07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 OCAK 2007 CUMA spor TBMM Araştırma Komisyonu raporunda Meclis’e bile güven olmadığı ortaya çıktı C Ufuk TANIŞAN enerbahçe’nin UEFA Kupası’ndaki rakibi AZ Alkmaar yakından tanıdığımız bir takım. Özellikle Hollanda’da son 2 sezondur kimsenin beklemediği başarılara imza attılar. Kimileri bunun bir tesadüf olduğunu ve bu yıl vasat bir ekip haline dönüşeceklerini söylese de ‘Alkmaar Fırtınası’ dinmek bilmiyor. Sezonun ilk maçında kendi evinde Nac Breda karşısında farklı bir galibiyet (81) alan Hollanda ekibi, bir anlamda ‘Artık bizde güçlü bir takımız’ mesajını veriyordu. Elbette daha ligin başıydı ve şüpheler devam etmekteydi. Hollanda 1. Ligi’nde oynayacakları iki deplasman maçından sonra Kayseri ile zorlu bir UEFA Kupası mücadelesi onları bekliyordu. Ve de onlar bu 3 maçtan da yengiyle ayrılırken, manşetlerde ‘Hollanda’nın yeni büyüğü AZ’ başlıkları göze çarpıyordu. Ara sıra her takımın tökezleyeceği bir zaman gelecekti. Alkmaar için bu, çok terledikleri Kayseri karşılaşmasından sonraki ilk lig maçında (Twente/22) geliyordu. Moraller bozuluyor muydu? Tabii ki hayır. Zira kurt teknik adam Van Gaal, ekibini iyi tanıyor ve gerekli motivasyonu sağlıyordu. Sezon başlangıcından beri en zorlu maçlar bekliyordu onları ama hazırdılar buna. On günde 4 mücadeleye çıkacaklar ve UEFA Kupası’na ya tamam ya da devam diyeceklerdi. Bu ‘zorlu virajda’ 2 beraberlik alsalar bile Kayseri’den mutlu dönüyorlardı, tüm Türkiye’yi üzerek. Amaçlarına ulaşmış ve UEFA’da gruplara kalmışlardı. Artık önlerinde rahatlayacakları 14 günlük bir dinlenme süreci başlıyordu. Hem lige hem de Avrupa Kupası’na hazırlanmak için mükemmel bir fırsat elde etmişlerdi. Bu dönemi çok iyi değerlendirdikleri Sparta ile deplasmanda oynadıkları maçta göze hemen çarpıyordu. Özellikle savunmayı iyi kurgulamış ve karşılaşmadan gol yemeden galip ayrılmışlardı. Bunun verdiği moralle çıkıyorlardı Braga karşısına. Savunma, yine görevini eksiksiz yerine getiriyor ve ‘sıkı’ defansıyla ünlü Portekiz takımını 30’la geçiyorlardı. Ancak bu galibiyeti geride bırakmak zorundaydılar çünkü çok zorlu bir maç onları bekliyordu ligde. PSV’yi tıklım tıklım dolan DSB Stadı’nda konuk ettiler. Konukseverliklerini gayet iyi göstererek daha ilk yarıda yedikleri 3 gol 19 Türkiye imaj yitirdi Nevzat DİNDAR O uzun yıllar Türk Futbolu’nda kilit bir görevde bulundu. Ulusal Takım’ın Avrupa Futbol Şampiyonası’nda çeyrek final oynadığı, Dünya Kupası’nda 3. olduğu dönemlerde, menajer Can Çobanoğlu, önemli bir aktör olarak sahnedeydi. Sonra ülkeye hizmet etmek gerek düşüncesiyle, parayı bir kenara bırakıp, Denizli’de görev alması sürpriz olarak değerlendirimişti. Dile kolay...Düşmesine kesin gözüyle bakılan takımı ayakta tutmuştu. Yaşadıklarını kaleme alsa kitabı ‘Best seller’ olurdu şüphesiz. Evet, Ulusal Takım ve Denizli’deki ‘Kara kutu’nun açılması gerekiyordu. İşte, Can Çobanoğlu’nun çarpıcı açıklamaları.... Futbol Federasyonu’yla ilgili siyasi çevrelerden çıkışlar gözlemliyoruz. Futbol size göre niye bu kadar cazip? CAN ÇOBANOĞLU: Türkiye’nin çok önemli sosyal bir olayından söz ediyoruz. Tabii ki bununla ilgilenmek isteyenlerin sayısı çok fazla olacak. Olaya girmek isteyenlerin listesinin kabarıklığı da futbolun çok ilgi çeken bir spor olmasına neden oluyor. Ancak her ilgisini çeken elini sokmak isterse ve futbolun gidişatını etkilerse kazalar olur. Futbolda yol kazaları zircirleme oluyor. Zincirleme kazalarda da mutlaka can kaybı olur. Futbol ailesi kendi içinde yolunu bulabilmeli. Burada önemli olan futbol ailesinin kararlarıdır. Elbette ki ilgi duyulan her şeye yönetenler yakın olmak ister. Sonuçta 1 milyar dolarlık pastası olan bir işten bahsediyoruz. Türkiye’de de önemli bir sektör. Ayrıca popülaritesi olan bir işten konuşuyoruz. Bu bütçenin herhangi bir şekilde insanların dikkatini çekmemesi düşünülemez. Olması gereken nedir? C.Ç.: Bizim gibi ülkelerde eğer toplam kaliteyi yükseltemezseniz bireysel arzular toplam kaliteyi bozacak bir yer yaratır. Lig kalitesi veya genel olarak spor kalitesinden bahsedelim. Bunu yükseltmezseniz içinde kaliteyi bozacak bazı ataklar olur. O bireysel atakları kesmek lazım. Çünkü sosyal bir konudan söz ediyoruz. Hepimizin ilgi duyduğu, hatta sokaktaki insanların yaşam şartlarını ve şekillerini endekslediği bir hayat tarzı futbol. Bizim bakmamız gereken futbola artı değer katacak her birim ve unsurun futbolun içinde olması gerektiğidir. Bu bir konsensüstür. Bir ülkenin tanıtımına futbolun etkisi ne kadardır? C.Ç.: Uluslararası etkileşimlere bakarsak futbolun bunun içindeki yerinin çok farklı olduğu ortaya çıkar. Ülke propagandasından, uluslararası etkileşimden bahseden futbolun önemli katkıları vardır. 2002’deki Dünya Kupası’ndan sonra bunları yaşadık. Bu nedenle futbol pastasını geniş tutmakta fayda var. Uçan Hollandalı F le, Hollanda’nın ‘en büyüğünü’ devirme şanslarını kaybediyorlardı. Kuşkular, az da olsa, tekrar baş gösteriyordu. Dünya üzerindeki birçok takımın aksine onlar bu hezimetten ders çıkarmayı başarıyorlardı. Willem II karşında aldıkları galibiyetle toparlanmaya başladılar. Artık AZ, savunmaya verdiği önemi azaltmaya başlamış ve en iyi yaptıkları işi uygulamaya karar vermişlerdi; ‘hücum’. Utrecht, Grassophers ve Waalwijk’i devirirken rakiplerine gol olup yağıyorlardı. Ama asıl ‘sağanak’ kupa maçında boy gösteriyor ve rakip kaleyi 10 kere sarsıyorlardı. Kendi evlerinde Heracles’i ‘yine’ farklı geçtikten sonra takımda aşırı bir özgüven oluşuyordu. Feyenoord deplasmanında adeta bir ‘gol düellosu’ yaşanıyor ve son dakikalarda yedikleri 1 golle sahadan boynu bükük ayrılıyorlardı. Ardından Heerenveen’i yeniyorlardı ama takımdaki rahevet bu maça da yansıyor ve ancak son 10 dakikada buldukları golle 3 puana uzanıyorlardı. Bu defa duraklama dönemi biraz uzuyor ve UEFA Kupası kapsamında oynadıkları Liberec maçında da beraberliği zor kurtarıyorlardı. Zayıf Excelcior’u kendi evlerinde rahat geçerken, akılları deplasmanda oynayacakları Ajax mücadelesindeydi. İki takım da modern futbolun gereklerini gösterirken Ajax, ilk devreyi Heitinga’nın attığı golle önde kapatıyordu. İkinci yarıya fırtına gibi başlayan AZ aradığı golü Şota’yla buldu. Bu gol güvenlerini yerine getirmiş olacak ki bir kez daha Ajax ağlarını havalandırmakta zorlanmıyorlardı. Ancak Hollanda’nın ‘yeni keşfi’ Huntelaar sahneye çıkıyor ve takımına beraberliği getirirken, Alkmaar’ın galibiyet umutlarını söndürüyordu. Yeni yıl yaklaşırken, İspanya’nın en iyi takımlarından olan ve kendi evinde oynadığı bütün maçları kazanan Sevilla ile UEFA Kupası (C) Grubu’nun liderlik mücadelesine çıkıyorlardı. İki takımda temkinli başladı mücadeleye. İlk devre biterken skor tabelası ‘00’ ı gösteriyordu. Oyunun ikinci bölümünde de pek de bir değişiklik yoktu, Sevilla kazandığı penaltıyı gole çevirene kadar. Alkmaar, önce beraberliği yakalıyor ve ardından da 90+3’de galibiyeti yakalıyordu. Bu maçtan sonra lige dönen Az, kendi evinde Groningen’i kolay geçiyordu. Ne var ki 2006’da oynadıkları son 3 maçta galibiyet alamadılar. ULUSOY’A HAKSIZLIK YAPILIYOR ‘ ‘BEDELİNİ ÖDEMELİLER’ Ya İsviçre maçında yaşanan olaylar…Bu durum Türkiye’ye bakışı nasıl etkiledi? C.Ç.: İskambil kağıdından yapılan kuleler vardır. Tek tek taş koyularak kule yapılır. Tek bir taş çekerseniz kule yıkılır. İsviçre maçlarının yansıması da farksız değildi.Yany ana zincirlerin dizilmesiyle birlikte ortaya çıkan kuvvet, Türkiye’ye 2002’de önemli bir unvan getirdi. Ancak bir halkanın çekilmesiyle zincir koptu. Domino taşlarıyla yapılan kule de yıkıldı. İnşa ettiğinizle yaptığınız arasındaki süre o kadar ters orantılı ki... Birini gerçekleştirmek için 10 yıl uğraşıyorsunuz. Ancak 10 dakikada her şey yıkılabiliyor. İsviçre maçının Türkiye’den götürdükleri, yıllarca toparlamak için getirdiklerinin üzerinde oldu. Artık yaşanan ciddi sıkıntılar var. UEFA, Şampiyonlar Ligi’ndeki cezalara bakın. Çünkü sabıkanız var. 1995’lerden başlayan yükselme süreci, yaratılan imaj tek bir maçla silindi. Gönül ister ki bu tip sabıkaları alacak durumda bırakanlar bunun bedelini ödemeli. Öyle bir hale geldik ki ihraç beklerken alınan 3 maça sevinir olduk. Yurtdışındaki ilişkilerinizin iyi olduğunu biliyoruz. Dostlarınız neler söylüyor? C.Ç.: Daha önce Türkiye’nin futbolunu nasıl geliştirdiğini ve bu konuda nasıl yol aldığını soranlar şimdi Türkiye’de nasıl futbol terörünün yaşandığını, Futbol Federasyonu üzerinde siyasi baskı olup olmadığını bizimle tartışıyor. Yani futbolumuzla gündemde olan bir Haluk Ulusoy ve ekibinin 6 maçlık cezanın 3’e indirilmesi konusunda ciddi çalışmaları oldu. Ne yazık ki ülkemizde yapılan kötü şeyler mutlaka söylenir. Bravo, şunu yaptın demezler. Takdir etmeyi sevmeyiz. Takdir ettiğimiz zaman birinin üstün olduğunu kabul etmiş gibi zannederiz kendimizi. Halbuki takdir etmek hem motive eder hem de yapılan işin doğruluğunu herkesin nezdinde kanıtlanmasını sağlar. Bu ayıp değildir. Ne var ki bu konuda bonkör değiliz. Sadece sporda değil genel anlamda da maalesef iyi niyet göstermiyoruz. ülkeyken, şimdi futbol dışı faktörlerin etkin olduğu ve konuşulduğu bir ülke haline geldik. Bunu sakın dışarıdaki insanlara bağlamayın. Bizim şöyle bir huyumuz var: ‘Türkleri sevmiyorlar. Türkün Türkten başka dosttu yok’. Eğer karşınızdakini anlıyor, onlara neler yapmak istediğinizi anlatabiliyorsanız, çağdaş insan gibi diyalog kurabiliyorsanız anlaşılmamanız söz konusu olmaz. Hem diyalog kurmayalım hem de sert tavırlar sergileyelim, sonra da bizi anlamalarını ve kabullenmelerini bekleyelim!.. Temelde iletişim stratejimiz farklı. İsviçre maçında çıkan olayları bir başkası çıkardı da bizi mi fatura ettiler? FIFA’nın en çok üzerinde durduğu saha dışı olaylar. Misafir takım olarak görülen takımın otele, sahaya ve havaalanına gidişinde yaşananlara bakıyorlar. Yani ceza mantığını anlarsanız FIFA’yı suçlar durumda olmazsınız. Avrupalı bir takım, olaylarda gizli bir şey kabullenemez. Türk medyası bana göre çok doğru işler yaptı. Ne Türkiye’nin yaptıklarını saklayacak kadar cahilce hareket etti ne de Türkiye’nin yapacaklarını abartacak kadar popülist yaklaştı. Son derece dengeli ve dikkatli oldular. İş yapıyorsanız hata yapma oranınız yüksek olur. Miniklerden dünya birinciliği Sevil ARINAN ANKARA Türkiye Satranç Federasyonu (TSF), Ankaralı çocukları ve gençleri satrançla tanıştırmak için Spor Toto’nun desteğiyle Atatürk Satranç Eğitim Merkezi’ni kurdu. Çalışmalar sonuç verdi, Türkiye minikler satranç yarışmalarında dünya birincisi oldu. Projeyi Türkiye geneline yaymayı planlayan federasyon, destek olacak sponsor arıyışını sürdürüyor. TSF, Ankara’da 58 yaş arası 150 çocuk ve 600 gence satranç eğitimi vermek için 1000 metrekaralik kapalı alanda satranç kütüphanesi ve eğitim merkezi kurdu. Sunduğu eğitim ile velilerden tam not alan TSF, zekâ seviyesine göre gruplandırdığı çocuklara, 3 antrenör ile hizmet veriyor. 2000 yılında Satranç Federasyonu Başkanlığı görevine gelen Ali Nihat Yazıcı, özerkliklerini aldıkları o tarihten itibaren federasyonun hizmet olarak çok önemli yol katettiğini söyledi. Satrancın okullarda seçmeli ders olarak verilmesine ilişkin Yazıcı şunları kaydetti: “Satrancın seçmeli ders olarak verilmesi yönünde Milli Eğitim Bakanlığı’na girişimlerde bulunduk. Şu anda da zaten satranç okullarda ders olarak veriliyor. Hedefimiz çocuklarımızı spor yoluyla çağdaş, zeki, aklı başında ve kötü alışkanlıklardan uzaklaşmış gençler olarak yetiştirmek. Bu seçmeli satranç dersi ile birlikte yani 18 aydır, Türk satrancı dünyada lider duruma geldi. Satrançla tanışan çocuklarımız kendilerini daha da geliştirmenin peşine düştüler. Seçmeli ders olarak verilen bu eğitimi üniversite sıralarına kadar taşınmasının çabasındayız.” Bahçeliler “Her doğan üç çocuktan biri F.Bahçelidir”, G.Saraylılar “Öyledir ama sonradan G.Saraylı olur”, Beşiktaşlılar ise “Her doğan çocuk ne F.Bahçelidir ne G.Saraylı, Beşiktaşlıdır” derler... Bunlar, kulüp taraftarlarının övgü sözleridir. Sık sık da söylenir durur. Bence ne odur ne de bu. İnsanları kulüpçü yapan çevreleridir. Fakir çevrelerde doğanlar genelde F.Bahçeli veya Beşiktaşlı, zengin çevredekiler ise G.Saraylı olur... “Batı’ya açılan pencere”, “Mektebi Sultani” gibi kavramlar G.Saray’ı tercihte etkili olabiliyor. Bu nedenle de eski yıllarda bu kulübümüz ‘Sosyete Kulübü’ olarak düşünülürdü. Fakir yörelerde yetişen çocuklar, pek o sosyetenin içine girmek istemezlerdi veya cesaret gösteremezlerdi. Kadıköy’de doğdum. Kuşdili’nde top oynadım. F.Bahçe’ye çok yakındım. Çevrem de hep F.Bahçeliydi. Doğaldır ki etkilendim. 14 yaşımda resmen F.Bahçeli oldum. Gençlerde oynamaya başladım. Sonraları ulusal takımımızın antrenörü olacak Sab F. GÖRÜŞ HALİT DERİNGÖR Fenerbahçe Galatasaray Psikolojisi rirdi. Üst bürokratların çoğu G.Saraylıydı. Hele hele Spor Teşkilatı çoğu kez G.Saraylılardan seçili olmuştu. Ben bunun zararını gördüm. 1948 Olimpiyat kafilesinden son anda çıkartıldım. Benim yerime bir G.Saraylı alındı! Özetle; o günlerde halk da “Türkiye’de iş yapacaksan ya mason olacaksın ya G.Saraylı” fikrine inanmıştı. Artık dünya değişti, dünya ile beraber her şey değişti. Kulüplerimizin sosyopolitik durumları da öyle. Artık ne F.Bahçe ne de G.Saray eski durumlarındalar. Özellikle F.Bahçe çağa uymada büyük çaba gösteriyor. Her açıdan dünya çapında bir kulüp oldu. Görüntülere bakarsanız sanki bütün Türkiye SarıLacivert renklere bürün ri Kiraz ve süt kardeş olduğum Müjdat Yetkiner ile beraberdik. Bir gün, üçümüze de G.Saray çengel attı. Oraya gittik. Genç takımında SarıKırmızılı formayı giydik. Taksim Stadı’nda da bir maça çıktık. Galip geldik. Bir de gol attım. Maç sonrası bizi Hasnun Galip’e götürdüler. Atmosfer bize pek uymadı. Buram buram sosyete kokuyordu. Ertesi gün kaçtık ve yuvamıza döndük. Tanrı’ya şükürler olsun ki o günden bugüne kadar zevklerimiz hiç değişmedi. Futbol oynadığımız zamanlarda G. Saraylılar, Türkiye’de her olayda hâkim bir sınıf olduklarına inanırlardı. Yalnız G.Saraylılar değil, halk da inanırdı. Görüntüler onlara hak ve dü. Yaptığı tesisler değil Türkiye’de, Avrupa’da bile parmak ısırtacak derecede görkemli. Kayıtlı üye sayısı 12 bin oldu. Bunun dışındakilerin miktarı belli değil. Bütün kıtalarda F.Bahçe dernekleri açıldı. Bir anlamda “En büyük F.Bahçe” sloganı gerçekleşti. Parası, pulu var. Başbakan, kuvvet komutanları hep F.Bahçeli. Bir anlamda ‘büyük güç’ oldu F.Bahçe. Ama anlayamadığım bir şey var. Bu camia, neden hâlâ “Federasyon Ceza Kurulu ve hakemler G.Saraylı” diye bas bas bağırıyor ve yakınıyor? Takıma ceza vermekte teşkilat çok bonkör davranıyor! Aziz Yıldırım’a 5 ay hak mahrumiyeti, şimdi de kupa maçlarının tarihleri değiştiriliyor! Türkiye’nin sporda en büyük gücü haline gelen F.Bahçe, bu dengeleri neden kendine göre değiştirmiyor? Şikâyet etmek bir aczin ifadesi değil mi? Böyle davranmak güçlü F.Bahçe’ye yakışır mı? Biraz da suçu kendilerinde aramaları gerekmez mi? hderingor?hotmail.com ‘TÜM TÜRKİYE’YE YAYACAĞIZ’ Haziran ayından itibaren Atatürk Satranç Eğtimi Merkezi’ni kurduklarını ve eğitimlerini sürdürdüklerini söyleyen Yazıcı, “Biz federasyon olarak talepler doğrultusunda satranç tesislerinin tüm Türkiye çapında çoğatılmasının çabasındayız. Daha küçültülmüş ve işlevsel olarak çocuklara kaliteli eğitim sunabilecek yerleri tercih ediyoruz. Bir çok ilde eğitim merkezlerini yaptık, yapmaya da devam ediyoruz. Ankara Atatürk Satranç Eğitim Merkezi’nin içerisinde yapmış olduğumuz kütüphanemiz ise dünyada sayılı olan kitaplara sahip” değerlendirmesini yaptı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle