Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 Irak’la imzalanan ‘Sıcak Takip’siz Terörle MücadeleAnlaşması sert eleştirilere uğradı C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 5 EKİM 2007 CUMA Ankara BM Şartı’na güveniyor Mahmut GÜRER ANKARA Ankara, Irak ile imzalanan terörle mücadele anlaşmasında, Kürtlerin baskısı sonucu “sıcak takip”in yer almaması ve konunun ileri bir sürece bırakılmasını, Türkiye’nin BM’den doğan haklarının kaybolduğu yönünde değerlendirmiyor. Türkiye, anlaşmada BM kararlarına yapılan vurgu nedeniyle sıcak takip hakkının korunduğunu iddia ediyor. Ancak bölgeye olası bir operasyonda Türkiye’nin karşısına Irak ordusu ya da Kürt peşmergelerin çıkması durumunda ne yapılacağı belirsiz. Irak ile imzalanan terörle mücadele anlaşmasında sıcak takip maddesi bulunmamasına karşın Ankara bu hakkın halen saklı olduğunu savunuyor. Dışişleri Bakanlığı kaynakları, tarafların pozisyonlarının anlaşmaya ek metinde yer aldığını, bu nedenle “sıcak takibe” ilişkin herhangi bir bağlayıcı durumun bulunmadığını ileri sürüyor. Ancak kaynaklar olası bir sıcak takip sırasında Türk güçlerinin önüne Irak ordusu ya da peşmerge kuvvetlerinin çıkması durumunda ne olacağı konusunda bir tahmin yürütmekten kaçınıyor. Liberal Kurt Masalı yatın zevklerini biz de seviyoruz. Ama politikanın güncel, orta, uzun erimli sorunlarından söz eder, geleceğe bakarken, bize yön veren, bizi düşündüren başka dertlerimiz var bizim. İçkiden yola çıkıp din düşmanlığı, estetik duygularımız zedelenir diye tesettür zaptiyeliği yapmıyoruz. İşimiz bir büyük düzeni, bir büyük dümeni, bir büyük entrikayı çözmektir. “Oruç yiyor” diye bir delikanlıyı komalık eden zibidiler önemli değil. “Uçağı kıbleye çevirin namaz kılacağım” diyen hacının şımarıklığı, “namaz vaktidir” diye otobüs durduran zorba “mümin”in küstahlığı da derdimiz değil. Derdimiz onlara uygun atmosferi sağlayan siyasettir. O siyasetin dayandığı büyük komplodur. O komplonun damarlarını insan kanıyla besleyen emperyal kapitalizmdir. Siz o insan kanını, Irak’ta katledilen 1 milyon insanı görmediğiniz, dahası o kanla beslenen örümceğe hayranlıkla baktığınız için “korkmayın, korkmayın” diye bizi yatıştırma telaşındasınız. ??? Irak’ın bölünmesinden hiç kaygıya kapılmıyorsunuz. Tam tersine o bölünmeyle karışacak Ortadoğu’da, ABD planlarıyla ülkemizi maceraya sürüklemekte bir an bile tereddüt etmeyeceğiniz de ortada. Şaşkın, saf, dindar insanlarımıza yeni toprakların, Dimyat’ta pirincin hayalini kurdurmaya kalkışınızdan belli hinliğiniz. Sözde askerleri, militarizmi eleştirirken, gözleriniz parlayarak Kuzey Irak’taki Kürtlerle birleşmekten, toprakları genişletmekten söz edebiliyorsunuz. Biriniz “korkmayın, korkmayın” derken ötekiniz ABD planlarına uyarsak elde edeceğimiz “mükafatı” göstererek kandırmak niyetinde bizi. Neyse ki inandırıcı değilsiniz o kadar. Demokratlığınız eğreti, hümanizmanız yalan, barışçılığınız uydurma. Sizin sahte dünyalarınızla bizim gerçek ütopyalarımız arasında öyle derin bir uçurum var ki, biz korkmadan savaşırken, siz korku içinde kim bilir neyi bekliyorsunuz? Ama korkacak bir şey yok. Korkmayın, korkmayın! guray.oz@cumhuriyet.com.tr ‘SICAK TAKİP’ YOK Anlaşma metninde yer alan “Anlaşmayla ayrıca, tarafların birbirlerinin güvenliğini, toprak bütünlüklerini, sınırlarının dokunulmazlığını, vatandaşlarının güvenliğini hedef alan terör eylemlerini ve bu eylemin hazırlıklarını engellemek üzere; taraflar, terör örgütlerinin eylemlerinin finansmanına, planlanmasına, hazırlanmasına veya ger çekleştirilmesine destek verenleri, kolaylaştıranları, katılanları ve katılmaya çalışanları ‘Yargıla veya iade et’ ilkesi temelinde yargı önüne çıkarmakla yükümlü olduklarını bu anlaşmayla teyit eder” maddesinin ise Irak tarafından sıcak takip yapılmaması yönünde garanti olarak görüldüğü ifade ediliyor. Ancak Ankara, bu maddenin de sıcak takibi engellemeyeceğini savunuyor. Kaynaklar, Ankara’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1368 numaralı kararında gerekenlerin ve doğan hakların açık bir biçimde anlatıldığını ifade ediyor. Bu maddede ise şöyle diyor: “Devletlerin tek başına ya da birlikte kendini savunma hakkı vardır. Bütün devletler, terör eylemlerinin mali açıdan desteklenmesini önlemek ve bastırmak, bu gibi eylemleri suç sayacak ceza kanunlarını yürürlüğe koy mak, terorizme ilişkin mali ve ekonomik kaynak vb. unsurları dondurmak, bu şekilde yetenek oluşturmaya yönelik faaliyetleri engellemek zorundadırlar. Devletler buna ek olarak, terör faaliyetine karışmış kişilere ve kuruluşlara doğrudan veya dolaylı olarak destek sağlamayacak, personel ve silah temini faaliyetlerini de engelleyecektir.” Sıcak takibin gerçekleştirilebilmesine ilişkin 4. madde ile ilgili komite toplantılarının ise ancak söz konusu anlaşmaların ülke parlamentolarınca onayının ardından başlayabileceği kaydediliyor. Bu nedenle netleşmiş bir takvim halen bulunmuyor. 4. maddeye atıfla anlaşmaya eklenen ek metinde, Türkiye ve Irak’ın sıcak takibe ilişkin pozisyonlarına yer verilmiş ve konuyla ilgili bir komisyonun kurulması öngörülmüştü. Farklı yorumlar dikkat çekti ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yazılı basın Malezya’yı sayfalarında işlemeyi sürdürüyor. Hürriyet’te “AKP ile başlayan İslam bilincinin Türkiye’deki laikliği yok etmesini” isteyen Malezya’nın dini lideri Nik Abdülaziz ile yapılan röportaj yer alırken Milliyet, ülkeye giden yazarı Ece Temelkuran’ın izlenimlerini aktarmaya devam etti. Ezgi Başaran’ı Malezya’ya gönderen ve hazırlanan yazı dizisinin ilk bölümünü manşetine taşıyan Hürriyet’in sayısında da dizinin ikinci bölümü yine ilk sayfadan gösterildi. Kelantan eyaletinin Başbakanı ve Malezya’nın dini lideri Nik Abdülaziz’le yapılan röportajın yer aldığı Hürriyet’te, Abdülaziz’in ifadeleri şöyle verildi: “Biz Kelantan eyaletinde İslamın bir devlet ideolojisi olabileceğini kanıtladık. Ilımlı olmasına gerek yok. İslam bankaları açtık ve Kelantan’daki bütün Müslümanların paralarını buraya yatırmasını zorunlu kıldık. Bu bankalarda faiz uygulanmaz, çünkü faiz haramdır. Yeni bir konut sistemi getirdik. Buna göre mimarlar her eve en az 3 oda yapmak zorunda. Biri ebeveyn için, biri erkek, biri kız çocuk için; çünkü onların aynı odada kalması İslama aykırı. Kelantan’daki sigara fabrikasını kapattık. Çünkü sigara içmek İslama aykırı. Devlet dairesinde çalışan bütün kadınların türban takması zorunlu. Siz ilk Müslaman laik devletsiniz ve bunu Mustafa Kemal Atatürk yaptı. Bana göre Atatürk’ün yaptığı İslam dinine aykırı. İslam devleti laik olamaz. İslam ve politika iç içe olmalıdır. Çünkü Hz. Muhammet aynı zamanda devlet başkanıydı.” savunduğum için şehirde benim resimlerimi ‘Ölü olarak aranıyor’ afişi yapıp dağıtıyorlar. Binlercesini... Hiçbirimiz bu kadar yakında olduklarını göremedik. Ilımlı İslam diye bir şey olmayacağını, isteklerini hep ileri götüreceklerini yeni anlıyoruz.” ‘NE LAİK NE TEOKRATİK’ Sabah’ta ise Naci Yavuz’un hazırladığı “İşte Malezya Gerçeği” adlı yazı dizisinin yayımlanan son bölümünde, ülkedeki yargı sistemine dikkat çekildi. Yavuz, şu bilgileri aktardı: “Malezya anayasasında, laiklik vurgusunun yanında resmi din İslam vurgusu da var. Ülke dışarıdan laik görünüyor ama Fetva Konseyi’nin Müslümanlar için hayli yüksek yaptırım gücü düşünüldüğünde tam bir laiklikten bahsetmek mümkün değil. Hatta açıklamalarına bakılırsa; ‘Malezya ne laik ne de teokratik bir devlettir’ diyen Başbakan Abdullah Badawi bile ülkesi konusunda net bir karar verebilmiş değil! Ancak şeriat mahkemelerinin, anayasada İngilizlerden yadigâr laiklik maddesini zorlamaya başlamasıyla, ülkede İslam giderek daha tutucu bir biçim alıyor. Örneğin; en üst düzey sivil ve laik mahkeme olan Malezya Federal Mahkemesi, Hıristiyanlığa geçen Malezyalı bir kadının yeni dinini kimlik kartına resmen yazdırma girişimini, şeriat mahkemeleri üzerinde karar verilemeyeceği gerekçesiyle reddedebiliyor.” Vatan gazetesi yazarı Reha Muhtar ise köşesinde kendini “2. Cumhuriyetçi” olarak tanımlayan yazarları ve gazetecileri eleştirerek Sabah ve Yeni Şafak gazeteleri ile Aktüel dergisinin Malezya’yı kötü sayılamayacak bir ülke olarak, olumlayarak yansıtmasına tepki gösterdi. Muhtar söz konusu yazarlara; “Hürriyet’teki Malezya fotoğraflarında 7 yaşındaki tesettürlü ilkokul çocuklarının fotoğrafları var. Bu çocukların bu yaşta tesettüre girmeleri, sonra da toplumdaki tesettürlü sayısının yüzde 10’dan 80’e çıkması, arzuladığınız biçimde sivil, çağdaş, demokrat bir ikinci cumhuriyet tablosu mudur? Gerçekten böyle bir ikinci cumhuriyet mi istiyorsunuz” diye sordu. Yeni Şafak’ta övgüye devam AKP hükümetine yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesinde Ayşe Böhürler ve Aslıhan Eker’in hazırladığı “Gelenekten Moderne Malezya Kadını” başlıklı yazı dizisinde ise ülkedeki yaşam ve yönetim tarzı olumlanarak anlatılmaya devam edildi. Yazı dizisinin bölümünde şu yorum yapıldı: “Müslümanlar ezici çoğunluğu oluşturmasalar da Malezya modern bir İslam ülkesi olma iddiası taşıyor. Devletin Müslüman kimliğe vurgusuyla, başörtülü Müslüman kadınlar görünür kılınmış. Modernitenin getirdiği şeffaf ve liberal hava; travestileri, fuhuşu ve uyuşturucuyu da görünür kılmış.” Yeni Şafak’ta, ülkedeki bir televizyon programının sunuculuğunu yapan Kartini isimli genç kızla yapılan röportajdan şu bölüm de aktarıldı: “Bence Malezyalı kadınlar olarak emsallerimizden şanslıyız. Resmi olarak Müslüman bir ülke olmamıza rağmen, burada pek çok özgürlük var. Hayat tarzımızı belirlemekte ve kıyafetlerimizi seçmekte son derece liberaliz.” “Müslümanlar ve gayrimüslimler Hudeybiye Antlaşması’nı imzalarken Hz. Muhammet ilk önece ‘Bismillahirrahmanirrahim’ kelimesini kullanmak istemiş. Fakat gayrimüslimler itiraz edince, antlaşma ‘Tanrı’nın adıyla’ diye başlamış. İmzasını da ‘Muhammet Resulallah’ diye değil, ‘Muhammet’ olarak atmış. AKP bu tarihi biliyor, çok iyi özümsemiş ve aynı diplomatik yöntemi izliyor. Umarım Türkiye’de AKP sayesinde alevlenen İslam bilinci, laikliği yok eder.” Milliyet gazetesinde bölgeye giden Ece Temelkuran’ın izlenimleri yayımlanmaya devam ederken yazı dizisinin yeni bölümü sürmanşetten “Malezya’da türban fonu” başlığıyla kullanıldı. Temelkuran’ın Malezya’daki laiklik hareketinin başını çeken avukat Malik İmtiaz ile yaptığı görüşmeden aktardığı noktalardan bazıları şöyle: “Başta olup bitenleri ciddiye almıyorduk. ‘Malezya Afganistan mı, İran mı olacak yani?’ diye şakalaşıyorduk. Ama şimdi anayasal din özgürlüğünü eselliye ihtiyacımız yok, ama o bizi teselli ediyor. “Korkmayın korkmayın” diye yazmış. “Korkmayın, korkmayın, burası halifesinin sarayında cariyeler olan bir geçmişe sahiptir.” Şarkiyatçıdan okuduğu harem hikâyelerinden çok etkilendiği belli. İçki yasaklarını Bekri fıkralarından biliyor. Öyle su serpiyor ki “korkularımızın” üstüne, serin bir geceden sonra “özgür” bir sabaha uyanıyoruz sanki hazretin sözleriyle! “Şeriat da, hilafet de aniden, pat diye kalktı. Ne oldu peki” diye soruyor. “Şeriata çok meraklı olduğunu sandığınız halk ne yaptı? Ayaklandı mı? İç savaş mı çıktı? Yoo!” Bize kurtuluşu ve kuruluşu bir çırpıda, nasıl da veciz bir şekilde anlatıyor. O bizim neden korktuğumuzu bilmiyor aslında. Kendini, sevgili liberal kardeşlerini anlatıyor. Bunca yıldır hizmet ettiği “değişimin” altında kalmaktan korkuyor. Anlattığı işte odur, kendi korkusudur. Bizse başka bir şeyden korkuyoruz. ??? Biz dünyaya bakıyoruz. Emperyalist kapitalizmin çevirdiği dolaplara, altedilmez görünen gücüyle çizdiği gittikçe derinleşen ideolojik saldırıya, bu saldırının orta yerine yerleştirdiği “İslam” imajına bakıyoruz. Terörle İslam ilişkisinin nasıl beslenip büyütüldüğüne, ustaca bir araya getirildiğine bakıyoruz. Bakıyoruz da onun için çalıyoruz tehlike çanlarını. Biz Büyük Ortadoğu Projesi’nden, ABD’nin bölgemizle ilgili, ille de İslamı kullanan, daha da kullanmayı öngören planlarından ürküyoruz. Biz geri kalmış Doğu’nun ideolojisinin insancıllıktan kolayca koparılabildiğini, tıpkı Haçlı Hıristiyanlarında olduğu gibi kolayca şiddete dönüştürülebildiğini gördüğümüz, yaşadığımız için telaştayız. Kanlı pazarda bıçaklandığımız, 1 Mayıs’ta vurulduğumuz, Sivas’ta yakıldığımız, Mumcu’yla, Kışlalı’yla, Hrant’la, daha niceleriyle katledildiğimiz için, yurdumuzu esirgemek, insanlarımızı tehlike büyümeden uyarmak derdindeyiz. ??? Liberal müneccim, derdimizin içki, eğlence, kendisinin pek düşkün olduğu hayatın zevklerinden ibaret olduğunu sanıyor. Kuşku yok arada bir parlatmayı, rafine olmasına özen gösterdiğimiz ha T ‘A KP YAVAŞ VE DERİNDEN İLERLİYOR’ Abdülaziz, AKP’nin uyguladığı birçok stratejiyi örnek aldıklarını da belirterek “Yavaş ve derinden ilerliyorlar. Orduyla ve AB’yle dengeyi kuruyorlar; kimseyi fazla sinirlendirmiyorlar. Çok iyi düşünülmüş, diplomatik bir stratejileri var. Ben onlarınkini Hz. Muhammet diplomasisine benzetiyorum” dedi. Abdülaziz, şu ifadeleri kullandı: Sabah ve atv’ye iki talip İstanbul Haber Servisi CocaCola’nın Türk Ceo’su Muhtar Kent’in Başbakan Tayyip Erdoğan için verdiği iftar yemeğinde Erdoğan’la bir araya gelen Rupert Murdoch’ın “Sabah gazetesi ve atv’ye talibim” dediği iddia edildi. SKY Türk’te Serdar Akinan’ın sorularını yanıtlayan Fatih Altaylı ise Abdullah Gül’ün oğlunun çalıştığı İngiliz bankası Merrill Lynch’in Sabah ve atv’yi almak istediğini söyledi. Genel seçimlerden 3 ay önce nisan ayı başında, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) el koyduğu ve ardından AKP’nin yayın organı gibi çalışmaya başlayan Sabah gazetesi ve atv’nin ihalesi 7 Kasım’da yapılacak. TMSF’ye devrinden bu yana kim tarafından alınacağı kamuoyunda sıkça tartışılan Sabah ve atv’yi kimin alacağını Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın belirlemesi bekleniyor. Akşam gazetesinin haberine göre, Muhtar Kent’in baş işletme sorumluluğunu (CEO) yaptığı CocaCola firması Başbakan onuruna bir iftar yemeği verdi. İftara, TGRT’yi alarak Fox TV yapan, medya devi Rupert Murdoch da katıldı. Gazeteye göre Murdoch, Başbakan’a “Sabah ve atv’ye talibim” dedi. Gazetenin haberine göre Murdoch’un “Öyle bir hazırlık içindeyiz, 7 Kasım’da yapılacak Sabah ve atv grubu ihalesine teklif vermeyi düşünüyoruz. News Corp’un Başkanı Peter Chernin ile bu konuyu ince eleyip sık dokuyoruz ama gelinen şu noktada bu konuyu çok ciddi olarak düşündüğümüzü söyleyebilirim” değerlendirmesini yaptı. Pazartesi akşamı Sky Türk’te Serdar Akinan’ın sorularını yanıtlayan Fatih Altaylı ise Abdullah Gül’ün oğlu Ahmet Münir Gül’ün çalıştığı İngiliz bankası Merrill Lynch’in ihale süreciyle yakından ilgilendiğini iddia etti. Altaylı şunları söyledi: “Biliyorsunuz Ekonomiden Sorumlu Bakan Mehmet Şimşek eski bir Merrill Lynch çalışanı. O Türkiye’ye gelip bakan olunca, yerini Abdullah Gül’ün oğluna bıraktı. Şimdi Merrill Lynch’te küçük Gül çalışıyor. Ve geçen günlerde Merrill Lynch’ten bir grup yönetici Türkiye’ye gelerek Sabah ve atv’nin satışıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Gül ile görüşmüşler. Bu eğer doğruysa vahim bir durum.” Akşam gazetesi yazarı Oray Eğin de söz konusu ihaleyi köşesine taşıyarak yazısında şu ifadelere yer verdi: “Aslında Merrill Lynch’in adı aylardır gündemde, ancak Altaylı’nın iddiaları sayesinde yeni bir boyut kazandı. Öte yandan Türkiye’deki medya kanunu, Cumhurbaşkanı onlara söz verse dahi bu bankanın Sabah’ın tamamına sahip olmasını engelliyor... CNN Türk, NTVMSNBC ve Fox örneklerinde görüldüğü gibi yabancılar Türkiye’deki medyayı reforme etmeye gelmiyorlar... Tek amaçları var, para kazanmak.” ’nin “PKK ile Mücadele ABD Özel Temsilcisi” emekli General Ralston, görevinden istifa etmiş. Emekli generalin “Bu iş yürümüyor” diye Dışişleri Bakanlığı’na verdiği istifa dilekçesinin henüz yürürlüğe konulmadığı da aynı haberin devamında yer alıyor. İstifanın yürürlüğe konulmayışının nedeni de, yine ve güvenilir bir Amerikan kaynağına göre “bu tiyatro oyununun sürdürülmek istemesi”nden doğuyormuş! Türkiye’de çok kişi, stratejik müttefikimizin hem metnini yazdığı, hem de sahneye koyduğu bu oyunun farkındadır. Harp Akademileri’nin yeni eğitim ve öğretim yılına başlaması nedeni ile düzenlenen törende konuşan Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın da yinelediği gibi “Türkiye, bu mücadelede yalnız bırakılmış, verilen sözler yerine getirilmemiştir.” Bu nedenle de, yine Genelkurmay Başkanı’nın açış konuşmasında kim bilir kaçıncı kez tekrarladığı gibi, söz yerine eylem isteyen taraf olan Türkiye’ye hem de toprakları işgal edilmiş, ülkesi üç parçaya bölünmeye hazırlanan Irak gibi bir devletin gönderdiği İçişleri Bakanı Cevad Bolani bile o tiyatro oyunu için yeni eklemeler yapmaktan geri durmamıştır. PKK’yi bir terör örgütü olarak “sözde” kabul etmiş görünen Irak Hükümeti, sorun bu terör örgütünün çetelerinin topraklarımıza girip, örneğin Şırnak’ta köylerine içme suyu getirmek amacı ile imece çalışması yapan silahsız 11 yurttaşımızı tarayarak şehit ettikten sonra ellerini kollarını sallayarak Kuzey Irak’a kaçmaları karşısında, kendilerini izleyen güvenlik güçlerine, “Siz an DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT cak iki ülke arasındaki sınıra kadar gelebilirsiniz. Ondan öteye bizim de kâğıt üzerinde terörist dediğimiz PKK’lilerin arkasından bakmakla yetineceksiniz” türünden bir mesaj verebilmiş, anlaşmanın can damarı olan 4. madde adeta yok sayılmıştır. Türkiye için, işin acı ve yüz kızartıcı yönleri birden de çoktur. Söylediğim gibi, güvenlik güçleri, ülke topraklarına giren katil çetelerini o anda sağ ya da ölü yakalayabilirse ne âlâ. Yakalayamaz da elinden sınıra kaçırırsa, durumu bağlı olduğu üst makama bildirmek, o makamın da bu bilgileri Ankara’ya ileterek Dışişleri Bakanlığı kanalı ile çetelerin barındırıldığı Irak otoritelerinden, onların teslimini istemeleri beklenecekmiş. Bunun için de, iki taraf arasında iki ayda bir bir araya gelecek bir eşgüdüm oluşumu kurulacakmış. O komite, Irak’ta özgürce dolaşan terörist önderlerinin yakalanarak ya orada yargılanmaları ya da Türkiye’ye teslim edilmeleri konusunda tarafları bilgilendirecekmiş! Öylece Ankara’da AKP iktidarı, hem “sınırları dışından saldırıya uğrayan ülkelerin kendilerini savunma amacıyla her türlü önlemi alabileceklerini” belirten BM Şartı’nın Hem de Nasıl Bir Tiyatro Oyunu? 51. maddesinden kendi rızası ile vazgeçmiş; hem de bu yaşamsal karar değişikliği yerine Türkiye ile Irak arasında oluşturulacak bir anlaşmanın da daha başında, kadük hale getirilmesine razı olmuştur. Bu razı oluşun, Irak Heyeti tarafından son derecede usta bir diplomasi ile, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a adeta sindirildiğinin canlı belgeleri de televizyonlar tarafından bütün dünyaya yayılırken; hem terör örgütüne hem de onun içerde ve dışarıdaki koruyucularına büyük moral dopingleri sağlanmıştır. Öyle bir 4. maddeli anlaşmayı merkezi hükümetin temsilcileri kabul etmiş olsa bile, Irak’taki Kürtlerin niçin yok sayacağının örneklerini de, Irak Dışişleri Bakanı Zebari’den başlayarak Talabani ve Barzani’nin sözcüleri tek tek saymıştır. Mesela Zebari bu konudaki görüşlerini açıklamadan ya önce, ya da sonra Türk Dışişleri Bakanı Babacan ile BM çatısı altında ikili görüşme yapmış, Babacan’dan da, o tarihlerde ABD’de bulunan Erdoğan’dan da, bu konuda tek tümcelik bir yorum, ya da karşıt görüş duyulmamıştır. Bu nedenledir ki, Rulston’un istifa dilekçesini yorumlayan yetkili ABD’li kaynağın söylediği o “tiyatro oyunu” sürdürülüyor. Hem de hemen her gün verdiğimiz yeni şehitlerin bayrağımıza sarılmış tabutlarının oluşturduğu dekorlarla. Gazeteler, Sıcak Takip konusunda AKP iktidarının Irak önerilerine baş eğmesini, ABD baskısına bağlayan yorumlara yer veriyorlar. Bu görüşler karşısında hükümet anlaşılmaz bir şekilde susmayı yeğliyor. Devletin bağımsızlığı ve bütünlüğü üstüne daha bir ay önce ant içmiş olan Cumhurbaşkanı da, yeni Yasama Yılı’nın açılışı nedeni ile yaptığı konuşmasında, bu anlaşılmaz suskunluğa yer vermeyi yeğledi. Terör konusunda, özellikle dış dünyanın izlediği strateji karşısında ağzını bile açmadı.TBMM’nin dikkatini çekme gereğini nedense duymadı. Oysa, üslendikleri topraklardan sınırlarımızın içine giren ve cinayetlerini işledikten sonra terör yuvalarına dönenlerin üstüne tıpkı 1974’te bizim Kıbrıs’ta yaptığımız, yine tıpkı İsrail’in zaman zaman komşularına uyguladığı ve İran’ın yine PEJAK çetelerinin arkasından Irak topraklarına girip çıkmakta sakınca görmediği gibi önleyici önlemler uygulanmasının TBMM’den beklendiğinin söylenmesinin tam zamanı değil miydi? Genelkurmay Başkanı, gevşek bir konfederatif yapıya giden Irak’ın kuzeyinde önünde sonunda kurulacak bağımsız devletin Türkiye için 1. derecede risk olacağını, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni tedirgin eden öğeler arasında saydı Harp Akademileri’nin yeni ders yılını açarken yaptığı konuşmada. Ondan birkaç saat sonra TBMM kürsüsünde konuşan Cumhurbaşkanı’nın böyle bir endişenin sahibi olmamasının nedeni neydi? Anlayamadım.