05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 AKP’nin dış politikada Sezer’i dikkate almama tavrı yüzünden temsil düzeyi düştü C dış haberler ATİNA’DAN MURAT İLEM 16 MART 2007 CUMA Londra büyükelçisiz kaldı Bahadır Selim DİLEK ANKARA AKP hükümetinin, dış politikada Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i dikkate almama tavrı, Türkiye açısından Avrupa’nın en önemli merkezlerinden olan Londra’nın “büyükelçisiz” kalmasına neden oldu. Cumhuriyet’in ulaştığı bilgilere göre, geçen sonbaharda çıkan büyükelçiler kararnamesinden sonra gözler Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ne çevrildi. Londra’ya büyükelçi olarak, halen MGK Genel Sekreterliği görevini yürütmekte olan Yiğit Alpogan’ın atanması kararlaştırıldı. Alpogan’ın Londra büyükelçisi olması Çankaya Köşkü’nden de onay aldı. Ancak bu kez, Alpogan’ın yerine kimin MGK Genel Sekreteri olacağı sorusu gündeme geldi. Koğuş, Kalk! den” gençleri zorluklar karşısında bilinçlendirmek “Türkler” üzerinden yapılıyordu. Oğluna bir kere daha gerekli öğütleri vererek bu durumun askerlik içinde bir “oyun” olduğunu söyledi. Oğlunun daha da rahatlaması için “Bak görüyorsun, Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu ile Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem daha geçtiğimiz günlerde karşılıklı zeybek havası oynadılar, böyle bir ortamda iki ülke savaşır mı? Korkma, tedirgin olma, Türkler hiçbir zaman gelmezler” diyerek kışladan ayrıldı. Nizamiyeden çıkarken kuşku içinde “Türkleri düşman olarak gösterip, lanse etmek sadece iki ülke ilişkilerini zehirler” diye düşünüyordu. Türkiye’de Yunan sınırına çok yakın bölgede (Trakya) iki yıl askerlik yapmış, bir kere olsun “Koğuş kalk, Yunanlılar geliyor!” diye uyandırılmamıştı. Üstelik her gün beraber olduğu, “postası” olduğu komutanının ağzından da bir kere olsun “Yunanistan” lafını duymamıştı. Rum olmasına rağmen hiçbir farklı uygulama ile karşılaşmamış, aksine komutan postasına alınarak rahat bir askerlik yapması sağlanmıştı. Diğer “Rum asıllı Türk vatandaşı” arkadaşları da şoför, garson, komutan postası, yazıcı gibi hizmetlerde görev yaparak askerliklerini bitirmişlerdi. Üstelik onlarda “Yunanlılar geliyor” diyerek uyandırılmamıştı. Yukarıdaki bu olayın üzerinden yıllar geçti. O günlerin acemi askeri bu gün artık iş güç sahibi, üstelik de evlendi. Babası ile zaman zaman bir araya geliriz. Bazen yanımıza acemi askeri de alıp uzo eşliğinde o günleri yad edip, bol bol güleriz. ??? Aslına bakarsanız Yunan silahlı kuvvetlerindeki bu çirkin oyun hâlâ bazı birliklerde oynanıyorlar. Son dönemde gece oynanan “Türkler geliyor!” oyunu daha da çirkinleştirilerek artık sabah sporuna kadar indirgenmiş. Türk askeri “yaylalar, yaylalar” diyerek sabah sporu yaparken, komşunun askeri “Türklerin bağırsaklarından ayakkabı bağı, derisinden ayakkabı tabanı” yapacağız şarkıları ile koşturuluyormuş. Tabii aynı nakaratların Arnavutlar içinde söylendiği basında geniş şekilde yer aldı. Günahsız ve genç beyinlere düşmanlık, kin ve nefret pompalayan bu oyuna Arnavutluk makamları çok sert tepki gösterdi. İlginç olan Ankara’dan hala çıt çıkmaması. Belki de girişimde bulunuldu ama basına yansımadı. Türklüğü ve Türk insanının aşağılayan bu davranışlar karşısında ülkemdeki yetkililerin ne düşündüğünü bilmiyorum. Ancak bildiğim Türklerin hâlâ sınırları geçip Atina’ya gelmedikleri. Bu noktada Yunanlı yetkilileri dostluğa, barışa, insanlığa, komşuluğa yakışmayan bu çirkin davranışları sergileyenler hakkında sert önlemler almaya davet ediyorum. İnsanlık adına bunu istemek hem benim, hem de milyonlarca Yunanlının hakkı. [email protected] AKP hükümeti, Alpogan’ın Londra Büyükelçiliği’ne atanmasının ardından MGK Genel Sekreterliği için Varşova Büyükelçisi Tezcan’ı önerdi. Sezer, Tezcan’ı sıcak karşılamadı ve Berlin Büyükelçisi İrtemçelik’i gündeme taşıdı. Israrını sürdüren hükümet, Alpogan’ın Londra’ya atamasını, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasına bıraktı. Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Mehmet Ali İrtemçelik’i gündeme taşıdı. Ancak AKP hükümeti Tezcan üzerinde ısrarını korudu. Cumhurbaşkanı Sezer ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında uzlaşma sağlanamayınca da bir son dakika değişikliğine gidilerek Alpogan’ın adı büyükelçiler kararnamesinden çıkarıldı. Hükümet Alpogan’ın Londra’ya atamasını, 16 Mayıs’taki Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasına bıraktı. ALPTUNA DÖNÜYOR... Büyükelçiler kararnamesi ile ataması yapılan diplomatlar görev yerlerine giderken Alpogan Ankara’da, MGK’deki görevinin başında kaldı. Bu arada Türkiye’nin Londra Büyükelçisi Akın Alptuna’nın da yaş haddinden dolayı emekliliği geldi. Dışişleri Bakanlığı da Alptuna’yı zorunlu olarak merkeze çekmek durumunda kaldı. Alptuna’nın merkeze alınmasına ilişkin kararname de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Alptuna’nın Ankara’ya dönmesiyle, özellikle Kıbrıs, AB ile ilişkiler ve Irak konusundaki gelişmeler açısından Türkiye’nin büyük önem vermekte olduğu Londra Büyükelçiliği’nde Türkiye’nin temsil düzeyi de düştü. Türkiye açısından bu kritik dönemde Londra “büyükelçisiz” kaldı. Yeni cumhurbaşkanı seçilip Alpogan’ın Londra’ya atanmasına kadarki sürece kadar, Türkiye’yi, Birleşik Krallık nezdinde “maslahatgüzar” sıfatıyla Büyükelçilik Müsteşarı Atılay Ersan temsil edecek. UZLAŞMA SAĞLANAMADI AKP hükümeti, MGK Genel Sekreterliği için Türkiye’nin Varşova Büyükelçisi Ecvet Tezcan’ı önerdi. Ancak Sezer, Tezcan’ı sıcak karşılamadı ve daha önceki hükümetlerde devlet bakanlığı görevi yürütmüş olan Rum yönetiminin, ticaret tüzüğü konusunda AB’den gelen baskıları azaltmak için bu adımı attığı belirtiliyor Duvar yıkıldı ama kapı açılmadı tığı bu adım sonucu “Top artık Türk tarafında” diye konuştu. Türk askerinin çekilmesi ve bölgenin mayınlardan temizlenmesi gerektiğini söyleyen Lilikas, ancak bundan sonra Rum askerlerinin çekileceğine işaret etti. AB Doruğu dolayısıyla Brüksel’de bulunan Rum lider Tasos Papadopulos da, “Şimdi, geçiş açılabilmesi için Türk kuvvetlerinin çekilip çekilmeyeceğini göreceğiz” dedi. Papadopulos, yıkım kararını 15 gün önce BM’yle yaptıkları görüşmede aldıklarını bildirdi. Papadopulos, “Duvarı kaldırdık, ama bu, kapının açılması için yeterli bir adım değil. Bölgede tehlikeli binalar, askerler ve mayınlar var. Önce bunlar çözülmeli” dedi. RUM YÖNETİMİNİN KOŞULLARI Rum Hükümet Sözcüsü Hristodulos Paşardis, duvarın yıkılmasının, geçişlerin başladığı anlamına gelmediğini belirterek, “Türk işgal güçlerinin bölgeden çekilmemesi halinde yurttaşların geçişine izin verilmeyecek” şeklinde konuştu. Askerlerin karşılıklı olarak geri çekilmesi ve bölgedeki mayınların temizlenmesi yönündeki Rum tezlerini yineleyen Paşardis, ancak bunların gerçekleşmesi halinde Lokmacı kapısının karşılıklı geçişlere açılabileceğini ifade etti. BM, duvarın yıkılmasını memnuniyetle karşıladı. AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn de “Uzun süredir beklenilen geçiş noktasının açılması, Lefkoşa’da iki toplumu birbirine yaklaştırma yolunda önemli bir sembolik adım olacaktır” dedi. KKTC dışında bulunan Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Başbakan Ferdi Sabit Soyer olaydan duydukları memnuniyeti dile getirdiler. Cumhurbaşkanlığı Müşteşarı Raşit Pertev, 1.5 yıldır beklenen adımın en sonunda atılmasını AB’nin ve uluslararası çevrelerin baskılarına bağladı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, AB’nin baskısıyla Lokmacı Barikatı’nın Rum tarafındaki duvarı yıktı, ancak geçişler için Türk askerinin çekilmesi koşulunda ısrarlı. (Fotoğraf: REUTERS) Dış Haberler Servisi Lefkoşa’daki Lokmacı Barikatı’nın Rum tarafında kalan duvarını beklenmedik bir şekilde yıkan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, karşılıklı geçişlere izin verilmesi için koşullar öne sürdü. Rum Kesimi’nin bu adımı AB çevrelerinde Rumların doğrudan ticaret tüzüğü konusunda AB baskısını azaltma girişimi olarak nitelendirildi. Rum yönetimi, 1.5 yıldır çeşitli gerekçelerle kaldırmadığı Lokmacı Barikatı’nın Rum tarafındaki duvarını tamamen yıktı. Böylece 1963’ten beri Lefkoşa’yı ikiye bölen duvar ortadan kalkmış oldu. Türk tarafı 9 Ocak’ta Lokmacı Üstgeçidi’ni yıkmıştı. Rum tarafının duvarı yıkmasında, Türk tarafının girişimlerinin ve AB yetkililerinin telkinlerinin önemli rol oynadığı belirtilirken, Ledra Caddesi’nin (Lokmacı Barikatı) geçişlere ne zaman açılacağı konusundaki belirsizlik ise sürüyor. TÜZÜK MANEVRASI Brüksel muhabirimiz Elçin Poyrazlar’ın bildirdiğine göre, yıkım kararının Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı Yorgo Lilikas ile AB Dönem Başkanı Almanya’nın Dışişleri Bakanı FrankWalter Steinmeier’in Brüksel’de doğrudan ticaret tüzüğüne yönelik görüşmesi öncesinde gerçekleştiğine dikkat çeken kaynaklar, Güney Kıbrıs’ın AB’nin tüzük baskısını azaltmak için olumlu bir adım atma çabası içine girdiği görüşünde. AB’nin Kıbrıs Rum Kesimi’ne doğrudan ticaret tüzüğünü kabul etmesi konusunda baskı yaptığı biliniyor. Brüksel’de LilikasSteinmeier görüşmesinde doğrudan ticarete yönelik ayrıntıların konuşulmadığını söyleyen kaynaklar, ağırlıklı olarak yıkımın görüşüldüğünü ifade ettiler. Görüşme sonrasında basına konuşan Lilikas, Rumların at uzey Yunanistan’daki acemi birliğine teslim olmak için yola çıkarken içinde biraz burukluk, biraz tedirginlik vardı. 20 yaşındaki genç asker adayı. birliğine teslim olduğu gün ailesini arayarak ilk gün izlenimlerini anlattı. Bu telefon görüşmeleri yemin törenine kadar hemen her gün düzenli olarak sürdü. Hem çocuk, hem de ailesi büyük mutluluk içindelerdi. Babasının ona verdiği öğütler askerliğinin bu ilk günlerinde doğrulanmış oluyordu. Öncelikle “korkulacak bir şey yoktu”. İkinci olarak “komutanlar, askerlik şartları ve yemekler” çok fazla anlatılanlar gibi değildi. Genç askerin vatan görevinin fazla zorlanmadan biteceğine olan inancı iyice güçlenmişti. Yemin töreninde silahların üzerine el basıp gerçek askerliğe adım atmasının ilk gecesinde beklenmedik tuhaf bu durumla karşılaştı. O gece nöbet yazılmıştı kendisine. Aslında tuhaf olan nöbet değil, nöbet saati öncesinde yaşananlardı. Gecenin ilerlemiş saatinde koğuşun kapısının açıldığın duymamıştı. Önce yatağından fırlamasına neden olan korkunç tondaki sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Ardından korku dolu uyarıların anlamını çözmeye çalıştı. Kışlada daha üç haftalık olan genç asker yanlış duymamıştı, sesin sahibi komutan “Koğuş kalk, Türkler geliyor!” diyerek kendilerine bağırıyordu. Uyku sersemliğini bir an atıp düşünmeye çalıştı. Türkiye ile kendi birliği arasında yaklaşık 450 kilometre bulunuyordu. Üstelik son dönemde Türkiye ile ülkesinin arasında “barış ve dostluk rüzgarları” esiyordu. Peki o zaman Türkler neden ve niçin ülkesini işgale geliyorlardı? Anlam veremediği bu durum karşısında koğuştaki arkadaşlarının panik içinde giyinmeye çalıştıklarını, ardından silahlarını kuşanarak dışarıya fırladıklarını gördü. Hemen silahlarını kuşanıp o da dışarıya attı kendini. İçerden hâlâ komutanının “Türkler geliyor” bağırışları geliyordu. Panik içinde gece yarısı içtimasına (yoklama) çıkan arkadaşlarına katıldı. Bir süre devam eden bu ilginç alarm gece sonunda başladığı gibi bitti. Türkler gelmemişti (!) ama içinde büyük tedirginlik vardı. İleriki günlerde “Türkler geliyor” oyununun devam ettiğini gören acemi er sonunda olayı babasına açmaya karar verdi. Gerçi babası askerliğini Türkiye’de yapmıştı ama ona öğütler verirken böyle şeyler olacağından söz etmemişti. Kendisini ziyarete gelen babasına ilk sözü “Baba sana bir şey soracağım, son dönemde Türklerin Yunanistan’ı işgal edeceği yönünde bir şeyler duydun mu, ya da sezinledin mi? Daha açık sormam gerekirse Türkler Yunanistan’ı işgal için sınırlarımızı aşarlar mı?” Şaşkın babanın korktuğu başına gelmişti. Ordunun daha disiplinli ve birlik içinde olmasını sağlamak amacıyla komutanlar “Türkler geliyor” korkusunu işliyorlardı. Askerliği “oyun zanne K ADAYLIK STATÜSÜ öyle de başlık olur mu demeyin! 70’lik büyükbabalar bile telefonu kaparken byebye diyorsa… İngilizce başlıklı köşe yazısı da olur! Aslında carry trade yerine pozisyon stratejisi demek mümkün ama…. Pozisyon da strateji de Türkçe değil. Kaldı ki, finans yaşamımızdaki yeri de öyle eskilere dayanmıyor. Güney Asya kriziyle duymaya başladığımız “carry trade” kavramı Türkiye gündemine IMF Başkanı Rato’nun 26 Şubat’ta Harvard mezunlarına yaptığı konuşmayla girdi. Mr. Rato “Küresel dengesizlikleri derinleştirecek” para hareketlerinden söz ettiği konuşmasında Brezilya ve Türkiye’yi adres olarak gösterdi. Böylelikle her iki ülke de riskli ülke konumuna girdi. Malum, son zamanlarda küresel yatırımcı yen üzerinden borçlanıp euro, dolar ve sterline yatırım yapmaya başlamıştı. Çünkü, yen’in faizi düşüktü, Japon Merkez Bankası faizlerle oynamayacaklarını açıklamıştı. Bu durumda, yen’le borçlanıp getirisi yüksek paralara yatırmak kazançlı hale gelmişti. Bu ülkelerden biri de Türkiye’ydi! Carry trade’in işleme biçimine bakınca Mr. Rato haklı. Zira, “carry trade”de herhangi bir yatırımcı: önce faiz oranlarına bakarak getiri haddi yüksek, yani faiz oranlarının yüksek olduğu bir ülke seçer. Diyelim A ülkesini seçti. Bu ülkenin B GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ faiz oranlarına ve alternatif yatırım araçlarının getirilerine bakar. Sonra faiz oranlarının daha düşük olduğu B ülkesine giderek borç alır ve… Aldığı borçla da A ülkesinin finans piyasalarına yatırım yapar. Yani o ülke parası üzerinden borç verir. Özetle ‘carry trade’in işlemesi ucuz dövizle borçlanmaya.. yani, piyasanın likit kalmasına bağlı. Piyasadaki likit bolluğu arttıkça ucuz dövizle borçlanma olanağı da artmakta.. dolayısıyla carry trade de genişlemekte. Gelelim Türkiye’ye... Faiz haddi küresel piyasalarla karşılaştırıldığında yüksek, likidite de bol! Bu durum Mr. Rato’nun sözünü ettiği, “Yen üzerinden kâr etmek isteyen ‘carry trade’cilerin ‘küresel dengesizlikleri derinleştirecek’ hareketlere girmelerine yol açabilir mi?” Açıkçası, “Geldikleri gibi gitmesine neden olur mu?” derseniz… Türkiye piyasasındaki yabancıların oranını ve küresel hareketlere ne hızda cevap verdiklerinin hesabını yapmadan bir şey söylemek bence zor! Ne var ki, bakkaldan kasaba bu ülke ‘Carry Trade’ciler Gider mi? deki herkesin deneyimle edindiği bir ders var: Türkiye gibi borsaları “sığ” olarak tanımlanan ülkelerde yatırımcı, riskin büyüklüğünü bildiği için hızlı karar vermek zorunda olduğunu da bilir. Yatırım kararını kısa süreli girişçıkışlara göre planlar. Kısacası Türkiye, önümüzdeki kısa dönemde sermaye piyasalarındaki hızlı yükselme ve düşüşlere hazırlıklı olmak zorunda! Nasıl mı? IMF’nin “mini paketi” tehlikeyi azaltır mı? Nasılın cevabını bulmak için IMF’nin 6’ncı gözden geçirme toplantısına da bakmak lazım. Tabii ki IMF, “carry trade”cilerin trafik polisi değil! Ama, “carry trade”cileri tetikleyici nedenler ile IMF’nin 6. gözden geçirme toplantısındaki rahatsızlıklar arasındaki paralellikleri de görmemezlikten gelemeyiz. Malum, IMF’nin rahatsızlıklarının başında: 2007 Ocak bütçesinin 6.1 milyar YTL açık vermesi, dolayısıyla yüzde 6.5’lik faiz dışı fazla hedefinden sapılacağı vardı. Kasım seçimi nedeniyle bütçe açığının önümüzdeki aylarda daha da büyüyeceği olasılığına karşı da önlemini aldı. Henüz kesinleşmemekle birlikte 1.52 milyar YTL’lik ek tedbir paketini gündeme getirdi. Piyasaların henüz sıcaklığını hissetmediği, 6’ncı gözden geçirme bittikten sonra yürürlüğe girecek “mini paket”te bakın neler getirecek: Faiz dışı fazla hedefinden sapılmaması için harcamalar kısılacak! Mortgage sistemine sigorta sistemi getirilecek ama.. vergi avantajı asla getirilmeyecek! Sosyal güvenlik açığının daraltılması için sosyal güvenlik kurumu reformu acilen gerçekleştirilecek! Böyle bir paket “carry trade”cilere, “Ani hareketler çekip küresel dengesizliklere neden olmayın! Türkiye piyasası sığ ama ekonomisi güçlü” izlenimi verir mi derseniz…Yakında hep birlikte göreceğiz. Bu arada… Bugünün 12 Mart olduğunu, 12 Mart 1971 darbesinin bugün “carry trade”cilerle aşmaya çalışılan küresel krizin ilk uygulamalarından biri olduğunu da hatırlatmakta yarar var diye düşünüyorum. İsteyen, “Bırakın bu komplo teorilerini!” deyip kulağının üstüne yatsa da yine de siz bir düşünün derim. [email protected] www.turkelminibas.net Belgrad’a AB teşviki Elçin POYRAZLAR BRÜKSEL Avrupa Birliği’nin (AB) Sırbistan’a 2008’de adaylık statüsü verilebileceğini açıklaması Kosova’nın bağımsızlığına karşı çıkan Sırpları yumuşatma girişimi olarak yorumlandı. AB’nin Genişleme Komiseri Olli Rehn Sırbistan’la İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’na yönelik müzakerelerin ilkbaharda yeni hükümetle yeniden başlaması durumunda Belgrad’ın 2008’de adaylık statüsüne kavuşabileceğini söyledi. AB Komisyonu geçen mayısta Sırbistan’la müzakereleri savaş suçlusu zanlısı General Ratko Mladiç’i teslim etmemesi nedeniyle askıya almıştı. Rehn’in adaylık statüsü için tarih vermesiyle BM Kosova Temsilcisi Martti Ahtisaari’nin planına karşı çıkan Sırpların “yapıcı bir tutum” içine girebileceğini söyleyen AB kaynakları, iki konu arasında siyasi bir bağ bulunduğunu bildirdiler. Kosova’nın durumu ve Sırbistan’daki hükümet kurma çabaları göz önüne alındığında bazı AB ülkelerinin komisyonun Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi (EYIUCM) ile tam işbirliği koşulunu “hafifletmesini” istediği de öğrenildi. CEZA MAHKEMESİ İLE ‘TAM İŞBİRLİĞİ’ Rehn, Sırbistan’dan müzakerelere yeniden başlayabilmesi için EYIUCM ile işbirliği içinde olduğunu kanıtlamasını istedi. Müzakerelerin başlaması için Sırbistan’ın somut adımlar atması gerektiğini söyleyen Rehn, İstikrar ve Ortaklık Anlaşması’nın sonuçlanabilmesi içinse mahkeme ile “tam işbirliği” gerektiğini dile getirdi. Rehn’le Brüksel’de bir araya gelen Sırbistan Devlet Başkanı Boris Tadiç ise Kosova’nın bağımsızlığını kabul edemeyeceklerini, ancak bu yüzden de savaşa gitmeyeceklerini açıkladı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle