Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 Kadınların 72 yıl önce yüzde 4.5 olan TBMM’deki temsil oranı günümüzde yüzde 4.4 C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ arbelerin benim “kader çizgimde”, kişisel tarihimde büyük yeri var. 60 darbesi öncesi “Vatan Cephesi”ne muhalif babamın “eylemleri” nedeniyle sürüldüğümüz kasabada, Alev Coşkun imzalı “İnönü’ye Atılan Taş” adlı broşürün dağıtılmasındaki payımı unutamam doğrusu. 27 Mayıs, devletçilikle arasını bozmaya henüz hazır olmayan, cılız sermayenin iktidar kavgasına ilk “ciddi” müdahalesidir. Bunalmış aydınların, sıkılmış bürokratların rastlantısal dokunuşlarıyla ortaya çıkan 61 Anayasası’nın keyfini epeyce, on koca yıl sürmedik mi? 12 Mart, 68 olaylarının genç bir “kahramanı” olarak beni sokakta yakaladı. Artık sermaye dokunuşlarla değil, bilinçle, ustaca müdahale ediyordu. Emir komutanın bozulmasını, sivillerin, “başıbozukların” işe karışmasını istemiyordu. Muhtıranın paşaları, “sosyal gelişmenin düzenin sınırlarını zorladığını” anlamışlardı. Üçdört yıl İstanbul’un dar sokaklarında gizlenerek darbecilerin gitmesini bekledik. Gittiler. Geride katledilmiş, asılmış delikanlılar kaldı. Geride öfkeli gençler, kızgın sendikacılar, alanları doldurmaya hazır işçiler kaldı. Sermaye durumdan mutluydu, ama tedirgindi. İlk fırsatta emir komutanın sihirli, muktedir elini yeniden çağıracak, dış desteğin aktif katkısından kaçınmayacaktı. 1 Mayıs’ta Taksim’in kana bulanması, uçak dolusu Amerikalının geldikleri gibi sessizce, silahların tarrakası dışında tabii, kâğıtsız, kayıtsız uçaklarına binip gitmesi, gazetelere verilen çarşaf boyu ilanlar, komandoların, Türk usulü SA’ların kıyımları, kırımları, aydınların bir bir kurşuna dizilmesi, durumun olgunlaşmasını bekleyen “emir komuta”nın, “tamam zamanıdır” demesine kadar sürdü. “Bizim çocuklar başardı” Henze’si zamanın parolası gibidir. Ama 80’in bu kadarla sınırlı bir çözümlemesi eksik olur, gerçeği tam yansıtmaz. ??? 12 Eylül’ün sırrı 24 Ocak’ta gizlidir. Demirel hükümetinin “Turgut” damgalı 24 Ocak kararları, Türkiye’de neoliberal, yeni bir ekonomik politikanın ilanıdır. Bu politikanın esası monetarist sıkı paradır. O zamanlar Fridman’ın adıyla anılırdı. Sokağın sesinin, işçinin üc 16 MART 2007 CUMA Arap ülkelerinden gerideyiz Zeynep ŞAHİN ANKARA Türk kadını, gerek sosyal yaşamda gerekse siyasette henüz erkek egemenliğini kıramadı. Resmi rakamlar; öğretmenlik, mühendislik, doktorluk, akademisyenlik gibi mesleklerin icrasında yüzde 50’lere ulaşamayan kadın oranının siyasette ise neredeyse “sembolik” olarak yer aldığını gösteriyor. Toplumsal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı (TESAV) Başkanı Erol Tuncer’in, resmi kurum ve kuruluşların kaynaklarından derlediği veriler doğrultusunda hazırladığı “Siyasette Kadın” adlı kitabındaki saptamalar, Türk kadınının, kendinden sonra seçme ve seçilme hakkına kavuşan birçok ülkedeki kadından daha az siyasette yer aldığını, TBMM’deki temsil açısından da henüz 1935’i yakalayamadığını ortaya koydu. Tuncer’in araştırmasına göre Türk kadınının ülke yönetimi ve çalışma yaşamındaki yerini gösteren tablo şöyle: Son genel seçimlerde sandıktan birinci parti olarak çıkan AKP’nin kadın aday sayısı 31 iken, CHP’ninki 42’ydi. Milletvekilliği için ANAP 82, DSP 45, Darbeler, Darbeciler, Aydınlar retinin kesin bir şekilde kısılması politikanın ilk koşuluydu. Bu nedenle kararların “siyasi elebaşısı”nın da yerini terk etmesi “kader”, diğer arkadaşlarıyla birlikte “Zincirbozan”larda konuk edilmeleri mukadderdi. 80 darbesi kitabı, okumayı, düşünmeyi devre dışı bıraktı. Hapishaneler, darağaçları çok çalıştı. İşkencesiz gün, ne içerde, ne dışarda mümkün oldu. Dünya çapındaki büyük darbe, amacına ulaşma yoluna girdiğinde darbeciler de geride kanlı izler bırakarak güvenli köşelerine çekildiler. Hâlâ arada bir çıkıp konuşurlar. Konuşurlar, çünkü aslında dümdüz edilmiş bir dünyada küçük, büyük, ulusal, uluslararası darbelerin, işgallerin “hizaya soktuğu” bir dünyada neoliberal politikalar artık mutlak egemendir. Başka politikaların mümkün olabileceği akıllara bile getirilememekte, böyle “deliliklerden” söz edenlere deli gözüyle bakılmakta, hatta ısrar edenlere “darbeci” bile denilebilmektedir. Oysa darbeci kendileridirler. ??? Ama benim asıl şaştığım bu darbeciler değil. Beni hayretler içinde bırakanlar, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün ağır sillesini yedikleri, tüm gerçeği, Türkiye’de neoliberal ekonomi politikalarının nasıl yerleştirildiğini bildikleri, darbecileri, onlara yol, yolluk veren sermayeyi iyi tanıdıkları halde, kimi eski arkadaşlarına “darbeci” diyebilen aydınlardır. Dönüp kitaplara bakarım. Olup bitenleri yazan bir kitap nasılsa vardır. Darbeleri, darbecileri anlatan kitaplar, yol gösterici satırlar bulunmaz mı, bulunur. 12 Mart’lar, 12 Eylül’ler canı sıkılan rütbelilerin eseri olabilir mi? “Bir ulusun nasıl olup da üç beş ‘kişi’ tarafından gafil avlandığı ve direnç göstermeden tutsak alındığı açıklanması gereken bir şey olarak” kalmaz mı? Kalır. Benim aydınlarım bunları bilirler. Okumuşlardır. Üstelik moda olduğu günlerde yazmışlardır da. Peki, şimdi bir başka moda egemendir diye, o yazılanlardan kolayca vazgeçebilmek aydın olmakla bağdaşıyor mu? Değişen renkler içinde, yoğun sis altında kalın bir çizgi halinde hâlâ kendini gösteren gerçeği göremeyecek kadar kör mü oldu benim aydınlarım? guray.oz@cumhuriyet.com.tr Türkiye, kadın milletvekili açısından 189 ülke arasında 160. sırada yer alıyor. Dünya ortalamasının ancak dörtte birini yakalayabilen Türkiye’nin sahip olduğu bu oran, dünyadaki en düşük yüzdeye sahip Arap ülkelerinin de gerisinde kalarak ancak yarısı düzeyine ulaşabiliyor. DYP 41, MHP ise 23 kadın aday göstermişti. Tüm partiler içinde en az kadın aday gösteren ise 6 isimle Saadet Partisi olmuştu. BMM BAŞKANI KADIN YOK Kadın milletvekili açısından dünya ortalamasının ancak dörtte birini yakalayabilen Türkiye’nin sahip olduğu oran, dünyadaki en düşük yüzdeye sahip Arap ülkelerinin de gerisinde kalarak, ancak yarısı düzeyine ulaşabiliyor. İtalya, Arjantin, Yunanistan, İsviçre gibi kadınlara seçme ve seçilme hakkını Türkiye’den sonra veren ülkeler, kadın meclis başkanı çıkardı. Ancak TBMM, henüz hiç kadın başkana sahip olamadı. Türkiye, kadın milletvekili açısından 189 ülke arasında 160. sırada yer alıyor. AB’ye üye ve aday ülke konumunda bulunanlar arasında en düşük kadın milletvekili oranına yüzde 4.4 ile Türkiye sahip. Kadın vekil oranı, 1935’te yüzde 4.5 olan Türkiye, bugünkü tabloyla 72 yıl öncesini yakalayamadı. Söz konusu oran, T yüzdelik dilimlere göre; İsveç’te 45.3, Finlandiya’da 37.5, Danimarka’da 36.9, Hollanda’da 36.7, İspanya’da 36, Belçika’da 34.7, Almanya’da 31.8. Türkiye, kadın milletvekili oranı açısından yalnız AB ülkelerinden değil, Uzakdoğu, Türkî Cumhuriyetler ve Arap ülkelerinden de son derecede geride. Bu oran Çin’de yüzde 20.3, Japonya’da 9, Hindistan’da 8.3, Tacikistan ve Özbekistan’da 17.5, Türkmenistan’da 16, Afganistan’da 27.3, Irak’ta 25.5, Tunus’ta 22.8, Pakistan’da 21.3, Endonezya’da 11.3, Ruanda’da 48.8, Mozambik’te 34.8, Tanzanya’da 30.4, Etiyopya’da 21.9. Şeriatla yönetilen İran’da dahi, kadın vekil oranı 4.1 ile Türkiye’den yalnızca yüzde 0.3 geride. Yerel yönetimlerdeki kadın ağırlığı konusunda ise tablo daha da kötüleşiyor. Toplam 3 bin 225 belediye başkanından sadece 18’i, 34 bin 477 belediye meclisi üyesinden 799’u ve 3 bin 208 il genel meclisi üyesinden de 56’sı kadın. İl genel meclislerindeki kadın üyeleri açısından AKP ve DYP Türkiye ortalamasının altında kalıyor; CHP, DSP ve DTP ise üzerine çıkıyor. Avrupa’da kadın belediye başkanları oranı ortalama yüzde 10.5, il genel meclislerindeki kadın ağırlığı ise ortalama yüzde 23.9. Türkiye’de ise belediye başkanlarının yüzde 0.56’sı, belediye meclisi üyelerinin 2.32’si, il genel meclisi üyelerinin ise 1.75’i kadın. D AĞIRLIK EĞİTİMDE Siyasetin dışındaki alanlarda kadınların gösterdiği varlık, daha yüz güldürücü olsa da erkek ağırlığının birçok meslek grubunda devam ettiği görülüyor. Yüzdelik dilimlere göre, devlet memurlarının 33,96’sı, öğretmenlerin 44’ü, akademisyenlerin 39.7’si, doktorların 33.8’i, avukatların 31.9’u, hâkimlerin 27.2’si, savcıların da 4.3’ü kadın. BİR KADIN BAKAN Kadın bakan sayısında da Türkiye’nin ortaya koyduğu karne pek parlak değil. Sadece bir kadın bakan ile İsviçre ve komşu Yunanistan’la aynı konumda bulunan Türkiye’ye karşın, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde 12, İsveç’te 11, Kazakistan’da 3, Gürcistan’da 4 kadın bakan kabinede yer alıyor. TBMM’deki özel oturumu türbanlıların izlemesine izin verilirken kendilerinden şapka ve mantolarını çıkarmaları istenen kadınlar uygulamayı alkışlarla protesto ederek TBMM’yi terk ettiler. Kadınlar tepkilerini “Atatürk’ün Meclis’inde nasıl böyle bir şey olabiliyor?” sözleriyle ifade ettiler. (Fotoğraflar: AA) Uygulamayı kınayan CHP’liler Atatürk’ün devrimlerinden intikam alındığını söyledi ‘Tehlikenin farkında olalım’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM Genel Kurulu’nda “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” nedeniyle gerçekleştirilen özel oturuma türbanlı kadınların girmesine karşın, şapkalı kadınların girmesine izin verilmemesine tepki yağdı. CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, TBMM Başkanı Bülent Arınç’ı kınadığını belirterek “Tehlikenin farkında olalım” derken CHP İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ise söz konusu durumun Atatürk devrimlerinden intikam alma anlayışının bir ürünü olduğu kaydetti. TBMM Genel Kurulu’na şapkalı kadınların girmesine izin verilmemesi tepki çekti. CHP’li Kılıçdaroğlu, şapka takmanın modernleşme hareketinin bir unsuru olduğuna işaret ederek türban söz konusu olduğunda AKP’nin kıyafet özgürlüğünden, demokrasiden bahsettiğini kaydetti. Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti: “Söz konusu olay, AKP’nin çifte standart klasiği. Özgürlükten söz edip özgür olmayan, dürüstlükten söz edip dürüst olmayan, yolsuzluklara karşı olmaktan söz edip yolsuzluk yapan bir parti konumunda. AKP’nin bu anlayışını Türk halkının iyi kavraması gerekiyor.” Kılıçdaroğlu, yaşanan olayların ardından, TBMM Genel Sekreterliği’nin “olayın yanlış anlaşılma olduğunu” açıklamasını ise “AKP’nin klasik geri adım atması” olarak değerlendirdi. Kılıçdaroğlu, “Çağdaş toplumlarda demokrasi bir amaçtır. Tayyip Erdoğan, ‘Demokrasi amaç değil bir araçtır’ demiştir. Bugünkü anlayış bunun bir göstergesi” diye konuştu. ÜRKIYE NEREYE GÖTÜRÜLÜYOR?’ CHP’li Arıtman da Meclis’te yaşanan söz konusu skandalın Arınç’ın çifte standartlarını gösterdiğini belirterek “Türbanlılar, çarşaflılar girebilir, ama Meclis Başkanı’nın hoşuna gitmeyen kıyafetliler giremez. Bunu anlamış olduk” diye konuştu. Arıtman, şapkalı kadınların Cumhuriyetin kurulduğu yılları ve Cumhuriyet devrimini anımsattığı için Arınç’a rahatsızlık verdiğini söyledi. Bu durumun Türkiye’nin nereye götürülmek istendiğinin göstergesi olduğunu ifade eden Arıtman, “Tehlikenin farkında olalım. Türkiye nereye götürülmek isteniyor? Türk kadını nereye götürülmek isteniyor? Bunu görelim. Meclis’te yaşananlar bunun önemli bir göstergesiydi” dedi. Şapkalı kadınların dışarı çıkarılma gerekçesi olarak “Türban kıyafetle bütünlük içinde, şapka ise aksesuvar” denildiğini anımsatan Arıtman, şöyle devam etti: “O zaman Hollanda Kraliçesi şapkasıyla TBMM’ye nasıl girebildi? Bu, Türk kadınını nasıl görmek istediklerinin, hangi statüde görmek istediklerinin bir göstergesidir.” ÖŞK’TE DE YAŞANABİLİR’ Cumhuriyet Kadınları Derneği Başkanı Şenal Sarıhan, Türkiye’nin her yerinde uygulanan çifte standardın TBMM’de de yaşandığına dikkat çekerek “TBMM’de başlayan bu ayrımcı uygulamanın önümüzdeki günlerde de Cumhurbaşkanlığı Konutu’nda da karşımıza çıkma ihtimali çok büyük” diye konuştu. Sarıhan, Türkiye’nin her yerindeki bu uygulamalarla kadınların kazanılmış bütün haklarını kaybetmeye başladığına işaret ederek “Tehlike artık görülür halde, artık tehlikenin içinde yaşıyoruz. Meclis’te yaşanan bu durumu kınıyoruz” dedi. Türk velilerden anadil uyarıları BERLİN (Cumhuriyet) Anadil ile Almancanın ilişkisi ve Türkçenin öğrenim yaşamındaki yeri üzerine tartışmalar yoğunlaşırken, Almanya’nın BadenWürtemberg eyaleti hükümetine Türk velilerden uyarı ve talepler yağmaya başladı. Almanya Türk Veli Dernekleri Federasyonu (Föderation Türkischer Elternvereiene in Deutschland – FÖTED) Genel Başkanı Dr. Ertekin Özcan, bu eyalette anadiline ve özellikle Türkçeye karşı yürütülen kampanyaya son verme ve köklü bir eğitimöğretim reformu çağrısında bulundu. FÖTED Başkanı’nın açıklamasında şöyle denildi: “BadenWürtemberg eyaletinde anadili dersleri için ayrılan yıllık 1.5 milyon avronun kesilip Almanca derslerine aktarılmasına yönelik bir yasa teklifi hazırlanmasını protesto ediyor ve en kısa zamanda bundan vazgeçilmesini istiyoruz. Böyle bir uygulamayı, çocuklarımızın okullardan koparılarak, okul dışı alanlarda Türkçe öğrenmeye itilmelerine ve ‘paralel toplum’ oluşmasına katkı sağlayacağı ve okullara uyumuna engel oluşturacağı için çok yanlış bululuyoruz. Anadili Almanca olmayan öğrencilerin ve Türk öğrencilerin hem Almanca hem de anadillerini iyi öğrenmelerini sağlamak için BadenWürtemberg eyalet hükümetini, aşağıdaki öneri ve istemlerimizin ışığı altında köklü bir eğitim ve öğretim reformu yapmaya davet ediyoruz: 1. Çocukların dil edinim ve öğrenim süreçlerini hızlandırmak için erken eğitime önem verilmeli ve 3 yaşından itibaren çocukların yuvaya gönderilmeleri zorunlu olmalı ve çocuk yuvası katkı ücreti alınmamalıdır. 2. Çocukların dördüncü sınıfa kadar değil, onuncu sınıfa kadar birlikte eğitim ve öğretim görmeleri sağlanmalıdır. 3. Anadili Almanca olmayan çocukların iyi Almanca öğrenebilmeleri için ikinci dil olarak Almanca dersleri zorunlu ve düzenli bir şekilde verilmelidir. 4. Anadili Almanca olmayan ve sosyal bakımdan zayıf Alman ailelerden gelen çocuklara özel teşvik ve destekleme olanakları sağlanmalıdır. 5. Çocuklarına, eğitim düzeyi yeterli olmadığı ve sosyal bakımda zayıf oldukları için yardım edemeyen velilerin bu eksiklerinin giderilmesi için ivedi olarak tüm okulların, giderek tam gün okullara dönüştürülmesi sağlanmalıdır. 6. Çocuk yuvalarının ve anaokullarının büyük bir bölümünün, çokdilli ve çokkültürlü olduğu kabul edilip, bunun gerektirdiği, anadilini de içine alan kültürler arası eğitim anlayışı yaşama geçirilmelidir. Finlandiya ve diğer İskandinav ülkelerinde olduğu gibi, yuvalara ve anaokullarına daha fazla mali yatırım yaparak eğitimin ve eğiticilerin yetkinlikleri, kalitesi artırılmalıdır. 7. Toplumun ve okulların çok kültürlülüğü kabul edilmelidir. Bunun gereği 6’ncı sınıfın sonuna kadar Türkçe anadil dersi olarak Türk çocuklarına haftada 4 ders saati verilmelidir. Bu ders Alman Okul Ders Programı (müfredat programı) içerisinde sınıf geçmeyi etkileyecek şekilde öğrencinin karnesine işlenmelidir. 7’nci sınıftan sonra Türkçe 2’nci yabancı dil olarak Türk çocuklarına sunulmalıdır 8. Berlin eyaletinde çeyrek yüzyıldan beri uygulanan iki dilli eğitim veren okullar ve devlet Avrupa okulları örnek alınarak, bu, BadenWürtemberg eyaletinde de yaşama geçirilmelidir. 9. Eğitici ve öğretmen yetiştiren yüksek okul ve üniversitelerin öğrenim programlarının çok kültürlü toplumun ve çok kültürlü okulların gereklerine yanıt verecek şekilde değiştirilmesi zorunludur. Türkçeyi anadili ve ikinci yabancı dil olarak verecek öğretmenlerin yetiştirilmesi için Essen Üniversitesi’nde olduğu gibi, BadenWürtemberg eyaletinde de TürkçeAlmanca dersi öğretmenleri yetiştirilmeli ve bu öğretmenlerin okullarda görevlendirilmeleri sağlanmalıdır. 10. Türkçe dersi veren Türk öğretmenler, Türkiye tarafından değil BadenWürtemberg eyaleti tarafından atanmalı ve aylıkları da eyaletçe karşılanmalıdır. 11. Ayrıca, Almancayı ikinci dil olarak verecek öğretmenlerin eğitimi ve kültürel azınlıkların dillerini öğretecek anadili dersi öğretmenlerinin öğrenimi sağlanmalıdır.” ‘K ‘T Y ere göğe koymaya kıyamadığımız “ifade özgürlüğü” böyle giderse, içi bomboş bir kavrama dönüşme tehlikesi karşısında. Eskilerin, bugünkü dille “Hakikat kıvılcımı, fikir değiştokuşundan çıkar” diye özetledikleri yaklaşım da yıllar sonra bir kenara atılıvermeyi bekliyor gibi. Yabancıların her işi bizden iyi yaptıklarını sananlarımızın sesi pek çıkmıyor. Çağdaş dünyaya ayak uydurmamızın gereğine işaret edenlerden ifade özgürlüğünün sınırsız olmasını isteyenler de şimdilik ortalarda görünmemeyi yeğliyorlar. Nedeni açık. Lozan Kent Mahkemesi, İşçi Partisi (İP) lideri Doğu Perinçek’i Ermeni soykırımı olmadığını vurgulayan açıklaması nedeniyle mahkum etti. Cezanın tutarı önemli değil. Çünkü azıçoğu fark etmez. Önemli olan demokrasi ve tarafsızlık şampiyon GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Tehlike Bir Tane Değil ki... ne de mahkeme kararı Türkiye’de yeterince yankı buldu. Perinçek’in Lozan’a giderken 90 kiloluk bir belge kolisi götürdüğünü öğrendik ama içeriğinin ayrıntılarına ulaşamadık. Mahkeme kararının Türkiye açısından önemini ve yanlışlığını birkaç köşe yazarı dışında irdeleyen de pek olmadı. Doğu Perinçek’in bir siyasal partinin lideri olmasından kaynaklansa gerek, siyasal partilerimiz de olayı görmezden gelmeyi tercih ettiler. Gazetelere yansıyan kısa haberlere göre İsviçre gazeteleri, bizim yap luğuna soyunmuş bir ülkenin yaklaşımıdır. Perinçek’in, hem o yöredeki Ermeni cemaatine hem de kendisinden davacı olan Ermeni asıllı yurttaşına tazminat ödemesine karar verilmesi ise sadece dalga geçilmesini gerektiren ayrı bir yöndür. Türkiye’yi yönetenlerin ancak “pısırıkça” sözleriyle tanımlanacak düzeyde sürdürdüğü Avrupa Birliği (AB) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile ilişkileri bu gidişle daha da onur kırıcı sonuçlara tanık olmamızı kaçınılmaz kılacağa benziyor. ??? Perinçek davasının ne duruşmaları mamız gereken yorum ve değerlendirmeleri üstlenmiş gibiydiler. İşte o gazetelerde yapılan haber yorumlardan kısa bir alıntı: (Milliyet, 11 Mart 2007) Tribune de Geneve: “Türkiyeİsviçre arasındaki ilişkiler tehdit altında. Mahkeme heyeti, İşçi Partisi Genel Başkanı Perinçek’in 90 kilogramlık arşivine göz bile atmadı. Küçük bir mahkeme, İsviçre’de bir ilke imza atarken Türkiyeİsviçre ilişkilerini ateşe attı.” Okuyunca “Acaba gazete yanılıyor mu?” demek zorunluluğu duyuluyor. Çünkü bizim taraftan bakınca hiç de öyle görünmüyor. Bizimkiler ağızlarını bile açmaya üşendiklerine göre Türkiye açısından hiçbir tehlike görmüyorlar demektir. “Tehlikenin farkında mısınız” sorusuna kızgınlıkları da bu yaklaşımdan kaynaklanıyor olmalı. oerinc?cumhuriyet.com.tr