05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

5 EKİM 2007 CUMA haberler ÇİZMEDEN YUKARI MUSA KART DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA C 3 Kürt Sorunu ve Terör Çıkmazı ırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde 12 sivil yurttaşımızın PKK saldırısı sonucunda öldürülmeleri, zaten Türkiye’nin gündeminin en üst sıralarında olduğu halde, nedense kanıksanmış gibi görünen terör sorununu yine öne çıkardı. Çıkardı çıkarmasına da, içinde bulunduğumuz genel vurdumduymazlığın sonucu olarak, yer yerinden oynamadı. Yılmaz Özdil Hürriyet’teki köşesinde, aynı olayın Şırnak değil, İstanbul, Ankara ya da İzmir’de meydana gelmesi halinde olabilecek olanları sayıyor. Özdil’e ilk bakışta hak vermemek mümkün değil. Gerçekten de, bugün öncelikli bölgelerimiz ve unutulmuş, ikinci sınıf sayılan diyarlarımız var. Hasan Pulur üstadımız hep yazar: “Türkiye’ye kış İstanbul’a kar yağınca gelir.” “Bu bir gerçektir, benzer gerçeğe başka ülkelerde de rastlanır” diyerek durumu mazur göstermeye çalışacak değilim. Ancak olayın çok daha tehlikeli bir boyutu da olduğunu görmezden gelemeyiz. Gerçekte, terör olaylarını eli kolu bağlı izlemekle yetinen iktidarın çok işine gelen bu tepki gevşekliğinin bir nedeni de, artık kamuoyunun terörü kanıksamış olması ve neredeyse kader gibi algılamasıdır bir ölçüde de. Terörün tutsak aldığı toplumlarda sıkça yinelenen bir deyiş vardır. “Terörü bir anda bitirmek mümkün değildir, toplumlar bununla birlikte yaşamaya alışmalıdır” denir. Ne var ki, Türkiye yıllardır, bu aşamayı aşmış ve kanıksama noktasına gelmiştir ki, bu durumda büyük tehlike olduğu aşikârdır. ??? Kanıksamanın nedeni ise, Türkiye’de birbirlerini izleyen siyasal iktidarların Kürt sorununda olduğu gibi terör konusunda da, herhangi bir politikalarının olmayışıdır. Türkiye’de, PKK’nin ortaya çıkışıyla artık kimsenin yadsıyamayacağı hale gelen bir Kürt sorunu var. Ama Kürt sorunu ile terörü hep eşanlamlı tutmak bizi yanıltır. Artık bu iki sorunu birbirinden bağımsız olarak ele almak zorunludur. Şu gerçeği bilmemiz gerekir: Daha ne olduğu bile tam olarak tanımlanmamış Kürt sorunu genel kabul görebilecek herhangi bir çözüme ulaştırılsa bile, terör bitmeyecektir, çünkü o artık kendisine hayat verdiğini iddia ettiği sorundan bağımsızdır. Dünyadaki öbür etnik terör olayları bunun kanıtıdır. Aynı zamanda, Türkiye’deki Kürt kökenli yurttaşlarımızın çoğunluğu da, olaya bu biçimde yaklaşmaktadırlar. Çözümü sağlamak için birinci yapılması gereken, bu iki sorunun varlığını görmek, her iki konuda da politikalar geliştirmektir. Türkiye’de yurttaşlarımızın çoğunluğunun bu gerçeği görmüş oldukları, yaşanan bunca olaya rağmen, tarihsel bağların güçlendirdiği KürtTürk birlikteliğinin, hasım bir ayrışıma dönüşmemesinden anlaşılıyor. Ancak, bu iki sorunun birbirlerinden ayrılmalarında, Kürt kökenli yurttaşlarımıza ve onlar adına hareket ettiklerini ileri süren kuruluşlara büyük görevler düşmektedir. Ne yazık ki, DTP bu tarihi misyonun düzeyinde değil. ??? Gelelim konunun özüne: Türkiye’de birbirini izleyen iktidarlar ve de siyasal partiler, kendi içinde tutarlı, gerçekten çözüm öneren bir Kürt politikasına ve terör karşısında programa sahip değiller. Bugüne değin bu konuda “Dostlar alışverişte görsün!” dışında herhangi bir siyasal partinin bir program oluşturma çabasına tanık olmadık. Bir tek Erdal İnönü başkanlığındaki SHP, 1. Körfez bunalımı öncesinde bir rapor hazırlamıştı. Vardığımız noktada, kimi bölümleri çok cesur olan o raporun da çok geride kaldığı söylenebilir. Bugün iktidarda olan AKP ise şimdiye dek, ne Kürt sorunu ne de terör konusunda herhangi bir politika geliştirmiştir. Karşı karşıya bulunduğumuz en büyük güçlük de bu. Doğrusu AKP’nin bağlantıları, dünya görüşü ve iktidarının en büyük payandası olan dış destekleri de böyle bir politikayı oluşturmasının önünde engeldir. AKP’nin ulus devlete soğuk bakışı da, ilk bakışta sanılanın aksine, sorunun çözümünü kolaylaştırıcı bir etken değildir. Türkiye’nin “liberalleri!” askerin ağzını açmasını içlerine sindiremezken, Kürt sorunu ve terör konusunda politika üretmeyi tümüyle askere ihale eden görüşü nasıl içlerine sindirdiklerini anlamak güçtür. Fethullahçı Sermaye... LONDRA Irak’taki ABD askerleri bir yıl sonra Kuzey Irak’a çekilirler mi? Eski ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Richard Holbrooke ve Demokrat Partililer yakın bir gelecekte Kuzey Irak’a çekilmelerinin söz konusu olacağını açıkça söylüyorlar. Bir İngiliz diplomata bu konuyu sordum... Verdiği yanıt ilginçti: “ABD güçlerinin Irak’a girişinde Türkiye izin vermemişti. Türkiye, ABD askerlerinin çıkışında da yardım etmez. Bu nedenle ABD güçleri Kuzey Irak’a yerleşir. Bunun bir başka amacı da şudur: Kuzey Iraklı Kürtleri, Türklerden korumak...” Bu konuya neden girdim? Orgeneral İlker Başbuğ’un Kara Harp Okulu’nda yaptığı konuşma, AB ülkelerinde değişik bir biçimde yorumlandı... Londra’dan bakıldığında şu görüş ağırlık kazanıyor: “Türkiye’de asker siyasetten çekilmeyecek, AKP üzerinde baskısını sürdürecek. Türkiye’deki Kemalist devlet baskısı giderek artıyor. AKP’nin demokrasi ve özgürlükçü girişimleri askerler ve onların sözcüsü CHP desteğiyle engellenmek isteniyor.” Sanırım bu açıklama okurlara hiç de yabancı gelmedi. Türkiye’de İkinci Cumhuriyetçiler aynı yöntemi kullanıyor. Washington, Brüksel ve Londra’da hazırlanan senaryoların çekimi yaşadığımız coğrafyada yapılıyor. Londra’da sık sık şu soruyla karşılaştım: “Türkiye’de asker darbe yapar mı? Türkiye’de başörtüsüne neden izin verilmiyor?” Nedense iki soru geliyor akıllarına yabancıların... Türkiye’deki laik sistemin temeline dinamit konulduğunu, 84 yıllık Cumhuriyetin tarikatlarca kuşatıldığını anlattığınızda donuk donuk bakıyorlar yüzünüze... WashingtonLondra hattında Fethullah Gülen ve müritleri söz sahibi olmuşlar. Toplantılar, konferanslar, seminerler düzenlemeye başlamışlar. ??? Amerikalı, İngiliz, Fransız, Alman, Belçikalı, Hollandalı politikacılar (sağsol) aynı söylemde: “Türkiye’deki Kemalist devlet yapısı yıkılıp yeniden inşa edilmeli...” Türkiye’deki uzantıları olan İkinci Cumhuriyetçi “Soros Çocukları”, dinciler, tarikatçılar ve Kürtçüler de aynı söylemde değiller mi? İngilizler “Ilımlı İslam Modeli”nde İngiliz pasaportu taşıyan Nakşi şeyhi Kuzey Kıbrıslı Nazım Kıbrısi’yi kullanırken ABD Nurcu Fethullah Gülen’le, Nazım Kıbrısi’nin damadı Kabbani’yi elinin altında tutuyor... Aklıma gelmişken bir olayı anlatayım... Hakan Yavuz ABD’de bir üniversitede görev yapıyor. Yavuz, Fethullah Gülen’in önde gelen müritleri arasında. Yavuz, Fethullah Gülen hakkında tez hazırladı. AKP Milletvekili Edibe Sözen’le evlendi, bir süre sonra boşandı. Hakan Yavuz, TelAviv Üniversitesi’nde yine Türkiye’deki tarikatlar, AKP ve Milli Görüş üzerinde çalışma yaptı. Bunları niçin yazıyorum... ABD, İngiltere ve İsrail’in AB ülkeleriyle Türkiye üzerine kurdukları tezgâhı anlatmak için... Eski ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Holbrooke ne diyordu: “AKP İslamcı demokrat partidir. AKP, demokrasi ve özgürlüklerin savunucusudur.” ABD, Fethullah Gülen için neler düşünür: “Fethullah Gülen, İran, Suudi Arabistan rejimlerine karşıdır. ABD’ye, İngiltere’ye, Fransa’ya, İsrail’e çok yakındır.” ??? ABD ve İngiltere Nazım Kıbrısi’yle, Fethullah Gülen ve Kabbani’yi neden koruyup kolluyor? Onları “ılımlı ve çağdaş” gördüğü için... Dolarlar, sterlinler, Avro’lar daha çok Fethullah’ın kasasına akıyor, Fethullahçı sermaye Avrupa’dan Türkiye’yi kuşatıyor. Bazı sözde aydınlar, bilim insanları, İkinci Cumhuriyetçiler “Fethullahçı havuz”dan besleniyor... Laik (!), Müslüman, liberal, Atatürkçü (!) görünen kimi kişilerin “Fethullah Sevgisi” de bu nedenden kaynaklanmıyor mu? hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69 Ş ‘Gülen cezalandırılmalı’ İlhan TAŞCI ANKARA Yargıtay Başsavcılığı, ABD’de yaşayan Fethullah Gülen’in “anayasal düzeni değiştirmek için örgüt kurma’’ iddiasıyla yargılandığı davadan beraat kararı verilmesine karşı çıktı. Tebliğnamede, Gülen’in “şeriat esaslarına dayalı devlet kurmak amacında” olduğu vurgulanarak mahkumiyeti gerektiği, ancak bunun zamanaşımı süresine takıldığına işaret edildi. 9. Ceza Dairesi’nin, Başsavcılığın görüşünü benimsemesi durumunda Gülen hakkında yeni bir soruşturma gündeme gelebilecek. Fethullah Gülen’in, yargılandığı davada; Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Gülen’in, üzerine atılı suçun gerçekleşmediği gerekçesiyle beraatına oybirliğiyle karar vermişti. Yaklaşık 2 aydır tutuklu bulunan “Musa’nın Çocukları Tayyip ve Emine” kitabının yazarı Ergün Poyraz ile savcılığın temyizi üzerine dosya Yargıtay’a geldi. Yargıtay Başsavcılığı’nca hazırlanan tebliğnamede, suç ya da suçların işlenmesinin önemli olmadığı, teşekkülün oluşturulması ile suçun tamamlanacağı vurgulandı. ğında, dosyada toplanan delillerle sabit olan ‘Işık Evleri’ tabir edilen yerlerde toplantılar yapmaları, buralarda çeşitli örgütsel faaliyetlerde bulunmaları, ülke genelinde ve yurtdışında örgütlenmeleri ve faaliyetleri, sözleşmenin 11. maddesi kapsamında değerlendirilemez, insan hakları, demokrasiyle bağdaşamaz ve hukuktan himaye talep edemez.” Tebliğnamede, Gülen’in organize edip yönettiği örgütün, Türkiye’de “mevcut anayasal düzeni değiştirmek ve laiklik ilkesini de kaldırarak, yerine şeriat esaslarına dayalı devlet kurmak amacında olduğu; aşamaları tebliğ, cemaat ve cihat temelinde, yurtiçinde ve yurtdışında dershane, okul, üniversite, yurt hazırlık kursları ve kurduğu şirketler aracılığıyla eğitimli bir kadro ve ekonomik bir güç oluşturarak, yönetimde teşkilatlanmayı, devlet idaresini ele geçirmeyi hedeflediği” belirlemesi yapıldı. Gülen’in yurtdışına çıktığı 21 Mart 1999 tarihinden sonra da aynı amaç doğrultusunda faaliyetlerini sürdürdüğü, teşekkülün varlığını koruduğu sonucuna varıldığı kaydedildi. Gülen ve oluşturduğu teşekkülün nihai amacı ve istemi şöyle değerlendirildi: “Cebir ve şiddet de kullanmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilga (anayasal düzeni değiştirmek, anayasanın ihlali) ile şeriat esaslarına dayalı bir devlet kurmaktır. Sanık Gülen, suça konu örgütün kurucusu ve lideridir. Sanığın kurduğu örgütte, sürekliliğin varlığı ile üye sayısının yasada belirtilenin (üç kişi) çok üzerinde olduğunda kuşku yoktur. 4616 Sayılı Kanun uyarınca TCY’nin 313. maddesinde yer alan suçu işleyenler hakkında, davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi hükmü uygulanamaz. Zira suç 23 Nisan 1999 sonrasında da temadi (sürmekte) etmiştir. Sanığın sübut bulan suçundan dolayı yazılı gerekçe ile beraat kararı verilmesi yasaya aykırıdır. Sanığın karar tarihi itibarıyla mahkumiyeti yerine suçun sübut bulmadığı ve unsurları itibarıyla oluşmadığından bahisle beraatına karar verilmesi yasaya aykırı ve temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden kararın bozulması, ancak zamanaşımı süresi gerçekleştiğinden kamu davasının düşürülmesi talep ve dosya tebliğ olunur.” YENİ SORUşTURMA AÇILABİLİR Yargıtay Başsavcılığı’nın 9. Ceza Dairesi’ne ulaştırdığı tebliğnamede, Gülen’e yönelik suçlamalardan mahkumiyeti gerektiğine işaret edilirken, suçun sürdüğü değerlendirmesi dikkat çekti. Buna göre Gülen’e yönelik suçlamaların 2006 tarihinden önceki suçlamalar yönünden zamanaşımı süresi gerçekleşiyor. Dolayısıyla bu tarihten sonraki eylemler nedeniyle başsavcılığın görüşünün daire tarafından benimsenmesi durumunda, Gülen hakkında aynı suçlamayla yeni soruşturma açılması olasılığı gündeme gelecek. ‘ŞERİAT DÜZENİ İSTİYORLAR’ Gülen’in lideri olduğu örgütün eylemlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yönünden irdelendiği tebliğnamede, şöyle denildi: “Gülen örgütlenmesinin nihai amacı göz önüne alındı asirmen?cumhuriyet.com.tr İstanbul Haber Servisi Eski sağlık bakanlarından Dr. Yıldırım Aktuna yaşamını yitirdi. Yakalandığı pankreas kanseri dolayısıyla bir süredir tedavi gören Aktuna, ağırlaşması üzerine Bodrum’dan İstanbul’a getirildi. Alman Hastanesi’nde tedavi altına alınan Dr. Aktuna, yapılan tüm müdahalelere karşın kurtarılamadı. Aktuna’nın hastalığı dolayısıyla Çin’e giderek gen tedavisi gördüğü, ancak herhangi bir yarar sağlanamadığı öğrenildi. İstanbul’da 1930 yılında doğan Aktuna, 1948’de girdiği İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki öğrenimini askeri öğrenci olarak tamamlayarak 1954 yılında tabip teğmen rütbesiyle mezun oldu. 1958 yılında ABD’de genel sağlık konularında eğitim yapan Aktuna, Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde 1959 yılında nöropsikiyatri ihtisasına başladı ve 1962 yılında uzman oldu. 19671969 yıllarında Afganistan’daki Kâbil Askeri Hastanesi’nde 2 yıl öğretim görevlisi olarak çalışan Aktuna kendi isteğiyle 1970’te yarbay rütbesiyle TSK’den emekliye ayrıldı. Aktuna, daha sonra Şişli Etfal Hastanesi Nöroloji Kliniği’ne önce şef muavini, ardından da klinik şefi oldu. Aktuna, 1979’da Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimliği’ne atandı. Yıldırım Aktuna 77 yaşındaydı. Aktuna yaşamını yitirdi POLİTİKAYA ATILDI Aktuna, 30 Aralık 1988’de görevinden ayrılarak SHP’ye girdi ve 26 Mart 1989’da Bakırköy Belediye Başkanı seçildi. 2.5 yıl süren Bakırköy Belediye Başkanlığı’ndan da 27 Ağustos 1991’de ayrılarak DYP’ye katılan Aktuna, 20 Ekim seçimlerinde 1. bölgeden İstanbul milletvekili seçildi. SHPDYP koalisyon hükümetinde Sağlık Bakanlığı’na getirilen Aktuna, REFAHYOL hükümetinde de sağlık bakanı oldu. Aktuna, bu görevi sırasında irticai faaliyetler dolayısıyla Başbakan Necmettin Erbakan ile Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’e tepki gösterdi. 30 Mayıs 1996’da DYP’den ayrılan Aktuna, 1 Temmuz 1997’de Demokrat Türkiye Partisi’ne katılarak genel başkan yardımcılığına getirildi. 55. hükümette de devlet bakanı olarak görev alan Aktuna, 24 Kasım 2001’de yeniden DYP’ye döndü. SHP’DEN renkli ilan
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle