06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 Takvim, 19 Aralık 1978’i gösterdiğinde, Kahramanmaraş’ta büyük bir katliam için hazırlık yapılıyordu. Hedef, Aleviler ve solculardı. Resmi rakamlara göre 111, araştırmacılara göre çok daha fazla insan işkenceyle öldürüldü. Aralarında, çocuklar, yaşlılar, hamileler, bebekler de vardı. Katliamın baş aktörleri bulunamadı, yakalananlar afla salıverildi, dava zamanaşımına uğradı. Üzerinden 29 yıl geçse de, unutulmadı. C Zaman Doğacak” filminin gösterildiği Çiçek Sineması’nda bir bomba patlayıp da, iki kişi ölünce, solcular suçlu ilan edildi. Oysa dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’nın katliamın gün ışığına çıkartılması için görevlendirdiği özel ekibin gizli raporunda, bomba sahiplerinin adresi başkaydı: “18 Aralık 1978 günü, ÜGD Maraş şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’ye halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını emretmiştir”... röportaj YANSIMA OSMAN İKİZ 21 ARALIK 2007 CUMA Global Feodalizm Avrupa Mahkemesi 18 Aralık günü, sendikaları ilgilendiren ilginç bir konuya açıklık getirdi. Davaya konu olan olayın gelişimi şöyle: Letonyalı bir inşaat şirketinin İsveç’te Waxholm Belediyesi’ndeki okul inşaatında Letonyalı işçilere İsveç ölçülerine göre düşük ücret ödemesi üzerine İsveç İnşaat İşçileri Sendikası, inşaatı çeşitli yöntemlerle durdurdu. İsveç sendikası işçilere İsveç’te sektörde geçerli olan kolektif toplu sözleşme uyarınca maaş verilmesi gerektiğini savunuyordu. Şirket ise İsveç sendikasına üye olmayan misafir işçilere Letonya normlarına göre ödeme yapmakta ısrar etti. İşi sürdürmek olanaksız hale gelince yasal yollara başvuruldu. Dava nihayet sonuçlandı. Avrupa Mahkemesi, hizmet dolaşımın serbet olduğu ilkesinden hareket ederek Letonyalı şirketi haklı buldu. İşverenler kararı coşkuyla karşıladı. Sendikalar geleceğin parlak olmadığını nihayet anladılar. Oysa AB’nin bütün Avrupa kıtasında sendikal ve demokratik hakları güçlendireceğini iddia ediyorlardı. AB’nin esas derdi ekonomi. Yani şirketler. Şirketlerin kar etmesi ve büyümesi için ne ne gerekiyorsa o yapılıyor. Anlamak isteyen için yeterinden fazla gösterge var. Sosyal adalet ‘Abidesi’ AB’de gelir dağılımındaki adaletsizliğin derinleştiği kendi raporlarında yazılı. Komisyonun raporunda (1) eşitsiz dağılımın bütün AB ülkeleri için geçerli olduğu ancak İsveç, Finlandiya ve İngiltere’de eşitsizliğin daha fazla derinleştiği belirtiliyor. Demek ki sendikaların güçlü, sosyal adalet anlayışının çok köklü olduğu İsveç ve Finlandiya’da bile AB çarkına girdikten sonra sosyal dengeler aşınmaya, bozulmaya başladı. Sosyal dengelerin nasıl bozulduğunu İsveç Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü’nün bir hafta önce açıklanan bir araştırması daayan beyan ortaya koymakta. Rapora (2) göre İsveç’te nüfusun yüzde 1’i toplam servetin yüzde 40’ına sahip. 1900’ların başında yüzde 50 olduğu düşünülecek olursa belki gelişmenin adalet yolunda seyrettiği öne sürülebilir ama maalesef öyle değil. 1900’ların başındaki adaletsizlik sonra dengelenmiş. 1980’lerden sonra ise tekrar bu hale gelmiş. ‘Feodal ağalar modernleşerek tekrar sahneye çıktı’ mı demeli acaba?.. Bir yanda ağalar, öte yanda hocalar dünya nereye gidiyor? (1) Social Inclusion and Income Distribution in the European Union’’ (2) Wealth Concentration over the Path of Development : Sweden, X18732005 29 yıl önce Maraş’ta Esra AÇIKGÖZ “İnsanlar parçalandı, kadınların göğüslerini, kollarını kestiler. Anne karnındaki ceninler bile sökülüp duvara yapıştırıldı… Duman ailesi vardı, bizim akrabamız. Onlardan dört kişiyi katlettiler. Baba ve oğlu çok kötü öldürdüler. Annenin de cinsel organına kazık çakıp, öldü diye bırakmışlar. O kurtuldu, ancak felç oldu, katliamdan bir sene sonra da kendini öldürdü”. Çok değil, daha 29 yıl önce yaşadığı Maraş Katliamı’nı bu kelimelerle dile getiriyor, Maraşlı Hamit Kaplan. Bunlar sadece dile getirebildikleri. Aralarında hamile kadınların, bebeklerin, çocukların, yaşlıların da bulunduğu resmi rakamlarca 111 kişinin, konuyu araştıranlara göre çok daha fazlasının işkenceyle öldürüldüğü, yakıldığı; yüzlerce kişinin yaralandığı bir katliamın tanığı o. Üstelik 19 Aralık’ta başlayıp, 26 Aralık’a kadar süren katliamın katilleri tanıdıktı; alışveriş yaptıkları dükkânların sahipleri, komşuları, “Dayı” diye seslenecek kadar saydıkları “büyükleri”, işlerini yaptırmaya gidip çene çaldıkları muhtarlıktaki yetkili... Tanıklar için, Maraş’taki olayların yarattığı korku, tehlike hâlâ sürüyor, fotoğraflarını vermek istemiyorlar. Bu vahşetin gerekçesi, 19 Aralık’ta kanıtlar olduğunu söylüyor; cenazelerin hastane tarafından bilinçli olarak Cuma namazı saatinde verilmesi, askerin yeterli önlem almaması; belediye hoparlörlerinden yapılan “Aleviler din kardeşlerimizi katlettiler, öçlerini alacağız” çağrıları… Kimi imamlar camilerde “Allah adına savaş”a çağıran vaazlar veriyor, “Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır” diyerek öfkeyi kışkırtıyorlardı. Sonunda katil güruh çocuk, bebek, hamile, yaşlı, önlerine kim çıkarsa öldürdü. Kaplan da, olayların en yoğun yaşandığı yerlerden Ele geçirilen cinayet aletleri silahla sınırlı değildi... Kahramanmaraş Katliamı’nın katilleri mahkemede... Katliamdan kaçabilenler, vilayet binasına sığındılar. atıldı, faşistlerin propaganda aracı haline gelen ve gösterim tarihi aniden iki hafta öncesine alınan “Güneş Ne Plan işe yaradı, iki gün sonra TÖBDER üyesi iki öğretmen, Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu öldürüldü. 22 Aralık’ta öğretmenlerin cenazesine katılanlara saldıran faşistler, “Alevilerin camileri yaktığı, kadınlara tecavüz ettiği” yalanlarıyla halkı kışkırttılar, hedef günler öncesinde “sayım” bahanesiyle çarpı koyarak işaretlenen çoğunluğunu Alevilerin oluşturduğu solcu evleriydi. Ellerinde baltalar, keserler, oraklar, dinamitler ve Amerikan malı silahlar... Olaylar, aylar önce planlanmıştı. Savcı Dündar Saner’in açıklamaları da bunu doğruluyordu. “Uzun süreden beri tezgâhlanan plan bu şekilde tatbikat safhasına konuldu” diyordu Saner, “Olayların başlangıcında 20 kişiye otopsi yapabildik. Uzun menzilli silahlarla öldürülmüştüler. Daha sonra ceset fazlalığından değil otopsi, kimlik tespiti bile yapmaya imkân kalmadı... Ölü sayısının resmi miktarı aşarak 200’ü geçeceğini tahmin ediyorum”. Öğretmenlerin cenazelerinde kortej sorumlusu olan Hamit Kaplan da, katliamın planlı olduğuna dair birindeydi, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Türk ve MHP bayraklarıyla 45 bin kişilik bir grup sığındığımız mahalleye saldırdı, göğüs göğse çatıştık. Maraş’ın yerel kıyafetlerini giymiş olsalar da yabancı oldukları hemen anlaşılan birkaç kişi kitleyi harekete geçirip, ortadan kayboldu. İki günlük çatışmadan sonra askerler müdahale ettiler. Mahalleden üç kişi öldü. Solcuların az olduğu mahallelerde daha büyük vahşetler yaşandı”. Öldürülmekten kurtulmayı başaranların sığınaklarından biri, Vilayet binasıydı. Çoğu kadın ve çocuk, 35 bin kişi buraya sığındı. Dönemin Sağlık Bakanı Mete Tan, şehre girmeyi başardıktan sonra gördüklerini “70’lik yaşlıları, üç yaşındaki bebekleri vurmuşlar. Cesetler kokuyordu” diyerek anlatıyordu. Bu vahşetin suçluları mı? Maraş Katliamı’nın faili olarak 804 kişi yargılandı. Katliamda birinci dereceden rol oynayan 68 kişi hiç yakalanmadı. 379’u beraat ederken, 29’u ölüm cezasına, yedisi müebbet hapse, 321’i 1 ile 24 yıl arasında değişen hapis cezalarına çaptırıldı. 314 kişinin cezalarında 1/6 oranında indirim yapıldı, 1991’de çıkan Terörle Mücadele Yasası’ndaki değişiklikle de hepsi salıverildi. İdam ve müebbet hapis cezaları Yargıtay tarafından bozuldu. Dava, 1996’da Yargıtay tarafından “zamanaşımı” gerekçesiyle düşürüldü... Katliamın baş aktörlerinden ve planlayıcılarından biri olarak yargılanan Ökkeş Kenger, soyadını “Şendiller” olarak değiştirdi, 1991’de milletvekilli oldu. Olayların ardından Alevilerin, yüzde 80’i Maraş’ı terk etti. Kaplan’ın ailesi de gidenler arasındaydı. O kalmayı seçti, ancak 79’da tutuklandı. “12 Eylül’de bir tezgâh daha yaşandı; Maraş katliamını ve iki öğretmenin öldürülmesini devrimcilerin üzerine attılar” diyor Kaplan, “Bu suçu itiraf etmem için sekiz ay işkenceden geçirildim, yargılandım, idam cezası aldım. Sonrasında işkenceci polislerden birinin ‘Hamit Kaplan’a dayanılmaz işkenceler yaptık, haline bakmaya biz bile dayanamıyorduk’ itirafıyla Yargıtay kararı bozdu, ancak sekiz yıl yatmıştım zaten”. Maraş’ta yaşananlar başka bir katliama atılan adımın da gerekçesi olarak gösterildi: 12 Eylül. 26 Aralık’ta 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi... Bunlar benim gibi 80 sonrası kuşağı için bir “mış”lı geçmiş zaman anlatısı olsa da, görmemiş olmak yaşananların ağırlığını ve acısı hafifletmiyor, şimdiki linç girişimlerini görüp yeni Maraş’lar yaşanabileceğine dair duyulan korkuyu da... ugün sürmekte olan süper güç saldırganlığını, talanını, hegemonyacı politikalarını emperyalizm diye tanımlıyoruz. Tabiiki yanlış değil. Peki bu emperyalizme ‘’Milenyum Feodalizmi’’ desek doğru olur mu? Kalıplaşmış tanımlamaları zorlamak kolay değil ama ‘teşbihte hata olmaz’ özdeyişine sığınarak fotoğrafı biraz netleştirebiliriz. 2003 yılında ölen ünlü Finlandiyalı Filozof George Henrik von Wright, kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi, şirketlerin büyümesi ve siyasi iktidarı yönlendirecek güce erişmelerini ‘’Feodal Ağalığa’’ dönüş diye nitelendirmişti. Biraz ironi kokuyor olsa da, Finlandiyalı düşünür haksız mı? Medyada suretlerini görmekten bıkıp usandığımız siyasi liderler aslında birer kukla. Asıl güç sahipleri arka planda. Örneğin, ABD devletinin asıl görevi şirketlerin çıkarlarını korumak. Ülke içindeki düzeni de gene bu çıkarlara göre işletmek. Aydınlanmanın, demokrasinin beşiği olduğundan Avrupa’ya toz kondurmak içimizden gelmiyor. Ama Avrupa’nın temel rotası da farklı değil. Aydınlanma ideali de, demokrasi ilkeleri de feodal ağaların ekonomik çıkarlarına göre belirlenen politikalar karşısında zorlanıyor. Üstelik çirkin oyun açık oynanıyor. Türkiye’ye düşman kesilen Sarkozy’nin, 10 milyar Dolarlık iş andlaşması için Kaddafi’yi kapılarda karşılamasını nasıl yorumlamalı? Çıkara dayalı samimiyetsiz mantık evliliğini hatırlatıyor değil mi? AB’nin Lizbon zirvesine ne demeli? Bu ne biçim demokrasi!?.. Daha önce halkoyu ile reddedilmiş belgeyi, reddedenlere ‘’Siz de kim oluyorsunuz’’ dercesine kabul edip geçtiler. Bütün ülkeler parlamentolarında onaylayacakmış da dolayısıyla demokratik olacakmış! Danimarka halkının çoğunluğu karşı. İngiltere ve İsveç’te de referandum yapılsa muhtemelen ‘hayır’ çıkar. Ama halka sormayacaklar. Oxford’lu Prof. Timothy Garton Ash olayı ‘’Lizbon Bulamacı’’ benzetmesiyle rezalet olarak niteledi. AB’nin Kopenhag Kriterleri’nden sonra siyasi literatüre ‘’Lizbon Kriteri’’ni eklemeye ne dersiniz?.. Bu da bizden katkı olsun. Türkiye’nin üyeliği suya düştü diye moraller bayağı bozuldu. Politikacısı, işvereni, sendikacısı, sivil toplumcusu az mücadele etmemişti. Ulusal bir dava gibi ele alınmıştı. İşverenlerin mücadelesini anlamak zor değil de sendikacılar neden bu kadar meraklıydı onu anlamak zor. Avrupa’ya bakmıyorlar mı? Sendikalar hala ayakta ama dişleri sökülmüş olarak. B osman.ikiz?tele2.se Rıfat Ilgaz yine Almancada FRANKFURT (Cumhuriyet Bürosu) Türk yazının ölümsüz ismi Rıfat Ilgaz’ın çocuklar için yazdığı kitaplar, art arda Almancada yayımlanıyor. Berlin’deki “Edition Orient” yayınevi geçen yıl yayımladığı “Bacaksız ve Kocaman Karpuz” başlıklı birinci ciltten sonra bu yıl da “Bacaksız Karakolda” kitabını okur önüne çıkardı. Bacaksız’ın maceraları, birbirine bakan sayfalarda hem Türkçe hem de Almanca olarak sunuluyor.Patrick Bartsch tarafından çevrilen “Bacaksız” dizisinin ikincisini de Tülay SözbirSeidel çizgileriyle süsledi. 2. Altın Lale Güzel Sanatlar Ödülleri sahiplerini buldu İSTANBUL (AA) Özel Kadıköy Güzel Sanatlar Lisesi’nin, bu yıl ikincisi düzenlenen Altın Lale Güzel Sanatlar Ödülleri, Caddebostan Kültür Merkezi’nde düzenlenen törenle sahiplerine verildi. Sunuculuğunu Ayşe Egesoy ile Çetin Çiftçioğlu’nun yaptığı gecede, BBP Genel Başkanı ve Sıvas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu, Özel Kadıköy Güzel Sanatlar Lisesi tarafından “Sanata destek verenler” dalında ödüle layık görüldü. Sakarya’nın Ferizli İlçesi Belediye Başkanı Hüseyin Kaşkaş’ın da aynı dalda ödül aldığı gecede, “En İyi Şarkı” dalında “Hayırdır İnşallah” şarkısını yorumlayan Yaşar, “En İyi Erkek Yorumcu” dalında Burak Kut, “En İyi Kadın Yorumcu” dalında Bengü, “Ustalara Saygı” dalında ise Erol Büyükburç ödüle değer bulundu. İKİ TANIK ANLATIYOR FATMA ÖZDEMİR 23 Aralık günü öğleye doğru 100150 kişilik bir grup geldi. Babamı dışarıya çağırdılar, evin kapı ve pencerelerine taş ve sopalarla vurdular. Evde saklanmaya çalışıyor, birbirimize sarılmış ağlaşıyorduk. Bir süre sonra uzaklaştılar. Ertesi gün, öğleye doğru yine bağırtılar, silah sesleri her tarafı çınlattı. Komşumuzun evini ateşe verdiler. Bir süre sonra askerler çocuklarını alıp götürdüler. Sıranın bize geldiğinin korkusu içindeydik ki, bize yöneldiler. Hamo Dayıyı görünce "İmdat" diye bağırdık, ama Hamo Dayı, elindeki silahla bize ateş etti. Karşı komşumuz Gülizar ve Zeliha, "Ellemeyin onları, onlar yetimdir" diye bağırdılar. Evimize patlayıcı attılar. Babam, bizi banyoya sokarak saklamaya çalışıyordu, kapıyı açıp, “Çocuklarımı ellemeyin, ne yapacaksanız bana yapın” de di. Komşumuz Gülizar bizi evine götürdü. Pencereden baktık; evimizin önünde babamın alnı kan içindeydi, “Yavrularımı, çocuklarımı gösterin” diye bağırıyordu. Dayanamadık ve balkona çıktık, babam bize bakıyor ve ağlıyordu. Akşam karanlığı çöktüğünde babamızı aramaya çıktık. Evimizin 30 metre uzağındaki sokakta cesediyle karşılaştık.Göğsünden vurmuşlardı. Kafasının ve yüzünün yaraları daha kötüydü. MAVİŞ TOKLU Kocamı ve kardeşimi öldürdükten sonra, karşımızda oturan ve gözü görmeyen, 80 yaşındaki Cennet Çimen’in evine gittiler. Bu kadını, “Gel nene, gel nene” diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar, tornavida ile Cennet kadının gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle