02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 C S TRATEJİ C S bildiride yer alıyor. Akdeniz'in ve Ortadoğu'nun nükleer, kimyasal, biyolojik tüm silahlardan tamamen arındırılması için pratik önlemlerin alınması ise ilke kararına bağlandı. Kapanış bildirisinde ayrıca, İsrailFilistin krizine, ABD'nin gözetiminde başlatılan ''Annapolis'' süreci ilkeleri çerçevesinde iki devletli çözüm çağrısı da yapılıyor. TRATEJİ Sarkozy ve Erdoğan... 13 ‘Akdeniz İçin Birlik’ projesinde ABD’nin desteğini aldı, AB ile uyumlandırdı… Sarkozy’den ‘bölgesel güç’ iddiası Erhan AKDEMİR Ankara Üniv. ATAUM AB Uzmanı Haziran 2008 Pazar günü AB üyesi ve Akdeniz'e kıyısı bulunan 43 ülkenin hükümet ve devlet başkanları Paris’te, ''Akdeniz için Birlik'' projesini kabul ettiler. AB dönem başkanı Fransa'nın ev sahipliğini yaptığı "Akdeniz için Birlik" zirvesi, kapanış bildirisinin yayınlanmasıyla sona erdi. Libya’nın yer almadığı zirvede Fas ve Ürdün alt düzey görevlilerle temsil edildi. ''Akdeniz için Birlik'' projesini ön plana çıkaran gelişme ise zirveye bir gün kala Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin Suriye ve İsrail liderleriyle biraraya gelerek iki ülke arasında uzun yıllardır devam eden gerilimi aşacak önemli kararların alınmasını sağlaması oldu. Diplomatik açıdan oldukça önemli ve isabetli bir zamanlamayla gerçekleştirilen bu açılım, kuşkusuz ki ''Akdeniz için Birlik'' fikrinin gerek AB içinde gerekse de bölge genelinde olumlu yönde algılanmasını artıracak önemli bir taktik adım oldu. Bu çerçevede İsrail ve Suriye liderlerinin Paris'e gelerek bir masa etrafından bir araya gelmeleri ise zirvenin en önemli başarısı olarak gösterilebilir. Buna Suriye ve Lübnan’ın yeniden diplomatik ilişki kurma konusunda zirvede karar vermeleri de eklenebilir. 13 Fransa Başkanı Sarkozy’nin gündeme getirdiği dönemde üzerinde yoğun tartışmaların yapıldığı Akdeniz Birliği, dönüşerek ‘Akdeniz İçin Birlik’ halini almıştı. Bu süreçte Sarkozy’nin projesine ABD’den destek aldığı, AB ile de uyumlandırdığı anlaşılıyor. Akdeniz’de küçük ve orta ölçekli işletmelerin güçlendirilmesi konularından oluşan altı ana başlık ise üzerinde çalışılacak ilk hedefler olarak açıklandı. Birliğin mekanizmaları, yeri, eş başkanlık ve sekretaryanın yapısı gibi işleyişe ilişkin konulardaki ayrıntılar ise şu aşamada çok net olarak ortaya konulabilmiş değil. Bu konuların altının doldurulması için dışişleri bakanları kasım ayında bir toplantı düzenleyecekler. Bu toplantıda, birlik sekretaryasının nereden olacağı ve birlik kurumlarının işleyişine ilişkin ayrıntılara daha fazla açıklık getirileceği bekleniyor. “Akdeniz için Birlik” zirvesine Avrupa Birliği kurumlarından da belirli oranda destekler geldi. Avrupa Parlamentosu Başkanı HansGert Pöttering, projeyi, Arap dünyasıyla Avrupa Birliği arasında birlikte, barış içinde yaşamı mümkün kılacak kültürler diyalogu olarak tanımlayarak, bu çerçevede Akdeniz Birliği'ne parlamento olarak yardım sözü verdi. Avrupa Birliği Komisyonu’nun Dış İlişkilerden sorumlu Komiseri Benita Ferrero Waldner de birliğin işbirliği projeleriyle somutlaştırılması vurgusunda bulundu. Ayrıca uzun tartışmalar sonucunda varılan uzlaşma gereği, Arap Birliği, sürece gözlemci olarak katılmayacak ancak Barselona süreci toplantılarına davet edilecek. Zirvenin kapanış bildirisinde ise projeye katılan ülkelerin, bölgenin barışa, istikrara ve güvenliğine verdikleri öneme güçlü vurgu yapılıyor. En önemli hususlardan biri, ''Akdeniz ve Ortadoğu'nun kitle imha silahlarından tamamen arındırılmış bölge olması için çalışılmasına ortak karar verilmesi'' olarak TÜRKİYE DİPNOTTA Bizim için zirve’nin en önemli yanı ise tabii ki Türkiye’yi ilgilendiren taraflarıdır. Bilindiği gibi Akdeniz Birliği fikrinin ilk ortaya atıldığı günden itibaren bu konuya en çok muhatap olan ve üzerinde yorumlar yapılan ülke Türkiye oldu. Bunun da sebebi, söz konusu birliğin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğine bir alternatif olup olmadığı tartışmalarıydı. Gelinen noktada ise bu konuya ilişkin şüpheler devam etmektedir. Çünkü, her ne kadar zirve sonunda yapılan 20 sayfalık ortak açıklamanın 13. sayfasında Türkiye’nin AB ile müzakere yürüten "aday" bir ülke olduğu, "dipnotta" kayda geçirilse de, her ne kadar Dışişleri Bakanlığı Akdeniz için Birlik projesine ilişkin olarak Ankara’nın tereddütlerinin çok büyük ölçüde giderildiğini ifade etse de Türkiye şu ana kadar, Başbakan seviyesinde katıldığı bu zirveden gerek zirve öncesinde gerekse de zirve sonrasında yayınlanan kapanış bildirisinde resmi ve yazılı olarak Fransa’dan "Akdeniz Birliği Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine bir alternatif değildir" gibi bir güvence alamamıştır. Türkiye sadece Başbakan’ın Paris’e gitmeden önce yaptığı konuşma ve Sarkozy ile yaptığı görüşme sonrası yaptığı açıklamalarla yetinmek zorunda kalmıştır. Diğer yandan, Türkiye bulunduğu coğrafi durum itibariyle tabii ki hem Karadeniz’le, hem Ege’yle, hem Akdeniz’le, hem Ortadoğu’yla, hem Balkanlar’la, hem Kafkasya’yla, hem Hazar Bölgesi’yle, yani etrafındaki tüm bölgesel bütünleşmelerle işbirliği içerisinde bulunacaktır, bulunmalıdır. Türkiye Orta Asya’yla, Ortadoğu’yla, Kafkasya’yla Kuzey Afrika’yla ilişkilerini ne kadar geliştirirse, Batı Avrupa’da, Avrupa Birliği’nde konumunu o derece yükseltir. Aynı şekilde Batı Avrupa ve AB ile ilişkilerini ne kadar geliştirirse, Orta Asya’yla, Ortadoğu’yla, Kafkasya’yla, Kuzey Afrika’yla ilişkileri o derece yükseltir. Bu çerçevede Türkiye, önümüzdeki dönemlerde Akdeniz’de, Karadeniz’de, diğer coğrafi bölgelerde gerek mevcut gerekse de var olacak bölgesel bütünleşmeler içerisinde yer almalıdır. Burada esas olan, Türkiye’nin kendi bölgesindeki tarihsel, kültürel, ekonomik ve jeostratejik önceliklerinden yararlanmasıdır. Bununla birlikte bu tür açılımlar Türkiye’yi Avrupa Birliği’nden dışlayıcı veya Avrupa Birliği üyeliği de Türkiye’yi bu tür açılımlardan dışlayıcı biçimlerde olmamalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin Akdeniz için Birlik içerisinde yer alırken, onun Avrupa Birliği üyeliğini teminat altına alacak yazılı ve resmi bir garanti almaması Türkiye’yi belki de uzun dönemde zora sokabilecektir. Zirvenin kurumsal yapı hakkındaki tartışmalarla gölgelenmemesi için taktik önlemlerin alındığı ortamda Sarkozy, başarılı bir imaj çizdi. İsrail ve Suriye liderlerini bir araya getirmesi, Suriye ile Lübnan’ın yeniden diplomatik ilişki kurma kararı görüntüyü kurtardı. Türkiye’nin ise aleyhine olan bir konuya yavaş da olsa ısındırıldığı gözleniyor. sıkıntılardan dolayı genişlemeye "hayır" demektedir. Yine birçok araştırma göstermektedir ki, güvensizlik hissi ve işsizlikten kaynaklanan sosyal mutsuzluk ve aynı zamanda politikacılar ve sıradan vatandaşlar arasındaki büyük uçurum da gerek genişleme politikalarını, gerekse de kurumsal yapılanma çabalarını (Avrupa Anayasası’nda ve Lizbon Antlaşması’nda yaşanan sorunlar gibi) olumsuz yönde etkilemektedir. Buna da aslında kamuoyu yoklamaları aracılığıyla şahit olmaktayız. Örneğin AB’nin "Eurobarometer" kurumunun son araştırmasına göre, Avusturya’da Türkiye’ye destek sadece yüzde 5 oranındadır. Bu açıdan AB’nin 27 üyesi arasında Avusturya halkı, Türkiye’nin Birliğe girmesine karşı çıkanların başında geliyor. Türkiye’ye sıcak bakmayan ülkelerden Almanya için bu oran yüzde 16, Fransa için yüzde 22, Kıbrıs Rum Kesimi için yüzde 19’dur. Ayrıca Avusturya’da, Türkiye’nin AB üyeliğini referanduma sunmaya kararlı görünüyor. Avusturya’nın AB’nin genişlemesini pek istemediği bilinmekle birlikte böyle bir referandum koşulunu ise ne kapının eşiğinde bulunan Hırvatistan, ne de ileride üye olması düşünülen Makedonya ve Arnavutluk gibi Balkan ülkeleri için zorunlu görmüyor. de bu ülkelerde Türkiye konusundaki cehaletin oluşmasında çok büyük hataları olmuştur ve bu hatalar AB ile müzakere sürecimiz devam ederken bile tekrarlanmaktadır. Bu bakış açıları göz önünde tutulduğunda ise, Türkiye'nin AB'ye üyeliği, onun gerekli koşulları yerine getirip getiremediği veya yakın zamanda da yerine getirip getiremeyeceği noktasından ziyade AB’nin ve Fransa’nın zihinsel anlamda Türkiye’yi ne zaman hazmedip hazmedemeyeceği ile çok daha yakından bağlantılıdır. Türkiye, uzun zamandır kendisini AB’den dışlayan, kültürü ve kimliği üzerinde açıklamalar yapan Sarkozy’nin tutumuna bir tepki vermesi gerekmekteydi. Bu tepkisini de akıllıca, diplomasi içerisinde verebilirdi. Bunu da Akdeniz için Birlik zirvesine katılmayarak gerçekleştirebilirdi. Türkiye’yi fütursuzca eleştiren, yargılayan Sarkozy zirvenin yapılmasına günler kala Başbakan’a telefon ederek, Türkiye’nin çok önemli bir ülke olduğunu söyleyerek Türkiye’nin bu zirveye katılmasını çok arzulamıştır. Madem ki Sarkozy bu kadar arzuluyor Türkiye’yi, madem ki Türkiye Akdeniz için Birlik açısından son derece önemli bir ülke, o zaman Türkiye bu zirveye katılmayacağını beyan ederek ya da en azından bunu ima ederek hem Sarkozy’ye tepki verebilir hem de Türkiye’nin gücünün, etkisinin bu şekilde farkına varılmasını sağlayabilirdi. Fakat Türkiye eline geçen bu fırsatı akıllıca kullanamamıştır. Bu aşamada Türkiye ise oyunu kuralına göre oynamalı ve kendi çıkarlarını ön planda tutarak Fransa’ya belirli konularda mesajlar göndermelidir. Tıpkı Gaz de France’in Nabucco projesinden dışlanması gibi, tıpkı Fransız askeri uçaklarının ve Fransız savaş gemilerinin özel izin olmaksızın Türk hava sahasını kullanamamaları ve Türk limanlarına yanaşamamaları gibi konularda Türkiye tavrını net şekilde ortaya koymalıdır. Bu çerçevede Türkiye şu an elinde bulunan NATO kozunu da çok akıllıca kullanmalıdır. Fransa Türkiye’nin AB üyeliği önündeki engelleri kaldırmadıkça Türkiye’de bu ülkenin NATO'nun askeri komuta kademesine dönme isteğini ısrarla veto etmeli, Yunanistan örneğinde yaptığı hatayı tekrarlamamalıdır. BİRLİĞİN HEDEFLERİ Fransa ve Mısır tarafından dönem başkanlıkları yürütülecek ''Akdeniz için Birlik'' zirvesi iki yılda bir düzenlenecek. Paris’te temelleri atılan Akdeniz Birliği’nin, amacı ise ülkeler arasındaki siyasi, kültürel ve ekonomik bağları güçlendirmek olarak ortaya kondu. Bununla birlikte, deniz ve karayollarının geliştirilmesi, felaketlerin önlenmesi, aramakurtarmada işbirliği, çevre kirliliğinin önlenmesi, Akdeniz’de güneş enerjisini destekleme, AvrupaAkdeniz üniversitesi’nin kurulması, Abbas, Sarkozy ve Olmert... TÜRKİYE KARŞITLARI Kaldı ki, Akdeniz için Birlik fikrinin sahibi Sarkozy Fransa’sıdır. Bu Fransa, Türkiye’yi sadece ve sadece kültür ve kimlik tartışmaları çerçevesinde bile Avrupa kıtasının, Avrupa değerlerinin dışına iten bir Fransa’dır. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy Fransa dönem başkanlığı boyunca daha önce taahhüt ettikleri gibi müzakerelerin normal bir şekilde devam etmesini istediklerini söyleyen aynı Sarkozy, Türkiye ile açılmaya hazır beş müzakere başlığını bizzat engellemektedir. Yine aynı Sarkozy Fransa’sı, Meclisi’nde aldığı karar ile AB’ye yeni üye olacak ülkeler için doğrudan referanduma gidilmesi şartını kabul ederken, Meclis ve Senato üyelerinin beşte üçünün talep etmesi halinde, cumhurbaşkanının, söz konusu ülkenin üyeliğinin onaylanmasına parlamentonun onay verip vermeyeceğine karar verebilecektir. Aynı Fransa, Türkiye'nin, nüfus büyüklüğünden dolayı (Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği AB’deki mevcut kurumsal tüm dengeleri bozacak bir yapı taşımaktadır ve Fransa ve Almanya bu durumdan son derece rahatsızdır), ekonomik (vergilerin ve harcamaların artması gibi) ve siyasal nedenlerden dolayı Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne kabul etmemek için çaba sarf etmektedir. Bununla birlikte sadece Fransa değil AB içinde Türkiye’nin tam üyeliğine Avusturya, Danimarka, Hollanda ve Almanya gibi ülkelerde karşı çıkmaktadırlar. Bu ülkelerin halklarının Türkiye konusundaki görüşleri ve endişeleri aşağı yukarı benzer niteliktedir. Onlara göre, Türkiye'nin AB'ye katılımı yoğun bir göç dalgasına neden olacak, bu göç dalgası onların işlerinin ellerinden alınmasına neden olacak, Türkiye gibi ulusal tarihi ve kimlik anlayışı gelişmiş ve başka bir kültüre sahip bir ülkenin birliğe üye olması, zaten aksayan Avrupa kimliğini oluşturma sürecini tehlikeye atacak ve bloke edecektir. Bu çerçevede de birçok Avrupalı, işsizlik sıkıntısı, refah içindeki ülke sıkıntısı ve küreselleşmenin getirdiği TÜRKİYE CEHALETİ Tekrar Fransa’ya dönecek olursak, aslında Türkiye’ye yönelik bu davranışlar Fransa açısından hiç de yeni bir durum değildir. Fransa'da ne zaman nüfusu ve ekonomisiyle büyük bir ülkenin AB üyeliği gündeme gelse, Fransız toplumu ilk etapta buna olumsuz yaklaşıyor. 1960'lı yılların sonlarında İngiltere'nin üyeliği için böyle oldu. Bir bakıma Polonya'nın üyeliği için de aynı şey söz konusu oldu. Bugün de Türkiye konusunda bu tepkileri görmekteyiz. Ancak Türkiye özelinde yaşanan başka büyük bir sıkıntı daha bulunmaktadır. Bu sıkıntı da Fransız, Avusturya ve birçok AB üyesi ülke toplumunda Türkiye konusunda derin bir cehaletin olmasıdır. AB’de Türkiye konusunda bu bilgilendirme ve bilgi eksikliğinin suçunun tamamını bu ülkelere, bu ülke halklarına atmakta adil olmayacaktır. Türkiye’nin
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle