25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 HAZİRAN 2007 CUMA müzik YORUMLAR Halk müziği sanatçısı Okan Murat Öztürk 4. solo albümünde Anadolu’nun gizli sevda dilini çözüyor C 7 ‘Aşk adamı söyletir’ Hatice TUNCER Halk müziğinde yorumculuğun yanı sıra araştırmaları ve eğitimciliğiyle de tanınan Okan Murat Öztürk, yeni yayımlanan “Aşk Adamı SöyletirAnadolu’dan Sevda Türküleri” albümünde sevginin şifreli dilini çözmeye çalışıyor. Manilerle, ezgilerle Anadolu’nun dört bir yanından insanın aşkını ifade etme tarzını aktarıyor. Okan Murat Öztürk, Rec by Saatchi tarafından yayımlanan albümündeki türküleri, çeşitli kitaplardaki notalardan, kendi arşivinde bulunan özgün ses kayıtlarından yararlanarak kendi sesi ve yorumuna uygun olanlar arasından seçmiş. Repertuvarı oluştururken Anadolu ve Trakya’nın usul ve makam çeşitliliğini yansıtmaya özen gösteren Öztürk, Antalya yöresinden “Testi Doldurdum Çaydan”, Rumeli’den “Şemsiyemin Ucu Kare” ve “Çubuğum Yok” türküleriyle örnekler vermiş. Elazığ çevresinden “İki Keklik” türküsünün yanı sıra Orta Anadolu’nun ünlü “Evlerinin Önü Marul” ve “Sürüler İçinde Sürmeli Koyun” türküleriyle Anadolu gezisini sürdürüyor: “Çeşitlilik Anadolu’yu kavramanın anahtar kavramlarından biri bence. Anadolu müziği temel olarak makam ve usule göre şekillenir. Doğu müziklerinin büyük bölümünü kapsayan makamlar çok zengin bir kültürdür ve ezgiyi oluşturur. Konya’nın meşhur ‘Fırın Üstüne Fırın’ türküsü Anadolu’nun unutulmuş büzürk makamındadır örneğin. Ritmi organize eden de usul kavramıdır.” Anadolu’nun sevda türkülerine müzisyenliğinin yanı sıra özel olarak da ilgi duyan Öztürk, bu konuda yoğun bir okuma ve araştırma yapmış: “Manilerimiz kapalı bir toplum yapısında özel bir dil. Adeta o kodları bilen insanlar için simgesel anlamları var ve sevginin ifade edilmesinde gizli ve çok yaratıcı bir dile sahip. Manileri araştırdığım süreçte evli insanlar arasındaki yasak aşklardan tutun da evlenme çağındaki genç kızların, genç erkeklerin kendilerini ifade etme tarzlarına kadar çok ilginç metinlerle karşılaştım. Bu albüm, ancak duyarlılığı olan insanların algılayabileceği bir albüm. Bu çalışma 25 yıldan uzun bir süredir halk müziğiyle uğraşan, Anadolu kültürüne ve Türkiye tarihine ilgi duyan bir adamın kendince biriktirdiklerinin bir ifadesidir. ‘Aşk Adamı Söyletir’ bir sevda türküsü albümüdür, ama ‘Biz kimiz, ne yapıyoruz’ sorusuna cevap arıyor. Ben duvara bir tuğla koymak ya da çorbaya tuz olmak niyetindeydim.” İLDİKLERİNİ AKTARMA ÇABASI Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, Başkent Üniversitesi’nde bir süre ders vererek birikimlerini gençlere aktaran Okan Murat Öztürk, halen 19 Mayıs Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışıyor: “Türkiye’de insanlar nasıl ideolojik olarak kamplara bölünmüşse müzik dünyası da öyledir. Halk müzikçiler ayrı, sanat müzikçiler ayrı bir gruptur ve bunların birbirini anlamaya yönelik hiçbir çabası yoktur. Ben bunlar arasındaki iletişime, diyaloğa, hatta hoşgörü ve uzlaşmaya açık duran bir adamım.” OSMAN ÇUTSAY İnsan Tükenmiyor, Evet! SİHİRLİ SÖZ Öztürk, bireysel ve toplumsal olarak yaşamın gerilimlere çözüm noktasını türküler olarak görüyor. “Anadolu insanının sevgiyi ifade etmesindeki yaratıcı yönünü ve farklı dinlerden, farklı kültürlerden bile olsa, o aşk denilen sihirli şeyin insanlar açısından ne kadar hayati olduğunu, ne kadar önemli, ne kadar vazgeçilmez olduğunu hatırlatmak istedim. Türkiye’de uzunca bir süredir, adeta lunapark aynalarında çarpıtılmış görüntülerle kendimizi algılamaya çalışıyoruz.” B Babalar ve yorumcu oğullar “Aşk Adamı Söyletir” albümünün bir özelliği de derleyici babalar ve yorumcu oğullarını bir araya getirmesi. Öztürk’ün albümde okuduğu, babası Bedri Öztürk’ün derlediği “Dağlar Dağımdır BenimHürünü” türküsünü, halk kültürü araştırmacısı Muzaffer Sarısözen TRT repertuvarına almış. Konya’nın yerel müzisyenlerinden Mazhar Sakman’ın derlediği “Fırın Üstüne Fırın” türküsünü ise oğlu Vedat Sakman kendi gitarı eşliğinde söylüyor. Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin solist sanatçılarından bariton Tuncer Tercan da Ordu’nun yerel sanatçılarından olan babası Muhsin Tercan’ın “Düz Mahalle İçinde” türküsünü yorumluyor. Öztürk, söz ve müziği kendisine ait olan “Aşk Elinden”le de kendi dünyasını yansıtmış: “Aslında kent kültürü, modernleşme süreçleri, geleneksel olduğunu iddia eden her şeyin üzerinde belirli bir dönüşüme yol açtı. Şimdi ben ne kadar geleneksel ve kendini de bir geleneksel müzik icracısı olarak tanımlayan birisi de olsam, şüphesiz ki hem aldığımız eğitim, hem yaşam tarzımızdan dolayı bizler de geleneği farklı bir yönüyle temsil ediyoruz. Benim kendi yorumum var, ama Anadolu’nun çok farklı yörelerinin kaynak müzisyenlerinin izlerini hissedersiniz. Orta Anadolu, Ege’ye göre daha hırçın, bozlaklarda olduğu gibi daha feryat figan eden bir bölgedir. Doğu Anadolu’da müzikal anlamda icrayı etkileyen bir eziklik vardır. Yani kültürel altyapıyı bilmeden o türküyü seslendirmeye kalkarsanız, verdiği müzikal mesajı da farklı ifade edersiniz. KÖKLÜ MÜZİK KÜLTÜRÜ... Okan Murat Öztürk, aslen Erzurumlu olan babasının öğretmenlik görevi nedeniyle Bayburt Kelkit’te doğdu. İstanbul’dan gramofon ve plak getirten, “Türk Musikisi Dergisi”ni takip eden, müziğin köklü bir kültür olduğu ailesinin etkisiyle müziğe yönelen Öztürk, ut ve bağlama çalarak büyüdü. Bir yandan halk müziğinin ustalarından dersler alan Öztürk, bir yandan da eğitimini sürdürerek Ankara Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nü bitirdi. Kültür Bakanlığı Ankara Devlet Türk Halk Müziği Korosu’nda ve TRT’de bağlama sanatçısı olarak görev yapan Öztürk, 1990 yılında Bengi Bağlama Üçlüsü’nü kurdu. Üçlü ile 1999’da “Güneş Bahçesinden Ezgiler” ve “Sel Gider Kum Kalır” albümlerini yayımlayan Öztürk, aynı yıl Erkan Oğur’la birlikte “Hiç” albümünü çıkardı. Öztürk 1998’de “Eski Havalar”, 1997’de “Turkish Authentic Saz” ve 2003’te “Bergüzar” adlı solo albümleri çıkardı. Ben o ifadelere yakın durmaya çalışan birisiyim.” MÜZİKAL UNSURLAR Türküler, bağlamanın çeşitleri, diğer geleneksel çalgılar, gitar, bas gitar ve ritim öğesine dayanarak düzenlenmiş: “Batı müziğinde armoninin dayandığı aralık sistemi ile bizim makamsal müziklerimizin karakteristikleri arasında farklılıklar var. Çok önemli bir Türk müziği kompozitörü ve teorisyeni olan Kemal İlerici, Türk makam sistemine uyan farklı bir armoni sistemi geliştirmeye bütün hayatını adamış bir insandı. Türkiye onu çok fazla tanımaz maalesef. Bu iki müzik sistemi arasında nasıl bir uzlaşma geliştirebileceğine, makam sistemine uyan bir çokseslendirme yöntemini nasıl geliştireceğine hayatını vakfetmişti. Ben eğitimciaraştırmacı Ertuğrul Bayraktar aracılığıyla, İlerici sistemini öğrenip kullanmaya çalıştım. “ ericiliğin, içi boş ama –hadi, diyelim görece yeni feneri “küreselleşme”, şaka maka derken, bayağı iyi bahane oldu. Her derde deva yani. Ama bu sloganın tamamen gereksiz olduğu da söylenemez. Ülkelerin, ekonomilerin, sermaye sahiplerinin ve halkların, hatta “güvenlik felsefelerinin”, birbirine gerçekten benzediğini görüyoruz. Her geçen gün biraz daha yakınlaşıyorlar. Her geçen gün biraz daha birbirlerini andırıyorlar. Halklar... Devletler... Güvenlik felsefeleri ve pratikleri... Eh, tabii bu arada da, sahnedeki büyük rezalete daha fazla seyirci kalamayacağını düşünen insanlar... ??? Heiligendamm’daki, “G8 Doruğu” da denilen içi boş sansasyon, bu küreselleşme histerisine bir örnek kabul edilebilir. Zenginlerin “kem gözlerden ırak” bu tuhaf ve şatafatlı otelden pek bir sonuç çıkaramayacağı, iyi biliniyor. Ama toplantı merkezinin çevresine, bu kadar gürültüye rağmen, ısrarla milyonlar dökülüp dikenli tellerle taçlanmış çitler kurulmasının, böylece doruğun korunmasının, bir anlamı olmalı. Bir değil, çok anlamı var. En önemlisi, Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarını tümüyle toprağa gömme kararlılığıdır. Bu işin bittiği söylenebilir. Sonuçta, dünyanın en zengin demokrasilerinden birinde, insanların G8 denilen sevimsizliği protesto etmeleri, başarıyla kriminalize edilmiş bulunuyor. Sokağa çıkanlara, büyük sermayenin sahnelediği bir oyunda, en fazla sermayenin kurallarına göre bağırıp çağırabilecekleri hatırlatılmış, anlamak istemeyenlere de bu gerçek sopayla anlatılmış oldu. Bu arada, özgür ve demokratik Batı medyasının, Avrupa’nın geçen yüzyılın ilk yarısındaki en karanlık günlerini pek aratmayacak kadar tek taraflı bir otoriterlikle “hepimizi aydınlattığını” da yaşadık. 1000’e yakın yaralının anlamını çözmek yine de zor oldu. Siyahlar kuşanıp ortalığı karıştırmayı solculuk ve iş sanan üçbeş hafif akıllı çocuğun bahane edildiği kargaşa, kimsenin gö G zünden kaçmadı. Bu tür hafifliklerin, Avrupa gericiliğinin yerde ararken gökte bulduğu ve rahatça kullandığı bir destek olduğu da söylenebilir. Ama sorun bu değil. Sorun, küreselleşme barbarlığındaki benzerliktir. ??? Bu olaylardan tam bir ay önce 1 Mayıs’ta güvenlik gerekçesiyle İstanbul’da nasıl adeta sıkıyönetim ilan edildiğini, 30 yıl önceki katliamı anmak isteyen emek temsilcilerine nasıl acımasızca saldırıldığını, kolların kafaların nasıl kırıldığını gördük. Bu, Avrupa’da normal karşılandı. Peki ya, Heiligendamm’da kırılan kollar, bacaklar, kafalar?. Türkiye’de olanlar, demek artık Almanya’da, Fransa’da, İtalya ve İspanya’da falan da yaşanıyor. Ya da tersi: Avrupa’da yaşananlar Türkiye’de de yaşanıyor. Sonuçta, Türkiye’deki canavarca sonuçlar doğuran “güvenlik histerisi” ile Batı’nın göbeğindeki “güvenlik histerisi” birbirinden farklı değil ve doğrudan doğruya emeğin sözcülerini hedefliyor. Kendisini emeğin haklarını korumakla görevlendirmiş bazı protestocuların hafiflikleri de hemen kayda alınıyor ve bahane olarak kullanılıyor. Bu, çoktan beri böyledir. Demokrasi denilen şeyin, emeğiyle yaşayan halkların yaşam standardını, yani aldığı gıdayı, sağlık hizmetlerini, eğitimini, yaşlılık güvencelerini ve siyasal yönetime katılım kanallarını arttırmak, kamu ekonomisini geliştirmek değil, AB’den veya G8’den “insan hakları” dilenmek sanan uşaklar bu kepazeliği görmeyecektir. Peki, biz de mi görmeyelim? 2007 yılının mayıs ayı başında İstanbul’da işçilerin Taksim’de ölülerini anması kemikler kırılarak engelleniyordu da, 1 ay sonra Heligendamm’daki protestoculara farklı bir anlayışla mı yaklaşılıyordu. Almanya’da küresel haksızlığı protesto etmek isteyen insanlara gül mü dağıttılar? Uşak, her yerde uşak. Hain, her yerde hain. Tüccar, her yerde tüccar. Ama insan da her yerde insan: Tükenmiyor. İnsan tükenmiyor! TaksimHeiligendamm ekseninde, görmek isteyen bunu da görüyor. [email protected] 85 yıllık kilimin Yunanistanlı sahibini arıyor İZMİR (AA) İzmir’in Çeşme ilçesinde halı ve kilim dükkânı işletmeciliği yapan Hayim Akyüz, 1922 yılında Yunanlı Ekaterini Lazaropoulov’un Uşaklı bir dokumacıya sipariş verdiği ve savaş nedeniyle sahip olamadığı kilimi tesadüf eseri bularak satın aldığını, kilimi TürkYunan dostluğunu pekiştirmek için sahibine ya da akrabalarına ulaştırmak istediğini söyledi. Akyüz, Uşak’taki bir dokumacıda görerek satın aldığı kilimin üzerinde yazan isimden ve tarihten yola çıkarak, kilimin hikâyesini öğrendiğini ifade etti. Yerliyabancı çok sayıda kişinin kilimi satın almak için kendisine geldiğini belirten Akyüz, kilimin değerinin 5070 bin YTL civarında olduğunu bildirdi. ZEYBEK KÜLTÜRÜ VE MÜZİĞİ Okan Murat Öztürk, Başkent Üniversitesi’nde yüksek lisans tezi olarak hazırladığı ve geçen yıl Pan Yayıncılık tarafından yayımlanan “Zeybek Kültürü ve Müziği” kitabında Ege’nin zeybek müziğinin usul ve makam yapılarını inceleyerek teorik bir çerçeve oluşturmaya çalışmış. Zeybekliğin sosyal tarihi ve zeybek müziğinin yapısal özelliklerini ve bugünkü durumunu, bütün o süreçleri, bilimsel gözlemanalizdeğerlendirme içinde ele almış: “Biz kendi kültürümüzü tanımaya dönük olarak bilgiyi ne araştırıyoruz ne de öğretiyoruz. Son derece kalıp önyargılı bir repertuvarımız var, her şeyi bunun içerisinde düşünüyoruz ve böyle algılıyoruz. Bugün elimizde zeybek, AleviBektaşi, horon, halay, bozlak repertuvarları var, ama analiz var mı? Hepsinin aynı ve farklılaştıran yönleri vardır. Bunları derler toparlarsınız, ama analiz etmezseniz ortaya bilgi çıkmaz.” cutsay@cu iyasetin cinsiyetini belirsizleştiren ilk gösterge, partilerin, karşı tarafın kişilerini transfer etmeleridir. Sosyal demokrat olduğu öne sürülenler, sağda, giderek aşırı sağda yer alıyor. Eskiden sağcı olanlar da sosyal demokrasiye doğru yelken açıyor. Bu sürecin, kişisel değil, bütüncül yönleriyle doğru değerlendirilmesi gerekiyor. Kuşkusuz her parti, kendi düşüncesini savunan, ancak siyasetin yorucu yollarına giremeyen “uzmanları” milletvekili adayı yapabilir; yapmalıdır. Burada söz konusu olan onlar değil; eski siyasetçilerin, kırpılıp başka yerlerde yıldızlaştırılmak istenmesidir. Yerkürenin hiçbir demokratik ülkesinde, bir siyasi parti, eğer gerçek bir siyasi parti ise, yıllarca başka kulvarlarda siyaset yapmış olan birilerini en tepe noktalarına getirip oturtmaz; oturtamaz. Partinin yapısı buna olanak tanımaz; Kurum olarak bir parti, diğer partilerde ömür tüketmiş siyasetçileri baş tacı ediyorsa, burada bir “yapısal yanlışlık” vardır. Aynı yanlışlık parti değiştirenler için de geçerlidir. Gelenler, başkalarının emeğiyle gelişip güçlenen bir partinin tepesini süsleme hakkını neden ve nasıl elde ediyorlar? Bu davranış, demokratik anlayış S ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK ve ahlak ile nasıl bağdaşır? ??? Cinsiyetsizliğin ikinci yönü düşünce dünyasında yaşanıyor. Ülkemizde, siyasal düşüncenin derinleşmesi ve gelişmesi yetersizdir; düşünsel yüzeysellik geçerlidir. Ne sağcı ne de solcu görüşler, özgün bir birikimden; bu toplumun geçmiş deneyimlerinden geçerek ve de evrim geçirerek bugünlere gelmemişlerdir. Ancak, 12 Eylül sonrasında, sözüm ona siyasal istikrarı sağlamak amacıyla, “dört eğilimi birleştirmek” ve “toplumu depolitize etmek” için başvurulan siyasi girişimler, ülke siyasetini çok daha ağır açmazların içine atmıştır. Şimdilerde, eski siyasetçilerin yer değiştirilmesiyle yapılan, 12 Eylül’ün bu “istikrar için birleştirmeci” ideolojisini daha da pekiştirmektir. Böyle bir ideolojik bütünleşme, esasen Cinsiyetsiz Siyaset siyasal birikimi, tıpkı ekonomisindeki sermaye birikimi gibi, yetersiz kalan bu toplumu, siyasi olarak iyice köreltecektir. Çünkü, geçmişin değerlendirilmesi, artısıylaeksisiyle yapılamayacak; sağın geçmişteki uygulama yanlışları unutulacak, solun düşünce yapısındaki bozulma da sorgulanamayacaktır. Sonuç siyasal sığlıktır. Bununla, 12 Eylül ile istenen siyasetsiz toplum amacına tam anlamıyla ulaşılmaktadır. Kaldı ki, bu tür yıldız siyasetçi devşirmeleri, partilere bir düşünsel derinlik veremeyecek, onların kurumsal birikimini güçlendirmeyecektir. Bütün bu gelişmeler siyasal gerilimi azaltmaya da yetmeyebilir. Çünkü siyasal gerilimin kökenleri düşünsel değildir; laikliğin elden gitmekte olduğu ve ülkenin bölünmesi kaygılarıdır. Sağcılık ve solculuğun tamamıyla uçup gitmesi de, var olan gerilimlerin azaltılmasını sağlamaz. Tersine siyasi partilerin kişisel ve düşünsel olarak farksızlaşması süreci, gerilim noktalarında sağlıklı çözüm üretilmesini kolaylaştırmayabilir. ??? Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, ekonomi politikasının esas olarak IMF eksenli olacağı anlaşılıyor. Ekonomide önemli bir politika farklılaşması olamayacağı belirginleşiyor. Siyaset alanında ise, cumhurbaşkanının nasıl seçileceği tartışmalarından doğan çok ağır bir “siyasal hukuk bunalımı” yaşanıyor. Bu ortamda, anayasa, siyasi partiler ve seçim yasalarını demokratik ilkelere göre değiştirme, yani “siyaset yapısının demokratikleşmesi”, seçim gündeminin ilk maddesi olmalıydı. Partiler bu doğrultuda yarışmalıydı. İktidar partisinin cumhurbaşkanı seçmedeki beceriksizliğinin üstünü örtmek için acele ile getirdiği ve sağlıksız bir ısrarla uygulamaya koymak istediği anayasa değişikliği önerilerinin demokratikleşme ile bir ilgisinin olmadığı açıktır. Partiler, seçimlere giderken, geçmişte başka partilerde eskiyenleri baş tacı etme yarışına gireceklerine, hiç olmazsa demokratik açılım yarışına girmeliydi. Belki o zaman çözüm üreten ve toplumsal umutları yeşerten bir seçim süreci oluşurdu. ‘Anadolu Ateşi’ Köln’de KÖLN (AA) “Anadolu Ateşi” dans grubu, Almanya’nın Köln kentinde düzenlenen İstanbul Kültür Günleri kapsamında gösteri yaptı. “Anadolu Ateşi”nin gösterisiyle, İstanbul ve Köln’ün kardeş kentler oluşunun 10. yılı dolayısıyla düzenlenen İstanbul Kültür Günleri etkinlikleri de sona erdi. Grubun gösterisi Türk ve Almanların yoğun ilgisini gördü. İzleyiciler, grubu gösteriden sonra dakikalarca ayakta alkışladı. (Fotoğraf: AA)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle