02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 AÇI C Başarı ve Başarısızlık olaylar ve görüşler 27 TEMMUZ 2007 CUMA MÜMTAZ SOYSAL NİN seçim “zafer”ini açıkAKP’ layıcı görüşlerin bini bir para. Kimi, seçim ekonomisini öne çıkarıyor. Örneğin, fındık üreticilerinin gönlünü yeniden kazandıran bir fiyat politikasıyla, Karadeniz’de kaybedilmiş oyların geri alındığı ileri sürülmekte. Son aylara ilişkin bu çeşit örnekler genel durumu açıklamaya yeter mi? Anadolu’yu gezenler ya da büyük kentlerin çarşılarını dolaşanlar şimdiye kadar hep yakınan ve ağlaşan insanlar duymuşlardı. Onlar böylesine apartopar yapılmış fiyat politikası değişiklikleriyle siyasal tercihlerini değiştirmiş olabilirler mi? Kimileri, dağıtılan kömür çuvallarından, varoşlardaki ev kapılarına bırakılan erzak torbalarından söz etmekte. Yoksulluk, işsizlik bu denli yaygınken seçim tarihine birkaç gün kala sunulan bu yardımlar insanları bu ölçüde etkilemiş midir? Bunlardan öteye başka etkenler olmalı ki, her seçim döneminde her iktidarın gösterdiği bu tarz “cömertlik”lerden daha etkili bir sonuç ortaya çıkmıştır. Dincilik mi? Türban konusu mu? Yoksa, Kemalist devrimlerin yarattığı tepkilerin bugünlere yansıyan son dalgaları mı? Kimileri de, bu çeşit sorulara inandırıcı yanıtlar bulmak yerine, daha da basit bir açıklamayı yeterli bulmakta. Neymiş? Olanlar, askerin yayımladığı “postmodern” 17 Nisan “muhtırası”na bir tepkiymiş. Bunu ileri sürenler, yalnız iktidara yakın çevreler değil; alınan sonucu yetersiz bulan CHP’liler arasında bile aynı gerekçeyi kullananlar var. O türden “müdahale”leri vaktiyle çok doğru ve haklı bulduklarını, hoş karşıladıklarını unutarak. Galiba, bu tarz bölük pörçük açıklamalar yerine, daha temel ve kapsamlı bir düşünce çabasına yönelmek gerekiyor: AKP, bozduğu gelir dağılımı tablosuna, çare bulamadığı işsizliğe, gideremediği yoksulluğa, önleyemediği teröre karşın nasıl olup da böyle bir oy artışı sağlayabilmiştir? İleri sürülen bütün açıklamaların hepsinde derece derece doğruluk payı bulunsa ve hepsi bir araya getirildiğinde sonucu aydınlatmaya yeter gibi olsa da, asıl etken herhalde seçmen yığınlarının önüne yaşadıkları koşullardan çok farklı bir gelecek seçeneğinin konmamış olmasıdır. Evet, yoksulluk, işsizlik, ufuksuzluk var ve bütün bunlar doğru da, insanlara bir başka ekonomik seçenek, değişik bir sosyal yapı modeli konmuş mudur? Seçim bildirgeleri genel ve soyut ifadelerle dolu olabilir ama, kampanyaların, yerine ve toplum kesimine göre, belirli ve somut örneklerle “neyin nasıl yapılacağı”na ilişkin inandırıcı yaklaşımlarla yürütülmesi gerekmez miydi? AKP’nin kömür çuvallarının ve erzak torbalarının aldatıcılığına ve geçiciliğine karşılık halk yığınlarının önüne ciddi bir “Türkiye projesi”nin, planlı bir kalkınma modelinin konmamış olması muhalefetin belki de en temel eksikliği olmuştu. Başka bir deyişle, iktidarın başarısının başlıca nedenini muhalefetin başarısızlığında aramak, belki de çok daha anlamlı ve geleceğe ilişkin olarak çok daha yararlı olabilir. [email protected] önemin İngiltere Başbakanı Asquith, parlamentoda 9 Kasım 1914 günü “Osmanlı devleti kılıcını çekmiştir, kılıçla yok edilecektir” derken Osmanlıların kılıç ve silahla anayurtlarından atılacaklarını, artık sıranın Anadolu’dan ve de haritadan silinmelerine geldiğini işaret eder gibiydi. Lozan’ı iyi anlayabilmek için Sevr’le karşılaştırmak gerekir. Sevr yenilmiş, mahcup ve yılgın bir imparatorluğun temsilcilerine dayatılan, Anadolu’nun işgalini öngören ve Anadolu’da ısmarlama bir Ermenistan ve Kürdistan yaratmak isteyen bir projenin adı iken Lozan, Curzon’un kendi ifadesiyle “Şimdiye kadar biz kendi barış antlaşmalarımızı yenilmiş tarafa dikte ederdik, şimdi ise düşmanla (Türkiye) pazarlık ediyoruz, duyulmamış bir durum”du. Mustafa Kemal, kazandığı 30 Ağustos 1922’deki büyük zaferle sadece Yunanlıları Anadolu’dan atmadı, topraklarında güneş batmayan İngiliz imparatorluğunun belkemiğini oluşturan Yakındoğu politikalarının da iflas ettiğini bütün dünyaya gösterdi. Karakteri özgürlük ve bağımsızlık olan Mustafa Kemal’in önderliğindeki Türkler, savaş kaybetmekle devletlerin ve ulusların haritadan silinemeyeceği gerçeğini Asquith’e öğretmiş oldular. Lozan, Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan devletlerden birinin galiplerle eşit koşullar içinde ve kendi koşullarını benimseterek imzaladığı tek anlaşma olarak tarihteki onurlu yerini almıştır. Lozan, Anadolu’da Türk Aydınlanması’nın da yolunu açan bir barış antlaşmasıdır. Cumhuriyet tarihimizde Türk diplomasisi Lozan ile başlar denilebilir. Ancak Lozan’da görüşmeler çetin ve ateşli geçti. Çünkü masada tartışılan sorunlar sadece son 34 yılın değil yüzyılların sorunuydu. Bu çetin işlerin hakkından da kan dökerek elde edilmiş vatan için pazarlık yapmanın ne demek olduğunu en iyi bilen İsmet Paşa gelebilirdi. Nitekim Lozan’da tarih İsmet Paşa’yı bir kahraman olarak kaydeder. İsmet Paşa bir asker olarak nasıl savaşılacağını iyi bilmesi Lozan’da Batı’ya Boyun Eğdiren Atatürk D Prof. Dr. Metin KALE ne karşın Avrupa diplomasisinin kurnaz ve sinsi siyaset adamlarıyla nasıl baş edilebileceğini bilmiyordu. Bildiği bir şey, Mustafa Kemal’in kendisine tam desteği ve güveniydi. Mustafa Kemal giderken ona Türkiye’nin ulusal hedeflerini belirten 3 sayfalık ve 14 maddelik bir talimat verdi. Hiçbir kısıtlanma olmaksızın Türkiye bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanınacak, her türlü kapitülasyonlar kabul edilmeyerek müzakere bile edilmeyecekti. Müttefikler için ise kapitülasyonları korumak, hatta geliştirmek çok önemliydi. Onlar barıştan çok, çıkarlarının hesabı içindeydiler. Onlara göre Türkler “diplomasinin kaygan alanlarında bu bilince sahip değil ve uzun süre direnemezler”di. Curzon, İsmet Paşa’yı “en yüksek fiyatı koparmak için pazarlık yapan, sonunda verilen fiyata razı olan halı satıcısı” gibi görmekteydi. Kısa zamanda yanıldığını anladı, ne acıdır ki zamanımızda bazı devlet başkanları kimi siyasetçilerimizi Dubai’de veya Washington’da “at pazarlığı yapan tüccarlar” olarak tanımlama cüretini gösteriyordu. İsmet Paşa’da Curzon’un nedenini bir türlü anlayamadığı, Doğulularda böyle şey olmaz dedirten özellik, “ilkelerini her şeyin üstünde tutan vatansever bir anlayışla, yurdunun çıkarlarını savunma direnci ve inancı”ydı. Curzon başta olmak üzere İsmet Paşa’nın rakipleri, yenilmiş bir devlete tasfiye koşullarını dikte ettirmeye gelmişlerdi ve karşılarında o yenik imparatorluğun sinmiş bir paşasını bulacaklarını sanıyorlardı. O ise Lozan’a Mondros’tan değil Mudanya’dan geldiğinin bilinci içindeydi. Bütün olasılıklara hazır olma ve her koşulda en iyi kararı verebilme özelliğini İsmet Paşa Lozan’da da göstermiştir. Tartışmaların kapitülasyonlar sorununda kilitlendiği ilk dönemde, durumu soran gazetecilere “Hangi imtiyazlar? Bunları onlara kim vermiş? Nasıl vermiş? Hangi koşullar altında verilmiş? Bilmiyorum ki imza edeyim… Bunları bana gösteriniz, tetkik edeyim dedim… Hayır, şimdiden, görmeden, bilmeden ve anlamadan imza ediniz, dediler… Tabii reddettim” şeklinde cevaplandırıyordu. “Ben bugüne kadar arkasında ne olduğunu bilmediğim kapıyı açmadım” sözleri, ne kadar dikkatli, itinalı ve ince ayrıntılara özen gösteren bir anlayışla barış görüşmelerini devam ettirdiğinin işaretidir. Kendilerini dünyanın egemenleri sananlar, karşılarında “alttan almayan, kafa tutan ve özgüveni tam” bir Türk devlet adamını gördüklerinde şaşkına dönmüşlerdi. Bu direnci ve özgüveni İsmet Paşa’ya veren ve “Amaca ulaşmak için izleyeceğimiz yolu, duygularımızla değil aklımızla çizmeliyiz… Sağlam sınırlarla çevrili, uygar, özgür ve bağımsız bir ulus yaratacağız… Türkler artık kendilerini ezdirmeyecektir… (ezilen diğer uluslara) Türklerin yapacaklarını örnek alın, dünya o zaman daha iyi olacaktır” diyen Ankara’da bir Mustafa Kemal vardı. İsmet Paşa’nın bağımsızlık, ulusal egemenlik ve kapitülasyonlar konusunda ödün vermez tutumu, Curzon’u çılgına çevirmişti. Mustafa Kemal kapitülasyon konusunun tartışılmasını bile ulusal onurumuza yönelik bir hakaret saymakta ve “Bundan sonra kazanacağımız zaferler ekonomi, bilim ve eğitim zaferleri olacaktır… Artık eski felaketli günler geri gelmeyecektir… Bütün amacımız dışa karşı bağımsızlığı, içeride ulusal egemenliği korumaktan ibarettir… Kapitülasyonlar bir devleti mutlaka bitirir. Osmanlı ve Hindistan Türkİslam imparatorlukları bunun kanıtıdır… Bugün düşündüğüm şey, maddi olarak kanla kaldırılan kapitülasyonların, bir daha dirilmemek üzere yokluğa gömülmesini sağlamaktır… Osmanlı ülkesi, yabancıların sömürgesinden PENCERE Sandıktan BOP Çıktı... Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi başka bir şey değildi. Tanzimat döneminde yabancı sermaye üstün haklara sahipti. Devlet ve hükümet, yabancı sermayenin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştı. Her yeni millet gibi Türkiye bunu uygun bulamaz. Burasını esirler ülkesi yaptırmayız… Adli kapitülasyonlar çok güçlü ve ateşten bir zincir halinde boynumuzdadır. Düşmanlarımız bunların mutlaka devam etmesini istiyorlar. Bunları kuşkusuz boynumuzdan atacağız…” anlayışındaydı. Mustafa Kemal’in ve Türkiye’nin o günkü mücadelesi, yalnız Türkiye’ye ait olmayıp bütün ezilen ulusların ve bütün Doğu’nun da dramı ve sorunuydu. Mustafa Kemal’in başarısı, özellikle Hindistan’da yoğun olarak tartışıldı. Hindistan genel valiliği de yapan Gandi’nin kayınpederinin sözleri, Lozan’daki Türk başarısının ezilen uluslara yaptığı etkiyi gösteren en güzel açıklamalardan biridir: “Biz, Atatürk büyük devletlere baş eğdirinceye kadar, bir Doğu ulusunun tutsaklıktan bütünüyle kurtulabileceğine inanmıyorduk. Bizim amacımız, özerklikle sınırlıydı. Ne zaman ki Atatürk Kurtuluş Savaşı’nı başardı, Lozan’da büyük devletlere boyun eğdirdi, amacımızı bağımsızlığa çevirdik.” Lozan Antlaşması, Norbert von Bischoff’un belirttiği gibi “Türk silahlarının kazandığı zaferi, uluslararası hukukun kütüğüne geçirmesidir”. Türkiye artık Osmanlı İmparatorluğu değildi ve elde edilen başarı Mustafa Kemal’in dinamizmiyle, yurt ve tarih bilinciyle Türk halkının yurt savunmasındaki kahramanlığı, özverisi, inancı ve başa çıkılamaz iradesiyle kazanılmış bir mucizenin adıdır. Bizlere ve özellikle genç nesillere düşen, bu bilinçle sorumluluklarımızın ne kadar ağır ama gerçek olduğunu, Lozan’ı kazandıranlara vicdan ve gönül borcumuzun bulunduğunu asla unutmamaktır. Ç oğu kişi çok şaşkın... Soruyorlar: Ne oldu Allahaşkına?.. 22 Temmuz seçimi AKP operasyonuna mı dönüş tü?.. Medya göbek atıyor... ? Olayın çok kısa özeti şudur: 22 Temmuz seçimi Türkiye’de Amerika’nın BOP’unu (Büyük Ortadoğu Projesi) gerçekleştirdi... Bu projenin Türkiye’deki siyasal ayağı “Ilımlı İslam Devleti Modeli” idi... Yaşanan olay budur. ? Ancak tepkileri azaltmak için olaya demokratik bir görüntü vermek de yine Amerika’nın bizimkilere aşıladığı stratejidir... Meclis’e, hükümete hâkim olan AKP, Cumhurbaşkanlığı’na da el koymak için seçimden önce sabırsızlık göstermişti... Şimdi bu konuda daha ihtiyatlı bir strateji güdebilir. ? Azgelişmiş ülkelerde, çok partili rejim (ulusal burjuva ve milli sermaye olmadığı için) ekonomide egemen dış güçlerin oyun alanına dönüşüyor... Türkiye’de de başından beri bu kural geçerli... Amerika hangi partiyi tutarsa o kazanıyor!.. İslam dünyasında tek laik Cumhuriyet olan Türkiye’yi Amerika bu kez en zayıf tarafından yakaladı; “Ilımlı İslam Devleti”ni aşağıdan yukarıya, tabandan tavana, demokratik görüntü altında gerçekleştirmek fikri az buz marifet değil... Türkiye’deki ve Ortadoğu’daki toplumsal irtica gidişatına bakarak icat edilen bu “model”i hangi Amerikalı bulduysa, aşkolsun!.. ? 22 Temmuz seçiminde başından beri AKP zaten “1’inci parti” ilan edilmişti... Oy oranı yüzde 40’larda mı olacaktı?.. Yüzde 30’larda mı?.. Tartışılan buydu!.. Yüzde 70’i yabancı İstanbul Borsası adeta seferberliğe girmişti; döviz dengesi, dolar fiyatı insanın yüzüne gülüyordu; alabildiğine borçlanma ve satıp savma üzerine kurulu ekonomide AKP yoksullara para dağıtıyordu; medya iktidardan yana bastırıyordu... “Birinci parti” olacağına kesin gözle bakılan AKP yüzde 47’ye tırmandı... Helal olsun!.. Daha başından yenik muhalefet, sandıkta ayvayı yedi... ? Ama iş sandıkta bitmiyor ki... Herkes gibi muhalefetin oy oranlarına ve seçim haritasındaki yoksunluğuna bakarak denebilir ki: Ülke AKP’nin (yani ABD’nin) eline geçti!.. Erken bir yargı olur bu... Nasıl?.. Bugün BOP Irak’ta iflas etmiştir... Türkiye’de de iflas edecektir... Bir bakıma “Ilımlı İslam modeli” toplumda cuk oturmuş görünüyor, RTE ile tesettürlü hanımı ülkede genel geçer aile yapısına ve erkek egemenliğine göz kırpıyor... Ama AKP, dış ve iç çelişkilerin gergefinde, çıkarlarının kirli bezini uzun süre dokuyamayacaktır. ? Türkiye’de halkın yüzde 91’i Amerika’ya ters bakarken, sandıktan AKP’ye yüzde 47 oranında oy çıkması bir büyük çelişki... Demek ki “tehlikenin farkında olanlar” henüz toplumda yeterli etkiye, örgütlenmeye ve düzeye ulaşamamışlar... Bir bakıma muhalefetin yüzde 30’ların üstüne tırmanan oy oranı bile umutlarımızı yeterinden çok besleyen bir sonucu vurguluyor. ? Dışa bağımlı çok partili rejimde bugün dünyada nice ülkede olduğu gibi emperyalizme tam teslim olan parti sandıktan çıktı... İyi mi oldu?.. Kötü mü?.. Yakında bu iki sorunun yanıtı en çarpıcı biçimde somutlaşacak... ilan renkli CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle