02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

20 Melek KIRMACI TUSAM Avrupa Araştırmaları Masası [email protected] Nisan’da Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu’nda Hollandalı Hristiyan Demokrat Türkiye raportörü Ria OomenRuijten tarafından kaleme alınan rapor ve rapora ilişkin karar tasarısı oylandı. Bağlayıcı özelliği olmayan ancak tavsiye niteliği taşıyan bu raporu Türkiye’deki yazılı ve görsel basın için ilgi odağı haline getiren AKP’ye yönelik kapatma davasının rapora girip girmeyeceği konusu oldu. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde AKP’nin kapatılması istemi ile açılan davaya yönelik eleştirinin ardından Avrupa Parlamentosu’nun konu ile ilgili yapacağı yorum oldukça önemli hale geldiğinden rapor Türkiye’de ses getirdi. Aksi takdirde Ria OomenRuijten’in hazırlamış olduğu raporun verilen değişiklik önergelerinin ardından AP Genel Kurulu’nda 21 Mayıs’ta tartışılarak oylanacak olması "haber" değeri taşımadığı düşünülerek gündeme getirilmemiş olacaktı. AKP’nin kapatılması istemi ile açılan davaya yönelik tartışmaların tam ortasında AP raporunun gündemin üst sırasına yerleşebilmesi Türkiye’de AB ile ilişkilerde yeni bir ivme kazanıldığı anlamına gelmemektedir. Rapor ile ilgili olarak yazılı ve görsel basında yalnızca AKP’nin kapatılması davasının ve Ergenekon "meselesi"nin öne çıkarılması Türkiye’de AP raporunun iç politika tartışmalarını derinleştirecek bir malzeme olarak görülmesi dolayısıyla gazetelere manşet olduğu anlaşılıyor. Aslında Ruijten’in hazırladığı rapora ilişkin Parlamento kararı tasarısı ilk hali ile 13 Eylül 2007 tarihinde AP Dış İlişkiler Komisyonu’nda görüşüldükten sonra 24 Ekim 2007 tarihinde AP Genel Kurulu’nda onaylanmıştı. Rapor, o dönemde ancak terör örgütü PKK’nın Türkiye’ye yönelik saldırıları ve Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine olası sınır ötesi operasyonu çerçevesinde gündemi meşgul etmeyi başarabilmişti. Son üç yıldır olduğu gibi "önce iç politika, sonra AB" anlayışı ile hareket eden yalnızca iktidar değil. Muhalefette bulunan siyasi partilerin Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili olarak özlü bir tartışma yapmak yerine AB ile ilişkileri iktidarı eleştirmek için bir araç kullandığı görülüyor. AB Türkiye’de tüm sorunların çözümü olamayacağı gibi tüm sorunların kaynağı olarak da görülmemeli. Bu nedenle AKP’nin kapatılma istemi ile açılan davayı Türkiye’nin AB sürecini tümden etkileyecek bir unsur olarak göstermek ile dava ile ilgili olarak Birlik’i temsil eden kurum ve kişilerin yaptıkları açıklamaları Avrupa’nın Türkiye’yi bölme planının bir parçası olarak değerlendirmek sonunda Türkiye’ye zarar verecektir. Kapatma davasının AB ile müzakere sürecini askıya alınmasına sebep olabileceğini dile getirmek ile AP raporunu Türkiye’nin içişlerine tam müdahale anlamına geldiğini söylemek arasında bir yol çizmek gerekiyor. Türkiye ile sekiz başlıkta müzakerelerin askıya alındığı hatırlanacak olursa Türkiye’nin AB üyeliği yolundaki tek engelin AKP’nin kapatılması istemi ile açılan dava olmadığı görülecektir. Öte yandan AB ile katılım müzakereleri yürüten bir aday ülke olarak Avrupa Parlamentosu ya da Komisyonu’nun Türkiye’de olup bitenler ile ilgili olarak yorumda bulunmasını Türkiye’nin içişlerine "küstah" bir müdahale olarak yorumlamak AB ile aday ülke arasında yürütülen müzakere sürecinin Hırvatistan yolu yarıladı, Türkiye yarı yolda kaldı… C S TRATEJİ kendi problemlerini görmesini engelleyecek dahası Türkiye’nin modernleşme ve batılılaşma olarak tanımladığı dış politika hedefinden daha da uzaklaşmasına sebep olacaktır. 21 AB HIRVATİSTAN YOLU YARILADI İç politikanın önemli bir malzemesi olarak kullanılan AB ile ilişkilerde Türkiye’nin ne durumda olduğu ile pek ilgilenilmiyor. İç politikaya ilişkin tartışmaların dışına çıkılabildiği takdirde Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde durumunun pek iç açıcı olmadığı açıkça görülecektir. AB ile müzakerelere Türkiye ile aynı tarihte başlayan Hırvatistan, 21 Nisan’da Hükümetlerarası Konferans (HAK) çerçevesinde "Enerji" ve "Taşımacılık Politikası" olmak üzere iki başlıkta daha müzakerelere başladı. Böylelikle Hırvatistan 35 başlıktan 18’ini açmakla yolu yarılamış oldu. Avrupa Parlamentosu’nun Hırvatistan ile ilgili hazırladığı rapor ve buna ilişkin karar tasarısında Hırvatistan’dan AB’ye üyelik sürecinde gösterdiği çabayı iki katına çıkarması böylelikle Haziran 2009’daki AP seçimlerinden önce Hırvatistan’ın katılım anlaşmasını imzalaması böylelikle Hırvatistan’ın katılım anlaşmasının onaylama sürecine bir an önce başlaması isteniyor. Hırvatistan, AB’ye tam üyeliği için gün sayarken Türkiye’nin AB yolunun neresinde olduğu dahi kestirilemez bir hal aldı. 21 Haziran’da gerçekleştirilen HAK’ta Hırvatistan’a iki başlıkta daha yeşil ışık yakılırken AB Dönem Başkanı Slovenya Türkiye için HAK toplantısını iptal etti. Türkiye ile yapılacak HAK toplantısının iptal edilmesi "teknik sebeplerden ötürü" olarak açıklanıyor. Ancak Türkiye’nin "Fikri Mülkiyet Hukuku" ve "Şirketler Hukuku" başlıklarında müzakereye başlayamamasının sebebi Kıbrıs Rum yönetiminin vetosu ve Türkiye’nin müzakere sürecine duyduğu isteksizlik olduğu biliniyor. 3 Ekim 2005 tarihinde AB ile katılım müzakerelerine başlayan Türkiye bugüne dek yalnızca 6 başlığı açabildi: Bilim ve araştırma, istatistik, işletme ve sanayi politikası, transAvrupa ağları, tüketicinin ve sağlığın korunması ve mali kontrol. Müzakere sürecinde yaşanılan problemlerin AB’nin Türkiye’nin AB üyeliği Rujiten konusundaki "eşitsiz" politikası ve AB üyesi bazı ülkelerin Türkiye ile yürütülen müzakere sürecini siyasi gerekçeler ile engellemelerinden kaynaklandığı görüşü bugün birçok kimse tarafından paylaşılıyor. Bu noktada AB’nin Türkiye’nin Gümrük Birliği Ek Protokolü’nden kaynaklanan yükümlülüklerini tüm üyelerini kapsayacak şekilde yerine getirmemesi yani Kıbrıs Rum Yönetimi’ne deniz ve havalimanlarını açmadığı gerekçesi ile Türkiye ile sekiz başlıkta müzakerelerin askıya alındığını hatırlamak gerek. Ancak müzakere sürecinde yaşanan aksaklıkların tek sorumlusunun AB olamadığı da gözlerden kaçırılmamalı. İktidarın AB ile ilişkilerdeki isteksizliği AB çevreleri tarafından da kabul edilen bir görünüm kazandı. İktidarı elinde bulunduran siyasi partinin kapatılmasına yönelik davanın açılmasının ardından iktidarın AB ile ilişkilere yeni bir ivme kazandırma çabası iktidardaki siyasi partinin yaşamsal çıkarları açısından kaçınılmaz bir unsur haline gelmiştir. Dolayısıyla Türkiye’de AB adının geçtiği tartışmalarda iktidar da muhalefet de AB ile ilişkiler konusunu iç politikanın bir malzemesi olarak kullanmaktan öteye gitmemektedir. İç politikaya esir edilmiş siyasi gündemin odağını oluşturan tartışmalar sürüp giderken gelecek nesillerin zamanından ve refahından çalındığı unutulmamalıdır. iç politikaya malzeme Türkiye ile AB’nin ilişkileri taraflar arasında iç politika malzemesi olarak yoğun olarak kullanılmaya başladı. İktidar partisinin kapatılması davası AB’yi gündeme getiren tek konu oldu. AB üyesi ülkeler de seçimlerde Türkiye’yi iç politika malzemesi yapmaktan geri durmuyor. asimetrik bir ilişkiye dayandığını unutmak anlamına gelecektir. Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye için hazırlanan rapor ile aynı niteliğe sahip raporların diğer aday ülkeler olan Hırvatistan ve Makedonya için de hazırlanıyor olduğunu hatırlamak gerek. Ama önce siyasi tartışmaların merkezine Avrupa Birliği’nin yerleştirildiği ancak AB’de neler olup bittiği ile hiç ilgilenilmeyen Türkiye’de tüm tartışmaları AB üzerinden yapmak en çok Türkiye’ye zarar verecektir. Avrupa Birliği’nin kendi problemleri ile boğuştuğu bir dönemde AB ipine sarılmanın ya da AB ipini Türkiye’nin boynuna dolamanın Türkiye’nin
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle