06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Doç. Dr. Filiz, türbanın Atatürk devrimlerinin tasfiyesine geçirilen kılıf olduğunu söyledi C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 21 ARALIK 2007 CUMA ‘Ulusal bütünlüğe karşı’ Tarkan TEMUR Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı Başkanı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şahin Filiz, İslam dininde örtünme emri olmadığını ve Kuran’da başörtüsünün farz olduğuna yönelik herhangi bir ayetin bulunmadığını söyledi. “Demokrasi”, “İnsan Hakları” ve “Özgürlük” gibi kavramları gerici kesimlerin yoğun olarak kullandığı uyarısında bulunan Doç. Filiz, “Türban, Atatürk Cumhuriyetine ve devrimlerine, Türk devletinin tasfiyesine geçirilen kılıflardan biridir. Mikrofaşizmin kaynağı türban, ulusal kimlik ve ulusal bütünlüğü hedef alır” dedi. AKP iktidarıyla birlikte sürekli gündemde tutulan türbanla ilgili sorularımızı yanıtlayan Doç. Filiz, Kuran’da türbana ilişkin emirler bulunmadığının tüm akademisyenlerce bilinmesine karşın yalnızca birkaç akademisyenin çağa yakışmayan ve gerçeği yansıtmayan “dinci söylemle” mücadele ettiğini belirtti. Filiz, “Biz, başörtülü, başörtüsüz kavgası yapmıyoruz. Ancak gerçekleri yansıtmayan bir söylemle mücadele ediyoruz. Türbanın İslami bir emir olduğu söylemi dinin ahlaksal güzelliğinin de kaybolmasına neden oluyor. Atatürk devriminin ve Türkiye’ye kazandırdıklarının da kimyasını bozuyor” diye konuştu. ÜRBANI ÇARŞAF İZLEYECEK’ Bugün “çarşaf” denilebilecek siyasi değişim henüz oluşmadığı için “başörtüsü” denildiğinin altını çizen Doç. Filiz, dinci iktidarların gerekli kuvveti ele geçirmesi halinde, kadınların çarşafa bürünmesini de isteyecekleri uyarısında bulundu. Doç. Filiz, dini gerekler göz önüne alındığında başörtüsünün İslam dininin emri ya da dinen farz olmadığının, ancak bazı kaynaklarca dini bir emirmiş ve farzmış gibi yansıtıldığına dikkat çekti. “Başörtüsü takmayanların, dini yönden büyük cezalar alacakmış gibi gösterilmek istendiğini” söyleyen Doç. Filiz, “Kuran’da başörtüsü ifadesi geçmiyor. Kuranıkerim’de sadece ‘hımar’ kelimesi geçiyor. ‘Hımar’ kelimesi, normal bir örtüyü ifade eder, asla başörtüsünü değil” dedi. Türbanın, siyaseti “gerici” unsurlarla beslediğini ve Türkiye’de “dinci” bir dönüşüm sergilediğini vurgulayan Doç. Filiz, “Siyasetteki gerici değişikliğin baş aktörü olan türban söylemiyle din siyasallaştırılmıştır. Gelecek amaçları ise siyaseti dinselleştirmektir. Oysaki, türban bir semboldür ve yapılan da sembol fetişizminden başka bir şey değildir. Dindarlığın, türban gibi sembollerin görünürlüğüyle ölçüldüğü günümüzde dernek ve tarikatlar, sahip oldukları dershaneleriyle belirli sembollerin sahipliğini ileride daha fazla iddia edecek ve cemaat anlayışını yerleştirmeye çalışacaktır. Doç. Dr. Şahin Filiz, İslam dininde örtünme emri olmadığını ve Kuran’da başörtüsünün farz olduğuna yönelik herhangi bir ayetin bulunmadığını söyledi. Azınlık Çoğunluk Meseleleri lerin ölüsüne bile tahammül edemeyen gazeteleri okumalarını salık veriyorum. ??? Bir de şu gitme kalma meselesini çıkardılar. Kerinçgillerden ürküp New York’a yerleşen Orhan Pamuk’u unuttular, Fazıl Say’ın öfkesine atıp tutuyorlar. Aydın olan kaçar mıymış! Onlar kaçmakla gitmeyi birbirine karıştırıyorlar. Kaçmak için gitmeye gerek yok ki. Durduğun yerde de kaçarsın. Ellerini havaya kaldırır, “teslim” dersin, olur biter. Nâzım’a neden kızıyorlar? Teslim olmadığı için. Neden onun önünde diz çöküp kurtuluşu “Komünist ama iyi şair canım” diyerek çark etmekte buldular, neden onun şiirlerinden kendilerine uygun satırlar cımbızlamaya heveslendiler? Çünkü Nâzım kaçmadı, gitti. Şiirinin haslığı haklılığındandır. Ülkesinden uzakta kalmanın sıkıntılarına dayandıysa, muhafazakârlara en kalıcı darbeleri indirmek içindi. Muhafazakârlık hâlâ o darbelerin şiddetini yaşıyor, öfkenin bir türlü dinmemesi, Fazıl’ı başbakan direktifi, bakan emriyle sansür etmelerinin nedeni budur. ??? Gerçek acı olabilir, ama gelişen, yerinde durmayan bir şeydir. Bugün ülkemizde gittikçe koyulaşan muhafazakâr esvabın rengi, emperyalistlerin ülkemize biçtikleri çarşafın siyahıdır. Sizin bir türlü görmediğiniz, göremediğiniz de budur. Fazla sevinmeyin, fazla kendinizi kaptırmayın şu azınlık çoğunluk meselelerine. Geçmişle geleceğin kavgasında geçmişten yana taraf olana aydın denmiyor. Aydın olan, emperyalistin ülkeye biçtiği kumaşın kıvrımlarında kaybolmaz, tekniğin değil, aydınlanmanın, bilimin peşinden gider. Aydın olan çoğunluk olduğunda kuşkuya düşer, azınlığa düştüğünde ayağa kalkar. İşte bu yüzden başkaldırana aydın deniyor. Sizse emperyalist kapitalizmin yeni dünya düzeninden pek memnunsunuz, pek rahatsınız. Yanılgılarınızın yüzünüze vurulması bu nedenle huzursuz ediyor sizi. Fazıl Say’a neden bu kadar kızıyorsunuz? İşte bundan! [email protected] LİNÇ KAMPANYASI Dinci gazeteler hedef gösterdi Zeynep ŞAHİN ANKARA “Türban” konusundaki açıklamalarıyla, dinci kesimleri rahatsız eden ve hakkında fakültesince soruşturma başlatılan Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şahin Filiz’e baskı, sadece idari değil yerel boyutta da yapılıyor. Konya’nın etkin yerel gazetelerinden olan ve yayımladığı çeşitli haber ve yorumlarla Fethullah Gülen çizgisine yakınlığını gösteren “Memleket”te gerek basılı sayılarda gerekse www.memleket.com.tr adresli internet gazetesinde yer verilen haber ve yorumlarla Filiz suçlanıyor, aşağılanıyor. Filiz, “adeta boy hedefi” haline getiriliyor. ONYA’YI TERK ETMESİ İSTENDİ K ‘T Bu değişim ile Türkiye dönüştürülmek istenecektir. Tarikat ve cemaatler, siyasi ve diari nüfuzu ele geçirmek için özgürlüklerin genişletilmesini istemektedirler” diye konuştu. ‘DİN DEMOKRATİKLEŞMELİ’ Demokratik ve özgürlükçü din anlayışının ve kültürünün geliştirilerek “Dinde başını örtmek de, açmak da bir” denilecek çağdaş bir düzeye erişilmedikçe, din adına hiçbir hak ve özgürlük talebinin iyi niyetli olamayacağını belirten Filiz, türban üzerinden yürütülen siyasetin, Türkiye’nin sosyal yaşamında köklü değişiklikler yaratacağı uyarısının bulunarak şöyle konuştu: “Mikrofaşizm, türbanla simgeselleşmiştir. Türban namusla, Müslümanlıkla özdeşleştirilmişse, burada tehlikeli bir yanlışlık var demektir. Bu yanlışlık, mikrofaşizmin kaynağıdır. Tarikatların ve dinsel anlayışların kendi içinde insan hak ve özgürlüklerine önem vermediği bir ortamda, bağlılarına kendilerinin reva görmediği özgürlük ve hakları başka mercilerden talep etmeleri büyük çelişkidir. İslamda hiçbir zorlama olmadığını bile bile, başını örtmeyen insanları önyargılı dinsel dayatmalarla psikolojik baskı altına almak, dinsel diktatörlüğün ve bağnazlığın görüntüsüdür. Dindarlığı, dosdoğru bir ahlaksal yaşantı biçimini, bir sembole sığdırarak yozlaştırmak, dinin ahlaksal derinliğini ve toplumsal yararını ortadan kaldırmaktır. Başını örtmenin dinsel, insansal ve sosyal bir hak ve özgürlük olduğunu savunmak, örtmemenin, haksızlık, dinsizlik ve mahkumiyet hatta esaret olduğunu tersinden öne sürmek demektir.” DİNCİLİK VE MİKROFAŞİZMİN ÖZELLİKLERİ lusal kimliği ve ulusal bütünlüğü hedef alır. Dinsel bürokrasiyi çoğaltıp U Tanrı ile birey arasına aracılar koyar (siyasetçi, tarikatçı ve ticaretçi saygınlar). Ahlaksal anlamda çürümüşlüktür. Düşünce özgürlüğüne karşıdır. Dindarlığa ve sade Müslümanlığa karşıdır. Araplaşma ve gericiliğin ideolojisidir. Liyakati değil, sadakati önceler. Dini sığlaştırarak simgeler ve eylemler savaşına indirger. Sürekli dıştan beslenir ve emperyalizme kapı aralar. Kadınların postmodern köleleştirilme araçları olarak sık sık başvurulur. En gerici, en çağdışı görüşü ve bu görüş yanlılarını, Atatürk ve onun ilke ve devrimlerine yeğler. Türbandan önce sakal, Müslüman erkeğin sembolü olarak gösterilirdi. Son 20 yıldır da türban Müslüman kadının ayırıcı görüntüsü olarak kullanılmaktadır. Türk ulusunu içeriden ve dışarıdan sürekli kuşatan tehlikeleri örten, onlara karşı duyarsızlaştıran ve tüm problemlerin kaynağı olarak türban üzerinde yoğunlaşılmasına neden olan bir kör dogmatizm, etik kuralları hiçe sayan bir oportünisttir. Gazetede 21 Kasım’da Murat Güzel’in yazdığı yazıda da Filiz’in Konya’yı terk etmesi istendi. Güzel, “mikrofaşizm” değerlendirmesine dikkat çekerek şu ifadeleri kullandı: “Filiz’in sözlerinin ülkemizdeki din ve vicdan özgürlüğünü tehdit eden niteliği gayet açık. (...) Ben bir Konyalı olarak Afyonlu Şahin Filiz’in Selçuk Üniversitesi’nde değil, Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde çalışmasının hem Konya’nın hem Selçuk Üniversitesi’nin huzuru için hem de Şahin Filiz’in akademik kariyer ve geleceği için uygun olacağını düşünüyorum.” Güzel, 27 Kasım’da yayımlanan bir başka yazısında ise “sosyal meseleleri yorumlamaktan aciz” dediği Filiz’i, “sahte peygamberler, filozoflar, din bilginleri hatta sahte Atatürkçülerle” bir tutuyor. Murat Kayacan ise bir yazısında, Filiz’in türban yasağına karşı çıkması gerekirken “dini özgürlükleri kendi anladığı ölçülerdeki milli çıkarlara feda ettiğini ve yasağı meşrulaştırmanın da ötesinde yasağın muhataplarını zanlı pozisyonuna indirgediğini” öne sürdü. Memleket Gazetesi Yazıişleri Müdürü M. Ali Köseoğlu da “Filiz’in, hangi gelenekten beslendiğini ve yaşayış tarzı ile hangi geleneği temsil ettiğini bilmek bile istemiyorum... Fakat üniversitelerde bilimsel özgürlüğün önünün açılmasını isteyen bizler, kale alınmaması gereken bazı cümlelere, sahiplerinin yanında taşıdığı birer odun gözüyle bakmaya alışmamız gerekiyor” dedi. Şu azınlık çoğunluk hesaplarına hiç aklım ermedi benim. Yüzde otuzun azınlık, yüzde yetmişin çoğunluk olabileceğine hiç ihtimal vermedim. Biliyorum, aritmetik diye bir şey var. Peki, cebir yok mu? Matematik, geometri yok mu? Newton, Einstein var, biliyorum, kuantum da var. Baldıran zehri içmeye mahkum ettikleri Sokrates, son içkisini içerken, Atinalılara söylediklerini benim de okuyacağımı seziyordu hiç kuşkum yok. Mozart beni hesaba katmadıysa kimi hesaba kattı, kimi düşündü? İnsanoğlu boyun eğmeye, uzlaşmaya teşnedir. Güç onu alır götürür, korku dağları bekleyip ovalara iner. Sonra bir gün “Ne bu be!” dediğini duyarsınız. İşte o zaman okuryazarlıktan çıkar, başkaldıran insana, yani aydına dönüşür. Boyun eğmiş, uzlaşmış tarafın çıldırdığı zaman da işte o zamandır. Çünkü tam o zamanda âlim geçinmenin, allame kesilmenin, çok bilmişliğin birikmiş niceliği niteliğe dönüşüverir. Boya dökülür, foya meydana çıkar. Ama ben bunlara şaşmıyorum ki. Benim şaştığım “muhafazakârlığın erdemini” keşfeden tarafın şaşkın halleridir. ??? Fazıl Say’a öfkeleniyorlar; “Sen oturup piyano çalsana, neden yazıp çiziyorsun, neden konuşuyorsun, ne diye azınlık çoğunluk meselelerine kafayı taktın, sana ne çarşaftan, peçeden, türbandan. Mecbur musun, Sıvas’ın yakılmışlarını anmaya, Nâzım’a selam çakmaya, onu gerçek kimliğiyle sunmaya mecbur musun? Piyanist ol, mecbur musun aydın olmaya?” Mecburmuş demek ki. Muhafazakârlıkta demokrasi keşfeden muhterem tarafın, tarihsel yanılgıya mahkum köşecileri Fazıl’ı sigaya çekiyorlar. Hele birileri var ki, gittikçe koyulaşan muhafazakârlığın karanlığında kendi seçtikleri yaşam tarzına, cinsel tercihlerine hiç ama hiç hayat hakkı tanınmayacağının bile farkında değiller. Onların derdi şimdilik yazı üzerinde haklı görünmek, karanlığa doğru giderken aydınlığı savunanları yerden yere çalmaya devam etmektir. Sırada Fazıl Say var. Onlara yalnızca kendi gazetelerini değil, arada bir Yahudi Alman genç serbest bırakıldı ANTALYA (Cumhuriyet) Antalya’nın Manavgat ilçesinde nisan ayında İngiliz kız C.M’ye (13) cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla tutuklanan Alman B.M.W (17), sekiz aydır tutuklu yargılandığı davanın yedinci duruşmasında tahliye edildi. Alman gencin serbest bırakılması Almanya’da büyük sevinç yarattı. Antalya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya, “cinsel saldırı’’ suçlamasıyla tutuklu yargılanan B.M.W, avukatları Ahmet Ünal Ersoy, Mehmet İplikçioğlu, Şükrü Enhoş ile babası Ralf Jans W. katıldı. Duruşmada suçlamaları reddeden B.M.W. ve avukatları, hâkime tahliye talebinde bulundular. İngiliz kızın avukatı Ömer Aycan ise Alman gencin tutukluluk halinin sürdürülmesini istedi. Mahkeme, delillerin büyük kısmının toplanmış olması nedeniyle Alman B.M.W’nin, koşulsuz tahliye edilmesine karar verdi. B.M.W’nin serbest kalması Alman TV kanalları tarafından, “flaş’’ haber olarak duyuruldu. Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Dışişleri Bakanı FrankWalter Steinmeier, Alman genci B.M.W’nin serbest bırakılmasından büyük memnuniyet duyduklarını ifade ettiler. Şemdinli sanıklarına tahliye A skeri mahkeme, müdahil avukatların görevsizlik istemini reddetti ilgili “Tanırım, iyi çocuktur” sözünü anımsatan Kozaağaçlı, “Üst düzey askeri yetkililerin dosyaya ilgilerinin bu kadar fazla olduğundan mahkemenin tarafsız olacağına inanmıyorum. Her ne kadar mahkeme üyelerinin bağımsızlığından şüphem yok ise de üyelerin askeri silsile içinde olduklarından ‘görevsizlik’ kararı verilerek uyuşmazlık mahkemesine gönderilmesini talep ediyoruz” diye konuştu. Sanık avukatlarından Vedat Gülşen ile askeri savcı ise görevsizlik talebinin reddedilmesini istedi. 2 saat ara veren mahkeme, görevsizlik kararını reddetti. Bunun üzerine müdahil avukatları salonu topluca terk etti. Avukatlar adına açıklama yapan Van Baro Başkanı Ayhan Çabuk, “Mahkeme bizleri asla içinde olmayacağımız hukuk ve gerçek dışı bir alana çağırmaktadır. Bizler bu alanın figüranları olmayı reddediyoruz” dedi. Duruşmanın sonunda mahkeme, 2 yıldır tutuklu bulunan 3 sanığın tahliye edilerek tutuksuz yargılanmalarına karar verdi. Duruşma, 14 Mart’a ertelendi. Yusuf Ziya CANSEVER VAN Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi, Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde 9 Kasım 2005’te Umut Kitabevi’nde meydana gelen ve 1 kişinin yaşamını yitirdiği patlamanın sanıkları Astsubay Ali Kaya, Özcan İldeniz ve PKK itirafçısı Veysel Ateş’in tahliyesine karar verdi. Sabahın erken saatlerinde mahkemenin görüleceği Merkez Komutanlığı’nın bulunduğu Ordu Caddesi trafiğe kapatılarak geniş güvenlik önlemleri alındı. Bitlis E Tipi Cezaevi’nde bulunan itirafçı Veysel Ateş’in gecikmesi nedeniyle duruşma 1 saat geç başladı. Duruşmada müdahil avukatlarından Selçuk Kozaağaçlı, 10 sayfalık bir dilekçe sunarak görevsizlik kararı verilmesi gerektiğini belirtti. Daha sonra sözlü savunma yapan Kozaağaçlı, sanıkların olay günü bir askeri operasyon için Şemdinli’ye gitmediklerini ve istihbaratçı olmaları nedeniyle kimseyi yakalama, vurma ve öldürme gibi görev ve yetkileri olmadığını söyledi. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın asker sanıklarla lk televizyon haberleri, bir gün önce Türk Hava Kuvvetleri’nin Kandil’deki PKK karargâhına gerçekleştirdiği “Ay Işığı Harekâtı”nın görüntüleri ile doluydu. O görüntüler arasından birisi, bombardımanın hem asıl amacını hem de pilotlarımızın ustalık becerisini göstermek açısından 2007 yılının en iyi fotoğrafı idi benim için. Geniş bir arazi içinde, oraya buraya serpilmiş kerpiçten yapılmış evlerin arasında yerle bir edilmiş bu beton yığınağı, sadece terör örgütünün barındığı yerlerin vurulduğunu söyleyen Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ı bütün dünya önünde de kanıtlayan bir belge olarak, bu olayın tarihe geçmesi gerekecek “kapak fotoğrafı”ydı. Yabancı haber ajanslarından birisi tarafından çekilmiş olması gereken o fotoğrafın bir rastlantı olmadığı anlaşılıyor. F16’ları kullanan pilotlarımız, uçaklarındaki lazer hedefleme aygıtlarında yüzde yüz beceri kazanmak amacıyla haziran ayında Konya’da yaptıkları gece tatbikatları sonrasında ulaştıkları birikimi, terör örgütünün Kandil ve çevresindeki kamplarını dağıtırken sergilemişler. İ DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT Pazar Gecesi Operasyonun 3 Boyutu şamsal bir önem verdiğini de öğrenmelidirler. Türk askerinin yan gelip yatmadığı olgusu da, üçüncü boyutta kayda geçmiştir. Kabul edelim ki 16 Aralık operasyonunun gerçek amacı, tam bir moral harekâtı sergilemektir. Dağdaki teröristin ana babasına dönmesini sağlamak için, onun bugün için sığınak bellediği yerlerde yaşamasının zor olduğunu görmesini amaçlayan bir kapsamı var pazar günkü operasyonun. İçeride hemen her gün bir vurkaç eylemi ya da mayın olayı ile verilen şehit cenazelerinin neden olduğu psikolojik travma, en azından uzun bir süre için yerini, Büyükanıt’ın hafif kara mizah yaparak isimlendirdiği gibi, içeride ve dışarıdaki “düşman” için adeta bir tür “Biri Bizi Gözetliyor” programına bıraka Pazar sabaha karşı yapılan operasyonu, her ülkenin bu tür harekâtlardan sonra göstermesi gereken ulusalcı tepkilerin etkisi ile değerlendirmiyorum. Benim için 16 Aralık operasyonunun 3 boyutu var. Birinci boyutun hedefi elbette PKK terör örgütüdür. Kandil ve çevresinde konuşlandırdığı üç beş bin kandırılmış genç ile, koskoca Türk Silahlı Kuvvetleri’nin koruyup kolladığı bir ülkenin sınırlarını değiştirmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini, o örgütü yöneterek, hem politik hem de ekonomik rant sağlayanlar artık anlamalıdırlar. İkinci boyutta, bu taşeron örgüte sponsorluk yapan ülkeler yer almaktadırlar. Bu ülkelerin, Türkiye’nin nasıl bir büyük askersel güce sahip olduğunu ve o gücün arkasındaki ulus devletin, “cumhuriyet ordusu”na neden ya caktır. Mağara sığınaklarında bile can güvenliği bulunmadığı gerçeği, üst düzeydeki PKK’lilerin ezberlerini bozarken, dağa yeni çıkmış gençleri de düşünmeye yöneltebilecektir. O süreyi adamakıllı uzatmak ve o arada Ceza Yasası’nın 221. maddesindeki olanaklardan yararlanmak istemi ile anavatana dönerek örgütle ilişkisini kesmeye karar veren dürüst vatandaş olduğunu belgeleme fırsatını kullanmak istemenin önünü açmaya yardım edebilecektir. Bu tür girişimlerin sürekli ve kalıcı olabilmesi ise, ulus devlet ilkesini zedelemeden ve kültürel, toplumsal ve ekonomik önlemlerin hızla uygulanmasını gerektiriyorsa, bunları belli bölgelere öncelik vererek yaşama geçirmek, iktidarın birincil görevi olmalıdır. Elbette bir affı değil ama elini kana bulamamış olanlar için eve dönüşü sağlayacak zaten var olan yasal önlemler, belki yeniden irdelenerek uygulanabilir. Doğu ve Güneydoğu’da başta feodalitenin gücünü en aza indirecek önlemleri yaşama geçirebilirse, AKP iktidarı sadece günü değil geleceği de kurtaran iktidar olur. obirgit?ekolay.net
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle