26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 C S TRATEJİ Talat ve Papadopulos Ada’daki Kıbrıs’ta müzakere Gözde KILIÇ YAŞIN TUSAM Balkan Araştırmaları Masası [email protected] ADIM ADIM EGEMENLİK Talat, 5 Eylül’de masaya iki öneri koydu: Temel sorun alanları olan mülkiyet, yönetim, yargı ve güvenlik konularında çalışacak dört komitenin yanı sıra AB konusunu ele alacak beşinci bir komitenin oluşturularak çalışmalara başlanması ve 2,5 aylık bir hızlandırılmış hazırlık sürecinin ardından 2008 sonunda hedefe ulaşmak üzere tam teşekküllü müzakerelerin başlaması. Yani basına yansıdığı kadarıyla Talat, kapsamlı ve adil çözüm müzakerelerinin bir an önce başlatılması ve müzakerelerin de fazla uzatılmaması için bir takvim ıbrıs, henüz buzu dahi çözülmeden tekrar dondurucuya bırakılmış bir sorun. Esasen iki kesim arasındaki eşitsizlikler giderilmediği ve hakça yaklaşım sergilenmediği için sorunun gerçek anlamda gün yüzüne çıkarıldığından bahsetmek mümkün değil. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin AB üyesi yapılması, eşitsizliğin boyutlarını büyük ölçüde Talat ve Papadopulos arttırdığı gibi sorunun da daha derinlere itilmesine sebep oldu. Talat ve Papadopulos’un 5 Eylül’de BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Michael Möller'in ikametgâhında gerçekleştirdikleri görüşme bunu bir kez daha doğruluyordu. Papadopulos, halkının yıllardır bellediği biçimde sorunu Rum bakışıyla tanımladı ve gitti. KKTC Cumhurbaşkanı Talat’ın müzakere sürecinin hızlandırılması önerisi gibi "barış için uzatılmış eli" de bir kez daha havada kaldı. Aklı başında hiç kimse bu buluşmadan zaten herhangi bir sonuç ya da çözüm beklemiyordu. Sebep iki liderin aynı dili konuşmuyor olması değil. Aksine hem gerçek anlamda hem de mecazi anlamda aynı dili konuşmalarının önünde herhangi bir engel bulunmuyor. Ancak Papadopulos’un "Kıbrıs Cumhuriyeti’nin etkin kontrol uygulayamadığı alanlar" olarak AB metinlerine geçirmeyi başardığı "sahte devlet" KKTC’nin bugüne dek muhatap dahi kabul etmediği lideri ile gerçekten de konuşacak bir şeyi yoktu. Herhangi bir görüşmenin başlayabilmesi için aradığı ön şartları çok öncesinden iletmişti zaten. Görünürde bu koşullar henüz karşılanmadığına göre Papadopulos, sadece yaklaşan başkanlık seçimi öncesinde biraz imaj tazelemek istedi. AB üyesi olmakla sırtını sağlama almış olan GKRY’nin lideri "masadan kaçan taraf" olarak görünmemek istedi, masaya oturdu ancak görüşmeyi de sonuçsuz bırakarak sürecin olası risklerini bertaraf etmek ve halkının çıkarlarını korumak yolunu seçti. Çünkü Papadopulos’a göre Kıbrıs Sorunu bir "işgal" sorunudur; Kıbrıslı Türklerin "Kıbrıs Cumhuriyeti" çatısına alınması ancak oluşturulması talebinde bulundu. Papadopulos ise zaman Türkiye’nin askerleri çekildikten sonra gerçekleşebilir ve sınırlaması fikrine şiddetle karşı çıktı. Hatta "boğucu yarım asrın sonunda gelinen nokta "beklersek takvimler" önerisini 8 Temmuz antlaşmasından bir sapma çözülecekler" politikasının işlediğini göstermektedir. olarak değerlendirerek BM’den Talat’ı "altına imzasını Türkiye’nin aradan çekilmesi halinde BM ve AB’nin attığı şeye" uymaya ikna etmesini istediklerini dile arabuluculuğuna dahi gerek kalmaksızın sorunu kolayca getirdi. Papadopulos’un gerekçesi müzakerelerin çözebileceğine inanan Papadopulos’a yapılan nihai başlamasından önce derin bir hazırlık aşamasının şart hedefe dönük müzakerelerin hızlandırılması ve olduğu yönündeydi. Sıkıştırılmış bir takvimle takvimlendirilmesi teklifi doğaldır ki reddedildi. müzakerelere başlanamayacağını savunuyor. Talat’ın hızlandırma talebini de nedense 8 Temmuz sürecine K Papadopulos tüm şartları önceden belli olan Talat görüşmesine masadan kalkacağı kesin olmasına karşın katılırken, Rum Liderin 2008 Şubatında Güney Kıbrıs’ta düzenlenecek seçimler öncesinde "uzlaşmaz" imajını RUM BAKIŞI düzeltme çabasında olduğu ifade ediliyor. Rumlar için Kıbrıs sorunu bir işgal aykırı buluyor. Bu anlamda Talat’ın "Rum tarafı sorunu zamanı yayma hedefinde, bütünlüklü çözüm müzakerelerine karşı" sözleri gerçeği yansıtıyor. Ancak, bütünlüklü çözüme gerek duymaksızın zaman içerisinde egemenliğini peyder pey Ada’nın kuzeyine yayabileceğine inanan Rum Yönetimini suçlamak mümkün değil. Maraş’ın iade edilebileceği yönündeki çelişkili ifadeler, malmülk iadesi ve tazminatı öngören yasanın çıkarılması, Loizidu kararının kabul edilmesi, KKTC topraklarını GKRY parçası sayan Yeşil Hat Tüzüğü’nün ve Rum Yönetimi üzerinden işletilecek Mali Yardım Tüzüğü’nün kabul edilmesi, Rum kesiminde Türk okulu açılmazken Karpaz’da Rum Milli Eğitim Bakanlığının denetiminde Rum okullarının açılmasına izin verilmesi ve hatta anayasanın KKTC’nin savunmasını TSK’ya bırakan Geçici 10. maddesini tartışmaya açılması ve benzeri "adımlarla" zaten sorun çözüme doğru gidiyor. Doğrusu Maraş’ın neredeyse tamamının iki Türk vakfına ait olduğuna ilişkin belgelerin uzmanlarca arşivlerden çıkarılmasına rağmen bu belgelerin Aresti davasında AİHM’e taşınmayarak Türkiye’nin tazminat ödemesine razı olunması da Rumların herhangi bir bedel ödemeden taleplerine her koşulda ulaşabileceklerini gösteriyor. Rumlar, sorun olarak gördükleri konularda kendi tezlerine uygun çözümler yaratıldıkça doğaldır ki kapsamlı müzakereleri başlatma gereği duymayacaklardır. Kaldı ki müzakerelerin "kapsamlı" kısmının başat unsurları olan Maraş’ın statüsü, mülk davaları, Türkiye’nin uluslararası anlaşmalara dayanan garantörlüğü, iki kesimliliğin korunması gibi konular zamana yayılarak çözümlenebiliyorsa geriye kalan "egemenlik" unsurunun durumu da zaten bu süreçte aydınlığa kavuşuyor. 5 Eylül görüşmelerini sonuçsuz bırakan da 8 Temmuz sürecini duraklatan da Rum yaklaşımını görmezden gelmekle ilgili. Talat’ın "ortak devlet" anlayışı ile Rum Yönetimi’nin Türklere bakışı birbirine bağdaşmaz noktalarda durduğu içindir ki bugüne kadarki görüşmeler gibi bundan sonraki görüşmeler de tam teslimiyet bayrağı çekilmedikçe sonuç doğurmayacaktır. Önce Rum Yönetimi’nin neyin peşinde olduğunu, Kıbrıs sorununu hangi parametrelerde izlediğini anlamak gerekir. sorunudur. 1960–1974 arası atlanır ve tarih 1974’den başlatılır. Türkiye’nin Kıbrıs’ta asker bulundurması haksızdır; asker çekilmeli, bölgeye 74 sonrasında yerleşen Türkler Ada’yı terk etmeli ve Türkiye de bu haksızlıkların bedeli olarak tazminat ödemelidir. Sahte bir devlet olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti lağvedilmeli ve Rum otoritesi ve egemenliği Ada’nın tamamına yayılmalıdır. Rum Yönetimi bu anlayışını, yeni müzakerelerin miladı haline getirilen 8 Temmuz’da imzalanan beş maddelik anlaşmanın içine de yerleştirmiştir. Kıbrıs Türkleri için farklı anlamalara gelse
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle