05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 MART 2007 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM aftanın ilk günüydü. Büroda sabah kahvesi eşliğinde günün gazetelerini karıştırıyordum. 5 Mart tarihli Le Figaro’nun 34’üncü sayfasında köşeli parantez içinde kocaman bir “Bachibouzouk ( Başıbozuk)” ibareli manşeti görünce önce afalladım. Sonra yan başlığa gözüm ilişti: “Fransız dili: Gezgin sözcükler”... Geçtiğimiz yıllarda uzaktan da olsa dikkatimi çekmişti. Epeydir Fransa, bir süredir de Fransızca konuşan ülkelerde düzenlenen “türlüçeşitli” şenlik havasında faaliyetlere bir yenisi daha eklenmişti: “Fransız Dili Haftası”. (http://www.semainelf.culture.fr/MENU/Menu.html) Olayı tanımak, tanıtmak da yarar vardı. Hem Fransızcanın geleceği, hem de İngilizcenin mutlak egemenliğine karşı havanda su döven ( !) diğer “büyük” (!) dillere örnek olması açısından... “Dilimiz elden gidiyor... Fransızca evrenselliğini, dünya çapındaki etkinliğini yitiriyor...” gibi bağrışlar çağrışların sonucu bilinçli, uzun erimli politik iradenin devreye girmesiyle son 10–15 yılda ülkede, uluslararası planda, göreli olarak yetersiz de kalsa belirli bir dinamizm, kıpırdanma gözleniyordu… “Başıbozuk” ile “Fransız Dili Haftası” arasındaki ilintiyi merakla izlemeye başladım. Sözcüğün iyi kötü herkes kadar Belçikalı çizgi roman ustası Herge’nin (19071983) eşsiz kahramanı Tenten’in arkadaşlarından Kaptan Haddok’un diline doladığı sevimli ve zararsız küfürlerden biri olduğunu hatırlıyordum. Ender durumlarda gündelik Türkçede “işsiz güçsüz”, “ayaktakımı” hatta “serseri” anlamında kullandığım olurdu. Seferdeki Osmanlı ordusunun ön saflarına yerleştirilen, çoğunluğu paralı asker veya hapishane artıklarından oluşan düzensiz birlikler diye bilirdim. Yazı ve sayfanın tümünü okuyunca kendimi gerçekten ilginç ve imrendici bir eylemin içinde buluverdim. Bizim “başıbozuk”un yolcuğu, dillerin aslında ne denli canlı organizmalar olduğunu ve çağımızda sözcükleri “milli sınırlara” hapsetmenin de anlamsızlığını kanıtlıyordu. Gazete açtığı büyücek bir pencerede kelimenin tarihi, Fransızcaya ne zaman girdiği, Türkçe kökeni, “baş” ve “bozuk”un ne demek olduğu, Kaptan Haddok sayesinde gündelik ağza yerleştiğini anlatıyor ve Theophile Gautier’nin (18111872) “L’Orient/Doğu” eserinden “başıbozuk”u içeren bir alıntı aktarıyordu... ??? Bu yıl 12’nci kez hazırlanan Hafta, aralarında “başıbozuk”un da yer aldığı “10 Göçmen Sözcük” etrafında kurgulanmıştı. “Fransızcanın başka dillerden aldığı, diğer dillere verdiği kelimeler”in araştırılması, tanıtılması ve “bir dilin evriminde öteki dillerin katkısı, kültürler arası alışverişin yeri”nin değerlendirilmesi hedefleniyordu. Kültür ve İletişim Bakanlığı’na bağlı, ancak Milli Eğitim ve Dışişleri Bakanlıklarıyla koordinasyon içinde işleyen Fransız Dili ve Fransa Dilleri Genel Müdürlüğü yönlendirmesinde, 50 kentin belediyesi, Frankofon ve İngiltere, Brezilya gibi farklı ülkelerin de katkısıyla renkli, pedagojik olduğu kadar, ufuk açıcı bir buluşma gerçekleşiyor. 1020 Mart tarihleri arasında programlanan çalışmada klasik sergi, konferans, yayın, gösteri gibi faaliyetlerin yanı sıra çok sayıda “oyun” niteliğinde animasyon mevcut. Önceki yılların deneyiminin de gösterdiği gibi, her yıl 1 milyonu aşkın ilk ve orta eğitim öğrencisini içeren yarışmalı oyunlar yarının yetiş Turizmin rotası Berlin’de çizildi Alper TAPARLI BERLİN – Geçen yıl yaşanan gerilemeden sonra Türk turizminin yeni stratejiler geliştirdiği bir dönemde açılan dünyanın en önemli turizm fuarı Uluslararası Turizm Borsası (ITB), Berlin’de 41’nci kez uzman ve ziyaretçileri konuk etti. 184 ülkeden yaklaşık 11 bin şirketin katıldığı fuarın bu yılki konuk ülkesi, “İnanılmaz Hindistan” sloganıyla, Hindistan’dı. 11 Mart’ta sona erecen ve 180 bin civarında ziyaretçinin katıldığı tahmin edilen organizasyonda, ulaşım teknolojilerindeki yenilikler ve uzay seyahatinin turizmcilere sağladığı olanaklardan alternatif turizm çeşitlerine kadar pek çok konu ile ilgili toplantılar düzenlendi. Fuar yetkililerinin açıklamalarına göre, Avrupa Birliği’ne katılan Doğu Avrupa ülkelerinin, turizm alanındaki rekabeti yoğunlaştırması bekleniyor. Fuar, Türkiye yeni turizm stratejisine uygun bir biçimde var olanı korumaya çalışırken, yeniliklerin de önünü açmaya yönelik teşviklerle dikkat çekti. Turizm alanında rekabet eden hemen her ülkenin temsil edildiği fuarda, geleneksel özelliklerin yanı sıra yenilikçi girişimler de ilgi topladı. ITB’de, ziyaretçilere sahil veya doğa turizminin yanı sıra sağlık ve spor hizmetlerinin ön planda olduğu turizm çeşitleri de tanıtıldı. Fuar için Almanya’ya gelen, T.C. Kültür ve Turizm Ba “Başıbozuk”u da Kaptırdık! C 9 Turistik Otel ve Yatırımcılar Birliği Başkanı Timur Bayındır ile Akdeniz Turistik Otelciler Birliği Başkanı Osman Ayık, turizmin dünyanın en hızlı gelişen sektörü olduğunu belirterek, “Kalite, hijyen, çevre temizliği ve konukseverlik alanlarındaki beklentiler arttı. Buna yanıt verebilmek için, yerel yönetimlerin envanter çıkartarak kolları sıvaması gerekiyor” saptamasında bulundular. kanı Atilla Koç, Türkiye’nin fuarda çok iyi tanıtıldığını vurgularken, üst gelir grubuna hitap eden, yöresel özelliklerin ön plana çıkartıldığı yeni bir turizm stratejisinin de gerekli olduğunu söyledi. Koç, “Artık malımızı yerel planda satmamız gerekiyor, bu konuda devlet, hükümet ve bakanlık olarak yardımcı olacağız” diye konuştu. YENİ YATIRIM ALANLARI Uluslararası Turizm Borsası, Türkiye’den gelen ve tanıtıma katkıda bulunmak isteyen bürokratlara da ev sahipliği yaptı. T.C. Maliye Bakanlığı ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı bürokratları, düzenledikleri toplan tılarla turizm alanındaki yatırım imkanları, Hazine arazilerinin tahsisi ve yeni turistik alanların oluşturulması ile ilgili bilgi verdiler. Çeşme, Dalaman, Didim, Manavgat ve Kuzey Antalya bölgelerinde yaklaşık 38 bin hektarlık alanı turizme açmayı planladıklarını belirten yetkililer, yabancı yatırımcılara ihtiyaç duyulduğunu ifade ettiler. Türkiye’nın artık sahil turizminin yanı sıra termal turizm, doğa ve arkeolojik temalı turizm ve sporsağlık turizmine yöneleceğinin işaretlerini veren Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilisi Emel Çelik, yayla turizmi için Artvin, Giresun, Sinop, Ordu, Rize ve Trabzon’da, kayak turizmi için ise Bolu, Kastamonu, Çankırı, Erzincan, Kars ve Mersin’de arazi tahsisi yapılacağını bildirdi. Avrupa ülkeleri sosyal güvenlik kurumlarının, sporsağlık turizmine büyük yatırım yaptığını da belirten yetkililer, özellikle kalp ve göz ameliyatları için bir talebin söz konusu olduğunu vurguladılar. Toplantıda ayrıca, Almanya’nın İstanbul Şile’de psikolojik rehabilitasyon merkezi kurduğu, Norveç’in de İzmir Balçova’da bir hastane projesi bulunduğu ifade edildi. Türkiye’nin, turizmde nicelik yerine nitelik odaklı bir strateji izlemesi gerektiğini vurgulayan işadamları ve sivil toplum örgütleri yetkilileri, 2006 yılında turizmin aldığı ağır darbeyi, hantal tanıtım politikası ve özellikle kıyılardaki yanlış yapılanmayla ilişkilendirdiler. Turistik Otel ve Yatırımcılar Birliği (TUROB) başkanı Timur Bayındır, Türkiye’de “Turizm Bölgesi Belediyeciliği” kavramının gelişmesi gerektiğini ve turizmin ihtiyaçlara çabuk yanıt verebilecek, gerekli yetkilerle donatılmış yerel yönetimlere gereksinimi olduğunu söyledi. 2006 yılında kıyı kentlerindeki kontrolsüz yapılanmanın arz fazlasına sebep olarak fiyatları ve kaliteyi düşürdüğünü iddia eden Bayındır, “Merkezi yönetim, elbette denetlemeli ve standart belirlemelidir. Buna karşılık geri kalan alanlardaki görev ve yetkileri ise daha çabuk hareket edebilecek olan yerel yönetimlere bırakmalıdır” dedi. Türkiye’yi uzun yıllardır tanıyan bir Alman işadamı olan Dieter Schenk, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un sözlerini hatırlatarak farklı özellikleriyle bölgelerin, bağımsız tanıtımla bir “hedef turizmi” politikası oluşturmasını istedi. Schenk, “Turistler, Türkiye’ye gidiyorum yerine Antalya, Bodrum veya İstanbul’a gidiyorum diyebilmeliler. Türkiye, bunu başarırsa, dünya turizminde İspanya’nın yerini doldurabilecek bir turizm ülkesi halini alır” dedi. H Avrupa, Türk kirazını sevdi Murat GÜLDEREN AB’nin önde gelen kiraz firmalarından Alara Tarım’ın kurucusu Yavuz Taner, Türkiye’nin 2010 yılı kiraz ihracat hedefinin 100 bin ton olduğunu belirterek “0900 Ziraat cinsi kirazımızın dünyada rakibi yok. İhracatımız her yıl yüzde 20 artıyor. Aslında ihracatı daha da hızlı artırabiliriz ama.. üretim yeterli değil. Bu nedenle 50, 100 hatta 500 dönümlük yeni kiraz bahçeleri kurarak üretim artışını hızlandırmalıyız” dedi. Geçen günlerde yapılan Berlin Yaş SebzeMeyve Fuarı’nda Bursa kara inciri ile 0900 Ziraat kirazının büyük ilgi gördüğünü belirten Taner, fuarda Alara standını ziyaret eden AB’li market zincirlerinin, Avrupalı tüketicinin kirazkolik olduğunu kendilerine aktardığını ifade etti. Türkiye’nin AB’nin en önemli meyve tedarikçisi olabileceğini belirten Yavuz Taner “İklim, toprak yapımız, su varlığımız AB’nin meyve tedarikçisi olan İspanya, Fransa ve İtalya’dan daha üstün konumda. Dış pazarın istediği çeşitlerle yeni ve büyük meyve bahçeleri kurmalıyız” diye konuştu. Alara Genel Müdürü Cihangir Korkmaz, Orhangazi’deki üreticilere budama eğitimi verdi. kinlerine kültürel hassasiyet ve dünyaya açıklık konularında da son derece yararlı kazanımlar sağlıyor. Ünlü Fransız “Tek Adam Göstericisi” (‘One Man Show’ yerine kullandık ama !), taklitçi, Fransızcayı olağanüstü yaratıcı bir mizahla kullanmış komedi sanatçısı Raymond Devos (19222006) adına oluşturulan Büyük Dil ödülünün dışında çeşitli yaş gruplarındaki gençler için yarışmalar tertipleniyor. Bu sene gençlerden “10 Göçmen Sözcük”ün tümünün bir biçimde kullanıldığı kompozisyon (tahrir), yazma ödevleri bekliyorlar. Yunanca “Metron”dan gelen “Metre”; Latince “Amor”dan türemiş “Amour/Aşk” veya İngilizce “Clown”dan aynen Fransızcaya geçmiş, ancak “Klun” diye okunan “Soytarı–Palyaço” sözcükleri gençleri belki çok uzak bir yolculuğa çıkartmıyor. Fakat “Valser/Vals yapmak” fiilinin veya Türkçe de bile “Şık” diye kullanılan, “Chick/TamUygun” kelimesinin Almancadan geldiğini öğrenmek belki sadece gençleri değil, herkesi biraz şaşırtıyor. Fransızca da 1000’den fazla İtalyanca kökenli sözcük olması ilk bakışta doğal karşılansa da, “10 Göçmen Sözcük” arasındaki “Bizarre/GaripTuhaf”ın Dante Alighieri’nin (12651321) “hiddetli” anlamında kullandığı “Bizarro”dan Fransızcaya göçtüğü, duyanlarda hoş bir yadırgama yaratıyor. “Bijou/Mücevher”in günümüz Fransa’sını oluşturan halklardan Brötonyalıların dilindeki “BizBizou/Parmak”tan doğduğunu düşünmek ne kadar zorsa, bilimsel dil Latince “Ermenistan Eriği” denen “Abricot/Kayısı”nın gündelik dile Arapça “AlBargug”dan esinlenerek yerleşmiş olması sözcüklerin yaşam serüveninin tipik örnekleri olarak zikredilebilir. Ancak “Bey, Pacha, Sultan, Vizir, Caftan” veya “Cafe, Caviar, Yaourt” ve hatta “Bakchich” gibi deyim ve kavramları Fransızcaya kazandıran Türkçe’den “10 Göçmen Sözcük”e katılan “BachiBouzouk”un, seçilenler arasında en hoş güzergaha sahip olduğu konusunda adeta herkes hemfikir. Çarlık Rusyası’nın yayılmacılığına karşı verilen Kırım Savaşı’ndaki (18531856) OsmanlıİngilizFransız ittifakı Fransızca ve İngilizceye, hiçbir şey olmasa, Başıbozuk’u kazandırmış. ??? Bu tarz diller, kültürler arası alışveriş, tek taraflı bir egemenlik kurulmadığı sürece dilenebilecek evliliklerin, birleşmelerin en güzel ürünlerini verebilir. Titizlenmeye, her şeyden önce uzun soluklu eğitim ve kültür politikalarına bağlı bir durum. “Beyaz Peynir, Lokum, Baklava, Dolma, Döner, vs, vs’nin patentini kaçırdık, domuz Batı yine bizden çaldın...!” diye yırtınanlar, dövünenler sözümüz size. Aslında ne mutlu Türkçeye dünya dillerine, bu kadarcık da olsa böyle bir katkıda bulunmuş. Le Figaro yazarı Armelle Heliot makalesinde, “‘Başıbozuk’ şeklinde yazmış. Şimdi oturup örneğin, “Başıbozuğumuzu bile çaldılar!!!” diye yakınacağımıza, bu imgeyi en iyi hangi romanda, hangi sergide, hangi tabloda, hangi filmde kullanırız; bunları, başka özelliklerimizi yaratıcı, yenilikçi biçimde yeniden üretecek en iyi sanatçıyı nasıl “yetiştiririz”in hesabını, planını yapalım. Fransız Dili ve Fransa Dilleri Genel Müdürlüğü Temsilcisi Xavier North der ki: “Kültür, tek bileşenli saf kimyevi madde değildir. Genellikle en özgünü bulduğunu sandığımız an, en evrenselle karşılaşırız...” [email protected] Mart, hükümete 1971’deki 12 askeri elkoymanın yıldönüANKARA mü ve karanlık 12 Eylül’ün öncülüdür. 12 Mart, ülkenin demokratikleşmesi sürecinin tersine çevrilmesidir. Demokrat Parti’nin, 1950’lerin ikinci yarısında ülkeyi sürüklediği demokrasi kısıtları ve buna karşı yapılan 27 Mayıs askeri elkoyması bir yana bırakılırsa, 1970’lere dek sürekli sayılabilecek bir demokratikleşme süreci yaşandı. Aslında 27 Mayıs, tarihimizin en demokratik anayasası ile demokratikleşme sürecini güçlendiren, hak ve özgürlükleri çok daha ileri boyutlara taşıyan bir işlev gördü. Ülke, ilk kez ekonomik ve sosyal haklarla tanıştı; “çalışma hakkı”, toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı tanındı; üniversite özerkliği, basın özgürlüğü anayasal güvenceye kavuştu, yeşerme olanağı buldu. O kadar ki, seçimlerde uygulanan ulusal artık ya da milli bakiye denilen düzenlemeyle, seçmenin oylarının tamamı seçimlere yansıyordu. Bir partiye ülke çapında verilen tüm oylar hesaba katılıyor; bugünkü baraj “sıfırlanıyordu”. O uygulamadır ki Türkiye’de ilk kez bir sosyalist partinin, TİP’in yüzde 3 dolayında oy almasına karşılık 450 kişilik parlamentoda 14 kişiyle PAZARI YAKUP KEPENEK Demokratikleşmenin U Dönüşü yatın korunması. Düşünce hürriyeti. Basın hürriyeti. Dernek kurma hakkı. Hakların korunması, kişi güvenliği. Tabii yargı yolu. Sendika kurma hakkı. TBMM’nin görev ve yetkileri. Gensoru. Milli Savunma ve Milli Güvenlik Kurulu. Yargı denetimi. Memurların siyasi partilere girememesi. Özerk kuruluşlar, üniversiteler. Radyo ve televizyon. Sıkıyönetim. Sayıştay denetimi. Hâkimlik. Savcılık. Askeri yargı. Danıştay. Yüksek Hâkimler Kurulu. Anayasa Mahkemesi. 12 Mart’ta, özellikle hak ve özgürlüklerin beynine kurşun sıkıldı. Onlarca insan hukuk dışı ya da keyfi bir tutumla öldürüldü. Binlerce öğretmen, yazar, gazeteci, bilim insanı tutuklandı; işkenceden geçirildi, yıllarca hapis yattı. Kitap yasakları, gazete kapatmalar uygulamaya konuldu. Bunlarla da yetinilmedi; Kürtçülük yaptığı gerekçesiyle TİP ve başta TÖS olmak üzere kamu kesiminde temsiline olanak sağladı. Bugün halkın yarıya yakınının Meclis’te temsilini dışarıda bırakan seçim barajının yüzde 10 olması haklı olarak eleştiriliyor. O anayasal düzeni, seçimle işbaşına gelenler geliştirmek bir yana, korumadı. Varlığını anayasadan alan ve 1960’larda tek başına hükümet kuran dönemin Adalet Partisi, “Bu anayasa ile ülke yönetilemiyor” anlayışına sarıldı. 12 Mart’ta, haşhaş yasağına odaklı ABD parmağının bulunduğu doğru olmakla birlikte, ülkeyi bu geri dönüşe sürükleyen o dönemin özgürlük özürlüsü sivil siyasetçileridir. ??? 12 Mart’ta ülke çok şey kaybetti. Anayasanın 30’dan fazla maddesi değiştirildi. Değiştirilen kimi maddelerin sadece “kenar başlıkları” bile demokrasinin nasıl budandığını kanıtlıyor: Temel hakların özü. Özel ha örgütlenen tüm sendikalar kapatıldı. Bunlar, 12 Mart’ın neden olduğu yıkımları anlatmaya yetmez. 12 Mart’ta yok olan, yalnızca darağacında can veren ya da acımasızca öldürülen gençler değildi. Polis romanlarına taş çıkartacak muhbirlik olayları yaşandı; muhbirlik uzmanlık oldu. İnsan ilişkilerine güvensizlik egemen olmaya başladı. 12 Mart’ta, ilk kez ve açıkça hukuk kavramı ayaklar altına alındı; hak ve özgürlükler çizme ile ezildi. Hak tanımazlığın çıplak karanlığı adım adım toplumu sardı. Oluşmakta olan demokratik kurumlar, yargı, üniversite, basın, vurgun yedi. Örgütlü toplum olma yolundaki ilk çabaların boynu vuruldu. Dağıtılan örgütler, kapatılan parti ve dernekler bir daha toparlanamadı. 12 Mart’ın “hukuk dışı” uygulamalarının yarattığı korku ortamı, 12 Eylül faşizmine giden yolun kaldırım taşlarını döşemeye başladı. Ülkenin bugün bile içinden çıkamadığı olumsuzlukların ilk tohumları atıldı. Geleceğin demokrasisinin sağlıklı oluşması için, 12 Mart’ı, geçtik derinlemesine araştırmalar yapmayı, tartışmayı ya da hesap sormayı, “anımsanmasında” yarar var. [email protected] 20 yıl sonra susuz kalacağız WASHINGTON (AA) Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli tarafından hazırlanan taslak rapora göre, küresel ısınma nedeniyle 20 yıl içerisinde yüz milyonlarca kişi susuz kalacak. Çeşitli ülkelerden 1000’i aşkın bilim insanının hazırladığı ve gelecek ay Brüksel’de yapılacak toplantı öncesinde hükümetlerin bilgisine sunulacak olan taslak rapora göre, ısının ve deniz seviyelerinin yükselmesinden ötürü kıyılarda oluşacak seller nedeniyle dünyada her yıl milyonlarca kişi evlerini terk etmek zorunda kalacak. Taslağa göre susuzluk, 20 yıl sonra özellikle Afrika ve Latin Amerika’da yüz milyonlarca kişiyi etkileyecek. 2050 yılından itibaren ise Afrika’da 1 milyar kişinin susuz kalacağı tahmin ediliyor. 2080’de ise susuzluğun etkileyebileceği kişi sayısının 1.1 ile 3.2 milyar arasında olacağı tahmin ediliyor. Taslağa göre, küresel ısınmasının etkilerinden ötürü 2080’de 200 ila 600 milyon kişinin açlık çekeceği, yine 2080’li yıllarda sellerin her yıl 100 milyon kişiyi etkileyeceği hesaplanıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle