05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 Dilin vurucu gücü Zehra İPŞİROĞLU KÖLN Sahnede bir daire. İçinde iki kişi. Profesör ve öğrencisi. Öğrenci yaşam coşkusu ve öğrenme tutkusuyla dolu, neşeli, sağlıklı. Profesör kibar, cana yakın ve sevecen. Özel ders veriyor öğrencisine, coğrafyadan dilbilime değin her konuda. Profesör konuştukça kabarıyor, çoğalıyor, büyüyor. Öğrenci dinledikçe küçülüyor, azalıyor, siniyor. Şimdi profesör bir öğretmenden çok, eli kırbaçlı bir hayvan terbiyecisi gibi, tersleniyor, öfkeleniyor, kızıyor, bağırıp çağırıyor. Kendisini durdurmak isteyen alımlı hizmetçiyse hiç umurunda değil. Öğrenci giderek siniyor, gözlerinde, devinimlerinde giderek çoğalan kaygı ve korku... Ders bir karabasana dönüşüyor. Hocanın birbirini tutmayan anlamsız sözleri gittikçe hızlanan vuruşlarla deşiyor öğrencinin beynini. Sözcükler onlara verdiği anlama göre yoğruluyorlar, değişiyorlar. Yavaş yavaş bir silaha, bir ezinç aracına dönüşüyor dil. Öğrencinin gittikçe dağılıyor dikkati, şaşkına dönüyor, aptallaşıyor. Diş ağrısından yakınıp duruyor, profesörse bu ilk eziklik ve güçsüzlük belirtilerini tam bir umursamazlıkla karşılıyor. İlk önce hafif hafif başlayarak dikkatini dağıtan diş ağrısı gittikçe yoğunlaşarak öğrenciyi olduğu yerde çiviliyor sonunda. Kıpırdayamaz, ağzını açamaz oluyor, eli kolu bağlanmış, ağzı tıkanmış sanki. Sonunda kendini can acısıyla dairenin içinde oradan oraya atıyor. Yerlerde sürünüp, kıvranıyor. Acısı sınırsız... Profesör konuşmasını sürdürüyor. Konuşuyor kendinden geçercesine, vurucu ve acımasız... Oyun öğrencinin ölümüyle sona eriyor. Bu öğrenci, profesörün bir gündeki 41’inci kurbanı. Perde kapanmadan öğrenci yerinden kalkıp yeniden dışarı çıkıyor ve kapıyı çalıyor. Hizmetçi kapıyı açtığı anda yeniden dairenin içine giriyor. Profesörden özel ders almak istiyor. Böylece tam bir kısır döngü içinde tüm oyun yeniden başlıyor. Ioneso’nun bu absürd oyununda basit bir öğretmen/öğrenci ilişkisinden yola çıkarak otoriter davranışın ne korkunç bir sadizme dönüşebileceği onun elinde dilin yıkıcı gücü gösteriliyor. Dil, baskı ve şid C kültür “Theater an der Ruhr” Ionesco’nun “Ders”ini sahneliyor Bu bağlamda belki de kara güldürüye dönüşen bir kukla oyunundan söz edilebilir. Gerçekten de kukla oyunu Ionesco’ya göre tiyatronun belki de temelini oluşturuyor. “Kukla oyununu büyülenmiş gibi izleyebilirdim, günlerce hiç gülmeden” diye anlatıyor anılarında. “Kukla oyununun bir çekiciliği vardı. Bu konuşan, çekişen, dövüşen kuklaları izlemek olağanüstü bir şeydi. Benim gözümde kukla oyunu dünyayı yansıtıyordu, ayna gibi... İnanılmaz bir şeydi bu. Ama sonsuza değin basitleştirerek, karikatürize ederek, gerçekten de daha gerçek bir biçimde, sanki gerçeğin korkunçluğuna ve tuhaflığına parmak basmak istiyordu...” Ioneso’nun amacı izleyiciyi tedirgin edici, kışkırtıcı bir tiyatro yapmak. Ona göre izleyicinin alışılagelmiş düşünce sistemi, algı dünyası, konuşma dili öylesine kökünden yıkılmalıdır ki, gerçekle yepyeni bir ilişki kurma olanağı açılabilsin ona. Theater an der Ruhr’daki sahnelemeye bu açıdan baktığımızda, Ionesco’nun görüşlerine birebir bağlı bir yorumdan söz edilebilir. Ancak oyunun yazıldığı yarım yüzyıl içinde tiyatro anlayışı öylesine bir dönüşüm geçirdi ki, o dönemde vurucu ya da kışkırtıcı olan, bugün çoktan geçerliğini yitirmiş durumda. Böyle olunca Ioneso’nun oyunu müzelik bir oyuna dönüşüyor ister istemez. Theater an der Ruhr’un genel çizgisi her zaman yeni okumalara açık olmak. Yönetmenin, dramaturgun, oyuncuların kendi yaratıcılıklarını sonuna değin kullanabilmeleri. Bunun bu sahnelemedeki eksikliği, sahne ile izleyici arasında da yeterince diyalog kurulamamasına yol açıyor. Oyunun izleyiciye geçememesinin başka bir temel nedeni de oyunda giderek yoğunlaşan ve sonunda bir patlamayla son bulan dramatik gerilimin yeterince çıkmaması. Sonuçta çok vurucu bir karagüldürü oyuncuların ustalığına karşın gene de oldukça tekdüze ve sıkıcı bir gösteriye dönüşüyor. Bir süredir bu tiyatroda yönetmen asistanlığı yapan, ilk kez kendisi bir oyun sahneleyen genç bir yönetmen için pek parlak bir başlangıç olduğu söylenemez ne yazık ki. Gene de önemli, dilin yıkıcılığını konu alan modern bir tiyatro klasiği olarak izlenilmeye değer. 16 MART 2007 CUMA LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL Yeni Dönem Muhbiri rekli eğitimleri en azından ilk başlarda, almamış bir ev hanımı. Bu “hanım” Bush’un örnek “vatandaşı”dır. Bush nihayet bu tür bir “vatandaş” yaratmayı başardı. “Sıradan” vatandaş, yani hanımefendi, kendisine dokuz tane Stringer füzesi satabileceğini söyleyen bir “terör” şüphelisini de belirleyip FBI’ya bildirmiş. Benim deyim yerindeyse “koptuğum” an burasıdır. Casusun “sıradan”ı böyleyse özel eğitim almış olanı nasıldır kim bilir? Korunması gereken bir “Amerikan Medeniyeti” olunca orta yerde, herhangi bir ev kadını evinden fırlayıp casus olabiliyor. Mucize, bir Amerikan kavramıdır. Öyle bir mucize ki bu, isteyen her ev kadınını, “medeniyet” korumada bir anda casusa dönüştürebiliyor. ??? Rossmiller’in bu “sıradışı” öyküsüne herhalde inananlar vardır. Bir ev kadınına Stringer füzesi satmak isteyen bir sersem varsa, Rossmiller gibilerini terörle mücadele eden sıradan kahramanlar olarak yutturmak isteyenlerin olması da doğal. Sersem sayısı kadar “akıllı” var dünyamızda. “Akıllılar” varlıklarını sersemlere borçlular. Öyle inanıyorum. Muhbirliğin, öyle sanıldığı kadar “donanım” gerektirmediğine Rossmiller’den daha iyi bir örnek gösterilebilir mi? “Amerikan Medeniyeti”ni korumak söz konusu olduğunda, ev kadınlarına, hem de Stringer füzesi satabilecek cinsinden “İslamcı terörist”i bulup ortaya çıkarmak gibi, isterse hobi niyetine olsun, önemli görevler düşebilir. Her Amerikalı İslamcı terörist peşinde koşan casus olabilir. Bu kadar kolay. Bush’un o çok övündüğü “Amerikan Medeniyeti” böyle garip tutumları yaratan bir “medeniyet”. Devletlerin dünyanın parasını harcayarak yetiştirdiği istihbarat elemanlarının yerini, “şöyle çıkayım da bir Stringer füzesi satan terörist ele geçireyim” diyen ev hanımları aldı. Rosmiller Hanım’ın geleceği parlak bence. Şaka değil, inanarak söylüyorum, ABD Başkanı bile olabilir. Aktörler Sendikası’nın başkanı iken, McCarthy döneminde meslektaşlarını hükümete ihbar eden Ronald Reagan’ın ABD Başkanı seçilmesi, istihbaratçılığından belki. Hükümete sadakatini “ihbar”lar yoluyla belirlemiş biri olarak, Reagan’dan daha iyisi mi bulunacaktı? Ama zaman değişti. Rossmiller’in faaliyet alanı da ufku da, sinema emekçilerini ihbar eden Reagan’ınkinden daha geniş. Stringer füzesi satan “terörist” yakalatmak ne güzel bir “hobi”dir. Bizim gariban muhbir vatandaş, hâlâ devlet, millet, asker düşmanı “vatan haini” peşinden koşsun. [email protected] detin ta kendisidir. Genç yönetmen Thomas Peter Goergen tarafından sahneye konulmuş olan bu oyunun ana izleğinin dil olduğu söylenebilir. Theater an der Ruhr’da izlediğim oyunda da oyuncular Rupert J. Seidl (profesör), Fabio Menendez (öğrenci) sanki oynamıyorlar, sadece konuşuyorlar. Ama konuşurken dil giderek kendi başına öylesine bir bağımsızlık kazanıyor ki sonunda vurucu, yok edici bir güce dönüşüyor. KARA GÜLDÜRÜYE DOĞRU Sahneleme gerçekçi değil. Kız öğrencinin erkek bir oyuncu tarafından oynanması, profesörün bir hayvan bakıcısını andırması stilize bir oyunculuğu gösteriyor. ‘Çocuk kitapları bir köprüdür’ Lale YÜCEL ESSEN – Türkçedeki çocuk yazınının, doyurucu olmasa bile, son yıllarda önemli adımlar attığı bir kez daha vurgulandı. Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan Doç. Dr. Selahattin Dilidüzgün, Türkiye’de çocuk edebiyatı adına iyi şeyler olduğunun söylenebileceğini, ama bunların sayısının yine de yeterli olmadığını belirtti. Dilidüzgün, “Umudum bu gelişmelerin artması. Tabii bir yığın da kötü edebiyat yapılıyor. Türkiye’de çocuk yazını için de eleştiri kültürünün gelişmesini bir çıkar yol olarak görüyorum” diye konuştu. CUMHURİYET İyi ve nitelikli çocuk yazınından neler bekliyorsunuz? SELAHATTİN DİLİDÜZGÜN Öncelikle çocuk yazınının çocuğu sıkmaması, onu belli ölçüler içinde eğlendirmesi gerekir. Çocuk henüz okuma deneyimi yeterince gelişmemiş bir varlık. Bu nedenle çocuk kitapları onu çok da fazla zorlamadan, onun dünyasının özelliklerine yakın bir kurgu aracılığıyla çocukla iletişim kuran, bu arada da düşünme becerisinin gelişmesine katkıda bulunan gereçlerdir. Çocuk yazını aynı zamanda, geçiş yazını özelliği de taşımaktadır. Daha doğrusu, çocuk kitapları yetişkin edebiyatına geçiş için bir köprü oluşturur. Öncelikle şunu kabul etmemiz gerekir ki, nitelikli okur olmak, edebiyat metinleriyle düşünsel ve eleştirel bir ilişki içinde olabilen okuru yetiştirebilmek oldukça güç bir iş. Bu nedenle de bu işin bir eğitiminin olması gerekir. yapılan eğitimde çocuklar için üretilmiş kitaplar çoğunlukla ders gereci olarak kullanılmıyor. Ya da isterseniz şöyle söyleyelim: Ders kitaplarında var olan metinler çoğunlukla çocuklara göre değil. Derslerde daha çok Türk edebiyatının önemli yapıtlarından bölümler ya da yazınsal niteliği son derece düşündürücü metinler kullanılıyor. Okul dışında çocukların çocuk kitaplarıyla tanışabilmesi ancak rastlantısaldır. Ya armağan yoluyla ya da bir arkadaştan görme veya edinme yoluyla çocuk kitapları çocukların gündemine giriyor. Okuma ilgisini kamçılamak CUMHURİYET Peki çocuk kitaplıkları veya fuarlar yok mu? DİLİDÜZGÜN Elbette var, ama fuarlar çoğunlukla büyük kentlerde gerçekleşiyor. Büyük kentlerde de, örneğin İstanbul’da olduğu gibi, kentin çok uzak bir yerinde kitap fuarı açılıyor. O zaman başta ulaşım gibi bir sürü olumsuz durum ortaya çıkıyor. CUMHURİYET Milli Eğitim Bakanlığı çocuklara yönelik hangi kitapları öneriyor? Veya gerçekten önerilen kitaplar var mı? DİLİDÜZGÜN Evet, birkaç yıldır Türkiye’de çocuklara, daha doğrusu ilköğretimdeki ve ortaöğretimdeki çocuklara yönelik kitapların önerdiği bir gerçek. Türkiye’de son zamanlarda 100 Temel gerekse içerik özellikleri, yani çocuğa görelik ve çocuk gerçekliği gibi ilkeler açısından epey kötüydü. Aslında 90’lı yıllar Türkiye’nin daha fazla liberalleştiği, yani serbest ekonominin yaygınlaştığı yıllar. Çocuk kitabı alanına yatırım yapanlar olduğu gibi, bu yıllarda hızlanan bilimsel çalışmalar Türkiye’de çocuk kitabı alanında belli bir birikimin ve bilincin oluşmasına neden oldu. Bunların dışında basının çocuk kitaplarına ilgisi arttı ve çeşitli gazete ve dergiler belli günlerde çocuk kitapları için ekler veya sayfalar hazırlamaya ve en iyisi olduğuna inandıklarını çocuk kitaplarının tanıtmaya başladılar. Yoğun olmasa bile, televizyon da, da bu konuda adımlar atmaya başladı. Bütün bunların ötesinde anne babalar bu konuda bilinçlenmeye çocuklarını okuma alışkanlığı edinmesini önemsemeye başladılar. Bunun nedeni ne herhalde artık genç anne babaların öğrenim görmüş olmalarıdır. Ayrıca çeşitli sivil toplum kuruluşlarının çocuk kitaplarının gelişmesi ve eğitim etkinliklerinde kullanılması yönündeki çabalarını da unutmamak gerekir. Bilişim teknolojilerinin ve yayıncılık olanaklarının gelişmesini de burada anmak gerek elbette. Benzeri gelişmeler daha önce olamazdı, çünkü hem kuramsal bilgi birikimi çok azdı, hem de bu alanda ilgi eksikliği vardı. Çocuk kitabı yayınlayan yayınevleri de çodüşünün. Kameranın yüksekliği yetişkin filmlerinde çoğunlukla, özel bir durum yoksa yetişkinin göz yüksekliğindedir. Çocuklar için çekilen filmlerde de kameranın yüksekliği çocuğun göz düzeyinde bulunması gerekir. Bence kaba bir örnek ama biraz olsun konuyu açıklıyor. Tersi olduğunu düşünün. Yani çocuk filminde kamera yukarıdan, yetişkinin göz yüksekliğinden bakıyor olsun. Bu film çok sıkıcı ve anlamsız olmaz mı? İşte bizdeki çoğu yazar hiç de ayırımında olmadan çocuklara kendi seviyesinden bakarak çocuk kitabı yazıyor. Aslında çocuklara hiç ulaşamıyor böyle bir yazar. KENDİ İÇİNDE BİR BÜTÜN CUMHURİYET Çocuk kitaplarının, eğitsel amaçlar için hazırlanmış bölümlerinin ya da eklerinin olması sizce doğru mu? Bunların işlevi nedir sizce? DİLİDÜZGÜN Aslında çocuk kitabı da kendi içinde bir bütün. Edebiyat olma özelliği nedeniyle onun da diğer edebiyat kitapları gibi özgün olma ve bütüncül olma hakkı var. Ne var ki çocuk edebiyatı ürünleri hedef kitlesinin eğitim gereksinimleri açısından tıpkı çocuğun durumu gibi özel bir durum oluşturuyor. Kitap çerçevesinde çocuğun düşüncesini etkinleştirme, çocuğu kitabın içindeki sorunlar hakkında düşündürme, onun soyutlama yeteneğini ve anlatılandan kastedilene gitme becerisini geliştirecektir. Başka deyişle çocuk okuduğu kitap ile yalnızca eğlenmeyecek, bu çalışmalar aracılığıyla belli sorumlulukları olduğunun da bilincine varacaktır. Bu anlamda bakıldığında çocuk kitaplarının ardından yapılan çalışmaları olumlu buluyorum. Elbette bu çalışmaların dikkatli ve titiz bir anlayışla yapılması gerekir, yoksa beklenilenin tersi bir sonuç da çıkabilir. CUMHURİYET Çocuk yazını ile nerede ne zaman karşılaştınız? İlk okuduğunuz kitabı anımsıyor musunuz? DİLİDÜZGÜN Kuramsal anlamda çocuk yazını ile doktora aşamasında tanıştım. Böyle bir dersimiz vardı. Doktora tezim de böyle bir konuya yönelince ister istemez çocuk yazını alanında uzmanlaşmış oldum. İlk okuduğum kitabı anımsamam olanaklı değil, ama Doğan Kardeş serisinden çıkan bütün çocuk kitaplarını okumuş olduğumu sanıyorum. CUMHURİYET Çağdaş çocuk yazını hakkında neler düşünüyorsunuz? Gelişmesi için daha çok neler yapmak gerekiyor? DİLİDÜZGÜN Bugün Türkiye’de çocuk edebiyatı adına iyi şeyler oluyor ama bunların sayısı oldukça az. Umudum bu gelişmelerin artması. Tabii bir yığın da kötü edebiyat yapılıyor. Buna karşı Türkiye’de çocuk yazını için de eleştiri kültürünün gelişmesini bir çıkar yol olarak görüyorum. Çünkü her yazar kendinin en iyiyi yazdığını sanıyor. Ancak nesnel anlamda bir kitap bütün iyi ve kötü yanlarıyla eleştirmence tartışılıp, vardığı yargıların gerekçeleri gösterilirse, kötü yazarlar da kendilerini düzeltme ya da başka tercihler yapma yoluna gidebilirler. Bir de bu alanda daha fazla kuramsal, yani akademik bilgiye ve çalışmaya gereksinim var diye düşünüyorum. Ayrıca, 2000 ve 2006 yıllarında Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde yapılan ulusal sempozyumların bu alanın bilimsel olarak gelişmesine ve bilgi birikiminin oluşmasına da katkı sağladığına inanıyorum. erkesin bildiği bir gerçek ama yinelemekte zarar yok. Kim tarafından yapıldığı konusunda ciddi kuşkuların bulunduğu 11 Eylül olayları elbette bir milattır. Kitlesel “terör” eylemlerinde zirve sayılması bir yana, toplumsal etkileri bakımından da çok şey değiştirdi 11 Eylül. En azından, ırkçılığın din üzerinden yapılmasına yol açtı, az şey midir bu? Bugün önyargılı Batılının, ülkesindeki herhangi bir yabancıya sorduğu “Nerelisin?” sorusu, yerini “Hangi dindensin?” sorusuna bıraktı. Eylemi gerçekleştirenlerin ait oldukları toplumların, belki de saldırıları hiç desteklememiş mensupları da, Amerikan toplumunun saldırıda tek bir yakınını kaybetmemiş üyeleri de 11 Eylül’ün psikolojik kurbanları oldular. Çünkü, hem eylem olarak hem de sonuçları açısından 11 Eylül, kendinden önceki “kitlesel terör” eylemlerinden çok çok farklıydı. Saldırıda yakınını kaybetmemiş herhangi bir Amerikalı bile, potansiyel eylemcinin “manevi” hedefi haline geldiğine inanmış/inandırılmış durumda o günden beri. 11 Eylül’den sonra bireysel tavırlarda baş gösteren kimi değişiklikler bu “durum”la ilgili. Bush’un, “fırsatçı” bir yaklaşımla, 11 Eylül’ü, dünyaya egemen kılmaya pek kararlı olduğu “Amerikan Medeniyeti”ne yapılmış bir saldırı olarak gösterdiği günden bu yana sıradan Amerikalı işte bu “durumdan” “vazife” çıkardı. ??? Üç çocuk annesi Shannen Rossmiller bu tür Amerikalılardan. 11 Eylül’den bu yana FBI için istihbarat çalışması yapıyor. Çok da başarılı. Saldırıyı takip eden günlerde evindeyken, rastlantı sonucu İslami bir web sitesine girmiş. Arapça olan sitede yazılanları anlamak için de internetten Arapça ders alıp, yazılanları okumaya başlamış. İslami sohbet gruplarına girmesi de bu Arapça bilgisiyle olmuş zaten. 2001 yılından beri aralarında El Kaide’ye bilgi sızdıran bir Amerikalı askerin de bulunduğu 214 terör şüphelisini FBI’ya bildirmiş. Tüm bu çalışmaları da ücretsiz yapıyor. Yani gönüllü bir sibercasus Rossmiller. “Okudukça bize ne kadar nefret duyduklarını anladım” diyor, İslami siteleri kastederek. Duyarlı bir vatandaş tavrı, değil mi? Ama, bu çabalarını vatanseverlik duygusundan çok, pek bir kişisel keyif tavrı olan “hobi” tutkusuyla yapıyor. Hobi, Amerikan yaşam biçimine uygun bir alışkanlık. Vatanseverlik, yapay bir ulus olan Amerika’nın ortak duygusu olabilmiş değil henüz. Yavaş yavaş olacak görünüyor. Bush’un çabaları bu yönde. Hanımefendinin hobisinden “sıra dışı” olarak söz ediliyor. Doğru elbette. Casusluk gibi bir işi, para almadan yapıyor. Üstelik, ge H OKUMA ALIŞKANLIĞI CUMHURİYET Okullarda çeşitli dil ve edebiyat dersleri var ya. Siz bunların yeterli olamayacağını mı söylüyorsunuz? DİLİDÜZGÜN Aslında doğru söylüyorsunuz, ama okullardaki dil ve edebiyat derslerinin başka işlevleri de yerine getirmesi gerekiyor. Aslında okuma alışkanlığı kazandırma ya da eleştirel görüş kazandırma okullardaki derslerin bir amacı. Kısmen okullar bu işi yapıyorlar. Ama erken çocukluk dönemi diyebileceğimiz dönemde resimli çocuk kitapları ya da okul öncesi çocuk anlatılarıyla okumayı ve okuma keyfini keşfeden bir çocuk, okuma eylemini ilkokul yıllarında, yani daha temel eğitiminin ilk aşamasında bir yaşam biçimine dönüştürebilecektir. Bu nedenle okuma becerisi kazandırma işinin büyük bir kısmı zaten kendiliğinden ve üstelik de zevkli bir biçimde çözülmüş olacaktır. Çocuk kitaplarının düşünme eğitimi işlevi de var aslında. Daha doğrusu edebiyat okuru olmanın okura yüklediği bir sorumluluktan bu bağlamda söz edebiliriz. Edebiyat okuru aslında okuduklarıyla kendini bir düşünsel tartışma ortamında bulur. Yalnızca alıcı değil, aynı zamanda tartışmacılardan biridir. Bütün bunların dışında çocuk kitaplarının çocuğun dil gelişimine, toplumsal gelişimine ve kişilik gelişimine katkı sağladığı da çeşitli bilimsel kaynaklarda bildirilmekte. Örneğin, Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Sedat Sever’in “Çocuk ve Edebiyat” başlıklı kitabı, çocuk kitaplarının çocuğun gelişimine katkılarını örneklendirerek açıklıyor. CUMHURİYET Okur, yani çocuk nasıl yaklaşıyor çocuk kitaplarına? Çocuklar Türkiye’de çocuk kitaplarıyla daha çok nerede tanışıyor? DİLİDÜZGÜN Aslında Türkiye açısından ilginç bir soru. Çünkü Türkiye’de çocuk edebiyatı kitapları çocuğa çoğunlukla dolaylı yollardan ulaşıyor. Okullarda Turhan Selçuk Fransa’da Uğur HÜKÜM PARİS Türk karikatürünün zirvesi, yaşayan tarihi Turhan Selçuk’un son eserlerinden derlenmiş bir seçme, “Peçe Altındakiler” başlığıyla Paris’te sergileniyor. Sanatçının bizzat açtığıı sergiyi, faaliyetlerini Fransa çapında sürdüren ELELE derneği düzenliyor. 50 civarında karikatürün sunulduğu serginin açılışına Fransa’nın en büyük ve tanınmış mizah ve karikatür dergisi Charlie Hebdo ve çizerleri de katıldı. ELELE derneği yöneticileri, Turhan Selçuk’la ilgili bir faaliyet düzenlemeyi uzun zamandır arzu ettiklerini, sanatçının Fransa’da daha iyi tanınmasının her açıdan çok önemli olduğunu belirttiler. Özellikle göçmen kadınlar arasında örgütlü ve etkin olan köktendinci ve tutucu akımlara karşı Selçuk’un çizgi ve desenlerinin nice eğitim programı, tavsiye ve sözden çok daha etkili olduğunu, olacağını söylediler. Turhan Selçuk’un “Peçe Altındakiler” sergisi 23 Mart’a kadar gezilebilecek... Eser tartışması sürüyor. MEB hem ilköğretimdeki öğrenciler için (1.8. sınıflar) ve ortaöğretimde olan öğrenciler için (Lise) 100 kitaptan oluşan iki ayrı liste yayınladı ve bunların okullarda olmasını zorunlu kıldı. Bu listedeki kitapların en önemli özelliği, yazarlarının ölmüş olması koşulu. Bu durum size tuhaf gelebilir, ama bütünüyle gerçek. Bir de, seçilen kitaplar az önce söylediğim gibi, çocukların ilgisini çekme özelliklerinden neredeyse bütünüyle yoksun. Bu durum çocukların okuma ilgisini kamçılamak yerine, tam tersine engelliyor gibi geliyor bana. Bu nedenle, açık söyleyeyim ben bu konuda epey karamsarım doğrusu. CUMHURİYET Türkiye’de çocuk yazınının en azından yazar, kitap ve tür konusunda büyük bir gelişme içinde olduğu söylenebilir mi? DİLİDÜZGÜN Çok fazla genellenmediği sürece böyle olduğu söylenebilir. Özellikle 90’lı yılların ortalarından itibaren Türk çocuk yazınında hızlı bir gelişme olduğu açıkça görülüyor. Daha önce de çok sayıda çocuk kitabı vardı, ama gerek biçim ğunlukla çocuk kitaplarına küçümseyerek baktıklarından pek yatırım yapmıyorlardı. Örneğin, kâğıt kalitesi, sayfa düzeni, resimleme, dizgi ve baskı gibi çocukkitap buluşması konusunda önemli saydığımız etmenler hemen hiç gözetilmiyordu. Çocuk gerçekliği ve kitaplar CUMHURİYET Biraz da çocukların özellikleri hakkında konuşalım istiyorum. Siz çocuk gerçekliğinden ne anlıyorsunuz? DİLİDÜZGÜN Çocuğu anlayarak, onun algılama koşullarına uygun bir edebiyat metni yazabilirsek çocuk gerçekliği yakalanabilir diye düşünüyorum. Sonuçta çocuk kendine özgü algıları olan özel bir varlık. Onun gibi düşündüğümüzde, onun gibi gördüğümüzde, onun gibi anladığımızda vb çocuk gerçekliğini yakalamış sayabiliriz kendimizi. Bu arada çocukların ayını şeylere bakarak yetişkinlerden çok farklı şeyler anladığını görebiliriz. Aslında bu durum bizi çok şaşırtabilir. Ama çocuğun dünyasına ait olan gerçeklik budur. Ben çocuk gerçekliğini hep şöyle örnekliyorum. Bir kameramanın film çektiğini
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle