21 Eylül 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

tartışmalar ve Fener’in 15 otonom yerel Ortodoks kilisesinden biri olduğu ve dünya üzerinde yetkisi bulunmadığı, 300 milyon Ortodoks Hıristiyan’ın ona bağlı olduğu iddiasının doğru olmadığı, Ekümenik Patriklik veya Cihan Hâkimi ünvanlarının esasen İskenderiye Patrikliğine ait olduğu iddiaları kararda yer alırdı. Kuşkusuz ki Fener Patrikhanesi’ne yöneltilen Ortodoksluğu Helenleştirme suçlaması(2) ve Ortodoksluğun özünde olan ulusal kilise kavramına yaptığı müdahale de incelenirdi. Ortodoks İlahiyatına karışmak suçlaması ancak bundan sonra geçerli olabilirdi ne var ki yine de ekümeniklik hakkındaki zıt görüşler hiç değilse bu konuda bir Ortodoks İlahiyatından bahsetmeyi güçleştirirdi. Karar, "tanımlamanın bir müdahale" olduğu iddiasıyla da eleştirildi. Hâlbuki Yargıtay’ın tanımlamasını "dini bir konuya el atmak" olarak değil, adi bir hukuki probleme çözüm getirme arayışı olarak görmek gerekir. Yargıtay, 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın 115/2. maddesinde düzenlenen "dini ibadet ve ayinlerin toplu olarak yapılmasının, cebir ve tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engellenmesi" ve 765 sayılı TCK’nın 175. maddesinde düzenlenen "dini işleri veya ibadet ve ayinin yapılmasını men ve ihlal" unsurlarının bulunmaması nedeniyle suçun oluşmadığına karar verdi. Yargıtay suçun oluşmadığına kanaat getirirken önce Patrikhane’nin böylesi bir müdahaleye haklı gerekçesinin bulunup bulunmadığını belirlemek zorundaydı. Kaldı ki Kostoff’un ruhanilik sıfatının kaldırılması kararı da "Patrikhanenin ruhani yetkisinin sonucu" olarak açıklanmıştı dolayısıyla dava dosyasına giren tüm diğer iddialar gibi bu da Yargıtay’ın değerlendirmesine taraflarca açılmıştı. Yargıtay’ın, beraat kararını onarken Patrikhane yetkililerinin böylesi bir yetkiye sahip olmadığı belirlemesi yapmak suretiyle alınan kararın bir etki doğurmasının mümkün olmadığı sonucuna vardığını düşünmek mümkün. (Yetkisiz kurumun etkisiz kararı) Ruhani yetkilerinin kaldırılmasından sonra Kostoff’un "bir yıldan fazla süre ayinleri yönetmeye devam etmiş olması" da varılan sonucun sağlaması olmuştur. Kararda yer alan "…Bulgar Kilise cemaatinin kendi inançları doğrultusunda gerçekleştirdikleri ayinlere ve ayini yöneten ruhani yetkililerin ayin yapma yetkisine ve içeriğine kimsenin karışmaması gerektiği ilkesinden hareket edildiğinde sanıkların almış oldukları kararın yasalarla korunmaya değer haklılığının bulunmadığı görülmektedir" ifadesi ekümeniklik incelemesinin neden yapıldığını da gösteriyor. Yargıtay’ın "beraat kararı verdim ama nedeni yapılan müdahaleyi haklı bulmam değil aksine müdahalenin ruhani yetkilere dayandırılmasının kanunen kabul edilir tarafı bulunmamaktadır" demek istediği karardan anlaşılıyor. Yani Yargıtay tanımlama yapmak suretiyle müdahale yapmıyor; yapılan müdahalenin Türk hukuk sistemince haksız olduğu belirlemesini yapıyor. gar Rum kilisesi söz konusudur. (...)Bu Ekümenik Patrik olarak benim için çok önemlidir..."(4) diyerek talebini gerekçelendirirken bunun ekümeniklik –iddiasının parçası olduğunu söylüyordu. 6 Mart 1870’de Sultan Abdülaziz’in Bulgarların yoğun çabaları ardından çıkarmak zorunda kaldığı fermanla müstakil bir kilise kurulmasını, ruhani ve idari açıdan patrikhaneden ayrılmalarını kabul etmesi ve 11 Mart 1870’de Bulgar Egzarhlığı Fermanını kabul etmesinin(5) ardından büyük mücadele 140 yıl sonra tekrar başladı. Patrikhane’nin baskılarına karşı koyma çabası 13 Nisan 1996’da Konstantin Kostoff’un gece ayininde Rum Patriğin adını anmamasına kadar vardı ve sonunda yargıya intikal etti. Bartholomeos’un Bulgar Kilisesinde ayinleri Rumca yapmak üzere görevlendirdiği metropolit Yakovas’ın 14 Nisan 1996 tarihli Paskalya Ayinini de Başrahip Kostoff’un direnmesine rağmen "zorla" ve Rumca yapması üzerine Fatih Cumhuriyet Savcılığı’na yapılan şikâyet üzerine Fatih 3. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldı. Yakovas ile ona bu eylemde yardımcı olan Bulgar Kiliseleri Yönetim Kurulu Başkanı Kiryako Liaje suçlu bulunarak TCK 1751’e istinaden beşer ay hapis cezası aldılar. Çipof’un aktardığına göre "Bu tarihten sonra bir Rumca dini belge verme talebi olmadığı gibi Patrik dâhil hiç bir Rum papazı Bulgar Kilisesi’ne gelme cüretini gösteremedi."(6) Bartholomeos, 31 Ekim 2002 tarihli Sen Sinod kararını içeren ve Bulgar Kiliseleri Yönetim Kurulu'na hitaben yazılmış bir mektup ile Kostoff'un dini sıfatını aldığını bildirdi ve bu kararı Diyanet İşleri Başkanlığı ile Türkiye’deki ve dünyadaki tüm kiliselere ilan etti. Çipof’un iddialarına göre AB sürecinde Yunanistan engellemesi ile karşılaşmak istemeyen Bulgaristan Devleti’nin ve Türkiye’deki Büyükelçisi ve Başkonsolosunun baskıları ile Kostoff’un yardımcısı olan papaz Milko Topuzliev bu tarihten itibaren ayinlerde Rum Patriği'ni Ekümenik sanı ile anmaya başladı. Artık iki papaz ayrı kiliselerde ayin yapmaya, Rum yanlıları Topuzliev'e, karşıtları ise Kostoff'un ayin yaptığı kiliseye gitmeye başlamışlardı. O dönemde Kostoff’un görevden alınması için başlatılan imza kampanyasına 500 kişilik cemaatten sadece 50 imza toplanabilmişse de Bulgaristan’dan gelen para yardımının kesilmesi dâhil artan siyasi baskılar neticesinde Bulgar Kilisesi Yönetim Kurulu üç yılı daha olmasına rağmen yeni bir seçim yapılmasına karar vermek zorunda kaldı. Yönetim Kurulu’nun yapısının değişerek Rum yanlıların çoğunluğa geçmesi de Kostoff’un görevine son verilmesini sağladı. Bunu da Kostoff’un suç duyurusu izledi. Yargıtay kararının ekümeniklik iddialarına "son nokta" oluşturduğunu düşünmek ise pek doğru görünmüyor. Bu kararı işaret eden yeni C S TRATEJİ 19 davalar gündeme gelecek. Nitekim Bulgar Kilisesi Yönetim Kurulu eski üyesi Bojidar Çipof, Bartholomeos'un 12 Temmuz 2007 tarihindeki II. Uluslararası Ortodoks Gençliği Konferansı'ndaki "Patrikhanemiz altıncı asırdan beri ekümeniktir" sözleri üzerine Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunmuştu. Savcılık makamının "yargı kararını tanımama" gibi bir suçun söz konusu olmadığını düşünerek takipsizlik kararı verebilecekse de sırada bekleyen suçlamaların akıbeti aynı olmayacak gibi görünüyor. Yargıtay’ın ilgili kararında 1923 tarihli İstanbul Valiliği kararnamesine atıfla "Patrikhanede dini ve ruhani seçimlere katılacak ve seçilecek kişilerin Türk vatandaşı olmaları" gerektiğinin yer alması şüphesiz ki 2004 yılında Bartholomeos tarafından Sen Sinod Meclisi’ne atanan yabancı uyruklu altı üyenin durumunun bir kez daha sorgulanmasına sebep olacak. Son olarak Türkiye’nin "ezberi" kendi hukukundan ibarettir ve Ortodoks olmayan ABD ve Avrupa devletlerinin "1920’li yıllarda ortaya atılan ekümeniklik iddiasına" Soğuk Savaş sonrası dönemde verdiği destek bunun bozulmasını gerektirmez. Kabul görmeyen bir yetki iddiası yetki değildir. Dipnotlar: 1 Hürriyet, 26 Ağustos 2007 2 Michael Coritsidis, "The Hellenic Code", The National Herald, 14 Mart 2004 3 Trud Gazetesi, Sofya, 2 Mart 1994, akt. Bojidar Çipof, "İstanbul Bulgar Ortodoks Cemaati ve Sveti Stefan (Demir) Kilisesi", Dünü ve Bugünü ile Haliç Sempozyumu (2223 Mayıs 2003) Kadir Has Üniversitesi Yay., İstanbul 2004 4 Standart Gazetesi, Sofya, 14 Nisan 1994 akt. Çipof, agm 5 Aşkın Koyuncu, Bulgar Egzarhlığı, Çanakkale 1998, Basılmamış yüksek lisans tezi, BOA, Bİ, No:104’den naklen. 5 Bojidar Çipof’la 27 Ağustos 2007’de gerçekleştirilen görüşmeden. 6 Moskova Patriği Aleksi’nin Bartholomeos’a yazdığı 5234 protokol numaralı ve 18 Eylül 2002 tarihli mektubu http://www.mospat.ru/index.php?mid=253 BULGAR AZINLIK Kararın etkileri kadar dava süreci yani anlaşmazlığın yargı önüne getiriliş sebepleri de son derece önemli. Bartholomeos’un Bulgar rahip Kostoff’un ruhaniyetini kaldırması, "her nasılsa artık ayinlerde Fener Patriği’nin adını anmamaya başladı" sözleri ile izah edilemez. Çünkü bu yüzyıllık anlaşmazlığın tekrar depreştiği; ortamın giderek kızıştığı dönemde alınmış bir karardır. Gelişmeler birden bire ve sebepsiz olmamıştır. Fener Patriği Bartholomeos 1994’de Bulgar Ortodoks Kiliseleri Başrahibi Konstantin Kostoff'u çağırarak dini belgelerin özellikle evlenme belgelerinin ve evlenme izinlerinin Rumca düzenlenmesini ister. Bu bir skandal demekti. Çünkü Bulgar Ortodoks Kilisesi kadar Bulgar milli kimliğinin ortaya çıkışı da zaten ayinlerin Yunanca yapılması zorlamasıyla Helenleştirilmek istendiklerini düşünen Bulgarların Patrikhaneye karşı verdikleri mücadeleye dayanır. Demir Kilise ise başlı başına bu mücadelenin tanığı, ürünü ve abidesidir. Bartholomeos’un talebi Bulgaristan’da da "Fener bizi tekrar Rumlaştırmak istiyor"(3) manşetleriyle büyük tepki görmüştü. Bartholomeos ise kendisi ile yapılan bir röportajda "İstanbul'daki Bulgar Kilisesi'nin konumu Ekümenik Patrikhanenin salahiyetindedir. Rus Kilisesi de keza bizim salahiyetimizdedir. (…) Rahibinizden Bulgarca ve Rumca olarak dini belgeleri hazırlamasını rica ettim. Çünkü bir Bul Türkiye hakkında periyodik olarak hazırlanan AB raporlarına konunun girmesine kesin gözüyle bakılıyor. Mücadele bu aşamadan sonra Türkiye’de daha çok yargı boyutuyla gündeme gelebilir. Olli Rehn
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle