26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

tarafsız bölgede görüştü: C S TRATEJİ 13 buzdolabında de 8 Temmuz süreci, Rumlar için Türk askerinin ve sonradan yerleşenlerin bulunmadığı, Rumların eski mülklerine geri döndüğü dolayısıyla iki kesimliliğin söz konusu olmadığı, Rum egemenliğini kabul etmiş ve atadan beri Adada olan Türklerle Kıbrıs Cumhuriyeti ismi altındaki yeni bir başlangıcın yoludur. 8 Temmuz ilkelerinin "statükonun devam etmeyeceği" şeklindeki maddesi Rumlar için Türk işgalinin, bölünmüşlüğün ve dolayısıyla KKTC’nin ortadan kaldırılması anlamına gelir. Hâlbuki Türkler için bu ifadenin anlamı izolasyonların kaldırılması, adil ve kapsamlı bir çözüm modeliyle Rumların "Kıbrıs Cumhuriyeti" devlet ismi üzerindeki işgalinin sona erdirilmesidir. İki devletli bir çözüm taraftarı olan Türkleri bir tarafa bıraksak bile Kıbrıslılık kimliği ile birleşmeyi savunan kesim için bile "statükonun kalkması" 1960 Anayasasına uygun düzenlemeyle eşit haklarla bir devlet çatısı altında bir araya gelmek anlamına gelir. Hâlbuki Rumlar 1960’tan bu yana gerek silahla gerekse diplomasi yoluyla uğruna savaş verdikleri tezlerinden vazgeçemeyecek ve egemenliği anayasal düzeyde Türklerle paylaşmaya yanaşmayacaklardır. Çünkü Rumlara göre Türkler azınlıktır, ancak Avrupalı bir devlet olan Rum egemenliğindeki "Kıbrıs Cumhuriyeti" onların haklarının koruyucusu olacaktır. Tabi, bunca yıllık başkaldırının bedeli ödendikten sonra. Rum yaklaşımının 40 yıllık görüşmelerin Türkler lehine bir kazanımı olan "siyasi eşitlik ve iki bölgelilik – iki toplumluluk" ilkesini sulandırdığı da görmezden gelinemeyecek bir gerçek. 8 Temmuz anlaşmasına "iki bölgeli – iki toplumlu federasyon" olarak giren bu ilkenin Rumların sorunu tanımlayış biçimine bakıldığında eyalet sistemine dayalı idari bir federasyon olarak algılandığı ve esasen üniter devletten vazgeçilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim Rumların eski mülklerine geri dönmesi de bunu gerektirecektir. Kaldı ki Annan Planı’na referandumda "hayır" denilmesinin temelinde de "iki kesimlilik" ifadesine yer verilmiş olması bulunuyordu. Sınırlandırmaların kalıcı olmayacağı şeklindeki açıklamalar dahi bu rahatsızlığı gidermeye yetmemişti. Anlaşılıyor ki eyalet sistemi geçerli olsa bile bu Türk kesiminin kafasında şekillendirdiği biçimde bir federasyon olmayacaktır Bugüne dek kapsamlı müzakerelerin bir parçası olarak görülen mülkiyet konusundaki gelişmeler de gelecek dönemde Türkleri Rumların belirlediği kadere razı olmaya zorlayacak gibi görünüyor. KKTC yönetimi Rumların eski mülklerine geri dönüşünün önünü açmak suretiyle tek taraflı bir düzenlemeye giderken Rum Yönetiminin tavrı kesin: "Kıbrıs sorunu çözülmeden Türklere mal iadesi yapılamayacaktır." Rum tarafında kalmış olan Türk vakıf arazileri bir tarafa, kuzeyden gelen Rum göçmenlere dağıtılan Türklere ait 5 bin 500 evin ve Türklere ait araziler üzerinde Rumlar tarafından yapılan 6 bin evin akıbeti belirsiz kalırken Türk liderlerinin elinde pazarlık yapacak bir konu da kalmayacaktır. Denktaş KKTC Cumhurbaşkanı Talat, Dünya Barış Günü’nde söylediği "Kıbrıslı Türkler 1963’ten beri kendi kendilerini yönettiler. Bugün de bütün fonksiyonlarını yerine getiren bir yönetimin, bir devletin sahibidirler. Bu yönetimlerini elbette ki feda edemezler" sözlerini Papadopulos’a da aynen tekrarlasaydı. Kıbrıs süreci farklı bir noktaya gelebilirdi. Ancak, Talat aslında Papadopulos’un da istediği birleşme müzakerelerinin hızlandırılmasını teklif etti. ardından yapılan ortak basın açıklamasında da Maraş’ın devri ve askersizleştirilmesinin kapsamlı bir çözümün parçası değil, güven yaratıcı önlemler statüsü altında ele alınması konusunda taraflarca anlaşmaya varıldığı ifadelerine yer verilmişti. Bu, bugüne dek yapılan bütün görüşmelerde ve doruk kararlarında yer aldığı biçimiyle kapsamlı bir çözümün sağlanması ardından söz konusu olabilecek askersizleştirmenin müzakerelerin ön şartı haline getirilmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla Rumlara kalsa Garantörlük Anlaşmasının da kapsamlı müzakerelerden önce iptal edilmesi gerekir. Bu durumda Rumların da Türklerin güvenini arttıracak önlemler almasını beklemek yanlış olmasa gerek. Bunların arasında kuşkusuz "Rum Milli Muafız ordusu üniforması giyen 4 ila 5 bin arasındaki Yunanistan askerinin" çekilmesi de bulunmalıdır. Eğer sorun sadece bir "işgal" sorunuysa o halde "işgal" öncesi döneme ilişkin bir özeleştirinin yapılması ve Türk askerinin çekilmesi sonrasında Türklerin can pazarına düşmeyeceği bir ortamın yaratılması gerekir. Bu da herhalde öncelikle Türk katliamına girişen EOKA terör örgütünün kınanmasını ardından örgüt mensuplarının işledikleri cinayetler ve tecavüz suçları nedeniyle yargılanmasını gerektirir. Ne var ki, Rum Yönetimi 2005’i "EOKA Yılı" ilan etmiş ve hatta Rum Başkanlık Sarayı’nda düzenlenen bir törenle 20.000 EOKA mensubunu onur madalyasıyla ödüllendirmişti. Doğrusu bir tarafın "katil" olarak gördüğü kişilerin diğer tarafça "kahraman" ilan edilmesi "ortak devlet" önündeki en büyük engeli oluşturuyor olsa gerek. Dünya Barış Günü vesilesiyle davetli olduğu bir konferansta 1 Eylül günü "Kıbrıslı Türkler 1963’ten beri kendi kendilerini yönettiler. Bugün de bütün fonksiyonlarını yerine getiren bir yönetimin, bir devletin sahibidirler. Bu yönetimlerini elbette ki feda edemezler." sözlerini dile getiren Talat, bunları 5 Eylül’de de Papadopulos’a tekrarlasaydı bundan sonraki süreç farklı gelişebilirdi. Ancak Talat, bir barış anlaşmasında Türklerin arayacağı temel ilkeleri belirlemek yerine sonucu belirsiz müzakerelerin hızlandırılmasını teklif etmeyi tercih etti. Hâlbuki Papadopulos’un müzakereleri zamana yaymak suretiyle Türkiye’nin AB üyeliği sürecini de ikinci bir baskı yöntemi olarak kullanmayı hedeflediği gizli değil. Kaldı ki sadece "hareketsiz kalmak" yoluyla da istediği sonuçları alması mümkünken sorunun çözümünde bir aceleciliği gerekli görmeyeceği kesin. Papadopulos masaya ilkeleriyle otururdu, "egemenlik" iplerini daha da sıkı tuttu. Yaklaşımı bir taktiktiyse bile Talat’ın verdiği mesaj, "çözüm, hangi koşullarda olursa olsun acil çözüm"dü ve böylece temsilcisi olduğu Kıbrıs Türkünün pazarlık gücünü biraz daha zedeledi. Rumların taviz vermez ve ilkelerinden vazgeçmez bir tutumla istediğinin tamamını almak arzusunu canlı tutmasına karşılık Türkiye’nin ve KKTC’nin gereksiz bir esneklik gösterme eğilimi Kıbrıs Türküne daha masaya oturmadan mevzi kaybettiriyor. Sıradan bir alışverişte bile taraflar gerçekte razı olacaklarının hiç değilse bir fazlasını talep ederlerken diplomasi sanatının bu en önemli ilkesinin ihmal edilmesi Talat’ı biraz daha beklemeye mahkum edecektir. Hem AYNI DİLİ KONUŞMAK İlkelerden bir diğeri olan "güven arttırıcı önlemler" alınmasına ilişkin madde de, Talat’ın "Kıbrıs sorunu çözülmeden Türk askerinin adadan çekilmesi söz konusu değil. Türk ordusu çözümden önce adadan çekilirse Kıbrıs’ta gerginlik, hatta çatışma bile çıkabilir" yaklaşımına rağmen Rum Yönetimince açıkça "askersizleştirme" olarak anlaşılmaktadır. Nitekim Papadopulos bu yöndeki Rum yaklaşımını 8 Temmuz’un çok öncesinde ilan etmişti. Paris’te 28 Şubat 2006 tarihinde gerçekleşen Papadopulos Annan görüşmesi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle