Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 ‘Neden basınla, üniversiteyle uğraşıyorsun, askeri incitici sözler söylüyorsun’ sorusu Menderes’i kızdırıyor C dizi 15 HAZİRAN 2007 CUMA Eleştirilere dayanamıyordu dnan Menderes ve beraberindeki bizler Ekim 1959’daki Amerika gezimizin sonuna yaklaşmıştık. Başkan Eisenhower’in başbakan emrine verdiği özel askeri uçakla New York’a dönüyoruz. Hava kararmış. Beş saatlik yolumuz var daha. Sivil giyimli ama rütbeli bir asker görevli içki servisi yaparken Menderes ‘Yeni Rakı’sından şaşmıyor. Dikdörtgen bir masaya karşılıklı oturmuşuz. Menderes’in yanında Demokrat Partili milletvekili Hamdi Bozbağ, karşısında ise Nadir Nadi, Ercüment Karacan ve ben. Gezi boyunca sık sık eleştirdiğim Menderes’le aramızda belki de kafilenin en genci olduğumdan sıcak bir ilişki oluşmuş. Bir keresinde, yaptığı bir konuşmayı beraberindeki hemen herkes pek beğenirken ben: Hiç de iyi değildi Sayın Başbakan, demişim. Neden? Çünkü Amerikalılar yazılı metinden ‘okunan’ konuşmalara itibar etmezler. Hem İngilizceniz mükemmel, konulara hâkimsiniz. Neden ‘irticalen’ konuşmuyorsunuz? Başbakan cevap vermiyor ama ertesi gün çelik krallarına hitap ederken elinde yazılı metin olmadan konuşuyor ve alkış alıyor. AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK A B aşbakan Menderes, gezi hakkındaki görüşlerimi sorduğunda kendisine kısaca şunları söyledim: “Anlamıyorum neden bu denli gerginsiniz? Neden karşıtlarınızın eleştirilerinden böylesine rahatsız oluyorsunuz? Eleştiri demokrasinin gereği değil mi? Neden, basınla, üniversitelerle, yargıyla uğraşıyorsunuz? Askeri incitici sözler söylüyorsunuz? Neyin nesidir bu ‘Vatan Cepheleri’? Ülke çapında bir zamanlar ne denli güçlü olduğunu bildiğim hakkınızdaki sevgi, sempati ve desteğin hızla azalmaya başladığını görmüyor musunuz? Kimse size bundan söz etmiyor mu? Böyle devam ederse bir başbakan olarak ülkeye hizmetten yoksun kalacağınızı ve buna da en çok sizin üzüleceğinizi fark etmiyor musunuz?..” Şiir okuma ve dalga geçme hakkımı talep ediyorum! ani,” diyorsun, “akla karanın birbirine karıştığı, gündemin her an değiştiği şu güzel ülkede, en çok da yaş gereği, arada sırada sadece şiir okumak, dalga geçmek hakkımı kullanmak istiyorum.” Yanıt, “Yemezler’’, hadi, seçim nedeniyle oynanan ayak oyunlarını, yutturmacaları, yalakalar ordusunun muhteşem gösterilerini es geçtik diyelim, terörü konuşmamak, görmemek ve ondan korkmamak olmuyor. Artık sokaktaki çocuklar bile biliyor, tırmanan PKK terörüyle Kürt halkının demokratik hak istemi arasında en ufak bir denk düşme yok. PKK artık resmen, ABD’yi ve AB’yi arkasına alarak Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okuyor ve ayrılıkçı politikasını açıkça belli ediyor. Artık en çok da aydınlar bilmelidir ki, iş masumiyetten çoktan çıktı ve karanlık bir geleceğe doğru hızla yuvarlanıyoruz; burada orijinal görünmek için tuhaf, Türkiye gerçeğiyle asla uyuşmayan ve gencecik insanları (her iki taraftan da) ölüme yollayan ve bölgenin gelişmesine hiçbir katkısı olmayan projeler üretme ve bunları savunma zamanı değil. Olayın adını hiçbir çekince görmeden, dolaştırmadan koymalıyız: PKK bir terör örgütüdür ve bu örgütün eylemleri, özellikle de Kürt halkının çıkarları için büyük bir tehlikedir. Çünkü olup bitenden en çok etkilenen bölgenin insanlarıdır.. bir de dağlarda nöbet tutan, çatışan askerler ve terör örgütünün silahlı elemanları... Doğrusu ben Irak sınırına asker yığımından, ABD’nin ikide bir bu konuda bizi uyarmasından korkmaya başladım. Her şey bir anda olabilir.. bu, çoğunluğun kara kara düşündüğü bir olasılık; sadece iktidar bu olasılık hiç yokmuş gibi davranıyor, zaten bu ara hiç yokmuşları oynuyorlar... Hiç yokmuşları oynayan iktidar, ister istemez sorunla bizzat ilgilenen Silahlı Kuvvetler’in elini kolunu bağlıyor. Asker, belli ki ne savaş istiyor ne de darbe.. şu İkinci Cumhuriyetçilerin darbe söylemlerinden de gına geldi; ama asker bu terör işinin ciddiye alınmasını, uluslararası platformda Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun tüm çıplaklığıyla açıklanmasını istiyor. Bu ülkede yaşayan Türk ve Kürt kökenli yurttaşların büyük çoğunluğu gibi. Ve Silahlı Kuvvetler bir ilki gerçekleştirip yurttaşlarını terörle mücadeleye çağırıyor. İspanya örneğinde olduğu gibi “Sokaklara çıkın!” diyor, “Terör örgütünü yüz binlerce, milyonlarca yurttaş lanetlediğinde, her şey başka olacaktır” diyor. Evet ne yazık ki, bir partinin ya da bizzat iktidarın yapması gereken bu çağrıyı Silahlı Kuvvetler yapmak zorunda kalıyor.. acı olan bu, ama bu bizim gerçeğimiz. Silahlı Kuvvetler darbe yapmamak için halkını yardıma çağırıyor. Bu davranışı başka ülkelerdeki örneklerle çözmeye çalışmak yapılması en son işlerden biri. Biz bize benziyoruz, işte bu nedenden DNA’mız bir türlü çözülmüyor ve CIA’nın Türkiye elemanları hep sınıfta kalıyor. Bugünlerde parlamentoya girmek isteyen Kürt milletvekili adaylarına çok iş düşüyor; şimdiden TürkKürt ayrımı gözetmeksizin bu ülkenin bağımsızlığı ve bütünlüğü için yola çıktıklarını göstermeleri gerekiyor. Aksi takdirde ne kadar inkâr etseler de PKK’nin bir uzantısı olmadıkları konusunda kimseleri ikna edemezler. Beyler, IRA ve ETA örnekleri gösteriyor.. size parlamento yolu açılmışsa, terör örgütüyle ilişkilerinizi koparmak, bunu göstermek ve federasyon isteğinden uzak durmanız gerekiyor; aksi takdirde bu ülkenin başına gelebilecek pek çok felaket tablosunda baş aktör olmak zorunda kalacaksınız. Bu başrol de torunlarınıza bırakacağınız iyi bir miras değil. Dedim ya, şiir okuma ve dalga geçme hakkımı.. hadi canım, bu günlerde bu ne mümkün; şimdi en önemlisi terörü lanetlemek için sokağa çıkma zamanı, sessiz ve bir o kadar da kararlı. “H Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Dışişleri’nden Melih Esenbel ve Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun ile birlikte New York’ta. ESTEĞİNİZİN AZALDIĞINI GÖRMÜYOR MUSUNUZ?’ Akşam otelimize dönerken de bana haklıydın! demekten gocunmuyor. Neyse.. karşılıklı oturduğumuz masada sözü bana verirken: Cumhuriyet ve Milliyet’in görüşlerini öğrendik, diyor. ‘Düşman’ bir ‘Vatan’cı olarak bir de seni dinleyelim bakalım. Gezimiz nasıl geçiyor? Gazetemde kimse size veya partinize düşman değildir... Yalnızca eleştiri hakkımızı kullanmaya ve görevimizi yapmaya çalışıyoruz, diyerek söze giriyorum. Üstelik, başyazarımız Ahmed Emin Yalman partinizin isim babasıdır ve uzun yıllar size çok yakın bir duruş sergilemiştir. Gezimize gelince; güzel geçiyor ama ulaştığınız somut sonuçları henüz bilmiyorum. Bir de Amerika1ı ev sahiplerinizin size daha fazla özen göstermelerini beklerdim. Eleştirilerimle sizi üzmek de istemem. Sen içinden geldiği gibi konuş... Peki, Sayın Başbakan. Ülkeye hizmet aşkıyla dolu bir insansınız. Anlamıyorum neden bu denli gerginsiniz? Neden karşıtlarınızın eleştirilerinden böylesine rahatsız oluyorsunuz? Eleştiri demokrasinin gereği değil mi? Neden basınla, üniversitelerle, yargıyla uğraşıyorsunuz? Askeri incitici sözler söylüyorsunuz? Neyin nesidir bu ‘Vatan Cepheleri’? Herhalde toplumu cephelere bölmek istemiyorsunuzdur!.. Ülke çapında bir zamanlar ne denli güçlü olduğunu bildiğim hakkınızdaki sevgi, sempati ve desteğin hızla azalmaya başladığını görmüyor musunuz? Kimse size bundan söz etmiyor mu? Böyle devam ederse bir başbakan olarak ülkeye hizmetten yoksun kalacağınızı ve buna da en çok sizin üzüleceğinizi fark etmiyor musunuz?.. ENDİNİ TANRI’NIN LÜTFU GİBİ GÖRÜYORDU Sözlerim özetle böyleydi ve uçakta şimdi ‘çıt’ çıkmıyordu. Başbakan bir süre yanındaki pencereden dışarıya baktıktan sonra birden bana döndü. Güleç ve sağlıklı yüzü şimdi kıpkırmızı ve karmakarışıktı. Araya yakışıksız sözler katarak ve ellerini zaman zaman yüzüme doğru uzatarak konuşmaya başladı. Günlerdir izlediğim o zarif adam gitmiş ve bambaşka biri gelmişti. Kendisini adeta Tanrı’nın lütfuyla gökten inmiş... olmayınca olmaz biri gibi gören bir Menderes!.. Ona göre Demokrat Parti’nin iktidara gelişi ve iktidarda oluşu ülke için bir şanstı. CHP ise çoktan ‘miadını’ doldurmuş, bitip tükenmiş bir parti idi... Demokrasi ‘Hüdayı nâbit’ bir bitki değildi ve onu korumak için ‘gerekli’ bütün tedbirlerin alınması hükümetinin göreviydi. Devrimlerin tehlikede olduğu ‘safsatasına’ gelince. Devrimlerin bekçisi kendisiydi ve bu konuda CHP’nin son başbakanı olan ‘molla’ ile (Şemsettin Günaltay) kıyaslanabilir miydi? Hem CHP 1957’de aldığı üç milyon oyun tamamını artık kaybetmiş durumdaydı!.. Basın taraf tutuyor ve gerçekleri saptırıyordu. İktidar bir daha otellerden zarf kâğıt ‘yürüten’ Kasım Gülek Efendi ile ‘çişini tutamayan’ İsmet İnönü gibilerine verilebilir miydi? Milletin ‘kale gibi’ ve bütünüyle kendisinin arkasında olduğunu biliyordu ve beklenmedik hadiselerle karşılaşılmazsa daha uzun yıllar iktidarda kalacaktı... ( I ) ‘D Menderes, Time’ın 1958 yılı Şubat ayı sayısının kapağında. Menderes’ten Erdoğan’a O rhan Karaveli anlattı: Amerika’nın ünlü ‘Marcus Niemann’ mağazalar zincirinin sahipleri Dallas’taki merkezlerinde Başbakan Adnan Menderes onuruna bir defile düzenlemişti. Defile sonrası üç güzel kız ellerindeki gümüş tepsilerle geldiler ve bunları Başbakan’ın önündeki masaya bıraktılar. Tepsilerde saydam kutular içinde M.N. inisyalli şık kravat iğneleri, kol düğmeleri filan vardı. Kutuların sayısı başbakan ve beraberindekilerin sayısı kadardı. Demokrat Parti milletvekillerinden biri önümüzdeki kutulardan birine uzanmıştı ki Başbakan’ın, kendisine gözleri ile ‘dokunma’ işareti yaptığını gördüm. ‘H ER H EDİYENİN KARŞILIĞI BEKLENİR’ Durumu herkes fark etmiş ve kimse ‘promosyon’ nitelikli hediye kutularına el sürmemişti. Çıkışta: ‘Sayın Başbakan’ dedim. Adamlar birer küçük armağan hazırlamışlar ama siz bir göz işareti ile ‘dokunmayın’ uyarısında bulundunuz. Niçin? Doğru görmüşsün. Keşke bu armağan kutularının her birinin 200250 dolar değerinde olduğunu da tahmin edebilseydin! Ellerimizde bedavadan edinilmiş birer hediye kutusu ile bu mağazadan çıkmak bize yakışşır mıydı? Unutma!.. Her pahalı (!) hediyenin arkasında bir amaç yatar ve karşılığı beklenir. l959’dan 2005’e... Menderes’ten Erdoğan’a!.. Nereden Nereye... (I) (I) Yeter Söz Milletin / Yalçın Bayer / Hürriyet/ 18.01.2005 K ? ‘O çıyanın başıdır... çıyanın başı...’ enim yaşadığım ‘Menderes B Olayı’ndan yıllar sonra, Hürriyet’in 1 Mayıs 1999 tarihli sayısındaki köşesinde değerli gazeteci kardeşim Tufan Türenç, beni doğrularcasına şunları yazacaktı: ....1960 öncesi Menderes, Dr. Fazıl Küçük ile Denktaş’ı (Ankaraya) çağırmış. Gerisini Denktaş’tan dinleyelim: “Doktor bu işe çok memnun oldu. Neyse, gelen özel uçağa bindik. Bir askerî ‘dakato’. Oturacak koltukları bile yok. (İçerisi) buz gibi. Tir tir titriyoruz... İstanbul’a gelince bizi aldılar ve doğru Park Otel’e götürdüler. Menderes bizi çok nazik karşıladı. Sorunları konuştuk. Sonra bana ‘Siz İnönü ile görüşmüşsünüz...’ dedi. Evet görüştüm. Hükümetin uyguladığı Kıbrıs politikasına destek vermesini istedim. Çünkü bu politikanın doğru olduğunu söyledim. Paşa olumlu karşıladı ve destek sözü verdi. Menderes çılgına döndü. O kibar adam gitti, yerine sanki bir canavar geldi! ‘Hiç yardım eder mi? O çıyanın başıdır.. çıyanın başı...’ diye bağırdı. Sonra da ‘Ben altı aya kadar ona göstereceğim’ dedi. Ben şaşırdım ve o zaman şunu anladım ki bir ülkede liderler birbirine düşmansa o ülkede demokrasi yürümüyor. 6 ay sonra da 27 Mayıs oldu ve Menderes yıkıldı...” MENDERES’TEN PURO Beşli ‘sohbet’ (!) böylece ve gergin bir biçimde bitmişti. Kaptan pilot, başbakanı, eğer isterse biraz da ‘kokpit’te oturmaya davet ederken uçağın arka kısmındaki bir bölüme geçtim ve konuşulanların bir özetini kâğıda dökerek yerime döndüm. Yemek servisi başlamıştı. Başbakan yanımdaki koltuğa gelip oturdu ve cebinden kocaman bir ‘Havana’ purosu çıkararak: Bunu da yemek sonrası konyağınla tüttürürsün, dedi. Biliyorsun, orada burada veriyorlar ama ben bu mereti sevemedim! Şiddeti geçmiş ve bildiğimiz Adnan Menderes geri dönmüştü. İki gün sonra havaalanında kendisini uğurlarken; Başbakan Adnan Menderes, Nadir Nadi ile birlikte. (Fotoğraflar: ORHAN KARAVELİ) Haydi, Türkiye’ye beraber dönelim, dedi. Bol bol tartışarak Atlantik’i geçer, sonra da ‘kavgamızı’ Ankara’da sürdürürüz... Teşekkür ederek Amerika’da bir süre daha kalmak istediğimi söyledim. O halde Londra’ya kadar birlikte uçalım... Gidiş dönüş biletleri benden, demez mi? Bana çok kızıp köpürmüştü ama ülkenin bir yerlere sürüklendiğinin sanırım kendisi de farkındaydı. Farkında olmasaydı ‘...beklenmedik hadiselerle karşılaşılmazsa...’ der miydi? Art niyetsiz kişilere ve onlarla yapılacak söyleşilere öylesine susamıştı ki... Ah!.. Gerçekleri görmekten aciz muhteris ve çapsız siyaset adamları!.. Nasıl da kötülük ediyorsunuz ülkenize ve ulusunuza... Hatta kendinize!.. Bugün bile... Üstelik, yakın tarihimizde acıklı bir ‘Adnan Menderes Öyküsü’ yaşanmışken... B İ T T İ (I) GÖRGÜ TANIĞI / Orhan Karaveli / Pergamon Yayını / 2001 isilozgenturk@gmail.com