05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler 16 MART 2007 CUMA OKTAY AKBAL Dünden Bugüne... azetelerde okunacak yazılar o kadar azaldı ki! Alışmışız da alıyoruz, şöyle bir bakıp bir yana atıveriyoruz. Bazıları sadece göz atmak için; bazıları acaba neler saçmalıyorlar diye incelemek için; bazıları bulmacalarını çözmek için!.. Gazetelerimizin hali, toplumumuzun aynasıdır, desem yeri. Böyle topluma böyle gazeteler olur. Ya da bu gazetelere böyle toplum yakışır. İkisi de aynı kapıya çıkıyor! Fikir ahlaksızlığı taşıyan yazılar, haberler. Bir kısmının ise fikirle uzaktan yakından ilgisi yok. Bilmem hangi yıldız gebe kalmış, çocuk doğurmuş, boşanmış, evlenmiş. Bunlar birinci sayfadan manşetlik haberlerdir. Bu gazetelerde dünya politikası bir yana itilmiştir; fikir, sanat gibi şeyler unutulmuştur. Günün en ciddi konuları üç beş satırla yazılıp geçilir. Varsa yoksa baldır bacak, kiralık kız resimleri, iç geçirten romanlar, tahrik edici resimler...” Bu satırları ben “Vatan” gazetesindeki “Düşle Gerçek” başlıklı köşemde yazmışım... Ne zaman mı? 12 Ekim 1962 günü!.. Diyeceksiniz, ha 1962, ha 2007!.. Yazımı birlikte okumayı sürdürsek mi?.. “Yazıları okunacak değerde kaç gazete kaldı? Ya iki, ya üç. Üçten fazla değil ha... Hatta üç bile değil. Adlarını da vereyim: İlhan Selçuk’la, Çetin Altan’ın yazılarının çıktığı ‘Cumhuriyet’ ile ‘Milliyet’!.. Türk okurunun tiryakisi olduğu gazeteler! Evet bu iki genç yazar geniş devrimci yığınların gözdesi olmuşlardı. Her sabah bu arkadaşlar ne yazdılar diye merakla elime alıyorum. Başarılı yazılar yazmakta birbirleriyle yarışıyorlar. Olumlu bir yarışma bu! Aydın yığınların ilgiyle izledikleri bir yarışma... Çetin de, İlhan da gerçeklerin ortaya çıkmasına çalışan, Türk ulusunun büyük çoğunluğunun karanlıktan kurtulmasına, bu gerçeklerin ortaya çıkmasına bağlı olduğuna inanmış kişiler... Yazıları bu gizlilikleri ortaya çıkarıyor, bugüne dek saklı kalan, söylenmeyen, yazılmayan ama hepimizin bildiği, duyduğu, anladığı şeyleri aydınlatıp gözler önüne seriyor.” Yazımın sonunu şöyle bağlamışım: “İlhan Selçuk’la, Çetin Altan kuşağımızın övünç veren kişileri... Doğrusunu isterseniz bugünkü Türk basınında yazıları ilgiyle okunan iki yazar... İçtenlikle, inançla, bilgiyle yazan!.. Gizli hesaplardan kurtulmuş, büyük yığınların çıkarını ön plana almış iki yazar... Benim övgüme ihtiyaçları yok elbet. Niçin yazdım bu yazıyı peki? Bu genç arkadaşlarıma kuşağım adına teşekkür edebilmek için... Sevincimi büyük okur yığınlarına ulaştıran bu iki yazarın, yarınki Türkiye’nin kurulmasında ne büyük rol oynadıklarını belirtmek için...” Yarım yüzyıl geçmiş... Şimdi Çetin Altan da, İlhan Selçuk da sekseni bulmuş. Hâlâ yazıyorlar, hâlâ okurlarını kendi kişiliklerine yakışan biçimde etkiliyorlar!.. Yarım yüzyıl sonranın okurları olan sizler nasıl buldunuz bu unutulmuş yazıları?.. Toplumda önemli bir gelişme, bir düzelme olmuş mu? Yazarlarımız belirli bir düzeyin üstüne çıkmış mı? Yoksa yine birkaç kişi mi var gerçekleri, her türlü engeli göze alarak savunan?.. Yoksa bir tek İlhan Selçuk mu kaldı o günlerden bugüne aydınlanma savaşımında direnen?.. Arada eski dosyaları karıştırmak iyi oluyor... Dünü bilmeyen elbet bugünü hiç mi hiç anlayamaz!.. Cumhurbaşkanlığı Sorunu S ayın Başbakan’ın cumhurbaşkanı seçilebilme olanağı varken, “Bütün siyasi partilerin üzerinde uzlaşabileceği, ülkede genel kabul görecek bir isim üzerinde anlaşalım. Ben aday değilim” diyebileceğini zannetmiyorum. Yasalara ters düşmeden öyle eylemler, öyle davranışlar sergilenmeli ve önüne öyle somut olaylar konulmalı ki Sayın Başbakan, kendisini değil, ülkesini düşünerek “Ben aday değilim” deme noktasına gelsin. Bazı siyasi parti liderlerinin “Çankaya’ya çıkarsa indirir, Yüce Divan’a göndeririz” sözlerinin gerçekleşmesi, önümüzdeki seçimlerde oluşacak TBMM’nin yapısına bağlıdır. Başbakan’a karşıt olan liderler, çıkınca indirmekte değil, öncelikle çıkmasını önlemekte birleşmelidirler. En akılcı davranış, çıkmasını engelleyecek yol ve yöntemler üzerinde fikir ve eylem üretmektir. Sayın Başbakan gazetecilerle yaptığı bir görüşmede, cumhurbaşkanında olması gereken nitelikleri sıralamıştır: “Liderlik, ülkeyi temsil, toplumun tamamını kucaklama, herkese eşit mesafe, gerginlik yaratmama, birlik ve beraberlik zemini hazırlama, koordinasyon” dedikten sonra “..barışa, sevgiye, birliğe beraberliğe, dostluğa zemin hazırlayacak bu zemini iyi koordine edecek, lider özellikli bir insan” olarak belirlemiştir (16.6.2006 tarihli Cumhuriyet Hürriyet). PENCERE İstiklâl?.. ugün bir başka konuyu ele alacaktım; öğle vakti elim televizyon açış aygıtına gitti, düğmeye bastım, ekrana Bülent Arınç çıktı, Meclis Başkanı elindeki kâğıdı okuyor... Ne okuyor?.. “İstiklâl” ve “Marşı” üzerine bir şeyler söylüyor... Mehmet Akif’e ilişkin edebiyat yapıyor... Meclis’te toplantı düzenlenmiş; Başbakan Recep Tayyip, bakanlar, milletvekilleri toplanmışlar, dinliyorlar... Konu: İstiklâl!.. ? Yani?.. Bağımsızlık!.. Kendi kendime gülmeye başladım... AKP iktidarının “İstiklâl” üzerine toplantısı karşısında ne Molyer’in mizahı on para eder, ne Aziz Nesin’in kalemi yeterlidir. Ekrana baktım.. Arınç yineliyor: İstiklâl!.. “Kelime”yi bayağı “telaffuz” edebiliyor; sözcüğün sonundaki “lâl” hecesini a’yı incelterek vurgulayabiliyor... Oysa “lâl ü ebkem” olmalı, mahcubiyetinden susup, dilini yutup oturmalıydı... ? Meclis’teki “İstiklâl” Marşı toplantısında öndeki sıralara baktım, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ünlü, yani pek meşhur ve yakın danışmanı Cüneyd Zapsu’yu göremedim... Oysa “İstiklâl” ve de “Marşı” deyince ilk akla gelen AKP’nin gözbebeği Cüneyd Zapsu olmalıydı... Cüneyd Zapsu bir ara Başkan Bush’un gözünden düşer gibi olan RTE’yi yeniden Amerika’ya beğendirmek için neler söylemişti: “ Bu adamı (RTE) deliğe süpürmeyin, kullanın!..” İstiklâl Marşı şairi Mehmet Akif’in anısına yakışacak ya da şairin ruhunu lime lime edecek bir pazarlama değil miydi bu?.. ? RTE’nin daha hiçbir şeyken Amerika’ya gittiği biliniyor; Başkan Bush’un iktidara geçmeden önce Tayyip’le neler de neler konuştuğu gazetelere kaç kez yansıdı?.. AKP iktidarının Türkiye’de Amerikan BOP’una uygun bir “Ilımlı İslam Devleti Modeli” oluşturmak için siyasal hayatımızda ve çok partili rejimimizde özellikle pazarlandığını da dünya âlem biliyor... Dış yabancı güçlere AKP oranında boynu eğik bir başka parti Cumhuriyet tarihinde iktidara geçmemiştir... Sonra bu AKP Meclis’te toplanıp İstiklâl Marşı şairi Mehmet Akif’i ağzına alıyor... Bülent Arınç’ın “İstiklâl” (bağımsızlık) yolunda edebiyat yapmaya yeltenen her tümcesi milli şairimizin kemiklerini sızlatan birer mizah şaheseri olarak tutanaklara geçmiştir. Av. Sabri KURT Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nda İzmir Barosu Temsilcisi uluslararası toplantılarda ve yurtdışı gezilerde bu kıyafetlerle Türk kadınını temsil etmeye kalktığına dikkat çekerek “Kendisinin bu kıyafetlerinden çağdaş Türkiye Cumhuriyeti kadınları olarak utanıyoruz. Başındaki o acayip kaplamayı çıkarmasını ve çağdaş, laik Türkiye’ye yakışır bir şekilde giyinmesini rica ediyoruz” diyor (Cumhuriyet, 30.05.2006). Cumhurbaşkanı eşinin kılık kıyafeti Türkiye’nin imajını yansıtır. Bu kıyafet, çağdaş Türk kadınını utandıracak bir kıyafet olmamalıdır. Sayın Başbakan, laikliği sadece dini inanç ve ibadet özgürlüğü olarak algılamaktadır. Anayasanın (md. 24/son fıkrası) “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” diyen hükmünü benimsemediği, söylem ve eylemlerinden bellidir. Sağduyunun gösterdiği yol, Sayın Başbakan’ın TBMM’deki çoğunluğuna güvenerek Cumhurbaşkanlığı’na aday olmaması, tüm siyasi partilerin ve Türk ulusunun büyük çoğunluğunca benimsenip desteklenecek yetkin bir kişi üzerinde uzlaşma sağlanmasıdır. “G Laik Cumhuriyet ilkelerini benimseme yönünden eksik de olsa saydığı bu niteliklerle Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kişiliğini karşılaştırdığımızda, bu makama kendisinin hiç de layık olmadığı sonucu çıkar: Seçmenlerin dörtte birinin oyuyla iktidara geldiğine göre, seçmenlerin yüzde yetmiş beşi Başbakan’ın yanında değil, karşısındadır. Ülkenin yüzde 75 gibi büyük çoğunluğunun benimsemediği bir kimsenin Cumhurbaşkanı olarak toplumun tamamını kucaklaması da mümkün değildir. Milletvekilini paylayan, köylüyü azarlayan, sinirleri çabucak bozulan, şimdiye kadar özellikle ve ayrıcalıkla imam hatiplilere arka çıkan bir kişi tüm toplumu kucaklayamayacağı gibi, toplum da ona sahip çıkamaz ve benimseyemez. Nitekim Türk Bilgi Araştırma ve Danışmanlık Şirketi’nin 40 ilde 11.380 kişiyle yaptığı ankete göre halkın yüzde 71.28’ i Başbakan Tayyip Erdoğan için “Kesinlikle cumhurbaşkanı olmamalı” demiştir (24.9.2006, Cumhuriyet). Ülkedeki gerginliğin baş sorumlusu Sayın Başbakan’dır. Hoşgörüden uzak ve eleştiriye tahammülsüzlüğü nedeniyle kendisini eleştiren medyaya saldırıya geçmiş ve karşısına almıştır. YÖK ve üniversitelerle çatışma halindedir. Cumhurbaşkanımızla arası sıcak değildir. Silahlı Kuvvetler’le uyumlu değildir. Yüksek Askeri Şura toplantılarına katılır, şeriatçılık ve başka nedenlerle ordudan ihraç kararlarına muhalefet şerhi koyar. Danıştay’la çatışma halindedir. Ülkede gerginlik yaratan ve kurumlarla çatışma halinde bulunan böyle bir kişinin, ülkemizde “barışa, sevgiye, birliğe, beraberliğe ve dostluğa zemin hazırlaması” hiçbir şekilde düşünülemez. Sayın Başbakan, laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, din kurallarının egemen olduğu bir İslam devletine dönüştürme çabasındadır. Laik Cumhuriyet ilkelerini ve kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsememiştir. Danıştay’ca verilen ve işine gelmeyen kararlar karşısındaki tepkisi ve yargıya müdahaleleri bunu göstermektedir. Türbanı sürekli sorun yapması, imam hatip dayatmaları ve imam kökenli kadrolaşmalarıyla ülkemizi, kurtuluşu İslamcılıkta arayan bir ülke haline getirmiştir. Nitekim önceki konuşmalarında “Türkiye’yi İslami devlet planı içinde düşünüyorum. Türkiye’nin yarınında artık Kemalist ve benzeri rejimlere yer yoktur” diyen kişidir. Böyle bir kişinin cumhurbaşkanlığını hiçbir Cumhuriyet aydını içine sindiremez. Cumhurbaşkanı eşinin kılık kıyafetini önemseyen de önemsemeyen de vardır. Ancak “Kadın Hakları Koruma Derneği” Genel Başkanı Sayın Gönül İşler, başbakan eşinin özellikle B KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr AB’nin Mutsuz Yıldönümü ile Sovyetler Birliği A BD arasında üçüncü bir güç oluşturmak amacı ile 1957’de Roma Anlaşması ile kurulmuş olan Avrupa Birliği bu yıl 50. yılına girmektedir. 50. yılında AB, kamuoyuna sadece iyi yanları ile tanıtılmakta çirkin yüzü kamuoyundan saklanmak istenmektedir. Türkiye ile üyelik müzakerelerini başlatmış, Birlik içinde Türkiye karşıtlarının güç kazanması ile müzakereleri askıya almış AB’nin kamuoyumuza, o bilinmeyen yüzü ile tanıtılması gerekmektedir. Son yapılan ve Euro Barometer olarak bilinen kamuoyu araştırmasına göre, Fransa’da toplumun ancak yüzde 22’si, İngiltere’de yüzde 24’ü ve Almanya’da yüzde 28’i AB’nin varlığını desteklemekte ve toplumun büyük bölümü AB’nin varlığını sürdürmesine karşı çıkmaktadır (Newsweek, 22 Ocak 2007 s. 19). Bu üç ülke AB’nin itici gücünü oluşturmakta ve AB’nin bu ülkelerin çoğunluğu tarafından desteklenmemesi AB’nin Yrd. Doç. Dr. Engin ÜNSAL Maltepe Üni. Hukuk geleceği açısından ciddi kaygılar yaratmaktadır. Araştırma bunun nedenini üç ülkenin liderlerinin AB yerine birbirleri ile uğraşmalarına bağlamaktadır. AB’nin bugüne değin bir lider yönetici bunalımı yaşadığı açıktır. Sermaye ve emeğin serbest dolaşımı ilkesine dayanan AB’nin bu liderlerin, sermayenin serbest dolaşımına karşı çıkarak kendi ülke ekonomilerinde sıkı bir korumacılık sergilemeleri AB’nin geleceğini karartmaktadır (Bu konuda ayrıntılı bilgi Cumhuriyet’te 19.06.2006 tarihinde yayımlanmış Ekonomide Milliyetçilik başlıklı yazımızda bulunabilir). AB üyesi ülkelerin liderleri Birliğin yönlendirilmesi konusunda uyumsuzluk içindedir ve bunun gelecekte AB’nin bölünmesi ve işlevsiz kalmasına yol açacağından korkulmaktadır. Türkiye’nin üyelik sorunu, AB üyesi ülkelerin Rus enerjisine Fak. Öğr. Üyesi kurulmaktadır. Türkiye Ortadoğu’da güç dengelerini ve gelişmelerini çok yakından izlemeli ve AB’nin öngördüğü değil kendi bütünlüğünü ve çıkarını gözeten politikalar üretmelidir. Geçen ekim ayında bir dizi konferans vermek için gittiğimiz İspanya’da Zaragoza Üniversitesi’nde tanıştığım Willy Brandt’ın danışmanı olmuş bir Alman Profesör, “AB sizi üye olarak almayacak. Siz Rusya ve İran ile ilişkilerinizi geliştirerek kendinize yeni bir dünya kurun” demişti. Yöneticilerimizin bu sese kulak vermesi gerekir sanıyorum. Kıbrıs müdahalesinden sonra ABD Başkanı Johnson’un ünlü mektubu üzerine İsmet İnönü, “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de bu dünyada yerini alır” demişti. Türkiye AB dışında bir dünyada yerini almayı ciddi olarak düşünmelidir. bağımlı bırakılması, üye ülkelerin kendi enerji tekellerini sonlandırmayı kabul etmemeleri liderler arası uyumsuzluğun çözülemeyen sorunları olarak sıralanmaktadır. AB’nin güçlü ülkelerinin gelecekteki liderleri olarak kabul edilen İngiltere’de Brown, Fransa’da Sarkozy veya Royal ve Almanya’da Merkel AB’yi sadece bir problem olarak gördüklerini açıklamışlardır. Geleceği böylesine karanlık bir AB’nin yarını kuşkuludur. AB’nin Türkiye’yi üye olarak kabul etmeyeceği açığa çıkmıştır. Böyle bir karanlık geleceği olan AB’nin Türkiye’ye yararı olamayacağı da anlaşılmıştır. Türkiye’nin bugünkü ve gelecekteki yöneticileri AB eksenli politikalar yerine bölgesel eksenli politikalar üretmek zorundadır. Bölgemizde yeni bir dünya düzeni CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle