Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 AÇI C olaylar ve görüşler 15 HAZİRAN 2007 CUMA Chavez’in Medya Operasyonu evlet Başkanı Chavez’in muhalefetin başını çeken RCTV adındaki TV’nin sözleşmesini uzatmayarak yayınını durdurması, Venezüella Devrimini yeni bir aşamaya taşıdı. Chavez’in, önde gelen muhalif medya organını susturması, muhalefeti tertiplere itti. Muhalefet özellikle gençleri ve aydınları kışkırtarak sokak gösterilerini başlattı. Chavez’i protesto eden öğrencilerin gösterisine polis kauçuk mermiler kullanarak müdahale etti. Öğrenciler ve polislerden yaralananlar oldu. Başsavcılık soruşturma açtı. Venezüella Kültür Bakanı, CIA denetimindeki İnteramerikan Basın Derneği’nden ve CIA’nın L. Amerika masasından önde gelen kişilerin Chavez karşıtı gösterilere katıldığını açıkladı. Bakanlık ayrıca Chavez’in şiddete başvurduğu haberlerini yayarak halkı kışkırtan CNN hakkında dava açtı. Haberi “Chavez darbeci pembe dizi kanalını kapatıyor” başlığı ile veren bir Türk gazetesi Chavez yanlılarının RCTV’nin kapatılmasına karşı çıktıklarını, RCTV’ye desteğin yüzde 70’i bulduğunu iddia etti. Halkın ancak yüzde 15’inin kapatmayı desteklediğini öne sürdü. Ancak aynı gazete Chavez yanlılarının başkanın kararını destekledikleri gösterinin fotoğrafını basarak kendisi ile çelişti. PENCERE Yahu... MÜMTAZ SOYSAL Oyların Dalgalanışı ENEL SEÇİME katılacak partilerin adları belli olduktan ve aday listeleri kesinleştikten sonra sıra kampanyalara geliyor. Bu süreç, seçmen tercihlerinin yavaş yavaş belirlenmeye başlayacağı süreçtir. Çünkü, yalnız Türkiye’de değil, bütün ülkelerde son günlere kadar kararını vermemiş seçmen sayısı genellikle küçümsenmeyecek kadar büyüktür. Aslında bu büyüklüğü ülkedeki geleneksel katılım ölçülerine göre düşünmek gerekir. Katılımın çoğu zaman düşük olduğu ülkeler de var; hep yüksek katılımla övünenler de demokrasinin görece genç sayılabileceği ülkelerden olmakla birlikte, Türkiye’deki seçmen katılımının genelde düşük olduğu söylenemez. Unutmayalım ki, “seçmenin sadece yüzde yetmiş beşi katıldı, iktidar da onların üçte birinin oyunu aldı” diyerek eleştirdiğimiz 2002 seçimlerinin katılım oranı bile küçümsenecek gibi değildir. Bu orana hiç erişemeyen ülkeler bile var. Bizde, o seçimdeki sonucun çarpıklığı, katılım azlığından daha çok, sistemdeki barajın yüksekliğinden kaynaklandı. Böyle de olsa, partilere ilişkin eleştiriler sayesinde, bu defaki katılımın daha yüksek olacağını söylemek pek yanlış olmaz. Eğer, “mükerrer oylar” için yapılmış elektronik elemeler rakamlarda beklenmedik düşüşler yaratmazsa... Demek ki, şöyle ya da böyle, geçen genel seçimlerden farklı bir tablonun ortaya çıkıp çıkmayacağı, her şeyden önce, katılımın niteliğine ve kararsızların verecekleri kararlara bağlı olacaktır. Ama tek etken bu değil. Özellikle “sol” ya da “cumhuriyetçi” denen kesimde CHPDSP birlikteliğinin ve merkez sağdaki Demokrat PartiANAVATAN uzlaşmazlığının etkilerine bakmak gerekecek. Bu yapılırken en önemli etken, birlikteliğin ya da uzlaşmazlığın partilerin alışılmış görüntülerine getirdiği değişiklik olacaktır. Daha açık ve ayrı ayrı sormak gerekirse, akla gelen sorular şunlar olabilir: Birlikteliğin CHP oylarına getireceği katkı, acaba aynı partinin aday yelpazesi oluşturmadaki tutumuyla ve genel başkanın söylemlerindeki havanın etkisiyle gelebilecek oy kayıplarını ne ölçüde dengeleyebilir? DYP’nin Demokrat Parti’ye dönüşmesiyle neredeyse kuşaklar öncesi bağlılıkları canlandırarak elde edilen üstünlüğün acaba ne kadarı ANAVATAN fiyaskosu yüzünden yitirilmiştir? Belki, yelpazeyi genişleterek AKP için de şu sorulabilir: Merkez sağdan, hatta “sol” sayılan kesimden yapılmış aday “transfer”leri partinin görüntüsünü ne ölçüde ortaya çekmiş sayılır? Bu sorulara verilecek yanıtlar elbet önemlidir ama unutmamak gerekir ki, daha da önemli olan, partilerin ülke sorunlarını ve halktaki özlemleri iyi tanımlayarak doğru çözümleri ve yanıtları önerip önermediklerine bağlıdır. Oysa, böyle bir çözümlemeyi tam olarak yapmak için vakit henüz erkendir. D Cüneyt AKALIN minde dost düşmanı medyaya karşı tavır birbirinden ayırıyor. Chavez iktidara egemen olduğu ve Amerikancı darbeyi boşa çıkardığı Nisan 2003’ten beri işbirlikçi medya ile mücadele ediyor. Küreselleşmiş Venezüella medyası büyük ölçüde ABD’nin denetimi altındadır. Özel girişimcilerin elindeki medya organları baştan beri Chavez’e karşı çıktılar, işbirlikçi Chavez karşıtlarının sözcülüğünü yaptılar. O kadar ki Devlet Başkanı Chavez’in TV ekranlarına çıkmasına bile izin vermediler. Bunun üzerine Chavez, yurttaşlarla iletişimini sürdürmek için devlet TV’sinde “Bay Başkan” adlı bir program yarattı. Program büyük ilgi gördü. Chavez iktidara hâkim olur olmaz özel medyanın oynadığı yıkıcı rolü dengelemek için yeni bir medya yasası hazırladı. Yeni yasal düzenlemenin amacı, halkı ve özellikle çocukları şiddete ve cinsel içerikli programlara karşı korumak olarak ilan edildi. Yeni yasa medyaya kimi kısıtlamalar getiriyor, hükümete kurallara uymayanları cezalandırma ya da istasyonları geçici süreyle kapatma yetkileri veriyordu. Chavez karşıtları, bunu basın özgürlüğüne yönelik bir kısıtlama olarak değerlendirdi. Yerel ve uluslararası baskılara karşın yasa 2004 Aralık’ında yürürlüğe girdi. Chavez yeni yasa nedeniyle TV’de yaptığı konuşmada, “İşte şimdi Venezüella halkı G Chavez’in medya operasyonu Venezüella Devrimini yeni bir aşamaya sokuyor. Kendisine karşı ABD’nin çokuluslu petrol şirketlerinin ve işbirlikçilerin kurduğu tertipleri boşa çıkartarak siyasal iktidara tam anlamıyla egemen olan Chavez, işbirlikçi medyanın karşıdevrimin elindeki en büyük silah olduğunu baştan beri tespit ederek gerekli önlemleri aldı. nın kendini özel medyanın diktatörlüğünden kurtardığını söyleyebiliriz” dedi. devrimin elindeki en büyük silah olduğunu baştan beri tespit ederek gerekli önlemleri aldı. İşte şimdi, Chavez iktidarını pekiştirdikten, içte ve dışta saygınlığını üst düzeye taşıdıktan sonra medyaya karşı harekete geçti. Kılıcını 1990’lı yılların liberal söyleminin beynine sapladı. Bu liberal söylemin özü ve can alıcı maddesi her yerde olduğu gibi Venezüella’da da “sınırsız düşünce ve ifade özgürlüğü” idi. Liberal yıkıcılık bu anlayışın arkasına gizlenenek “Sorosçuluk” yaptı, “Turuncu devrimleri” örgütledi. Türkiye’de 301 tartışması bu nedenle yürütüldü. 21. yüzyılın başında o liberal söylemi bir yana iterek petrolü millileştiren, piyasa ekonomisine sırt çevirerek özellikle eğitimde ve sağlıkta halkçı adımlar atan, uluslararası düzlemde ABD karşıtlığına önderlik eden Chavez, bir kez daha liberallerin çanına ot tıkıyor. Venezüella’da muhalefet kaldırdığı taşı ayağına düşürmek üzeredir. Chavez hepimizin ufkunu açmaya devam ediyor. YÖNTEM İktidara egemen olmak için ekonomi, dış ilişkiler, eğitim, sağlık vb. alanlarda kapsamlı mücadelelere giren Chavez, medya konusunda kararlı bir politika izledi. İşbirlikçi karşıtlarına meydanı boş bırakmadı ancak sert önlemler almaktan kaçındı. Adımları tek tek ve zamanı gelince attı. RCTV’nin sözleşmesinin yenilenmemesi ve yalan haber yayan CNN hakkında dava açılması bu cümledendir. SONUÇ Chavez’in medya operasyonu Venezüella Devrimini yeni bir aşamaya sokuyor. Kendisine karşı ABD’nin çokuluslu petrol şirketlerinin ve işbirlikçilerin kurduğu tertipleri boşa çıkartarak siyasal iktidara tam anlamıyla egemen olan Chavez, işbirlikçi medyanın karşı HAVEZ/DEVRİM MEDYA/KARŞIDEVRİM C Günümüzde Venezüella Devri KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr şiz... Garip yazılar okuyorum, TV’de acayip yorumlar dinliyorum... Neymiş?.. PKK terörünü durdurmak için Kuzey Irak’a girersek, hem AB süreci askıya alınırmış, hem ABD ile ilişkilerimiz bozulurmuş, hem militarizm ülkede ağır basarmış... Vay canına!.. Bu kadar zekâ.. Akıllara seza!.. ? Gerçekten de bizim asker Güneydoğu sınırına yönelince dünya ayağa kalktı, soru yağmuru başladı: “ Türk ordusu sınırı geçti mi?..” ABD, AB, Batı’nın şanlı şöhretli bütün gazeteleri, yorumcuları, hükümet sözcüleri, medyaları, saymakla bitmez, bu köşeye sığmaz resmi ve gayri resmi çevreleri kıyamet koparmaya başladılar... Dertleri neydi?.. “ Türk ordusu sınırı geçti mi?.. Kuzey Irak’a girdi mi?..” Başta AB ülkeleriyle ABD, şahadet parmaklarını sallayarak bizi korkutuyorlardı: Sakın ha!.. ? Batı; Amerika, İngiltere ve yandaşları Irak’ı işgal ettiler... Sınır mınır dinlemediler... Hukuk mukuk demediler... Ezdiler geçtiler... Ama Türkiye Anadolu’ya terör ihraç eden Kuzey Irak’a, uluslararası hukuka göre hakkı doğmuşken, girmeye kalktı diye Batı’da telaş... Sakın ha!.. ABD bozulurmuş.. AB Türkiye’yi dışlarmış.. AB üyesi İngiltere Irak’ı işgal edince AB’nin gıkı çıkmıyor... Ama Türkiye, terörü takip için sınırı geçti mi yandı gülüm keten helva... ? Emperyalizm diye bir sözcük vardır, hangi ansiklopediyi açsanız açıklamasını bulursunuz... Batı düpedüz emperyalist!.. Herkesin bildiği gibi Türkiye, Kuzey Irak’a emperyalist emellerle ve de işgal amacıyla girmeyecekti, devletler hukukuna dayanarak haklı bir eylem yapacak, terör üslerini yok edecekti... ? Evet, biz Türkler oturup aklımızı peynir ekmekle bir güzel yemişiz... “Yahu” sözcüğünü rahmetli Aziz Nesin hiç sevmezdi; bu duygusunu bana da aşılamıştı... Ama, bu kez kullanacağım: Yahu!.. Türkiye’nin haklarını Batı’ya önce lafla, sözle, lisanı münasiple hatırlatıp gereğinde kullanabilecek bir bağımsız akıllı adam bu ülkenin başına hiç geçemeyecek mi?.. Ö yle görünüyor ki biz Türkler oturup aklımızı peynir ekmekle bir güzel yemi mumtazsoysal@gmail.com Ulusal Bor Politikası lusal bor politikası, bor madenlerinin uluslararası kartel ve aracıların elinden kurtarılması, Türkiye’nin dünya “bor ürünleri” piyasasından, “bor madeni” rezervlerine uygun oranda pay almasıdır. Türkiye bugün; Dünyaya bor madeni satan (yüzde 95), ama kendi sanayicisine satmayan, Dünyadaki en çok (yüzde 72) ve en kaliteli rezervlere sahip olmasına rağmen, Bor madenlerinin kolaylıkla işlenmesiyle elde edilen boraks, borik asit solibor gibi bor ürünleri piyasasından, adeta “sus payı” (yüzde 7) gibi az bir pay alan, İçinde bor bulunan herhangi bir kimyasalı üretemeyen, Yılda ortalama 220 milyon dolar bor geliri olan bir ülkedir! Bor sorununun çözümü, bu tablonun değiştirilmesi, Türkiye’nin bor ürünleri piyasasından bor madeni rezervlerine uygun oranda pay almasıdır. U Hasan ÇETİN* şarak dünya Ascotan bor kartelini oluşturdu. Böylece dünya bor piyasasına egemen oldu. US Borax bu ortam içinde 1950’li yıllara kadar yaşadı. 1950’li yıllarla birlikte Türkiye’de (Balıkesir, Kütahya ve Eskişehir) çok geniş bor madeni yataklarına sahip olduğu anlaşıldı. Türkiye’deki bor madenlerinin çalıştırılmasıyla, US Borax dünya bor piyasasında zorlanmaya başladı. Yıllar önce Ascotan karteliyle oluşturduğu, yüksek fiyatlara dayalı dengeler altüst oldu. O dönemdeki gelişmeleri, EtiMaden’in eski genel müdürlerinden Tahsin Yalabık’tan dinleyelim: “Fiyatlar düşmeye başlayınca her memlekette rafineri kurulmaya başladı. Çünkü küçük çaptaki rafineriler dahi rantabl olmaya başladı bu düşük fiyatlar karşısında. Fakat bizim cevherlerimiz o kadar temiz ve çıkarılmaları o kadar kolay ki, 21, 22, 23 dolara satışta dahi kârlı oluyordu. Neticede (US Borax’ın) bu fiyat düşürme politikası tersine tepen bir silah oldu. Onların maksadı Türkiye’den cevher çıkartmamaktı. Çünkü Türkiye’den her çıkan ton Kaliforniya’dan gelecek cevherin yerine kullanılıyordu. Bu defa geldiler, ‘Fiyatları artıralım’ teklifinde bulundular... Tabii böyle bir anlaşma olmadı.”(1) Bir süre sonra, US Borax yerine ABD’nin kendisi bor’cuların önüne önemli bir engel olarak ortaya çıktı. Bor, NATO gücüyle “stratejik maden” kabul edildi. Türkiye’nin dünya piyasasına girişi engellendi. EVLETLEŞTİRME VE SONRASI Bu ortam içinde bor madenlerinin ulusal çıkarlarımız yönünde değerlendirilmesinin çözümü devletleştirmede görüldü. 1968’de başlayan devletleştirme dalgası, 1978’de sonuçlandı. Devletleştirmenin felsefesi, “karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğumuz bir kaynağı ulusal bilinçle değerlendirmek” olması gerekirken, “Bor madenlerimiz ucuza satılıyor, daha pahalıya satmalıyız” gibi bezirgân bir anlayışa indirgendi. Bu tam da US Borax’ın istediği şeydi. ABD’deki bor madenlerinin işletilmesi, Türkiye’nin dünya bor fiyatlarını artırması ile mümkün oldu. Türkiye tarihsel önemdeki bir fırsatı değerlendiremedi. Devletleştirme sonrasında oluşturulan “yüksek fiyat politikası”yla borunu US Borax’a kaptırdı. Aslında yabancılar için değişen bir şey olmadı. Diğer bor ürünü fabrikalarıyla birlikte US Borax’m Avrupa’daki fabrikaları EtiMaden’den hammadde almaya devam etti. EtiMaden’in borlarını yurtdışında pazarlamak için 1982 yılında kurulan Etimine, kısa sürede US Borax tarafından yönetilen Truva Atı’na, bor madenlerimiz de bir avuç yabancı şirketin hammadde deposuna dönüştü. Bu süreç içinde Türk sanayicisine bor madeni ya pahalıya satıldı ya da hiç satılmadı. Yerli işletmeler kapanmaya zorlandı, kamuoyunun bu ilişkileri duyması engellendi. D NE YAPMALI? Türkiye, öncelikle bor yakıtı, bor pili, bor arabası, bor reaktörü hayalleriyle oyalanmaktan vazgeçmelidir. Dünya bor madenlerinin yüzde 70’ine sahip Türkiye’nin bor ürünleri piyasasından aldığı yüzde 7 payın artırılması hedeflenmelidir. Bu amaçla, madenler devlet tarafından işletilirken borik asit, solibor gibi bor ürünlerinin özel sektör tarafından üretilmesine izin verilmelidir. US Borax’ın karşısına, EtiMaden’in bürokratsanayici ve bürokrattüccarları değil, gerçek tüccar ve sanayicilerin dinamizmi çıkarılmalıdır. Türkiye, ulusal sanayicisine güvenmelidir. EtiMaden’in eski genel müdürlerinden Ziya Gözler’in “Bor madenleri Yunanistan’a satılabilir ama Türk sanayicisine satılamaz”(2) görüşü bırakılmalıdır. Bor madenleri millileştirilmelidir. *Bor Kapanı kitabının yazarı (1) Abdi İpekçi’nin Etibank Genel Müdürü Tahsin Yalabık ile yaptığı görüşme: 11 Mayıs 1970 Milliyet (2) 21 Ocak 2001 Ekonomist ÜNYA BOR PİYASASI VE US BORAX Günümüz dünya bor piyasasını belirleyen US Borax, 1860 1900 yılları arasında ABD’nin gümrük duvarları ile oluşturduğu ve koruduğu az sayıdaki bor üreticisinin lideri olarak ortaya çıktı. 1900 yılında Londra’daki uluslararası para piyasasından aldığı güçle, önce Türkiye’de (Osmanlı İmparatorluğu) Susurluk’taki (Balıkesir), sonra da Güney Amerika’daki madenleri satın aldı ya da etkisizleştirdi. Diğer üreticilerle anla D CUMHURİYET 02 CMYK