için bir güven ve istikrar kaynağı. Çünkü Anadolu’nun korunması ve güvenliği sorunu önce denizde başlamaktadır. Deniz unsurları zayıf bir Türkiye Anadolu’ya hapsedilmiş olur. Açık denizler konseptini hayata geçirmeliyiz. Bu kuşatma, son derece güçlü bir Sahil Güvenlik Teşkilatı’yla yarılabilir. Çünkü çok kısa bir zaman içerisinde özellikle Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge ilanı ve bu bölgenin korunması ve kontrolü ile denizde kaçakçılık ve kirlenme gibi sorunlar için daha güçlü bir Sahil Güvenlik Teşkilatı’na ihtiyaç duyulacaktır. Bu yıl 25. yılını kutladığımız bu komutanlığın son derece başarılı çalışmalar yaptığını biliyoruz. Ancak geniş bir deniz yetki alanına sahip olduğumuz düşünüldüğünde daha fazla imkân ve kabiliyete gerek olduğu da açıktır. Özellikle arama kurtarma konusu öne çıkacak. Diğer yandan, güçlü bir denizcilik otoritesi ve güçlü bir Üniversite/Kamu işbirliği şart. Çünkü, denizcilikte yeni planlamalar mutlaka bilimin ışığı altında olmalıdır. Akdeniz ve dışındaki diğer denizlerde yapılacak açık deniz balıkçılığını teşvik etmeliyiz. Bunu yapacak balıkçı filosuna, yetişmiş eleman ve bilgi birikimine sahibiz. Bu konuda deniz araştırmalarına özel önem DENİZLER KARADAN P O R T R E ‘ Akdeniz’de yine AB ve ABD’nin kurulması için katkıda bulundukları minyatür Kürt devletinin Akdeniz’e çıkışı için bence kıyılarımız tasarlanmaktadır. ’ ‘ Ege Denizi ve Türk boğazları konusunda özel çaba sarf etmemiz lazım. Deniz araştırmaları yapan kurumları küstürmemek, yormamak lazım. Açık denizlerdeki ulusal hak ve menfaatlarımızı kararlılıkla korumalıyız. ’ Balık çiftlikleri denizi kirletiyor mu? Bu konuda fakültenizin gemisi Yunus’la geçen yıl yaptığınız araştırmalardan nasıl sonuçlar elde ettiniz? Ülkemiz denizlerinin bütün derinlikleri, bu derinliklerdeki bütün canlı ve cansız kaynakları bu ülkenin doğal ekonomik öğesi olarak araştırılmayı, korunmayı ve Türk ulusunun refahı ve gönenci için işletilmeyi bekliyor. Balık çiftlikleri de bu fırsatlardan sadece biri. Bence turizmcilerin güçlü bir lobisi var. Bu nedenle konu hep gündemde. Oysa herkes biliyor ki ülkemizde deniz kirlenmesinin temel nedeni kara kökenli kirlenme.. Kıyılarımızdaki yerleşimlerde arıtma tesisleri eksik, çöp toplanması eksik, kanalizasyonlar denize akıyor. Biz yıllardır bunlarla mücadele ediyoruz. Ülkenin turizm adına bütün kıyıları yağmalandı, talan edildi. Beton ormanlarına döndü. Bu her dönemde yapıldı. Kıyı planlaması yapılmadı; ne kadar turizm tesisi, ne kadar marina, ne kadar otel, ne kadar balık çiftliği? Bunlar planlanmadığı için sorunlar çıktı. Şimdi, “Balık çiftliklerinin kapatılmasını istemiyoruz’’ diyenlerin, bu ülkenin gıda güvenliği nasıl sağlanacak sorusuna mantıklı cevaplar vermesi lazım. Verecekleri cevap da belli: İthalatla.. Kimden? En yakın ülkeden, yani Yunanistan’dan. Onlar üretecek, bize satacaklar. Biz üretmeden borçlanıp balık yiyeceğiz. Bu mümkün değil. Aksine, bizim üretip halkımızı proteinle beslememiz lazım. Bunu yaparken denizleri koruyacağız, sürdürülebilir balıkçılık yapacağız. Balık çiftliklerinin hepsinin doğaya saygılı olduğunu söylemiyorum. Sığ bir koyda 10 metre derinlikte kurulan, çevre standartlarına uymayanların denizi kirlettikleri kesin. Yine deniz ulaşımında karmaşaya neden oluyorlar. Ama bu sorunları teknik yöntemlerle çözmek mümkün. Ayrıca çiftliklerin önemli kısmı artık açık denizde. Hassas alanlarda kurulanlar denizi kirletebilir. Fakültemiz bununla ilgili bakanlık ve üreticilerle birlikte çalışıyor. Balıkçılık endüstrisi artık büyük bir sektör oldu. Bunların yarattığı istihdam önemli. Su ürünleri fakültelerini bitiren mühendislerin bir kısmının istihdam yerleri buralar. Bugün ağ kafeslerde levrek, çipura üretimi yapılmazsa istavrit balığını yasak dönemde 20 liraya yeriz. Yani piyasada fiyat düzenlemesinde rol oynuyor balık çiftliklerinin üretimi. Bu sektörün desteklenmesi lazım. Üretimin 200 bin tona çıkar BAYRAM ÖZTÜRK İÜ Su Ürünleri Fakültesi Dekanı, merkezi Monako’da bulunan ve başkanlığını Monako Prensi Albert’in yaptığı CIESM (Akdeniz Bilim Komisyonu) Yönetim Kurulu Üyesi), Türk Deniz Araştırmaları Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi IMO (Uluslararası Denizcilik Örgütü) Deniz Çevresi Koruma Komitesi Türkiye delegesi. Deniz bilimleri alanında 50’nin üzerinde bilimsel makalesi ve 4 kitabı mevcut. Birçok deniz ve okyanusta deniz araştırmacısı olarak görev yaptı. İngilizce ve Fransızca biliyor. nun Cebelitarık Boğazı veya Dover Kanalı’yla sınırlı olmadığını göstermektedir. AB’nin yeni deniz stratejisinde kirlenme riskinin azaltılması için IMO’nun (Uluslararası Denizcilik Örgütü) kullanılmasıdır. Öyle ki son üç yılda Akdeniz dışındaki neredeyse bütün AB hükümranlığındaki sular başta Rusya’nın itirazına rağmen bu örgüt tarafından özel duyarlı deniz alanı ilan edilmiştir. Böylece yakında tek cidarlı tankerlerin AB ülkeleri sularında dolaşmaları engellenmiş olacaktır. AB’nin balıkçılık politikası Türkiye’yi nasıl etkileyecek? Canlı kaynakların idamesi ve korunması için birlik kendi hegemonya alanını oluşturma peşindedir. Bunu Avrupa Birliği ve Konseyi’nin 21 Aralık 2006 ve EC 1967/ 2006 sayılı Konsey yönetmeliğinde kolaylıkla görebiliriz. Akdeniz’de balıkçılık kaynaklarının sürdürülebilir kullanımına yönelik yönetim önlemlerini içeren bu yönetmelik AB üyeleriyle Karadeniz, Ege ve Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının ve canlı kaynakların paylaşımında sorunlara yol açabilecek nitelikte bölümler içermektedir. Tüzükte öngörülen usuller uyarınca her ülkenin ilan edeceği koruma alan sin zincirinin değişmesini sağlayacak bir gelişme. Bu değişimi takip etmek zorundayız. Ayrıca küresel ısınma nedeniyle, güney sularımıza giren zehirli deniz anaları ve balıklar var. Bu deniz anaları yüzme için artık tehdit oluşturuyor. Bütün İtalya, Fransa ve Adriyatik sahillerinde yüzmeye, tatile gelen insanlar buna dikkat ediyorlar. Bunlar bizim sularımızda da görülüyor artık. İnsanları paniğe sevk etmeden bilgi veriyoruz. Örneğin, sularımıza yeni giren balon balığı da zehirli. Bu balıkları suyun altında ellememek, dokunmamak, avlayıp yememek lazım. Kısacası Akdeniz’deki bu değişimleri bilmek lazım. Çünkü bütün Akdeniz ülkeleri denizlerindeki değişimleri bilimsel anlamda inceliyorlar, araştırma kurumlarını destekliyorlar. Örneğin İtalya’nın deniz araştırmaları için ayırdığı yıllık bütçe 10 milyon Avro. Bu zararlı türlerle ilgili fakültemizin web sitesinde ve yine Türk Deniz Araştırmaları Vakfı web sitesinde yararlı bilgiler var. İSTEĞİ AB’NİN HEGEMONYA Siz Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Akdeniz’de yine AB ve ABD’nin kurulması için katkıda bulundukları minyatür Kürt devletinin Akdeniz’e çıkışı için bence Akdeniz kıyılarımız tasarlanmaktadır. Çünkü Pan Kürdist hareketin denize çıkışı şimdilik yok. Akıl hocaları AB ve Amerika onlara Akdeniz’i gösterecekler.. çünkü başka türlü yaşama şanslarının olmadığını onlar da biliyorlar. Onun için uyanık olmalıyız. Liman özelleştirmelerinden tutun da yabancıların deniz kenarlarında aldıkları mülklere kadar dikkatli olmalıyız. Tabii bu paranoyak bir düzeyde olmamalı, nihayetinde ülkemiz kim ne derse desin bölgesel bir güçtür ve yerleşik kurumlarıyla güçlü bir ülkedir. Ama.. bu denizden bir kuşatılma konusunu düşünmek hatalı sayılmaz. Bu durumda Kıbrıs konusundaki zafiyetimiz bu işin kırılma noktası olur. Çünkü Anadolu’nun güvenliği KKTC ile çok ilintilidir. Keza, yeni açılan Yumurtalık Petrol Boru Hattı bütün Avrupa için önemlidir. Dolayısıyla Doğu Akdeniz enerji koridorunu belirlemektedir. Peki, sizce bu kuşatma nasıl yarılır? Önce çok güçlü bir deniz kuvvetleriyle. Gemi yapımı ve yan sanayiinde yerli üretimin artması önemli gelişmeler. Bu verilmelidir. Özellikle Ege Denizi ve Türk boğazları konusunda özel çaba sarf etmemiz lazım. Deniz araştırmaları yapan kurumları küstürmemek, yormamak lazım. Açık denizlerdeki ulusal hak ve menfaatlarımızı kararlılıkla korumalıyız. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nda işler nasıl? TÜDAV ne yapıyor? Yönetim kurulu üyemiz Oktay Sönmez kaptanın ısrar ve yardımı sonucu Thor Heyerdal’ın Ra araştırma seferini Türkçeye çevirdik. 77 lisana çevrilen bu kitap şimdiye dek bizim dilimize çevrilmemişti. Bu arada vakıf, Küresel Isınma ve Denizler raporunu yayımladı. Ülkemizin saygın deniz bilimcileriyle işbirliği yaparak bu çalışmayı çıkardık. Su günleri çalışmaları devam ediyor. Yıllık dergimizi çıkarıyoruz. Taranabilir dergi haline getireceğiz yakında. Vakıf esasen bir düşünce kuruluşu, sessiz sedasız çalışıyoruz. Ağırlıklı olarak deniz stratejisi, balıkçılık ve kirlenme konularında düşünce üretiyoruz. Türkiye’de pek bilinmese de yurtdışında iyi biliniyor. TÜDAV’ı evrensel standartlarda bilgi üretecek saygın bir kurum haline getirmek istiyoruz. Gemicik, villacık, bayicik... Leyla TAVŞANOĞLU İstanbul’un ana caddelerinden birisi üzerindeki evimin penceresinden bakıyorum. Karşıdaki iki binada seçim sandıkları kurulmuş. İnsanlar daha bu saatte binaların önünde kuyruklar oluşturmuşlar. Belli ki bir an önce oy verip demokratik haklarını kazaya uğratmama telaşı içindeler. Az sonra eşimle birlikte bizim sandığa doğru yollanıyoruz. Az ilerde bir apartmanın üzerine kocaman bir afiş yapıştırılmış. Yazılanları okuyunca, acaba bu hazretler zaman tünelinden geriye gidip 1960’lı yıllara mı çakıldılar, sorusu kafamda çengelleniyor. Afiş şöyle: “Seçimleri boykot et. Demokratik mücadeleni yükselt.” Altındaki imza “Mücadele Birliği Platformu”. Bizim Maocu takım hâlâ bu kafadaysa yandık ki ne yandık… Seçim sandığımızın bulunduğu yere varıyoruz. Bizden önceki iki hanım sol ya da sağ ellerinin işaret parmakları boyanırken “Şu iptidailiğe bakın” diye söyleniyorlar. Haksız da değiller. Türkiye bu sabit parmak boyalarını Hindistan’dan yüzlerce milyon dolar ödeyip tonlarca ithal ediyor. Oysa daha geçtiğimiz hafta aynı Hindistan’da bu kez Cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu. Seçimler elektronik oylamayla yapıldığı için parmaklara ne boya sürüldü ne bir şey. Üstelik o Hindistan’da kadınların başlarını örtmelerine karşı çıkan bir kadın cumhurbaşkanı, seçimi açık ara aldı. Bölgemizin tek laik ve demokratik Cumhuriyeti olmakla övündüğümüz ülkemizde ise kadınların kafalarını kapatıp erkek egemenliği altına sokmayı ve toplumsal yaşamdan koparmayı amaçlayan bir parti hâlâ seçmenin çoğunluk oyunu alabiliyor. Hiç kuşkusuz Türkiye sosyologların ve psikologların çok yakından izlemeye almaları gereken bir klinik vaka haline geliyor. Oyumu kullanıyor ve imzamı atmak için sandık kurulu masasına yanaşıyorum. O arada elinde boya şişesini burnuma uzatan kişi, “Evet, eliniz” diyor. Sol elimin işaret parmağını uzatıyorum. Çünkü kural sol elin işaret parmağının boyanacağı biçiminde. Ama hazret itiraz ediyor. “Öbür elinizi verin.” Biraz tartışıyoruz. Sonunda onun dediği oluyor. Bu işin mantığını çözmeye çalışmak da bana düşüyor. Henüz bu kural ve yasa ihlalinin nedenini çözebilmiş değilim. SP’LİLERDEN AKP’YE ELEŞTİRİ Demokratik ve yasal görevimi yerine getirmenin rahatlığı içinde biraz da Fatih taraflarına uzanıp oralarda neler olduğuna bakmak istiyorum. Dükkânları dolaşıyorum. Esnafla konuşurken çok ilginç görüşler ortaya çıkıyor. Bir kere burada Erbakan Hoca’nın SP’siyle öğrencileri olan takım arasında fena halde bir bölünme var. Hoca’nın yandaşları öğrencileri aleyhine ağızlarına geleni söylüyorlar. Kimi homurdanıyor: “Bunlar ne Allah’tan kork maz bir güruhmuş.” Kimi de şöyle diyor: “Yandaşı televizyonlara çıkıp Hoca aleyhinde atıp tutmak kolay sanıyor. Bunlar Hoca’nın tırnağının ucu olamazlar.” Bir başkası bıyık altından gülüyor: “Gemiciğinin, evciğinin, villacığının, bayiciğinin hesabı nasıl olsa sandıkta görülecek.” Eminönü yönüne yollanıyorum. Orada da bakalım esnaf neler söyleyecek, diye düşünürken bir bakkal dükkânından içeri giriyorum. Bakkal inanılmaz dertli. Bir önceki seçimde AKP’ye oy verdiğini söyledikten sonra eliyle yakasını silkiyor. “Bir daha mı? Allah korusun. İki ay önce içki satış ruhsatlarımızı Eminönü Belediyesi iptal etti. Bütün esnaftan tek tek 518 YTL topladı. Sözüm ona bir ay önce ruhsatları yenileyeceklerdi. Ne gezer. Bunlar şimdi ne koparsak kâr, diye esnafı da söğüşlüyorlar.” Bizim oralarda seçim günü durum buydu. İstanbul 2. Bölge’nin dar bir kesiti. Ama sonuçta dar alanda kısa paslaşmalar olduğu kadar geniş alandaki uzun paslaşmalarla AKP malı götürdü gibi görünüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle