23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

5 EKİM 2007 CUMA tarihçe PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Osmanlı’nın silahı zorbalık Avşarlar, devşirme Osmanlı’nın Anadolu’daki tüm Türkmen yapıları ezme politikası çerçevesinde önce ezilecek, sonra da inançsal kimlikleri ve ekonomik yapıları Osmanlı Sarayı’nın çıkarlarına uygun bir yeniden yapılanışa zorlanacaktır. Erdoğan AYDIN eçen hafta Avşarların kahramanı ve Türkçe’nin önemli ozanı Dadaloğlu üzerinden yaptığım açılımı, başta Avşarlar olmak üzere tüm Türkmenlerin, Osmanlı egemenliğinin en güçlü dönemi 16. yüzyılda yaşadığı baskı ve asimilasyonun aydınlatılmasıyla sürdüreceğim. Öncelikle Avşarlara dair çok genel bazı bilgileri anımsatmak istiyorum: Oğuz Kağan Destanı’na göre Oğuzların 24 boyundan biri olan Avşarlar, Oğuz Kağan’ın oğlu Yıldız Han’ın soyundan geliyor. Bugün Özbekistan içinde bulunan Sirderya (Seyhun Nehri) bölgesindeki ilk yurtlarından, Horasan, Irak, Suriye üzerinden Anadolu’ya göçen Avşarlar, özellikle Malazgirt Savaşı’ndan sonra, uç bölgelerine yerleştirilip Anadolu’nun kolonizasyonunda kullanılacaktır. Anadolu’da yaygın bir yerleşim gösteren Avşarların yerleşik düzene geçmeleri ise, Selçuklular döneminde başlamakla birlikte görece yavaş olacaktır. Karamanoğulları, Germiyanoğulları, Akkoyunlular, Safeviler başta olmak üzere pek çok devletin kuruluşunda yeralan Avşarlar, temsil ettikleri toplumsal güçlerin istenildiği gibi kontrol edilememesi nedeniyle sonraki süreçlerde sorun yaşarlar. Ancak Osmanlı egemenliğindeki hayatları, hiçbiriyle kıyaslanmayacak kadar acılı Yıldırım Beyazıt olacaktır. Osmanlı, bütün Türkmenler gibi onları da, ekonomik ve insani kaynak olarak sistematik bir şekilde istismar edecek, ama yendikten sonra bunlara acımasız bir baskı buna karşılık yönetim aygıtlarından tümüyle uygulamıştı. 1500 dolaylarında, Erdebil’li bir dışlayacaktır. Onlara biçilen rol, dönem dönem şeyh soyundan gelen İsmail Safevi, (…) dayanılmaz hal alan ağır vergiler ve ihtiyaç Heteredoks bir tarikatın önderi olarak etkisini oldukça başkalarına karşı asker kaynağı ve bütün Anadolu Türkmenleri üzerinde payanda olmaktır. yaygınlaştırdı. Dâi’leri onun propagandasını Osmanlı iktidarıyla yaşadıkları sorunlar bütün Anadolu’da hatta Rumeli’de yayıyorlardı. arttıkça yinelenen şekilde geriye göç eden Binlerce Osmanlı uyruğu İsmail’e uymuş, Avşarlar, Osmanlı’ya rakip olabilecek devletlere İsmail bütün Türkmenlerin politik ve dini sığınacaklardır. Özellikle Erdebil Dergâhı’yla önderi olmuştu. Osmanlı hükümeti için yaşadıkları inanç örtüşmesi nedeniyle Avşarlar, Kızılbaş hareketi bir iç sorun olmaktan çok Safevi devletinin kurucu temel aşiretlerinden fazlasını ifade ediyordu.” (Osmanlı biri olacaktır. İmparatorluğu Klasik Çağ, s.37) Kuşkusuz H. İnalcık, bu sürecin başlangıcını HANET EDEN KİM? “Bayezit’in ılımlı yönetimine” (age., s.36) bağlayarak sosyo ekonomik nedenleri Osmanlı’nın 15. yüzyıl ortalarında iyice küçümseyen bir öznelliğe düşmekte, dahası kurumsallaşan ideolojikdini, siyasal ve ‘halkın sırtından sopayı eksik etmeme’ ekonomik yapısı, çıkar çatışmasını iyice politikasına kapı açmaktadır. Bununla birlikte, belirginleştirerek başta Avşarlar olmak üzere anlatımının bütünü, Osmanlı’nın Anadolu’nun Anadolu Türkmenlerini kendilerini savunmaya Türkmen halkı karşısındaki despot tutumunu, yönelik arayışlara itecektir. Önceden I. Murat onları yönetmek için baskı uyguladığını, dinsel döneminde Ahilerin, Yıldırım Bayezit inançlarının birbirlerinden farklı, çıkarlarının döneminde Türkmen Beyliklerinin yaşadığı ise uzlaşmaz olduğunu, buna karşılık boyun eğdirme baskıları genişleyerek Akkoyunlu ve Safevi devletlerini ise gönüllü sürmektedir. Bu Osmanlı basıncı, Timur’un olarak benimsediklerini büyük bir netlikle 1402’de Bayezit’i yenmesiyle geriletilse de, gösteriyor. Bu ortamda Türkmenlerin doğal Osmanlı’nın toparlanmasıyla birlikte yeniden ve lideri olarak yükselen Şah İsmail, Anadolu halkı çok daha güçlü yaşanacaktır. Kendilerinden tarafından, Osmanlı’dan çektikleri acıların etkisi çıkmış olan Osmanlı’nın giderek derinleşen bu oranında coşkuyla kucaklanacaktır. Bu coşkulu ağır basıncı, Türkmenleri, boyun eğmek, sahiplenişi, Faruk Sümer’in satırlarından şöyle okuyoruz: ayaklanmak veya büyük umutlarla geldikleri “… İsmail, yanına sadık birkaç kişi ile Anadolu’yu geriye göçle terk etmek Erzincan yöresindeki SaruKaya yaylağına seçenekleriyle karşı karşıya bırakacaktır. Ki her geldi. Adamlar göndererek müritlerini yanına üç seçenek de, başta Avşarlar olmak üzere tüm gelmeğe davet etti (905=1500). Bu davet Türkmenlerce uygulanacaktır. üzerine köylü ve göçebe Türkler, görülmemiş Avşarlar (ve genelde Türkmenler) üzerine bir sevinçle her taraftan bölük bölük onun yapılan çalışmaların çoğu, halkın bu geriye göç katına geldiler. Hatta bu münasebetle Dulkadir ve Osmanlı’nın doğusunda güçlenen tüm ilinde gerdeğe girmek üzere bulunan bir gencin devletlere destek olma nedenlerini özenle davet üzerine sevinçle Erzincan yolunu tuttuğu karanlıkta bırakır. “Canları sıkılmış” ve geri anlatılır.” (Oğuzlar, Oğuzlar, s.152) dönmüşlerdir adeta! “Mayalarında ihanet İşte Safevi devleti böylesi bir Türkmen vardır” da ha bire Timur’a, Uzun Hasan’a, Şah desteğiyle kurulacak ve 12 yıl içinde İsmail’e destek vermekte veya sığınmaktadırlar! Ceyhun’dan Fırat’a kadar genişleyen Oysa tüm bu gelişmelerin sebebi Osmanlı topraklarda hakim olacaktı. iktidarının Türkmenlere yönelik politikalarında yatmaktadır; ki çizilen pembe Osmanlı VŞARLAR HANGİ SAFTA? tablolarını deşifre ettiğindendir ki bunlar ısrarla gizlenmektedir. Olguları bilim ahlakı ile izlediğimizde “…Safevi devletini kuran unsur tamamen göreceğiz ki, her seferinde “devlete ihanet eden Türklerden müteşekkildir” diye sürdürür bir halk” ile değil, halkına ihanet eden bir devlet F.Sümer. “Bu unsurun ezici çoğunluğunu da ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla ideolojik olarak Anadolu’lu göçebe ve köylü Türkler meydana kendimize ve geçmişimize iyice getiriyordu. Şah İsmail, Erzincan yakınında yabancılaştırıldığımız bu gerçeklikte, doğru başına Anadolu Türklerini toplayarak, buradan bilgilere olan gereksinimimiz her zamankinden Azerbaycan’a yürüyüp devletini kurmuştur. Bu fazla. Bu noktada Halil İnalcık bizi şöyle keyfiyet, Safevi devletinin başlıca dayanağı olan bilgilendiriyor: (…) Kızılbaş ulusunu teşkil eden ilk kademedeki oymaklar şunlardır: Ustacalı, NANÇLARI FARKLI, Rumlu, Tekeli, Zulkadir, Şamlu, Afşar, Kaçar.” ÇIKARLARI UZLAŞMAZ Bu bilgilendirmeyi devamla F. Sümer, “Safevi devletinin kuruluşunda ve ilk devirlerinde asıl mühim rolleri oynayan oymaklar” içinde, en “Orta Anadolu bozkırları, Toros Dağları ve önemli 7 oymaktan biri olarak saydığı Avşarları, Tokat ile Sıvas arası yaylalardaki güçlü “Dulkadirlu (İmanlu Afşarı), Halep Türkmen toplulukları, Osmanlı yönetiminin Türkmenleri (Gündüzlü ve Alplu Afşarı) ve merkezileştirme eğilimine karşı idiler. Yerleşik AkKoyunlu Afşarlarından (daha önce İran’a nüfusu korumak ve tarım gelirlerini elde gelen ve KuhGiluye’de oturan Mansur Bey tutmak çabasıyla yönetim, bu aşiretleri denetim Afşarları)” olarak belirler. (age., s.153) altına almak istiyor, onları tahrir defterlerine F. Sümer gerçi bu Türkmenlerden zaman geçiriyor, düzenli vergiye tabi tutuyordu. zaman yanlış bir nitelemeyle ‘Şiiler’ diye ve Osmanlı, göçebe ekonomisi ve göçebelerin töre dikkate değer tarihçiliğini gölgeleyen bir şekilde hukuku ile bağdaşmıyordu. Osmanlı yönetimi bu kuruluştan üzüntüyle söz eder; kalemini bir Sünni Ortodoksluk davasına sarılırken Sünni ve Osmanlıcı olarak kullanır, dahası aşiretler, göçebe töresi ve Şaman inançlarıyla “İran’da Şii mezhebinin hakim hakim derinden değişikliğe uğramış bir İslam biçimini olmasında en büyük mesuliyet, Akkoyunlu savunan derviş tarikatlarına bağlanıyorlardı. hanedanından sonra Osmanlı hükümdarı II. Aşiretler, Osmanlı karşıtı politik ve toplumsal Bayezit’indir. II Bayezit, ülkesinin yanı başında özlemlerini heteredoks din giysilerine bürüyor, İslam alemini parçalayıcı Şii mezhepli bir devlet giydikleri kırmızı başlıktan dolayı ‘Kızılbaş’ kurulurken devrin en kuvvetli ordusuna sahip diye biliniyorlardı. Bu Türkmenler, Doğu bulunduğu halde buna tamamen seyirci kaldığı Anadolu’daki Akkoyunlu devletinin temelini gibi, kendi teb’asından binlerce kişinin bu oluşturmuş, Fatih 1473’te Uzun Hasan’ı Malezyalaşmak ya da Malezyalaşmamak ri birliklerin içine yerleşerek orduyu Falanjist bir güce dönüştürerek ilerledi. General Franco’nun iktidarı aldığı 1 Nisan 1939 tarihine kadar süren iç savaşta yüz binlerce insan öldü. Falanjist diktatörlük, Franco’nun öldüğü 20 Kasım 1975 tarihine kadar tam 36 yıl sürdü. 1933’ten 1968’e kadar Portekiz Cumhuriyeti’ni demir yumruğuyla yöneten António de Oliveira Salazar, ‘Estado Novo’ (Yeni Devlet) adını verdiği, kendine özgü bir diktatörlük rejiminin kurucusuydu. 35 yıl ülkeyi yönettikten sonra 1968 yılında yerine Marcelo Caetano geçti, o da 25 Nisan 1974 tarihinde kansız bir darbe ile görevinden uzaklaştırıldı. Salazar, sınır komşusu olan, İber Yarımadası’nı birlikte paylaştığı falanjist İspanya’dan esinlenerek Portekiz’i İspanyalaştırmayı hiç düşünmemiş, kendi özgün diktatörlüğünü kurmuş ve bu diktatörlük de tam 41 yıl sürmüştü. ??? Ne var ki, kendileri nasıl tanımlamış olurlarsa olsunlar, Benito Mussolini’nin İtalya’sı gibi Hitler’in Almanya’sı da, Franco’nun İspanya’sı da, Salazar ve Caetano’nun Portekiz’i de özleri itibarıyla faşist diktatörlüklerdi. Dolayısıyla Türkiye Malezyalaşır mı, toplum Malezyalılaşır mı türünden tartışmalar belki “hoş” fakat son çözümlemede “boş” tartışmalardır. Hiçbir ülke, hiçbir toplum bir başkasına benzemez. Fakat bu bir ülkenin, bir toplumun özünde “aynı” olabileceği gerçeğini değiştirmez. Türkiye, Malezyalaşmaz, İranlaşmaz, Suudi Arabistanlaşmaz, fakat “başkabirşeyleşebilir” ve bu “başkabirşeyleşme” Türkiye’nin özünde bu ülkelerle aynılaşabileceği gerçeğinin karşısında bir engel oluşturmaz. Unutulmamalıdır ki, Hitler de iktidarı fiili olarak Almanya’nın tarihindeki en demokrat, en özgürlükçü dönemi olan 19191933 Weimar Cumhuriyeti döneminde ele geçirmiştir. Uzun sözün kısası, zenciler nasıl birbirine benzemezse, ülkeler de, toplumlar da birbirine benzemez, fakat özünde aynılaşabilirler. Malezyalaşmak ya da Malezyalaşmamak tartışmada bir hoşluktur yalnızca. dkavukcuoglu?superonline.com C 13 G Şah İsmail İ devletin kurulmasına katılmasını da önlememiştir” der. Ancak egemenden yana açık tarafgirliğine rağmen gerçekleri çarpıtma yoluna da gitmez. Dahası bu süreçte, “menşeleri bakımından Türk olmayan” Osmanlı bürokrasisi tarafından “etraki biidrâk (anlayışsız Türkler) denilen köylü ve göçebe Türklerin ihmal edilmesi, onlara ehemmiyet verilmemesi başlıca amil olmuştur. Bu keyfiyet 16. ve 17. yüzyıllarda Osmanlı devletinin başına Anadolu’da mühim gaileler açacaktır. Selçuklu devrinde de bu ihmalin ne acı sonuçlar verdiğini daha önce görmüştük” (Age., s.152) der. Görüldüğü gibi Osmanlı, başta Avşarlar olmak üzere Anadolu halkını denetim altında tutmak için zorbalıktan başka bir kurumsal silah kullanmamaktadır. Ancak bu zorbalık, Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’i yenmesini sağlayacak askeri teknoloji olarak üstünlüğü söz konusu olmasaydı hiçbir işe yaramayacaktı. Osmanlı’nın Anadolu halkını yenmesini sağlayan asıl faktör, Şah İsmail’in 23 Ağustos 1514’te Çaldıran’da yenilmesidir; ki bunun yarattığı travma, Avşarlar dahil Türkmenlerin belini bükecek, Osmanlı’nın Anadolu’nun genelinde hem dinen hem de siyaseten kurumlaşmasını sağlayacaktır. EGEMEN KÜLTÜRÜN HANDİKABI Özetle Avşarlar, devşirme Osmanlı’nın Anadolu’daki tüm Türkmen yapıları ezme politikası çerçevesinde önce ezilecek, sonra da inançsal kimlikleri ve ekonomik yapıları Osmanlı Sarayı’nın çıkarlarına uygun bir yeniden yapılanışa zorlanacaktır. Nasıl ki Türki halklar geçmişte Emeviler tarafından zorla Müslümanlaştırıldı ve kendi ekonomik çıkarlarının bir parçası yapıldılarsa, Avşarlar da Osmanlılar tarafından zorla Sünnileştirilecek ve ekonomik çarkının dişlisine indirgenecekti. Bunun da gösterdiği gibi burada belirleyici olan, devletin halkla aynı veya ayrı milliyetten olması değil, yönetimin kendi dar çıkarları ile mi yoksa halkın hak ve özgürlüklerine saygı temelinde mi belirlendiğidir. Halen Avşar sitelerini dolaştığımızda karşımıza çıkan tanıtım makalelerinin çoğunun, resmi iddialara biat ettiğini görüyoruz. Avşarların, “İran’dakiler hariç hepsi Sünnî ve Hanefî” oldukları şeklindeki kalıplaşmış cümleler bunlardan biri. Diğer yandan Avşarların ‘özbeöz’ Türk olduklarının sıklıkla vurgulanması da, ‘Türk’e Türk propagandası’ yapmak dışında tarih bilgisi anlamında birşey ifade etmiyor. Çünkü tarih bilgisi, bu Türkmen boyunun tarihte kimlerle ve neler yaşadıklarını aydınlatmakta düğümleniyor. Yine çokça rastladığımız yaklaşımlardan biri de, hem Dadaloğlu’na “milli şair” payesi verilmesini talep edip, hem de onu ezen Osmanlı’nın “Anadolu’da Türk birliğinin kurucusu” olduğu şeklindeki gerçek dışı yargı önünde hazırolda durulmasıdır. Benzeri yanlışlardan bir diğeri de, “ne Avşarlar uğradıkları haksızlıkları Cumhuriyetten önceki hükümetlere anlatabilmişler, ne de hükümetler onların meselelerini anlayabilmişlerdir” şeklinde yansıyor. Oysa bir anlayamama/anlatamama durumuyla değil, birbiriyle uzlaşmaz çelişkileri olan bir ezen ezilen sorunuyla karşı karşıyayız. Özetle tüm bu benzeri yaklaşımlarla yapılan, kurgulanmış Osmanlı tablosu gölgelenmesin diye gerçeklerin değiştirilmesi veya değiştirilmesine göz yumulmasıdır. Neredeyse her tarihsel sorunda rastladığımız benzeri örneklerin de gösterdiği gibi egemen kültürümüzün en büyük handikabı, halkın hak ve özgürlükleri temelinde değil, egemenin çıkar penceresinden şekillendirilmiş olmasıdır. Bu durum demokratikleşmemizi ve laikleşmemizi de engelleyen başlıca faktörlerden biridir. Tarihe ezenlerin çıkarından bakan tarihçilerin topluma aşıladığı ideoloji, devletin halka karşı kutsallığı ve yönetme keyfiyetinin sorgulanamazlığıdır. Bu tip tarihçilik, toplumsal bilince egemen olduğu oranda halkın kendi toplumsal çıkarlarına yabancılaşması kaçınılmazdır. üncel gündem budur: Malezyalaşmak ya da Malezyalaşmamak! “Türkiye Malezyalaşabilir” diyenlerle “Hayır, Malezyalaşamaz” diyenler şiddetli bir kavgaya tutuşmuşlardır. İkincilerin, yani Malezyalaşamaz diyenlerin birincilere karşı temel itirazları, “Ülkenin Malezyalaşması için önce toplumun Malezyalılaşması gerekir ki, bu asla ve kat’a mümkün değildir, çünkü bunca yıllık demokrasiözgürlük deneyimi ve birikiminden sonra toplumumuz Malezyalılaştırılamaz” görüşünde yoğunlaşmaktadır. Bu görüştekiler, iki ülkenin tarihsel gelişimini, sosyal, ekonomik, kültürel koşullarını karşılaştırmakta ve “olamaz” sonucuna varmaktadırlar. Bence de haklıdırlar, çünkü ne Türkiye Malezyalaşır, ne de toplum Malezyalılaştırılabilir. Fakat ülke de insanı da “başkabirşeyleştirilebilir.” ??? Bunun tarihte birçok örneği vardır. Örneğin, İtalya, faşizmin doğum yeridir ve ilk kez o ülkede iktidarı ele geçirmiştir. O yıllarda, yani 1920’lerin başında Alman demokratları da uzun uzun Almanya’nın İtalyalaşıp İtalyalaşamayacağını tartışıyorlardı, sonunda olamayacağı kararına vardılar. Ne Almanya İtalyalaşabilir, ne de Almanlar İtalyanlaşabilirlerdi. Çok geçmedi, 1934 yılında Adolf Hitler’in Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi, parlamenterdemokratik yoldan iktidara gelerek 12 yıl içinde Avrupa’da 50 milyon insanın yaşamına mal olacak diktatörlüğünü kurdu. Almanya İtalyalaşmaz, Almanlar da İtalyanlaşmaz diyenler haklı çıktılar! Alman nazizmi İtalyan faşizminden bin kat daha beter, bin kat daha kanlıydı. Ülkelerin tarihsel gelişimleri, sosyal, ekonomik, kültürel koşulları farklı olunca uygulamaları da farklı oluyordu. Almanya’nın üzerindeki etkisine rağmen İspanya da Nazileşmedi. General Francisco Franco’nun diktatörlüğü Falanjist bir rejimdi, ilk temelleri 1933 yılında Falange Espagnola adlı partinin kurulmasıyla atıldı. Başlattığı ayaklanmaya 17 Temmuz 1936’da Fas’taki Franco’ya bağlı birliklerin katılmasıyla iç savaşın ilk kurşunları atıldı. İzleyen günler içinde İspanya’daki elli garnizonun tümü falanjist cepheye katıldı. Falanjizm, doğrudan doğruya düzenli aske G OSMANLI VE CUMHURİYET DÖNEMİNİN YAPILARI Tarihi evler restore edilecek Erdoğan ERİŞEN ORDU Ordu’da Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında yapılan ve bugün yıkılmaya yüz tutmuş tarihi evler restore edilerek gelecek kuşaklara taşınacak. Ordu’nun en eski yerleşim birimlerinden olan Taşbaşı Mahallesi’nde bulunan ve SİT alanında olduğu için sahiplerince onarımı yapılamayan onlarca tarihi bina, kendiliğinden yıkılmayı ya da kamulaştırılarak restore edilmeyi bekliyor. Sahiplerinin evleri onaracak mali kaynağa sahip olamaması, hiçbir özel veya tüzel kuruluşun da evleri satın alarak restore etmemesi, tarihi evleri yok olmakla karşı karşıya getirdi. Daha önce işadamı Ergin Karlıbel’in satın alıp restore ettirerek turizme kazandırdığı “İkizevler” ve “Sarı Konak” dışında mahallede bulunan 22 tarihi ev, gelecek kuşaklara kazandırılacağı günü bekliyor. Ordu Belediyesi de yeni bir proje kapsamında, Taşbaşı Mahallesi’nin özelliğini en az kay A İ beden tarihi evlerin de bulunduğu Menekşe Sokağı’nı kamulaştırdı. Ordu Belediye Başkanı Seyit Torun, Osmanlı evleri, Rum kilisesi ve Ermeni mimarisinin hâkim olduğu evlerin bulunduğu sokağın günümüze örnek oluşturduğunu belirtti. Türkiye, MTV Avrupa Müzik Ödülleri’nde Kültür Servisi 1994 yılından bu yana her yıl düzenlenen MTV Avrupa Müzik Ödülleri töreni, bu yıl 1 Kasım’da Münih Olimpiyat Salonu’nda yapılacak. Türkiye’nin bu yıl ilk kez “En İyi Türk Sanatçı’07” ve “Avrupa’nın Yeni Sesleri” olmak üzere iki farklı kategoride katılacağı törende, “Avrupa’nın Yeni Sesleri” kategorisinde müzik grubu “Yakup”, “En İyi Türk Sanatçı’07” kategorisinde ise Nil Karaibrahimgil, Teoman, Kenan Doğulu, Ceza ve Sertab Erener Türkiye’yi temsil edecekler. Ayrıca bu yıl ilk kez seyirciler de internet üzerinden destekledikleri aday için oy kullanabilecekler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle