29 Eylül 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 Gözde KILIÇ YAŞIN TUSAM Balkan Araştırmaları Masası [email protected] AB ve Yunanistan baskı yapıyor… C S TRATEJİ mak adına üzerine düşeni yapmıştır. ikâye, Haliç’in bir yakasında yüzyıllardır süren mücadelenin devamından ibaret. Sadece bu gün bir kez daha konuşuluyor. Takvim yaprakları değişiyor, anlaşmazlığı bir kez daha gündeme taşıyan tarafların isimleri değişiyor ve hatta hak arayışıyla başvurulan makamın kimliği, idari sistemi değişiyor ancak mücadele, bağdaşmazlık, yöntem ve gerekçeler ayniyetini sürdürüyor. Yargıtay, verdiği bir kararla Yunanistan hükümeti dâhil bazı çevrelerin şimşeklerini çekiverdi üzerine aniden. Yargıtay 4.Ceza Dairesi’nin 2006/10694 (E) 2007/5603 (K) sayılı kararında yer alan Fener Rum Ortodoks Patrikhanenin "ekümenik sıfatının bulunmadığı"na ilişkin belirleme şüphesiz ki en çok Patrikhane yetkilileri için can sıkıcı oldu. Her ne kadar Türk basınında kararı "komik" veya "yersiz"; Yargıtay’ı "yetkisiz" veya "haksız" bulanlar olmuşsa da bundan sonraki döneme Yargıtay’ın söz konusu kararının önemli bir etkisi olacaktır. En azından Lozan Antlaşması’nın "yok hükmünde" sayılmasına ya da başta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olmak üzere ilgili kanunlarda önemli değişiklikler yapılmasına dek veya hiç değilse Yargıtay aynı konuda farklı yönde bir karar alana kadar geçerliliğini koruyacak, hatırlanılacak ve emsal oluşturacak bir karardan bahsediyoruz. Nitekim bu kararı temel alan yeni suç duyuruları şimdiden savcıların önüne konuldu. H Ekümenikliğin yargı mücadelesi Fener Rum Patrikliğinin ekümenik olduğu yönündeki tartışmalar Hıristiyan Ortodoks ilahiyatının dışında olmasına karşın Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Patrikliğin aldığı kararlar yargıya taşındı, Yargıtay ekümenikliği tanımadı. KARAR VE DIŞ POLİTİKA Yunanistan’ın karara hükümet bazında gösterdiği tepki etkisini kısa sürede gösterdi. Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni’nin "Konstantinopolis Patrikhanesi 6. yüzyıldan bu yana bütün Ortodoksların başıdır ve 300 milyon Ortodoks Hıristiyan’ın ruhani lideridir" sözleriyle konu, AB Konseyi’nin toplantı gündemine alınmıştı. Ardından AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, Avrupa Parlamentosu’nda Yunan milletvekili Antonios Trakatellis’in yazılı soru önergesini "Fener Rum Patrikliği ve Patrik "Ekümenik" unvanını kullanmada özgür olmalıdır" sözleriyle yanıtladı.(1) Yunan vekilin "Türkiye’de tamamen dini ve ruhani konulara ait alınan yüksek yargı kararlarının topluluk müktesebatını, temel hakları ve ABTürkiye ortaklığını ihlal edip etmediği" sorusu da önümüzdeki dönemde Yargıtay kararının dış siyasette hangi boyutlarıyla karşımıza çıkacağının işaretlerini taşıyor. Türkiye’deki dini özgürlüklerin durumu yıllık düzenlenen kimi raporlarla takip edilir. Raporlardan iki tanesi çok önemli: AB Komisyonunun Türkiye için hazırladığı ilerleme raporu ve ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan "Dini Özgürlükler Raporu". İlkinde Türkiye’nin AB’ye katılım yolunda ilerlemesine ilişkin her ayrıntının yanı sıra Türkiye’deki dini özgürlükler de ele alınırken; ikincisi dini özgürlükler hakkında dünyadaki gelişmeleri incelerken Türkiye’ye de yer verir. 2007’ye ilişkin gelişmeler değerlendirilirken şüphesiz Yargıtay’ın kararı da raporlarda yer alacak. Bizzat Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni tarafından başlatılan lobi faaliyeti düşünülünce bunun bir eleştiri mahiyetinde olması şaşırtıcı olmayacaktır. Ancak dava sürecinin "tarafsız bir gözle" incelenmesi halinde George Bush’un deyimiyle "insan ruhunun ilk özgürlüğü" olan "dini özgürlükler" alanında son derece önemli kararın söz konusu olduğu anlaşılacaktır. Çünkü korunan değer gerçekten "dini özgürlükler" ise Türk hukuk sistemi, kişilerin dini özgürlüklerini her türlü müdahaleden koru DİNİ ÖZGÜRLÜKLER Dinlerden birine ait ibadet ve ayinlerin yapılabilmesinin doğrudan "dini özgürlükler" kapsamındadır ve temelinde bireysel haklardır. Dolayısıyla Türkiye’den dini özgürlükler konusunda yerine getirmesi beklenen temel sorumluluğu bireylerin ibadetlerini özgürce gerçekleştirmelerini sağlamak yönündedir. Yargıtay’ın önüne gelen anlaşmazlığın konusunu da ibadet ve ayin yapılmasına Fener Rum Patrikhanesi yetkililerinin engel olduğu iddiası oluşturuyordu. Yine Fener semtinde yer alan ve "Demir Kilise" olarak da bilinen Bulgar Sveti Stefan Kilisesi’nde papaz olarak görev yapan Konstantin Kostoff, kendisi hakkında 2002 Ekiminde "ruhanilik sıfatının kaldırılması" kararı alan Fener Rum Patriği Bartholomeos ve Patrikhanenin Sen Sinod Meclisi üyesi 12 din adamından şikâyetçi olmuştu. Fatih Cumhuriyet Savcılığına verdiği dilekçede Kostoff, Fener Rum Patrikhanesinin isteklerine boyun eğmediği için din özgürlüğünün elinden alındığını söylüyordu. "Dinlerden birine ait ibadet ve ayinden başkalarını men etmek" suçundan kamu davası açıldı. İlk duruşması Eylül 2003’de yapılan Fatih 3. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen davaya Bulgar Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Bojidar Çipof da Kostoff ile birlikte katıldı. Mahkemenin beraat kararı üzerine dava temyiz edildi ancak Yargıtay da kararı onadı. Yargıtay’ın gerekçeli kararında "ekümeniklik" iddiasının Türk hukukundaki yerini incelemesi ve "ekümenik sıfatının bulunmadığı"na ilişkin belirleme yapması ise gerek Yunanistan’da gerekse bazı yazarlar tarafından Türkiye’de eleştirildi. Hâlbuki Yargıtay, birey özgürlükleri konusunda son derece hassas davranmış ve bu davada suç unsurları oluşmaması nedeniyle beraat kararı vermesine rağmen "ekümeniklik" iddiasına dayanılarak dini özgürlüklere yapılacak herhangi bir müdahalenin Türk hukukunca korunmasının mümkün olmadığının altını çizmişti. TÜRKİYE’YE MÜDAHELE Karara getirilen eleştirilerden birisi "bütün dünyanın tanıdığı bir unvan Türkiye’yi ilgilendirir mi?" sorusu etrafında şekilleniyordu ve Ortodoks İlahiyatı’na Türkiye’nin karışamayacağı söyleniyordu. Hâlbuki asıl soru, Türkiye, Ortodoks İlahiyatının kendi üzerindeki etkisini değerlendirmekten menedilebilir mi olmalıydı? Gerçekten de bütün Ortodoksların üzerinde anlaştığı bir durum varsa bile bunun gerekleri Türk hukuk sistemi ile çatıştığı oranda Türkiye kendi değerlendirmesini yapacaktır; önüne konulanı sorgusuz kabul etme zorunluluğu bulunmamaktadır. Kaldı ki Yargıtay ekümeniklik iddiasının gerçekliğini değil bunun Türk hukuk sistemindeki yerini inceleyerek Lozan Antlaşması metni ve Lozan Konferansı tutanakları çerçevesinde değerlendirmesini yapmış ve Türkiye’nin böylesi bir iddiayı kabul etmesini gerektiren uluslararası bir yükümlülüğünün bulunmadığını belirlemiştir. İstanbul Valiliğinin 6 Aralık 1923 tarih ve 1092 sayılı kararnamesine de yer vererek Patrikhane görevlililerinin Türk vatandaşı olması gereğinin altını çizmek suretiyle Türkiye’nin iç hukukunda da "ekümeniklik" iddiasının yer bulamadığını belirlemiştir. Yargıtay daha da geçmişe yani Osmanlı dönemine gidecek olsaydı ilgili nizamnamelerde yine Patrik seçilecek kişi için "pederinden beri aslen tebeai Saltanatı seniyeden olma" ve patrikhane görevlileri de dâhil piskopos atanacak kişiler için "Tebeai devleti Aliyye’den olma" şartlarının getirildiğini görecekti. Öte yandan eğer Yargıtay iddiaların gerçekliğini sorgulayacak olsaydı başta dünya Ortodokslarının yarısından fazlasının bağlı bulunduğu Moskova Patrikhanesi olmak üzere Kudüs Patrikhanesi ve diğer tüm ulusal kiliselerin görüşlerine yer vermek durumunda kalırdı. O zaman da yüzyıllık Bartolomeos
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle