05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 MART 2007 CUMA spor C Konuşma gaza bas! Can İŞBAKAN “Şampiyon olmak için takım arkadaşımın yardımına ihtiyacım yok.” “Schumacher, Formula 1 tarihinin en sportmen olmayan pilotudur.” “Herkesin bir zamanı vardır. Schumi’nin de süresi bitti. Zidane bile ondan daha onurlu bir şekilde jübile yaptı.” Bu sözler son 2 yılın şampiyonu Fernando Alonso’ya ait... Ne kadar kibirli değil mi? Düşünerek söylenmemiş oldukları çok belli. İspanyolun hırsını ve kendine duyduğu güveni de anlatıyor bu cümleler... Ama o bunları dile getirirken kariyerinde ne kadar büyük bir yara açacağını bilmiyordu. Çünkü dünyada İspanyol pilota karşı büyüyen bir nefret var. Yerkürenin 4 bir yanından “Alonso’dan nefret ediyorum” sesleri yükseliyor. Renault’dan McLaren’e geçerek yılın transferini yaptı Alonso... Herkes ayağa kalktı. Aslında geçen sezonun ortasından beri konuşuluyordu bu değişim. Çünkü İspanyol şampiyonla McLaren çok kez bir araya gelmiş ve bu gizli görüşmeler sonucu Renault’la Alonso’nun arası bozulmuştu. Peki neydi İspanyol pilotu egosuna bu kadar yenik kılan? Neden Minardi’den Renault’a geçer geçmez başarılara imza atarak sempati uyandıran Alonso aniden bir nefret ikonuna dönüştü? Bunun elbette birkaç nedeni var. İlk neden çok erken kazanılan başarıların Alonso’yu “ne oldum” havasına sokması. Dile kolay... 2002’de Renault’a geçtiği zaman ona kimse şans vermiyordu. Ama herkes Flavio Briatore’nin nasıl bir yetenek avcısı olduğunu da iyi biliyordu. Bu nedenle güvenildi Alonso’ya ve başarılar, birincilikler derken şampiyonluklar geliverdi. Geçen sezon Michael Schumacher gibi bir efsa 19 2016’ya aday mıyız? Cüneyt E. KORYÜREK ildiğiniz gibi 1993’ten beri İstanbul adına olimpiyad düzenlemek için 4 kez aday olduk. Adaylar arasından seçilen kentin olimpiyadlara hazırlık yapması amacıyla bu seçim 7 yıl önceden yapılır. Ve biz de 2000, 2004, 2008 ve 2012 Olimpiyadları’na aday olmamıza karşın bir türlü ilk 3 arasında bile yer alamadık. Aslında pek çok kişi bilmez... 1930’larda İstanbul İmar Planı’nı hazırlayan Prof. Prost, Bayrampaşa’da bir olimpiyad parkı yapılmasını önermiş ve bunu da planlarına koymuştur. Berlin’deki 1936 Olimpiyadları’dan esinlenen Prost bu amaçla İstanbul’un ileriki yıllarda bir olimpiyad organizasyonu yapacağını düşünmüştür. Diğer yandan 1953’ün İstanbul’un fethinin 500. yıldönümü olması nedeniyle olimpiyadların İstanbul’da yapılması fikrini ortaya atmış ama 1953 bir olimpiyad yılı olmadığından ve bu fikir de çok geç akla geldiğinden olacak, bir gazetede yayımlanan bu öneri gazete arşivleri arasında solup gitmiştir. B NEDEN OLİMPİYADLAR? Her şeyden önce bilinmelidir ki olimpiyadlar bir ülkeye değil bir kente verilir. Buna karşın olimpiyadlar organizasyonun yapıldığı kentin yanında o ülkenin de büyük faydalar sağlayacağı bir olgu olarak kabul edilir. Olimpiyadlar, 1936’ya dek genelde spor amaçlı bir organizasyon olarak tarihteki yerini alır. Ama 1931’de Berlin’de yapılması IOC tarafından kararlaştırılan olimpiyadlara, 1933’te iktidarı ele geçiren Hitler bir müddet çok soğuk bakmıştır. Ancak Almanya’ya yepyeni bir sistem ve Nasyonal Sosyalizm’i getiren Hitler Rejimi’nin etkili adamı ve propagandadan sorumlu olan Geobbles, böyle bir organizasyonun kendi yönetim sistemlerinin dünyaya tanıtılmasını sağlayacak çok önemli bir unsur olduğunu Hitler’e anlatmış ve 1936 Olimpiyadları gerçekten o zamana dek yapılan en mükemmel organizasyon olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın yenilen ülkesi Almanya’nın içinde bulunduğu politik ve ekonomik kaosa karşın olimpiyad tarihinde en çok madalya almış olan ABD’nin de önüne geçmesini bilmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı’ndan 1964’e dek geçen süre içinde olimpiyadlar sırasıyla Londra, Helsinki, Melbourne ve Roma’da yapılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan yenilerek çıkan ve savaş sırasında gösterdiği zulüm ve gaddarlıkla dünyada pek iyi tanınmayan Japonlar artık barışçı bir toplum olduklarını anlatmak, modern dünyanın bir unsuru olduğunu göstermek ve ekonomide olduğu kadar teknolojide de çok yüksek bir düzeye geldiklerini ispat etmek için Tokyo Olimpiyadları’nı kendilerine yakışan titizlik ve mükemmellikle yapmışlardır. Mexico City’de yapılan 1968 Olimpiyadları’ndan sonra olimpiyadları Münih’e getiren Almanlar, 1936’daki olimpiyadların başarısına karşın ırkçı damgasını silmek için 1972’de mükemmel bir olimpiyad düzenledi. Olimpiyadlar yine Almanlar tarafından politik amaçla kullanılıyordu. Ama bu kez amaç kötü bir imajı silmekti. Monteral’deki 1976 Olimpiyadları, Monteral Belediye Başkanı’nın kişisel çabasıyla elde edildi. Plansızlık, rastgele ve geç başlanan tesisler son anda yetişti ve kent ancak 25 yıl içinde ödeyebileceği 1 milyar dolarlık bir borç altına girdi. SOVYETLER SAHNEDE Almanların yaptığını Sovyetler 1980’de gerçekleştirdi ve komünist rejimin ulaştığı düzeyi göstermek amacıyla Moskova bu kez de politikanın bir uzantısı haline geldi. ABD’liler Sovyetlerin Afganistan’ı işgal etmelerini protesto etmek için Moskova’yı boykot etti ve sadece batı dünyasında İngiltere, Avustralya ve İtalya dışında Türkiye dahil pek çok ülke sporcularını Moskova’ya göndermedi. 4 yıl sonra Los Angeles’ta yapılan olimpiyadlara Sovyetler güvenlik önlemlerinin yeterli olmadığı bahanesiyle katılmadı. Olimpiyadlar 1988’de yine politik ve ekonomik bir amaç için kullanıldı ve ilk kez gelişmekte olan bir ülke olarak tanınan Güney Kore olimpiyadları üstlendi. Güney Kore’de 1960’ın Mayıs’ında başa geçen askerler, 1988’e dek ülkeyi adeta bir polis devleti gibi yönetti. Başta bulunan yönetim o yıla dek Demir Perde ülkeleri tarafından tanınmıyor ve Birleşmiş Milletler de (BM) sadece bir gözlemci olarak katılıyordu. Seoul’de yapılan 1988 Olimpiyadları daha başlamadan önce tüm demir perde ülkeleri Güney Kore’yi kınasa da Güney Kore artık dünyada herkesin duyabileceği ve ürünlerine saygıyla bakabileceği bir kavram haline geldi. neyle yarışmak onun sinirlerini bozuyordu. Çünkü böylesine usta bir pilotu hep arkanızda, sizi geçmeye çalışırken görmek oldukça yıpratıcı bir durum... Ama o yine de başarılı oldu. Hatta Alman efsaneyi “emekli etti” diyenler bile var. Daha da ileri gidip, “İşte yeni efsaneniz Alonso, onu kabullenin” diye elleri patlarcasına alkışlayanlar da cabası... LOSTROFOBİLİ ŞAMPİYON Alonso’nun bu denli sert ifadeler vermesinin bir diğer nedeni de ondaki “klostrofobi” olabilir. Evet, yanlış okumadınız... Her yarışta sadece tek bir insanın içine girebileceği daracık F1 araçlarında yarışan şampiyon, kapalı alanda kalmaktan korkuyor!.. “Bir asansörün içinde kalmayı düşünemezken F1 araçlarıyla yarışıyorum. Evet, ben biraz garibim...” diyor Alonso... Belki de bu hastalığının verdiği travmayla rakiplerine sallıyordur!... Gelelim 2007’ye... Son şampiyon bu sezon dikiz aynasına baktığında yine bir Ferrari görecek. Ama geçen yılki gibi Schumi’yi değil Kimi Räikkönen’i... Tabii ki Finli henüz bir efsane olabilecek yetide değil ama onun bu sezon elinde müthiş bir fırsat var. Ferrari’nin koltuğu herkese verilmez. Ama Kimi artık orada ve şampiyonluk için elinden geleni yapacak. Bu yıl birçok yarışta bu iki ismin kapışmasını izleyeceğiz. Pistler genç pilotlara kaldı ve bu dinamizmi de beraberinde getirecek. Ancak deneyimsiz olmaları hata yapmalarına da yol açacaktır elbette. Bakalım nefret edilmeye başlanan Alonso, üst üste 3. kez şampiyon olup McLaren’in özlemini mi bitirecek yoksa Räikönnen bu fırsatı değerlendirip bir sürprize mi imza atacak? Bekleyip, göreceğiz... K arselona, 1936 Olimpiyadları’ndan beri bu oyunları düzenlemek için aday olmuş ama bir türlü istediğine kavuşamamıştı. Ancak 1980’de “Avrupa’nın en pis kenti” olarak ilan edilince, Barselona’daki Catalan yönetimi ve İspanya hükümeti bu kötü lekelemeden kurtulmak ve olimpiyadları Barcelona’ya getirmek için kolları sıvadı. Ve damarlarındaki Catalan kanıyla, dolaylı da olsa yaptığı katkıyla IOC Başkanı Samarach, olimpiyadların 1992’de Barcelona’ya gelmesini sağladı. B Avrupa’nın en pis kenti ri getirdi. Çinliler, Beijing adına katıldıkları 2000 Olimpiyadları’nı 1 oy farkla Sydney’e kaptırmalarına karşın 2001’de yapılan seçimde 2008 Olimpiyadları’nı Beijing’e getirmeyi başardı. İngilizler ise Manchester ve Birmingham adına aday olmalarına karşın kazanamadıkları olimpiyadları, 2005’te Singapur’da yapılan seçimde kazandılar ve 2012 Oyunları’nın sahibi oldular. 4 kez İstanbul adına olimpiyadlara aday olduk. İlk adaylığımızda sadece iyi niyetimiz vardı ama hiçbir spor tesisimiz yoktu. Bundan sonraki katılımlarda vaatlerle ortaya çıktık ama en sonunda Atatürk Olimpiyat Stadı’nı yaparak IOC üyelerine başvurduk. İlk önce “Bize veriler mi?” diyorduk. Daha sonraları, “Alabilir miyiz?” demeye başladık. En sonunda da “Bize vermezler” diyerek boynumuz büyük ülkemize döndük. Bildiğiniz gibi olimpiyad adaylığı 3 ayaklı bir yapıttır. Herhangi bir ülkede bir kentin aday olması, bu BİZİM HAKKIMIZ Tokyo’da 1990’da, 1996 Olimpiyadları için adaylık yarışına girenler arasında bulunan Atina, “Modern olimpiyadların ilki olan 1896 Oyunları Atina’da yapılmıştı. 100. yılının kutlanacağı 1996 Olimpiyadları’nın sahibi Atina’dır” demesine karşın çok iyi çalışan Los Angeles, bu oyunları Atina’nın gözyaşına bakmadan aldı. Atinalılar burada bir hata yaptı ve “Asla yeniden aday olmayacağız” dedi. Ama Atlanta’daki başarıyı gören ve hata yaptıklarını anlayan Atina hükümeti hemen kolları sıvadı ve 1 yıl içinde yaptığı akıllı bir çalışma sonucu 1997’de, 2004 Olimpiyadları’nı Yunanistan’a ge adaylığın Milli Olimpiyad Komitesi tarafından onaylanması ve buna ek olarak da devletin desteğinin sağlanması gerekir. İstanbul kenti, o zamandan beri başında bulunan belediye başkanlarından hiçbiri tarafından sahiplenmemiş bir atılımdır. İstanbul, 13 milyonu aşkın nüfusuyla sanki orta büyüklükteki bir Avrupa ülkesi haline geldi. Çok hızlı büyüyen bu kentin pek çok eksiği var. Günümüzdeki hızımızla gidersek bu eksiği ancak 50 yılda tamamlayabiliriz. Ama olimpiyadları İstanbul’a getirirsek, Barcelona’nın yaptığı gibi İstanbul’u 7 yıl içinde gurur duyabileceğimiz bir metropo haline getirebiliriz. İstanbul 2010’da Avrupa’nın kültür merkezi olarak dünyanın tüm dikkatini üstüne çekecek. Olmpiyadların İstanbul’a gelmesiyle büyük bir imar hareketi başlayacak. Trafik, belki de ilk kez sorun olmaktan çıkacak. İstanbul sokaklarındaki insanlar modern kafalı kişiler gibi gezinebilecek. Yapılacak bütün tesisler ülkeye kalacak. Atlanta’nın 1996’da yaptığı gibi olimpiyadlar için yapılacak ve sonra kullanılmayacak bazı tesislerin sökülebilir veya değiştirilebilir halde yapılmasını öğreneceğiz ve en azından 7 yıl İstanbul ve Türkiye dünyanın her tarafında tanınacak, tanıtılacak ve ismi geçecek. lkemizde demokrasi var mı? Var olmasına var da sadece ismi var, kendisi yok... Gören varsa söylesin... Sanırım, demokrasi ile kan uyuşmazlığımız var. Peki, demokrasinin olmazsa olmaz ilkelerinden en önemlisi olan hukukun üstünlüğü var mı? O da var da.. yoksullar için değil, varsıllar için söz konusu.... Ya özgürlük? Bazı hallerde hiç yok, bazı hallerde ise spekülasyonları var. Peki, bir ülke halkının demokratik olması, hukuka inanması ve saygılı olması yeterli mi? Hayır değil. Önce, ülkeyi yönetenlerin buna inanması gerekir. Eski yıllarda da hukukun üstünlüğü söz konusuydu. Ama ondan da önemlisi, söz vermekti. Alışveriş ilişkilerinde, bonosenet gibi birtakım ticari garantiler pek de düşünülmezdi. Borçlu, borcunu ödeyemezse alacaklıların kapısı önünden dahi geçmez, utanırdı. Alacaklı da aynı şeyi yapar, borçlunun yanından geçmezdi alın Ü GÖRÜŞ HALİT DERİNGÖR Hukuk ve Del Bosque adlı makalesinden esinlendim, yazısının başında hukuku şöyle tanımlıyor: “Yeryüzünde yaşanan tüm olaylara çözüm üretme sanatı” diyor. Sanıyorum bu makale ile Del Bosque ve Beşiktaş arasındaki anlaşmazlığa gönderme yapıyor. “Ülkemize gelen yabancı antrenörleri omuza almak önemli değil; önemli olan onlarla imzalanan sözleşmelerin içerikleri ve o sözleşmelere duyulan saygıdır” diyor. Bütün bunlar doğru da.. yalnız bizde hukuk, çözüm üretme sanatı olmuyor, olayları büsbütün düğümleme anlamına geliyor. Mahkemelerde ve masınlar diye... Fakat artık o tür insanların siyahbeyaz dünyası renkli dünyalara dönüştü. Teknoloji, akıllara durgunluk verecek derecede gelişti. Böyle bir durumda tabii bizim türün insanları da değişti. Şimdi, ne kadar borcun varsa o kadar önem kazanıyorsun. Borcunu ödemezsen önem kazanıyorsun! Düşünüyorum da acaba teknolojinin bu noktaya gelmesi, insanı yozlaştırıyor mu? Bunları niçin yazıyorum? Erdener Yurtcan hocamızın cumartesi günü Cumhuriyet gazetesinde yazmış olduğu, ‘Hukuk, spor dünyasına egemen değil mi?’ avukatların önünde dağ gibi biriken dosyalar, insanları böyle düşündürüyor... Ülkemize gelen yabancı antrenörler, mukavelelerine büyük bir tazminat maddesi de koyuyorlar. Çünkü dünyanın bize güveni yok. Bizler de aynen kabul etmede bir sakınca görmüyoruz. Çünkü o antrenörle kısa sürede problem çıkacak ve ülkelerine postalanacaklar! Adam, bırakın tazminatı, kendini kurtardığı için sevinecek! Beşiktaş, Del Bosque ile 4.5 milyon Avro tazminatla anlaşmış. Bu para ile iki futbol takımı kurulabilir... Kısa sürede anlaşamadılar ve Del Bosque ülkesine postalandı. Ne var ki söylendiğine göre mukavele tek taraflı feshedilmiş! Ayıkla pirincin taşını, ayıklayabilirsen... Tanrı Beşiktaş’a kolaylık versin.. hderingor?hotmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle