20 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Rehn, 16 yaşındayken izlediği filmin Türkiye hakkındaki görüşlerini etkilediğini açıkladı C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 15 HAZİRAN 2007 CUMA ‘Gece Yarısı Ekspresi’ itirafı Aykut KÜÇÜKKAYA Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’den 29 yıl sonra “Gece Yarısı Ekspresi” itirafı geldi. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün önerisiyle kitabı Türkçeye çevrilen Rehn, filmin insan haklarının Türkiye’deki durumu hakkındaki görüşlerini “kesinlikle” etkilediğini açıkladı. “Avrupa’nın Gelecek Sınırları” kitabında, filmi çekildiği 1978 yılında, tam 29 yıl önce izlediğini belirten Rehn, “Bu filmi 1978 yazında izlediğimi ve çok güçlü betimlemeden oldukça etkilendiğimi anımsıyorum ve kendi adıma, bu filmin insan haklarının Türkiye’deki durumu hakkındaki görüşlerimi kesinlikle etkilediğini itiraf etmeliyim. Benim neslimin tamamı bu filmden etkilenmişti, çünkü Gece Yarısı Ekspresi, 1970’lerin sonlarında Batı (en azından Fin) gençliği arasında bir kült haline gelmişti” diye yazdı. 1962’de Finlandiya’da doğan Olli Rehn, filmi izlediği tarihte 16 yaşındaydı. Rehn’in yazdığı ve geçen yıl İngilizce çıkan “Avrupa’nın Gelecek Sınırları” adlı kitap bu ay başında 1001 Kitap Yayınları tarafından Türkçeye çevrile Irak Dersleri yakın tarihi iyi bilmiyorlar. ??? Ulusların, halkların birliğinin iki yöntemi var. Birincisi kapitalist yöntemdir. Henüz başarının çok uzağında olan Avrupa Birliği, bu yöntemin “eşyanın tabiatına aykırı” örneğidir. Bu birlik, yalnızca serbest piyasa ekonomisinin istikrarlı olduğu varsayılan ve coğrafya olarak tehlikeli olmayan ülkeleri kapsar. Diğerleri olabilirlerse eğer, yalnızca “imtiyazlı ortak”, daha doğrusu “imtiyazlı pazar” olmaya layıktırlar. Talihsiz yöntem ise ne yazık ki başarısızlığa uğramış, ama geride zengin deneyimler bırakmış Sovyet örneğidir. O eğer yanlışlarından arınmayı başarabilse, emperyalist saldırıya karşı koyabilseydi, halkların birliği için iyi bir örnek olabilirdi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından, o anlaşılması zor başarısızlıktan kapılarını emperyalistlere açmayı borç bilen bir sürü devlet, mafya tuzağına, Soros girdabına düşmüş bir sürü ülke çıktı. Geriye kalan yalnızca derstir. ??? Türkiye birliğini korumak, modernleşme, aynı anlama gelmek üzere demokratikleşme mücadelesini sürdürmek zorunda. Bu bapta sapla samanı karıştırmak günümüzün modası haline gelmişse, bu, sisteme eklemlenme kaygısının ağır basmasındandır. Bilinci bulanık aydınların, İdris Küçükömer’i yeniden keşfedenlerin, halkı sola kazanmak yerine, solu terk ederek “halkçı” olmanın saçmalığını kavramaları da herhalde uzun sürmeyecektir. Soldan vazgeçerek halkçı olunmaz. Halkı anlayarak, halkın diliyle gerçekler anlatılarak sol olunabilir. Sınıflar meselesini kavrayarak, serbest piyasanın her alandaki gücüne, özellikle de ideolojisine teslim olmadan, o gücü iyi tanıyarak sol olunabilir. Sol olmanın bir diğer işareti emperyalizmi iyi bilmektir. İşte bu nedenle Irak, yüreğimizde duyabileceğimiz müthiş bir derstir. Öyle bir derstir ki Irak... Ben orada, uyanamazsak, yalnızca karanlık bir gelecek görüyorum. [email protected] AB rek yayımlandı. Türkçe baskı için “9 Mayıs 2007” tarihli önsöz hazırlayan ve “Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı modernleşme sürecinin açık ve uzun dönemli beklentisi olan AB’ye entegre olması Türkiye’nin çıkarınadır” diyen Rehn, kitabın yedinci bölümünü “Türkiye: Bir Köprü mü, Köprübaşı mı, yoksa Ergime Postası mı?” başlığıyla Türkiye’ye ayırıyor. ESLİMİN TAMAMI ETKİLENDİ’ “Kopenhag’ın özellikle insan haklarıyla ilgili kriterleri kesinlikle müzakere edilemez” ifadesini kullanan Rehn, konuyu Gece Yarısı Ekspresi filmine getiriyor. Rehn, kitabında aynen şöyle yazıyor: “... Türkiye henüz bütün Kopenhag kriterlerini karşılamıyor olsa da 1970’lerin sonlarının klasik filminden söz etmemiz gerekirse ülke artık Gece Yarısı Ekspresi’nden bir sahne değildir. Doğrusu, Türkiye’nin insanların gözündeki imajı, Alan Parker tarafından yönetilen ve senaryosunu daha sonra sırasıyla Müfreze, Doğum Günü 4 Temmuz ve Evita gibi filmleri yönetecek olan Oliver Stone’un yazdığı Oscar ödüllü bu film tarafından yıllarca lekelen ‘N Abdullah Gül’ün önerisiyle kitabı Türkçeye çevrilen AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Rehn, 29 yıl önce izlediği “Gece Yarısı Ekspresi” filmi için “Benim neslimin tamamı bu filmden etkilenmişti” dedi. Rehn, “Çağdaş Türkiye, eğer bir zamanlar olduysa bile, artık Gece Yarısı Ekspresi’nde tarif edilen ülke değildir” ifadelerini kullandı. mişti. Film, ülkedeki acımasızlığı ve berbat hapishane koşullarını gösteriyordu. Stone’a 1979 yılında Oscar kazandıran senaryo, Türkiye’ye kaçak yolla uyuşturucu sokmak suçundan 30 yıl hapis cezasına çarptırılan bir Amerikalıyla yapılan röportajlara dayanıyordu. Bu filmi 1978 yazında izlediğimi ve çok güçlü betimlemeden oldukça etkilendiğimi anımsıyorum ve kendi adıma, bu filmin insan haklarının Türkiye’deki durumu hakkındaki görüşlerimi kesinlikle etkilediğini itiraf etmeliyim.Benim neslimin tamamı bu filmden etkilenmişti, çünkü Gece Yarısı Ekspresi, 1970’lerin sonlarında Batı (en azından Fin) gençliği arasında bir kült haline gelmişti.Yakın tarihte yapılan bir çalışmada bile, çalışmaya katılan bazı AB vatandaşları Türkiye’nin geri kalmış ve şiddetin hüküm sürdüğü bir ülke olduğu görüşlerini açıklama konusunda bu filmi referans göstermişlerdir.” Olli Rehn yazının devamında, “Fakat adil olalım; çağdaş Türkiye, eğer bir zamanlar olduysa bile, artık Gece Yarısı Ekspresi’nde tarif edilen ülke değildir. Hükümet dışı örgütler, tüm insan hakları ihlallerinin ülke çapında azaldığını belirtmektedirler” tespitini de aktarıyor. Habertürk önündeki tören basın, siyaset ve iş dünyasını buluşturdu Güldemir, gözyaşlarıyla uğurlandı Gazeteci Ufuk Güldemir’in cenazesi Yenibosna’daki Habertürk bahçesine asılan dev posterinin önüne getirildiği sırada Habertürk çalışanları gözyaşlarına boğuldu. İstanbul Haber Servisi Habertürk’ün kurucusu gazeteci Ufuk Güldemir, son yolculuğuna uğurlandı. Güldemir’in cenaze töreni, basın, siyaset ve iş dünyasını buluşturdu. Güldemir için ilk tören, kurucusu olduğu Habertürk televizyonunun Sefaköy’deki merkezi önünde yapıldı. Tören öncesinde Güldemir’in eşi Gaya, kızı Su, amcası Cengiz Okaygün, kardeşleri Şafak ve Gül ile eski eşi Cumhur Etkin taziyeleri kabul etti. Güldemir’in cenazesi Yenibosna’daki Habertürk bahçesine asılan dev posterinin önüne getirildiği sırada Habertürk çalışanları gözyaşlarına boğuldu. Törende konuşan Güldemir’in kardeşi Şafak Okaygün, gözyaşları içinde aile adına yaptığı konuşmada, “Ufuk, bizim ailenin rengiydi. Muzipti, zekiydi, hepimizi eğlendiren oydu” dedi. Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Güldemir için “Türk basını büyük bir ustasını, memleket kıymetli bir evladını, bizler ise güzel bir dostumuzu kaybettik. Yüreğim buruk. Yüreğimizde ince bir sızı var. Hepimizin başı sağ olsun. Cep telefonuma gönderdiği son mesajı silmedim, hâlâ saklıyorum. Ruhu şad olsun” dedi. Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin de Güldemir’in en ayırt edici özelliğinin, olağanüstü zekâsı olduğunu ifade etti. MY WAY ÇALINDI Habertürk’te düzenlenen törenin ardından Güldemir’in cenazesi karanfiller ve Frank Sinatra’nın “My Way” adlı şarkısı eşliğinde cenaze aracına bindirildi. Törende duaların okunmasının ardından Ufuk Güldemir’in naaşı; arkadaşları, dostları ve sevenlerinin gözyaşları arasında karanfillerle omuzlar üzerinde cenaze arabasına konuldu. Teşvikiye Camii’ndeki cenaze törenine Güldemir’in ailesi, yakınları, CHP lideri Deniz Baykal, Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin, eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Anavatan Partisi lideri Erkan Mumcu, DSP lideri Zeki Sezer, Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan, SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın, HÜRPARTİ Genel Başkanı Yaşar Okuyan, CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen, İstanbul Valisi Muammer Güler, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, eski DİSK Başkanı Rıdvan Budak, eski İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna, eski rak’ı unuttuk mu? Hayır! Yalnızca kanıksadık. Açlık, yoksulluk ve Amerikan askerlerinin ateşi altında çaresiz bir şekilde ölüme boyun eğen, direnişle işbirlikçilik arasında bir yerde kendine yaşam alanı bulmaya çalışan Iraklıyı artık umursamıyoruz. Oysa umursamak zorundayız. Bölünmüş parçalanmış Irak bizim için sessizce seyredilecek bir savaş oyunu değildir. Irak bizim için tehlikelerle dolu, hiç ama hiç uzak olmayan bir gelecektir. ??? Osmanlı sonrası dönemde başta İngilizler olmak üzere emperyalist merkezlerin oyuncağı olmuş Irak, zengin petrol yatakları nedeniyle başı beladan kurtulmayan ülkedir. Bu ülke, Raşid Ali’den Nuri Said’e, Nuri’den Kasım’a, Kasım’dan El Bekr’e, Arif’e, sonra Saddam’a hep darbelerin ama aynı zamanda emperyalist oyunların kurbanıdır. Irak şimdi, resmi verilere göre 600 bin’i aşkın Iraklının yaşamını yitirdiği kanlı bir savaşın ortasında. Liste her gün biraz daha kabarıyor. Ölümlerin yalnızca istatistik verilere dönüşmesiyse dramatik, acı, irkiltici bir gerçektir. Amerikan emperyalistlerinin, İngilizlerin, artık “geri çekilme” zamanının geldiğini düşündükleri bu günlerde stratejileri, bir türlü eskimeyen, tam tersine yeni ve modern yöntemlerle zenginleştirilmiş parçalama ve denetim altında tutma stratejisidir. Irak’ın geleceği belirlenmiş gibi görünüyor. Petrol yataklarının yol göstericiliğinde çizilmiş sınırlarla üç parçalı bir Irak’tır ufukta görünen. ??? Şii, Sünni ve Kürt Iraklar bölgenin yeni kaderidir. Irak, terörle boğuşan, demokratikleşmesini bu kirli savaşa kurban etmenin kıyısında duran Türkiye’nin de kâbusudur. Türkiye bir yandan modernleşmenin önünü kesme çabasındaki emperyalist destekli köktendincilikle, öte yandan bölgede uygulamaya konulmuş parçalama stratejileriyle mücadele etmek zorunda. Parçalanma tehlikesini hiç ciddiye almayan, tehlikeyi dile getirenleri “Sevr paranoyasına kapılmakla” suçlayan aydınlarımız, I Gazeteci Ufuk Güldemir’in cenazesi, Teşvikiye Camii’nde kılınan namazın ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. (Fotoğraf: SERKAN YILDIZ) Kültür Bakanı Bahattin Yücel ile aralarında Cüneyd Zapsu, İlhan Kesici, Orhan Keçeli, İsmail Amasyalı, Ahmet Tan, Berhan Şimşek, İsmet Sezgin, Turhan Çömez, Bülent Tanla, Mustafa Sarıgül, İsmail Ünal, Ateş Ünal Erzen’in de bulunduğu çok sayıda politikacı katıldı. İş dünyasından Mustafa Koç, Aydın Doğan, Turgut Yılmaz, Ferit Şahenk, Halis Toprak, Cem Boyner’in katıldığı törene, Sezen Aksu, Rahmi Saltuk, Ali Rıza Binboğa, Halit Kıvanç, İzzet Öz ve Şahnaz Çakıralp’in de aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçı katıldı. Güldemir’in cenazesi, Zincirlikuyu Mezarlığı’nda gözyaşları arasında toprağa verildi. Okullar yolsuzluk batağında UNESCO’nun 60 ülkede yaptığı araştırmaya göre en yaygın sorun, fonların yasadışı kullanılması ANKARA (AA) BM Eğitim, eşiğinde hazırlanan raporda, Bilim ve Kültür Örgütü okullar için ayrılan fonların (UNESCO), rüşvet ve yasadışı kullanılmasının en yolsuzluğun dünya genelindeki yaygın sorun olduğuna işaret okullara ciddi zarar verdiğini edildi. Raporda, bildirdi. yükseköğrenimdeki sorunların UNESCO raporunda, yasadışı merkezinde sahte üniversiteler, kayıt harçları, akademik hak edilen yerine satın alınan sahtekârlık, zimmete para diplomalar ve enstitülere geçirme ve diğer yolsuzlukların verilen sahte onayların eğitime ciddi olumsuz etkileri bulunduğuna dikkat çekildi. bulunduğu Araştırmalarda, belirtildi. sahte 60’tan fazla üniversitelerin Yükseköğrenimdeki sayısının 2000 ila ülkede birkaç sorunların yıldır yapılan 2004 yıllarında çalışmalar 200’den 800’e temelinde sahte sonunda çıktığı saptandı. üniversiteler, hak hazırlanan UNESCO Başkanı edilen yerine raporda, sahte Koiçiro Matsuura, satın alınan diplomalar bu yaygın vermek gibi yolsuzluğun diplomalar ve akademik toplumlara sadece enstitülere verilen sahtekârlığın, milyarlarca dolara sahte onayların ABD’de mal olmadığını, bulunduğu azgelişmiş aynı zamanda ülkelerden herkese eşit eğitim vurgulandı. daha yaygın hakkı sağlama olduğu ifade çabalarına ciddi edildi. Raporda, okullarda zarar verdiğini belirtti. yolsuzluk sorununun ne kadar Matsuura, eğitimde derin olduğu, yapısı ve bu yolsuzluğun, daha yoksul durumun toplumlarda nelere ailelerin çocuklarını okula mal olduğu gibi saptamalar göndermesini engellediği gibi, yapıldı. eğitim standartlarını Bakanlıklar, kalkınma ajansları düşürdüğünü ve gençliğin ve ulusal araştırma geleceğini riske attığını enstitülerinden edinilen bilgiler kaydetti. örev sırasında ya da yazı yazarken duygusallıktan arınma, bu sağlanamıyorsa en aza indirme, gazeteciliğin olmazsa olmazlarının başında gelir. Çünkü duygusallık, yanlış yapma yolunu açan önemli bir etkendir. Ustalarımızın kulağımıza küpe olsun diye yaptıkları uyarılar, bir anlık duygusallıkla yok oluverir. Hafızama güvensem de, kaynağını kurcalamadan yazmamaya özen gösteririm. Daha doğrusu gösterirdim. Kilometrelerce uzakta olunca gözardı ediverdim. Yerel medya eğitim semineri nedeniyle gittiğim Urfa’da, yaklaşık 50 yıl öncesine duyduğum özlem, duygusallığımı öne çıkardı ve doğal olarak yanlış yaptım. Urfa’nın her özelliğinden söz edilmesine karşın bilimle ilgili yanına değinilmemesinin de etkisiyle 31 Mayıs 2007 günlü yazıya bir bölüm eklemiştim. Harranlı bir Türk bilgininin, atomu, o dönemdeki bilim dili sayılan Arapçayla “Cüzi layetecezza” terimiyle tanımladığını G GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Duygusallığın Yanlışı... ??? Geçmişte bilim dünyasının önemli merkezlerinden biriydi Harran. Abbasiler devrinde Harran’daki üniversitede Matematik, Astronomi, Fizik, Kimya, Tıp, Eczacılık, Zooloji, Botanik, Jeoloji, Mineroloji gibi konular okutulurdu. Yalnızca Doğu ülkelerinden değil, İtalya, İspanya ve Bizans’tan da öğrenciler gelirdi. Yunan fizikçileri, maddenin bölüne bölüne sonunda bölünüp parçalanamaz bir parçaya varacağına inanmışlar ve buna dillerinde “parçalanamaz” anlamına gelen atom demişlerdi. Harran’da öğretim üyeliği yapan Ebu Hayyan oğlu Cabir ise bu gö da o duygusallıkla yazıvermiştim. Dönünce bir de gördüm ki halt etmişim. ??? Durumum biraz da meşhur fıkradaki soru soran kişiye benziyor. O kişinin sorusu şöyleydi: “O hangi velidir ki, deniz kenarında kızını kurban ederken, gökten teke indi?” Soruyu yönelttiği kişinin yanıtı da şöyle olmuştu: “Veli değil, nebiydi. Kızı değil, oğluydu. Deniz kenarı değil, dağ başıydı. Teke değil, koçtu.” Lütfen 31 Mayıs günü bu köşede çıkan “Urfa’da Geçmişe Özlem” başlıklı yazının son bölümündeki bilgileri yazılmamış sayın. Aşağıda doğrusunu sunuyorum. rüşü paylaşmıyor, atomun da parçalanabilir olduğunu söylüyordu. 820 yılına tarihlenen kitabı, yaklaşık 200 yıl kadar sonra yine bir tarih bilgini olan Mersinli Aydemiroğlu tarafından “İstenilenin En Sonu” adıyla Türkçeye çevrilmişti. Cabir, atomun parçalanabileceğine ilişkin görüşünü şöyle özetliyordu: “Madde yoğun enerjidir. Bu yüzden Yunan fizikçilerinin, maddenin bölüne bölüne bölünüp parçalanamaz bir en küçük parçayla son bulduğuna ve kitlenin bu sayısız parçalanmadan meydana geldiğine dair iddiaları yanlıştır. Onların atom adını verdikleri bu nesne de parçalanabilir ve bundan kudret (enerji) hasıl olur. Bir habbeciğin bu şekilde parçalanması, Allah saklasın, Bağdat gibi bir şehri yok edebilir.” ??? Yanlışımı düzeltiyor, özür diliyorum. Kaynak: Mithat Sertoğlu / Tarihten Sohbetler Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1994. oerinc?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle