23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 HAZİRAN 2007 CUMA kitap V A S I Z P E R T A V S I Z P E R KULE CANBAZI SUNAY AKIN ünümüzden yaklaşık 450 yıl önce dönemin defterdarı Nazlı Mahmut Efendi, bir cami yaptırır, Eyüp kıyısına… Bu cami, dünyadaki tüm tapınaklar arasında apayrı bir öneme sahiptir. Yeryüzündeki hiçbir tapınakta olmayan özelliğiyle Defterdar Camii, uygarlık denilen satranç oyununda çok güçlü bir taş değerindedir… Tapınakların en üst noktalarında ya da gözle görülen bir yerlerinde temsil ettikleri dinin sembolleri vardır; örneğin, bir kilisenin çan kulesinde haç, sinagog da ise Davudi yıldız göze çarpar… Camilerimizin en üst noktasına ise hilal konulur… Oysa, Mahmut Efendi, mimarı Koca Sinan olan caminin âlemine hilal değil, o dönemin yazı araç gereçleri olan hokka ve kalem koydurtur!.. İşte, bu özelliğiyle Defterdar Cami, tüm tapınaklar arasından öne, en öne çıkar… Yeryüzünde en üst noktasında aydınlanma araçları olan hokka ve kalemin olduğu başka bir tapınak yoktur!.. Bu özellik dünyanın bir başka köşesinde, özellikle Batı’daki bir tapınakta olsaydı hepimizin haberi olurdu… Ama, bilmiyoruz!!! On yılı aşkın süredir Defterdar Camii’nin önemini gösterilerimde anlatır, köşe yazılarımda, kitaplarımda dile getiririm. Bu konuya ilk ilgiyi Cengiz Özdemir’den gördüm. O, benim için varlığıyla kültür hayatımızda çok önemli bir şanstır. İstanbul’a kazandırdığı zenginlikleri, bir arada yaşama kültürümüze kazandırdıklarını takdir ettiğim Özdemir, hokka ve kalemin yeniden yerine konulması için elinden geleni yapacağını söylemişti… Evet, benim çabam, hokka ve kalemin yeniden Defterdar Camii’nin minaresine konulmasıydı; çünkü, fırtınalı bir havada önce hokka, sonra da kalem düşüp kırılmıştı… Çok değil, üç ay önce Cengiz Özdemir’den gelen bir telefon müjdeli haberi veriyordu: Hokka ve kalem yerine konulmak üzere hazırlanıyordu!.. Sayın Özdemir, Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt’ın yanından arıyordu ve Sayın Beyazıt hayalimin gerçekleşeceğine dair söz veriyordu… İtiraf edeyim, duyduklarım hoşuma gitmişti ama sözün yerine getirileceğine dair pek umutlu değildim… Ta ki, 30 Mayıs gününe kadar!.. O gün, Defterdar Camii’nin avlusunda sevgili Hıncal Uluç ile beraberdik… Sayın Yusuf Beyazıt, Cumhuriyeti kuranlar anısına yapılan bir dakikalık saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından yaptığı konuşmada, Defterdar Camii’nin önemiyle ilgili yazdığım bir yazımı cebinden çıkardı ve okudu!.. İstanbul’un tarihi değerlerine dikkat çeken bir yazıyı cebinde taşıyan bir Vakıflar Genel Müdürümüz var!!!... Sayın Beyazıt, büyük bir alçakgönüllülükle yıllardır usanmadan sürdürdüğüm bu dava için bana teşekkür ediyor ve gösterdiğim du C İstanbul’un hokka ve kalemi 15 Enis BATUR Niteliğe kök söktürme düzeni R emzi Kitabevi, İnkilâp ve Aka, Varlık Yayınları gibi köklü yayınevlerimizin sayısı pek az. Onlar da, bir sürekliliği temsil ediyor sayılmazlar açıkçası: 5060 yıl önceki portföylerinden hiçbir yapıt kalmamış ellerinde, düpedüz kimlik değiştirmiş yayınevleri. Günümüzün güçlü, canlı, atak yayınevlerine bakıyoruz: Henüz 25, 15, 10 yaşındalar. Avrupa'daki durum çok farklı oysa. Le Monde'un kitap ekindeki bir haber beni düşündürdü. 20 bini aşkın başlığıyla Gallimard yayınevinin simgelediği devamlılığa ışık düşüren bir haber. Yayınevinin 1977'de başlattığı Düşsellik dizisi 30 yaşına basmış. YerliYabancı Edebiyatın temel yapıtlarından 550'si yer almış dizide, bu zaman dilimi içinde. Bir “cep dizisi” sayılamaz o, tamıtamına; dolayısıyla, çok ucuz fiyatlı kitaplar söz konusu değildir. Buna karşın, Yourcenar'ın kitaplarından birinin 500 bin nüshalık satış çizgisini geçtiğini görüyoruz. Ayda ortalama 1500 okura ulaşmış demek ki. Olsa olsa imrenebileceğimiz bir sonuç. Dizinin toplam performansını, Cumhuriyet tarihinin hiçbir yayıncısı, etkinliğinin bütününde sağlayamamıştır. Düşünülmesi gereken birden fazla etmen var bu bağlamda. Dizide yer alan tek bir “çoksatar”, tek bir “havai fişek” yapıta rastlayamazsınız. Yalnızca kalıcı nitelikte kitaplarla varılmış bir hedef. Borges'in Alef'i bizde birkaç bin okurun ilgisini çekerken orada birkaç yüz bin okura yeni kapılar açabilmişse, düşünmek yetmeyebilir. Gallimard'ın çok başarılı bir tecimevi olduğu tartışılmaz. Ama o yayın serüvenini bir formüle indirgeyemeyiz. Sayısız anekdottan birini aktarayım: Kitapları düzenli biçimde Gallimard'da yayımlanan Marcel Jouhandeau, bir gün yayınevinin efsanevî yöneticisi Paulhan'a uğrar; yanındaki genç yazara ilk kitabının okurun ilgisini çekmediğini anlatmaktadır o sırada; dehşet içinde sırasını bekler ve karşısına geçtiğinde “Bay Paulhan” der: “İstemeden kulak misafiri oldum konuşmanıza ve yerin dibine geçtim, kitaplarım hiçbir zaman okurun ilgisini çekmediğine göre yayınevine yük oluyorum ben de”. Paulhan'ın yanıtı durumu aydınlatacaktır: “Bay Jouhandeau, siz çok iyi bir yazarsınız, kimse okumasa bile yapıtlarınızın yayıncısı olmak bize onur verir”. Başarılı tecimevi, durmadan riziko payı yüksek girişimlerle bugün geldiği noktaya gelmiştir birinci kalem. İkinci kalem: Bağımsız, işbilir, kitaba tutkuyla bağlı çok sayıda kitapçı ayakta kalabilmiştir. Üçüncü kalem, belki de en canalıcısı: Yüksek düzeyli bir eğitim sistemi, nitelikli okur G nüfusunun korunmasının garantörü olmuştur. Orada, lise öğrencisi ders kitabından Borges'in büyük bir yazar olduğunu öğrenip Alef'e yönlendirilirken, burada doktora öğrencisinin Borges'in adını duymaması için özen gösterilmektedir. Kitabevlerimiz gitgide hipermarket kimliğine, hızlı tüketimin sahası haline dönüştürüldü, dönüştürülüyor. Yayıncılarımızın çoğunun riziko almaktan ödü kopuyor; bir avuç yayıncı ayrı tutulacak olursa, genelde uyandırıcı değil uyutucu bir çizgi tutturuluyor. Sayısal veriler, Türkiye'de yayımlanan, satılan kitap kategorilerinde ciddi artış olduğunu gösteriyor. Nedir ama yayımlananlar, satılanlar? Bunun üzerinde durmuyoruz. İstanbul kadar nüfusu olmayan İskandinavya ülkelerinde ya da Hollanda'da düzeyli yapıtların okur sayısı ülkemizdekinin handiyse yüz katı. Türkiye'de, yalnızca kültür mirasının hiçe sayılmasına, Doğa'nın ve çevrenin yıkıma sürüklenmesine, cehâletin dizboyundan da yükseğe tırmanmasına mı yol açıyor bu tablo? Hayır. Yol kazalarının, rögar kapaklarının, cinsiyet ayrımcılığının, gerçek bir demokratik düzene geçemeyişimizin, yaşadığımız bütün itiş kakışların altında niteliğe yapmaktan esirgediğimiz yatırımın payı büyük. Nereden nereye mi diyorsunuz hâlâ? Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken/ Nurdoğan Taçaları/ Bilgi Yayınevi/ 310 s. “İzmir Müdafaai Hukuk Osmaniye Cemiyeti’nin kurucusu ve en faal üyesi olup daima onun başında bulunan Halit Moralı ile görüşen ve onun anılarını uzun uzadıya, ayrıntıları ile nakleden gazeteciyazar Nurdoğan Taçalan, eserinde Halit Moralı’dan, Hasan Tahsin evinde öldürülmüştür yolunda bir söz duyduğunu asla söylemiyor. Taçalan, tam tersine ilk kurşunu Hasan Tahsin’in attığını eserinde tereddütsüz kabullenmekte; hatta bir cümlesinde, Moralızade Halit Bey, Hasan Tahsin tabancasını ateşlediği sırada, Vilayet Binası’nın Askeri Kıraathane’ye bakan köşesinde duruyordu demektedir” diyor Prof. Dr. Bilge Umar. bu kitapta Nurdoğan Taçalan, Kurtuluş Savaşı sırasında Ege’de verilen mücadeleyi anlatıyor. 11. Yazıt/ Wilbur Smith/Çeviren: Pınar Öcal/ Altın Kitaplar/ 640 s. Korkunç bir veba salgını Mısır halkını kırıp geçirmiş, krallık perişan olmuştur. Ülkenin üzerine bir kara bulut gibi çöken lanet, Nil’in kurumasıyla son darbesini de indirmiştir. Mısır’da tüm nehirler çekilmiş, topraklar kuruyup kuraklaşmıştır. Afrika’nın el değmemiş topraklarında ise felaket dolu olaylar meydana gelmektedir. Umutsuzluk içinde kıvranan Firavun Nefer Seti, yaşadıkları tüm bu felaketlere ancak Taita’nın çözüm bulacağına inanır. Bütün umutları sırtında taşıyan Taita, bu ağır yükün EuroTürkler/ Faruk Şen/ Günizi Yayıncılık/ 184 s. Prof. Dr. Faruk Şen bu çalışmasında Türkiye’den ayrılarak yurtdışına yerleşmiş Türkleri rakamlarla, sosyolojik boyutlarıyla, yaşadıkları ülkelere getirdikleri ekonomik katkılar ve elde ettikleri kazanılmış haklarıyla, ayrıca kültürel altyapılarıyla derinlemesine inceliyor. Ardından da genel bir analizle geleceğe bakışını sunuyor. Mondoros’tan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 19181923/ A. M. Samsutdinov/ Çeviren: Ataol Behramoğlu/ Epsilon Yayınları/ 430 s. “Kitabın yazarı Prof. A.M. Şamşutdinov, Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi Doğu Bilimleri Enstitüsü Tarih Bölümü’nün uzun süre başkanlığını yapmıştır. Bu ciddi yapıt, yazarın profesörlük tezidir. Bu kitabın önemi, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın bir Sovyet bilim adamı tarafından değerlendirilmesidir. Yapıtta, Ulusal Kurtuluş Savaşı hakkında Fransız, İngiliz, Amerikan Dışişleri bakanlıklarınca yayımlanmış olan resmi belgeler yanında, yoğun olarak Sovyetler Birliği resmi belgeleri, Rusça yazılmış kitaplar ve makaleler kaynak olarak kullanılmıştır. Bu kitap kesin bir başvuru yapıtıdır; çünkü Ulusal Kurtuluş Savaşı süreçlerindeki halk hareketleri, Türkiye Sovyet ilişkileri, Kafkas bölgesindeki durum gibi konularda, Rusya dışındaki araştırmacılar için ulaşılması kolay olmayan belgelere dayanarak yazılmıştır.” diyor Alev Coşkun. yarlığa layık olmaya çalıştığını söylüyordu!.. Evet, yanılan ve bundan dolayı da çok sevinen bendim… O gün, Mahmut Efendi’nin hokka ve kalemi tarihi yerine, minarenin en üstüne bir kez daha kavuşuyordu… Sayın Beyazıt’ın konuşmasının ardından kürsüye davet edildim. Konuşurken, sevgili Hıncal Uluç’un sevgi dolu bakışlarını hep üstümde hissettim. Sanki, “bunu da başardın evlat” der gibiydi… Evet, bir ödül daha kazanmıştım. Benim ödül anlayışım almak değil, vermek üstüne kurulu… İstanbul’u bir kartvizit olarak kullanmak ya da bu tarihi kentin değerlerini üstüme yöneltilen bir sahne ışığı görme arzusunda hiçbir zaman olmadım… Defterdar Camii’nin minaresine konulan hokka ve kalemin aydınlanma tarihindeki öneminin kavranması benim için mutlulukların en büyüğüdür. Thomas Edy, toplumların bilgisizlik yüzünden yok olduklarını söyler. Mahmut Efendi’nin hokka ve kalemi bir deniz feneri gibi geleceğimizi aydınlatmaya devam edecektir… Işığı yüzüne tutmak yerine yarına taşımak düşüncesinde olanlar bu mutluluğu benimle beraber paylaşıyorlardır. Tıpkı, Kız Kulesi’nin Şiir Cumhuriyeti olarak bir müzeye dönüşmemesinin hüznünü yüreklerinde taşıdıkları gibi!.. Koca Sinan’dan, Mahmut Efendi’den söz ettiğim konuşmanın ardından Sayın Mehmet Ali Şahin konuşmak için kürsüye geldi!.. Konuşma sırasında “protokol” uygulanmıyor, başbakan yardımcısından önce söz bir şaire, yazara veriliyordu!.. Minarenin altında kurdeleyi Sayın Şahin, Sayın Beyazıt, Sevgili Uluç ile birlikte kestik… Böylelikle, Nazlı Mahmut Efendi’nin hokka ve kalemi yerine kavuşmuş oldu. İstanbul’un tarihinde son derece önemli olan bu mutluluğu bir yıl içinde iki kez yaşıyordum. İlki, Kadıköy Belediye Başkanı Sayın Selami Öztürk’ün Oyuncak Müzesi’nin sokağına koydurduğu zürafa heykelleridir. Böylelikle, yüz yıl önce Münif Tahir Paşa’nın Erenköy’deki konağının bahçesine koydurduğu zürafa heykeli yeniden hayat kazanmıştı… 30 Mayıs 2007… O gün her şey mükemmeldi… Bir şeyin dışında: Gözlerim hep Cengiz Özdemir’i aradı… Keşke o da gelebilseydi, o gün aramızda olabilseydi… Herhalde, seçim hazırlıkları içindeydi… Ben, Cengiz Özdemir’in de, Bedri Baykam’ın da, Reha Çamuroğlu’nun da Meclis’te olmasını istiyorum. Düşünce özgürlüğünün “herkes benim gibi düşünsün” anlamına gelmediğini bilen bir savunucusu olarak bunu bekliyorum. Bir tapınağın tepesine hokka ve kalem koyacak kadar yazıyı, okumayı, aydınlanmayı önemseyen Mahmut Efendi’nin torunları bilirler ki, İstanbul’un mürekkebi hepimize yeter!.. altından kalkmak için, kendisini bekleyen kötülükler karşısında neler yapabilecektir?.. Hasan Âli Yücel/ Alev Coşkun/ Cumhuriyet Kitapları/ 300 s. Hasan Âli Yücel, hangi koşullarda kültür alanındaki büyük eylemleri yaptı ve Köy Enstitüleri’ni yarattı? Bir yılda 20 Köy Enstitüsü açıldıktan ve beş yıl içinde 20 bine yakın köy öğretmeni yetiştirildikten sonra ne oldu? Siyasal yaşamdaki iki büyük başarısının Köy Enstitüleri ve demokrasi olduğunu söyleyen İnönü, Köy Enstitüleri’nin kapatılmasını neden engelleyemedi? Bu kitapta bir aydınlama hareketi olan Köy Enstitüleri hakkında birçok soruya yanıtının yanı sıra, Milli Eğitim Bakanı “Aydınlanma Devrimci” Hasan Âli Yücel’in, eğitim ve kültür alanında yaptığı büyük atılımlar yer alıyor. Adem’in Çocukları/ Erdoğan Erentöz/ Assos Yay.ı/ 152 s. “Adem’in Çocukları”nda, yirmi birinci yüzyılda insanlığın özünden uzaklaşıp maddenin egemenliği altına girmesi sonucu büyük bir yalnızlığa sürüklendiği vurgulanırken, yaşamdaki tüm olumsuzluklara karşın mutluluğu yakalayan ruhsal dünyası gelişmiş bireylerden örnekler veriliyor. Yazar yapıtında, insanlığın dogmalarından kurtulmadıkça asla gerçek mutluluğa kavuşamayacağını tarafsız bir gözlemle aktarırken, maddenin insanın içsel dünyasına yaptığı yıkıcı etkileri de ele alıyor. Demokrasi ve Eğitim/ Noam Chomsky/ Çevi.: Ender Abatoğlu/ BGST Yayınları/ 496 s. “Demokrasi ve Eğitim”, Chomsky’nin eğitim hakkındaki yazılarının toplandığı bir seçki. Chomsky bu kitapta, eğitimin bugünkü işleviyle gerçekten demokratik bir toplumda yerine getirmesi beklenen işlevi arasındaki farkı tartışmaya açıyor. Bir dilbilimci kimliğiyle, insanın bilişsel doğasına ilişkin keşiflerden yola çıkarak eğitim sistemini, eğitim kurumlarının ve bu kurumlarda çalışan entelektüellerin asli işlevlerini sorguluyor. Bugünün eğitim sisteminin insan doğasına ne kadar aykırı olduğunu, aslında baskıcı ve otoriter bir düzenin işlemesine nasıl hizmet ettiğini gözler önüne seriyor. Bilim ve eğitimi sarmalayan kültürel iklimin koyduğu ideolojik engelleri ve doktrinleri tarif ediyor. İnsan doğasının önemli niteliklerinden biri olan yaratıcı zihinsel faaliyetin önündeki engeller ortadan kaldırıldığında, insanın kapasitesinin onu götürebileceği ufuklara dair ipuçları veriyor. Vedat Kosal anıldı Evin İLYASOĞLU Piyanist Vedat Kosal 2001 yılında, 43 yaşında kansere yenik düşmüştü. İyi bir piyanist olduğu kadar çok zengin özelliklere sahip bir kültür insanıydı. Müziğin derin dünyasına, tarihe, edebiyata merakı; sekiz dil bilmesi onu ayrıcalıklı kılmıştı. İnceleme ve araştırma merakını son dakikasına dek elden bırakmamış, hastalığının tüm ayrıntılarını ve evrelerini bir hekim kadar öğrenmişti. Vedat’ın ameliyat olabilmesi için AKM’de düzenlediğimiz konser, ilk kez klasik müzik çevrelerini bir meslektaşları için bir araya getirmişti. Bütün piyanistlerimiz o konserde çaldı, çalamayanlar, Fazıl Say gibi, sonradan yaptıkları konserlerin gelirini Vedat Kosal’a yolladılar. Kosal’ın annesi Renin hanım oğlunun ölümü ardından onun değerli kitaplığını ve piyanolarını Yıldız Teknik Üniversitesi’ne bağışlamıştı. Bugün Vedat Kosal Müzik Uygulama ve Araştırma Merkezi adı altındaki birim üniversitenin bünyesinde hizmet vermekte. Böylece Vedat Kosal’ın değerli kitapları, el yazması notaları ve kendi notları emin ellerde koruma altında. Her yıl, Vedat Kosal’ın ölüm yıldönümü olan 3 Haziran’da bu merkezde bir etkinlik düzenleniyor. Bu yıl da İdil Biret’in Chopin resitali yer aldı. Bu Chopin ustası piyanistimiz Vedat Kosal’ın romantik ruhuna ve romantik bestecilere düşkünlüğünü yansıtan yapıtlar seslendirdi. Bu arada Lila Müzik Yapım tarafından Vedat Kosal’a ait bir de yeni CD basılmış. Onun Münih’teki mezuniyet sınavı kaydından Chopin’in “24 Prelüdü” ve Oettingen Sarayı konser kayıtlarından Mozart’ın K. 331 Sonatı, Schubert’in “Üç Parçası” ve Chopin’in “La bemol Majör Polonez”i yer alıyor. Arşiv Serisi içinde yayımlanan kayıt doğal ki çok eski ve yıpranmış. Ancak Vedat Kosal’ın karakter dolu, bağlı çalışını, her bir cümle yapısındaki titizliğini, sorular ve yanıtların değişik renklerini izlemek için dinlemeye değer.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle